Alamut Kartal Yuvasıdır
Bundan yaklaşık bin yıl önce Selçuklu veziri Nizamülmülk, “Bunlar duvarların arkasında, memleketin kötülüğünü isteyerek karışıklık çıkarrnaya çalışırlar.” (Aktaran, Faik Bulut. Hasan Sabbah Gerçeği) demişti. Bu sözlerin muhatabı, Büyük Selçuklu İmparatorluğunun baskısı altında açlık ve yoksulluk içinde yaşayanlara eşitlik-adil bir toplum için umut olan, ezilenler üzerinde gerçekleşen sınıf ve inanç baskısı karşısında başkaldıran, Nizari İsmailliğinin kurucusu Hasan Sabbah’dı. Bin yıl sonra Tayyip tarafından Nizamülmülk’den ödünç alınmış bu söz bugün Fettullah Gülen için söyleniyor! Tayyip sadece Nizamülmülk’ten bu sözleri ödünç almıyor aynı zamanda ondan bir devlet geleneğini de devralıyor. Cemaat için “Haşhaşiler” derken, F. Gülen’i de Hasan Sabbah’a benzeterek, bir dönem koalisyon ortaklığı yaptığı kişileri “entrikacı”, “suikastçı”, “afyonkeş”, devleti arkadan hançerleyen komplocular, dış mihrakların maşası ilan ederek Gülen Cemaatini Hasan Sabbah-Alamut Kalesi üzerinden yıpratmak istiyor.
Hasan Sabbah üzerinden yaratılmak istenen olumsuz algı “Haşhaşiler” kavramı üzerinden perçinleniyor. AKP-Gülen koalisyon ortaklığının bitmesiyle başlayan çatışma iktidar etrafında şiddetlenerek devam etmektedir. Cemaatin AKP’li köşe yazarları tarafından “Haşhaşilere” benzetilmesi, Tayyip’in bizzat üst perdeden, devlet içine sızmaya çalışan çeteler tarafından arkamızdan ‘hançerlendik’ demesiyle, ‘haşhaşiler’ söylemi bir anda popülerleşerek dillere pelesenk oldu.
Tayyip ve AKP’li köşe yazarları tarafından, “Haşhaşiler’’ kavramının Gülen cemaati için kullanılması bir tesadüf sonucu veya cemaat örgütlenme modellerinin belli oranda birbirlerine benzerliklerinden kaynaklı ortaya atılmıştır. Kavramlar üzerinden meşruluk oluşturma karşı tarafı köşeye sıkıştırıp zayıflatma, kendini tek meşru suç gösterme çalışmasıdır. Kavramlar ideolojilerin bir mücadele alanıdır, teorik mücadele bu alanda gerçekleştirilir. Kavramlarla bir zihinsel dünya inşa edilebilir ve ideolojik hegemonya kurulabilir. Kavramlar bir yönetme aracıdır. Tayyip de bizzat devlet ve devletin resmi İslam alimleri tarafından H. Sabbah hakkında oluşturulmuş kara propagandayı, sahte H. Sabbah “gerçeği” ile cemaati köşeye sıkıştırmak, Sünni tabandan koparmak için kullanılıyor.
Sünni Hanefilik dışında kalan inanç grupları AKP-Cemaat çatışmasında malzeme olarak kullanılmakta, bu inanç gruplarının simge ve sembolleri çatışan kliklerin elinde birbirlerini suçlamanın nesnesine dönüştürülmekte, seslendikleri kitlenin nefret duygularını beslemektedir.
Hasan Sabbah (Alamut Kalesi), Gülen Cemaatine ilk kez benzetilmiyor. 90’lı yıllarda klikler artası çatışma boyutlanırken de aynı benzetmeler yapılmıştı. Hatta sadece Gülen cemaati değil, Hizbullah, Cemalettin Kaplan, El Kaide gibi halk düşmanı çeteler de böyle tanımlanmıştı. Doğrusu “Haşhaşiler” suikast çetesi söylemleri ana akım medyanın her dönem ilgisini çekmiştir.
Biz hakkında yapılan spekülasyonları bir yana bırakıp kimdir Hasan Sabbah sorusuna odaklanalım.
