Ah o atalarımız! İsmail Cem Özkan

Irkçılar kendi çıkarlarına uygun tarih uydururlar, çünkü ırkçı olmak her şeyin üstünde olmak ve saf olmayı getirir... O yüzden bir ırkçı ile eğer sohbet ederseniz, onlar ideal bir geçmiş ve işlerine geldiği gibi tarihi uydurduklarını görürsünüz...
Ulus devleti kendine geçmiş yaratmak zorundaydı ve uydurulmuş bir tarih yaratarak kendi hükmettikleri coğrafyada yaşayan insanlara inanmaları için eğitim verdiler... O yüzden eğitim bakanlığının önünde milli kelimesi boşuna yerleştirilmemiştir. Tek dil, tek bayrak, tek millet kolay olacak şey değildir. Tek olmanın öteki adı tek olana kadar savaşmaktır. Ulus devleti savaşını sadece askeri değil, eğitim ile de yapmıştır. O yüzden yatılı okullar kurmuş, o yüzden öteki kabul edilen yerlerde hapishaneler kurulmuş, o yüzden askerlik ocaklarında askere gelenlere eğitim vermek için Türkçe öğreniyorum sınıfları kurulmuş, o yüzden vatandaş Türkçe konuş diyerek el ilanları dağıtmış, o yüzden dil bayramları ilan etmiştir. Türkçenin en güzel şivelerini bile yok edip, devletin resmi dilini konuşmaya zorlanmış, zorlamak içinde alay edilmiş diğerleri ile… 12 Eylül gibi günlerde cezaevinde yatan çocuğu ile Türkçe bilmeyen anneler sadece bakışmış…
Bütün sorun o tek olanı yaratmak…
Türk tarihi gerçekler ile bağlantısı olmayan uydurma tarih olarak okul kitaplarına girdi, sonra ulus devletin içinde ki çatışmalarına uygun olarak tarih anlatımı ve örneklemeleri de değişti...
Uydurulmuş tarihin kanıtları da uydurma olmak zorundaydı ve oldu da... O yüzden ülkemizde tarih bölümü öğrencilerine okula başlarken verilen öğüt, "bugüne kadar okuduklarınız unutun ve yeniden öğrenin!".
Eğitim, sistemin ihtiyacı olan insanı biçimlendirmektir ve biçimlendirildi de...
Tarihte bol bol örnek verilir, işte Bektaşilerin ocağı Yeniçeri ocağı. Olmayan şey değildir, gerçekten Yeniçeri Ocağı vardır. Devşirmelerden kurulan bir askeri birlik. Devşirme yani Hıristiyan çocukların savaşmaları için devlet adına el konulup, zor ile belli ocaklarda Osmanlı ailesine bağlı bir asker olarak yetiştirilmesi. Günümüzde alınan vergiler gibidir devşirme işi, yalnız Hıristiyan olarak yaşayan balkan ve kuzey coğrafyada yaşanların çocuklara el konulmasıdır. Kısaca vergi olarak akçe yerine çocuk alınır. Devlet-i Aliye’nin bekası içindir bu çocuklara el koymak… Üstelik bu asker olan çocuklar bakımları ve yaşamlarını sağlayacak bütçede yağmadan elde edilendir… Yani devlete bir yük değil, eti, sütü ile kazanç getiren bir sistem…
Devşir ve asker yap!
Devşirmeler Türk olamaz, Türk olma ihtimali dahi yoktur, çünkü devşirme Hıristiyan çocukların ailelerinden koparılıp bir ocakta çocukların imparatorluk ihtiyacını giderecek şekilde eğitilmesinden oluşur. Devşirilen çocuk asker olduğu yani kapıya bağlı olarak yetiştirilir ve kapı kulu da kendisine verildiği dünya kadar hayata bakar...
Fakat yüzyıllar geçtikten sonra Alevi Türkçü yani sonradan olmak ırkçılar Yeniçerileri Türk olarak kabul edip onlar üzerinden kendisine dayanak bulmaya çalışıyor... O yeniçerilerin kaç Alevi köyünü basıp yok ettiğini sorgulayacak kadar bilgi birikimi yoktur, ihtiyacı da yoktur, çünkü kendisine yeni tarih oluşturuyor...
Osmanlı devleti içinde Yeniçeri ne emir verilmişse, gitmiş yapmış, savaştığı yerlerdeki ganimeti paylaşıp gelmiş, İstanbul gecelerinde ise harcamıştır...
Bir anlamda Yeniçeri; savaştıkları yerlerde ki zenginlikleri yağmasından elde ettiği ganimet ile yaşayan asalaktır...
Gerileyen Osmanlı devleti savaşlardan ganimet elde edeceğine kaybetmeye başlamıştır, kaybın yüksek olduğu dönemlerde dönemin ihtiyacına cevap veremeyen yeniçeriler, iki de bir kazan kaldırıp devletin üst kadrosundan ihtiyaçlarının karşılanması için talepleri olmaya başlamıştır. O kadar siyasallaşmışlardır ki, artık sadrazam deviren, baş kesen konumundan çıkmış saraya kimin hükmedeceği konusunda görüş bildirir dahi olmuştur.
Ayaklanan ocak elbette dağıtılacaktı, dağıtıldı da...
Dağıtılması olağan ama tüm yeniçerilerin kılıçtan geçirilmesi ve onlar ile birlikte İstanbul’da üzerinde dövme olan sivil Türkler ve Bektaşi tekkelerinde olan, yaşayanların da kılıçtan geçirilmesi kabul edilemez... Osmanlı rejimi bir taş ile iki kuş vurma merakı vardır, her fırsatta Alevi’ye ve kendisini rahatsız edene vurur. O dönemde şehirlerde aleviler yok gibidir ama Bektaşi olanlar hedef tahtasında yerini almış ve öldürülmüşlerdir... Öldürmekle kalmamış, ocaklarına Nakşibendi tarikatı üyesi yöneticiler atanmıştır. Osmanlı rejimi kendisini güvende hissedeceği her türlü önlemi almıştır. Elbette sadece İstanbul değil, Anadolu’da Hacıbektaş tekkesi o tarihten itibaren Nakşibendi tarikatı üyesi gözetiminde varlığını sürdürmüştür. Osmanlı rejimi Türk düşmanlığı değil, mezhep düşmanlığı üzerinden rakip olduğunu düşündüğü mezheplere saldırmıştır…
Tüm Sünni tarikatlar, cemaatler Alevi düşmanlığı üzerine kendilerini tanımlamışlardır, büyük bir bölümü aynı zamanda Kürt düşmanlığı üzerine kendilerini ifade ederler...
Kısaca tarih uyduran Türkçü Aleviler, Yeniçeri Ocağı sandıkları gibi Alevi filan değildir, Alevileri de katleden bir askeri ocaktı... Bektaşilerin deyişleri okunuyor olması onları insancıl yapmaz, sonuçta kılıç ile hayatlarını kazanan askerlerdi... Kapı kulu demek daha doğru, çünkü bağlı bulundukları kapıya sadakat ile hizmet etmişlerdir...
Bu arada Alevi Türkçü tarih yazımcıları Bektaşilerin Türk olduğunu iddia edebilir ama Arnavut Bektaşileri nereye koyacaklarını bilemezler... Duaları Türkçe okunması tüm Bektaşileri Türk yapmaz, tüm dualar Arapça okunduğu için tüm Müslümanları Arap yapmadığı gibi... Ama ırkçılık bu ya, her şeyi Türk kültürüne ve Türk’e bağlayacak!
Irkçılık kötü bir şeydir, çünkü geçmişi olduğu gibi dahi kabul edemez, kendi işine geldiği gibi değiştirmeye ve yorumlamaya çalışır..
Osmanlı Türk mü diye tartışılıyor, imparatorluk kültüründe ırka önem verilmez, ailenin devamlılığına hükmedilir... Soy babadan geçer ve annenin kim olduğu önemli dahi değildir... Evet, Osmanlı Selçuklu dağıldıktan sonra oluşan bir Türk soyuna dayanır ama imparatorluk olduktan ve kıtalara hükmetmeye başladıktan sonra geçmişine değil, ileriye bakarak yeni bir kültür yaratmaya gitmiştir.. Toplum içinde etkisi olmayan bir saray kültürü de yaratmıştır...
Arapça dil kuralına uygun Türkçe, Farsça ve Arapça karışımı bir edebiyat geliştirmiş ve yazımı çok zor olan aruz ölçüsünde şiirler üretmiştir... Onu anlayabilmek ve okuyabilmek için saray eğitiminden demeyelim de öğretiminden geçmek gerekliydi... Öyle de oldu.
Osmanlı da aydın halktan kopuk, sarayın kapı kulu olmayı gerektiriyordu, öyle de oldu.
Osmanlı yerine kurulan cumhuriyette de aydınların tek partiye ve devlet kapısında olması tesadüfi değildir...
Cumhuriyet dediğiniz kopmuş bir şey değil devamlılığı sembolize eder, sadece hükmedenler değişmiştir...
Osmanlı denilen şey saraydır, sarayın dışında yer alan tüm halklar kendi kültürleri ve kendi dilleri içinde yaşamıştır...
Osmanlı öğretimi ocaklar üzerinden yapılmış ve onlarda daha çok yağma ve devşirme yapmak için kurulan ocaklardır. Bir de sarayın güvenliğini sağlamak için kullanılmıştır...