İran’ın Kum kentinde Şii bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Hasan Sabbah on iki imam Şiiliğiyle yetişir. Eğitimli, entelektüel yanı gelişmiş, bilme, sanata, felsefeye varana kadar birçok konuda kendini yetiştirmiş, (kendisi içim “7 yaşına bastığımdan beri çeşitli ilimleri, öğretileri öğrenme merakıyla yanım tutuşuyorum” diyor) ezilen yoksul köylüler ve şehir esnafı halkın yanında, yoksuldan yana, sömürüye karşı komünal eşitlikçi bir yaklaşımı kendisine rehber edinmiş bir halk önderidir. Kendine, öğretilerini yaymak için yurt edindiği Alamut Kalesine büyük bir kütüphane kurdurmuş, birçok alim-felsefeciyi Alamut Kalesi’nde misafir etmiş, eğitime büyük önem vermiş ve Nizarileri de bu temelde eğitmiş birisidir.
Nizariler; 909 yılında kurulan Fatımi Devleti’nin, kurulduktan yüz yıl sonra yozlaşmaya başlayarak eşitlik ve adalet söylemleri ile etraflarına topladıkları halka, onun sorunlarına yabancılaşmasıyla birlikte İsmaili Fatımiliğinden kopanlardır. Fatımiler ilk ortaya çıktıklarında Abbasilerin zulmü altında ezilen yoksul halk ve inanç gruplarının sesi olmuş, eşitlik ve adalet söylemleriyle etrafına topladığı halk kitleleriyle kısa sürede büyük başarılar elde etmişlerdir. Lakin, mülkiyet ve sınıf ilişkilerinin getirdiği sonuçlar, yüz yıl sonra onları Abbasi aristokrasisi ile aynı noktaya getirmiştir.
Nizarilerin Fatımilikten kopuş tarihleri, Halife El Mustansır ölmeden (1094) önce büyük oğlu Abu Mansur Nizar’ı imam (halife) tayin etmesi ama Fatımi devlet aristokrasisinin Nizar’ın yerine küçük kardeşi Abu Kasım Ahmed’i tahta çıkarması ile başlar. Nizar’ın hakkı olan halifelikten Nizar’ın uzaklaştırılıyor olmasını haksızlık kabul edenler, Fatımilikten koparak Nizariliği kurarlar.
“Nizarilerin Fatımilerden kopmasının en önemli nedeni kuruluşundan yüz yıl sonra giderek tutuculaşan, hantallaşan, alt katmanların sınıf çıkarlarından uzaklaşan, sadece söylemde adalet ve eşitlikten söz edip halktan uzaklaşmalarıdır.” ( Faik Bulut) Hasan Sabbah’ın başını çektiği Nizarilik, Sünni ve Şii egemenlerine karşı, ezilenler için eşitlik ve adil bir toplum hayalini temsil etmektedir.
Hasan Sabbah hakkında birçok hurafe ve karalama yapılmaktadır. Bunlardan en yaygın birkaç tanesi şunlardır.
Hasan Sabbah’ın Nizamülmülk ve Ömer Hayyam’la okul arkadaşı olduğu, üç arkadaşın kendi aralarında anlaşarak birbirlerine “hangimiz yükselir ve bir yerlere gelirsek diğer ikisine yardım edecek” sözü verdikleri rivayeti. Buna göre Nizamülmülk Selçuklu sarayında vezir olur ve sözüne sadık kalarak Hasan Sabbah’ı yanına saraya alır. Bir müddet sonra arkadaşının yükselme hırsından korkan, yerine geçme planı yaptığını düşündüğü Hasan Sabbah’ı bir yolunu bularak Sultan Melikşah’ın gözünden düşürür ve saraydan kovulmasını sağlar. Bu olaydan sonra Hasan Sabbah Nizamülmülk’e düşman olur. Bu söylence Hasan Sabbah’ı sıradanlaştırmak ve hareketin sosyal-siyasal içeriğini boşaltmak için uydurulmuştur. Hasan Sabbah’ı o dönem sarayda baş sayman, denetçi, istihbarat örgütünün başı olduğu iddiaları da rivayeti sürükleyici ve etkili kılmak için uydurulmuştur. Bunlar gerçekle uyuşmayan hayal ürünü ve kurgudan ibarettir.