Osmanlı balkan devletidir, diğer yerler ise sadece toprağı kullanmadan pay almak üzerine kuruludur...
Şimdilerde “Osmanlı ne zaman Türk geleneğini ve Türklüğü unuttu” diye soruyor bazı çevreler... Elbette birbirinden değişik cevaplar söz konusu, tarihe nasıl baktığınız önemli değildir, nereden baktığınız, yani duruş noktanız belirleyicidir ve istediğiniz kanıt mutlaka bir yerde söz konusudur.
Bazı Türkçü Aleviler yeniçeri ocağının kalkmasını tarihliyor...
İmparatorlukta önemli olan ailedir, hangi kültürden geldiği değildir... Avrupa'da ki tüm krallar bir biri ile akrabadır, aynı soydan çıkmıştır, hepsi bir birinin kuzenidir ama farklı kültürleri temsil ederler...
Osmanlı'da bir ailedir, her birinin annesi Hıristiyan olan ama cariye olarak saraya alınıp, zor ile Müslüman yapılan kadınlardır... Elbette her anne, eş kendi kültürünü saraya iz bırakacak şekilde saray içinde etkisi olmuştur...
Saray içinde çok kültürlü bir yapı söz konusudur ama askeri anlamda Selçuklu devletinden gelen bir gelenek devam eder, emirler hiç değişmez, Türkçedir. Askeri dil olarak varlığını korur Osmanlı içinde...
Osmanlı sonuçta Türkleri temsil etmez, çünkü kendisine özgü bir kültür oluşturmuş ve yaşatmıştır...
Devletin idaresi Fransız devrimi İstanbul surlarını zorlamaya başlaması ile sarayın kapılı kapıları açılmış ve Osmanlı aydını ve askeri eğitimden geçmiş paşaların eline geçmiştir. Bu değişim basit bir şey değildir, çünkü diğer kültürler Fransız devrimi etkisi ile kendisini ifade etmeye başlamış ve uluslaşma sürecine girmiştir. Uluslaşma demek, Osmanlı imparatorluk sınırlarının değişimdir. İlk değişim Osmanlı olarak kabul edilen balkan toprakları üzerinde olmuştur. Her ayrılan kendi ulusal devletini ve krallığını kuruyor… Ulus adı üzerinde homojenleşme… Türklerin Balkanlardan zor ile sürülmesi… Osmanlı sarayı Türk kavramı ile tanışması bu sürecin üründür. Öteki kabul edilenler İstanbul’a doğru göç ederken elbette siyasi bir sonucu da ortaya çıkaracaktı… Bu sonuçtan o güne kadar unutulan Anadolu artık gözde olacak ve Anadolu ve Mezopotamya’da ayaklanmalar, katliamlar, büyük sürgünler, soykırımlar kavramları altında değişimler yaşanacaktı… O güne kadar bir arada yaşamış, bir şekilde denge tutturmuş fakir Anadolu toprakları kan ile yeni bir tarih yazım alanı olacaktı…
2. Meşrutiyet sonrası Osmanlı ailesi göreceli olarak Türk olmayı kabul etmiş fakat Türk bir imparatorluk olamamıştır. 1. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı devamı olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti bir Türk devleti olmuştur. Kurulu aşamasında Koçgiri katliamı ile Alevi Kürtler orta Anadolu’dan uzaklaştırılmış, Kürt isyanları ile Kürtler İstiklal Mahkemeleri ile darağaçlarının gölgesi ile sessiz kalmaları öğütlenmiş ve ortak kurucu olmaktan kaynaklanan hakları gasp edilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı kurularak Aleviler devlet içinde var olmalarının önü kapatılmış, Nakşibendi tarikatı üyelerinin kontrol ettiği dergahlar müzeye dönüştürülüp müdür olarak Nakşibendi inancında devlet görevlileri atanmıştır.
Alevi Türkçülüğü yapan arkadaşların yazıları üzerine bu yazıyı kaleme aldım. Bana göre Aleviliği Alevilik inancı içinde değerlendirip, çok kültürlü, homojen olmayan bir geleneği temsil ettiğini kabul etmekten geçtiğini, yeni Türkçü Alevi yazımı yapanlara anımsatmak istedim...
Alevilik, Türkçülük değildir, sonuçta inançtır... Her inanç gibi içinde her ulustan insan, kültür, dil var olabilir…
İsmail Cem Özkan
Son Haberler
Sayfalar

Güzel insanların ardından kurulan her cümle yetersizdir…(İsmail Cem Özkan)
Şimdi anıları olanlar hemen anılarını paylaşmayacak, zamanı gelince yazarlar ya da anı kitabı yapılacaksa oraya bir kaç kelime bırakacaklardır ama popüler olanı yapacaklar yani varsa birlikte çektikleri/ çekildikleri fotoğraflarını paylaşacaklar...
Turan Eser benim geçmişi (artık geçmiş oldu, zamanda üzerine eklenince) uzun bir sancılı dönemin dostluğuna dayanıyor...

Emperyalizm Üzerine Notlar-6
13-15 Eylül 2024 ICOR Uluslararası “Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” Semineri 1. Gün
Giriş: Almanya’nın Thüringen Eyaleti’ndeki Truckenthal’da 13-15 Eylül 2024 tarihleri arasında ICOR’un, Lenin’in 100. ölüm yıldönümü anısına, ”Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” adı altında uluslararası büyük bir seminer yapıldı. Bu seminer’de “Lenin ve Emperyalizm” başlıklı 1. bölüm’de ben de bir sunum yaptım.
Rothe Fahne (Kızıl Bayrak) dergisinden kısa bir bilgilendirmeyi buraya alıyorum.

Erdoğan ve cumhur ittifakı’nın hazırlıkları iç savaş odaklıdır!
İçinden geçilmekte olan sürecin bu ayırt edici özelliği, rejimin ne kadar da kırılgan bir durumda olduğunun, çıplak bir ifadesi olarak da okunabilir elbet.

Serdareme, Caneme, Hevaleme…
Her devrimci değerlidir. Ancak bazıları istisnadır. Yaşam ve duruşlarıyla, söz ve eylemleriyle derin izler, unutulmaz anılar geride bırakır. Geçtikleri her yerde devrimin, özgürlüğün dinmeyen esintilerini bırakır. Devrimcilerin değerlerini belirleyen her daim hatırlanan pratik ve eylemleri ve yazdığı unutulmaz eserleridir. Serdar Can yoldaş her ikisini de doğru yapmaya çalıştı. Hem devrimin kalemini hem de devrimin silahını iyi kullandı. Hem de en geç yaşlarında.

Erdoğan yeni anayasa istemi ne tür bir ihtiyacin ürünü ?
Siyasal İslamcı din bezirganı Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, özelliklede son yerel seçimlerde uğradığı ağır hezimetin ardından, adeta gün aşırı bir sıklıkla, toplumun artık yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğunu dilendirmekte. Bu demek oluyor ki Erdoğan’a göre, 22 yıllık iktidarları döneminde yeni bir anayasa, toplumsal bir ihtiyaç haline gelmemiş. Gelse, ille ki o zaman da bunu gündeme taşır ve çözmek isterdi, değil mi? Peki şu son dört-beş aylık zaman diliminde ne oldu da birdenbire acil bir ihtiyaç haline geldi?

Asıl Olan, Örgütlü Yığınların Mücadelesidir
Çağımız, emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır. Yaşanan tüm değişimlere, ideolojik anlamdaki çürüme ve yozlaşmaya rağmen işçi sınıfının ezen ve ezilenler mücadelesindeki tarihsel misyonu hala gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Yaşanmakta olan, ikili hukuk denkleminde,bir ara rejim midir?
Resmi adıyla, “Cumhur Başkanlığı Hükümet Sistemi”ne, günlük kullanım diliyle “tek adam diktatörlüğü”ne geçişle birlikte ve özellikle de ırkçı faşist-kontra bir odak partisi olan MHP katılımıyla oluşturulan “Cumhur İttifakı” iktidarı altında; sistemin, Anayasasında kendisini tanımlaya geldiği ve iyi kötü ve de taklidi de olsa, bir şekilde uygulanmaya çalışılan “laik” ve Anayasal “hukuk Devleti” prensipleri, adım adım terk edilmeye başlandı.

Komutan Orhan Cihat Bingöl (Nubar Ozanyan)
Duyduğumuzda inanmakta ve kabul etmekte zorlandığımız şehit haberleri yüreğimizi fena halde acıtsa da ideallerine ve anılarına bağlı kalma, mücadele bayraklarını daha yükseklere taşıma sözü vermeye devam edeceğiz.
Kürt ve özgürlük düşmanları sevinmesin! Hesapsızca toprağa düşen her gerilla Kürdistan topraklarında yeniden doğacaktır. Ve onlar her daim ölümsüzlük içinde çoğalarak büyüyecek birer dağ olup düşmanın üstüne yürüyerek anılacaklar. Ne yaşamları ne toprağa düşüşleri ucuz ve kolay olmayacaktır.

Vitrin olma kız... vitrin olma...
Sen, senle halk arasında artırılan düşmanlığı çözmenin araçlarının neler olduğunu bilmiyorsan...
Şimdi ne kadar güzel olurdu değil mi kız...
ne kadar güzel olurdu...
mecliste, belediye başkanlıklarında bir...
Öyleyse.... öyleye...
Hayeller.... söylemler...
Kitleler...
yüzlerini dahil seçemeceğimiz kalabalıklar...
Gerçekler ise....
Zil zurna, kah kaha atarken sümükleri dahil ağızlarına giren masaları tek tek dolaşarak, mekan yeni insanlar..
Hemi... hemi...
hayat bu... gerçeklik bu ise...

Şeriat ve kadın
Tüm kurumları üzerinden devlet erkine artık tamamen hakim hale geldiğini düşünen siyasal İslamcı Erdoğan iktidarı, dini esaslar üzerinden toplumsal yaşamın yeniden kurgulanması esas hedefi doğrultusundaki ana hamlelerini, “İstanbul Sözleşmesi”ni feshederek, “Her kürtaj bir Uludere’dir”tavrıyla, en nihayetinde vasat ölçüler içinde kadın haklarını belli yönleriyle koruyan “6284 Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasası”na ilişkin tutumuyla ve keza “9.

Türkiye ve kuzey Kürdistanlı solculara yönelik bayrak eleştirisi
Kendisi de sol-sosyalist cenahtan olan yazar ve aynı zamanda televizyon programcısı sayın Merdan Yanardağ, on binlerce solcunun, Fransa’da faşistleri yenilgiye uğratarak seçimlerin galibi olan Yeni Halk Cephesi’nin zaferini kutlamak için, ellerinde Fransa bayrağı ile toplaştığı Cumhuriyet Meydanı’nda, coşkuyla Enternasyonal marşını seslendirmelerinden övgü ve gıptayla bahsederken: “Bakın diğer ülke devrimcilerinin kendi ulusunun bayrağıyla bir sorunu yok. Ellerinde Fransa Bayrağı ile hep birlikte Enternasyonal okuyorlar.
Comment form