Bu rivayeti çürüten ikinci olay, “üç arkadaşın okul arkadaşı olmaları ve Nişabur’da okumuş olmaları”dır. Hasan Sabbah Kum ve Rey şehirlerinde eğitim görmüştür. Haliyle üç arkadaşın Nişabur’da okul arkadaşı olmaları hayalden ibarettir.
Hasan Sabbah, Alamut Kalesi ve İsmaililiğin Nizari kolu için çok bilinen diğer bir rivayette Nizari fedaileri ile ilgilidir. Onlar cennet bahçelerinde hurilerle birlikte olup haşhaşın etkisiyle suikast düzenleyen, şeyhlerinin emri ile sorgusuz-sualsiz kendilerini öldürebilen cahil-bilgisiz afyonkeşler olarak sunulur. Böylece Hasan Sabbah da korkutucu bir imge olarak zihinlere nakşedilir.
Hasan Sabbah ve Nizariliğin Avrupa’da “Haşhaşişer” olarak biliniyor olmasının önemli nedenlerinden biri ise Alamut Kalesine hiç gitmemiş İtalyan gezgin Marco Polo’nun Seyahatnamesinde yazdıklarıdır. Marco Polo’nun yazdıkları kendinden önce bölgede bulunmuş Hıristiyan din adamları, haçlı seferlerine katılmış komutanlar, krallar ve Ortodoks İslam’ın bağnaz temsilcilerinin Nizarileri karalamak için uydurduğu yalanlardan ibarettir.
“Marco Polo 1273 yılında Horasan ve Kirman eyaletlerine gitmiş, Alamut Kalesi 1256 yılında Moğollar tarafından istila edildiği için, Marco Polo’nun Alamut Kalesini görme olanağı olmadı. Moğollar kaleyi sitila ettikten sonra yerle bir etmişti.” (Faik Bulut Hasan Sabbah Gerçeği) Marco Polo’nun Nizarileri ‘Haşhaşiler’ olarak adlandırması onlar hakkında gerçek olmayan, hayal ürünü anlatımları zamanla Avrupa edebiyatına girmiş ve “Haşhaşiler” afyon içen, suikast yaparlar… olarak günümüze kadar bu şekilde anılmıştır.
Tayyip’in Fettullah Gülen Cemaatini tanımlarken kullandığı “gözü dönmüş Haşhaşi çeteleri” bizlerin yabancısı olmadığı şeylerdir. Bugün devrimci eylemler sonrası sıklıkla söylenen “ uyuşturucu hapların etkisiyle bu eylemleri yapıyorlar, kendilerinde değillerdi…” açıklamaları bin yıl önce de Ortodoks İslam’ın bağnaz temsilcileri tarafından Hasan Sabbah ve arkadaşları için kullanılıyordu. Faik Bulut’un Alamut Kalesi için söylediği; “onlar eşitlikçi dervişan cumhuriyetlerinin temsilcileridir” sözleri onları açıklamaya yetiyor. Egemenler her dara düştüğünde aynı oyunu oynar. Hasan Sabbah’ı Fethullah’la eşleştirmek; ezilenlerden yana tavır takınan, Şii ve Sünni sömürüsüne başkaldıran halk önderine hakaret ve saygısızlıktır.
Son Haberler
Sayfalar
Somut Duruma Dair Bazı Gerçekler
Gerek uluslararası planda ve gerekse yaşadığımız coğrafyada devrimci ve komünist hareket emperyalizm ve dünya gericiliğine karşı mücadelede geniş emekçi yığınların desteğine sahip değildir. Yine kendiliğinden gelişen kitle hareketlerini örgütlemede ve uluslararası dayanışmayı geliştirip büyütmede de yetersizdir.
NATO, SAVAŞ KIŞKIRTICISI BİR ODAKTIR; DERHAL DAĞITILMALIDIR!
Başını ABD’nin çektiği, emperyalist bir saldırganlık paktı olarak kurulan ve icraatlarıyla bunun gereğince davranan NATO’nun 75. Kuruluş yıl dönümü vesilesiyle gerçekleştirilen zirvede, ABD Başkanı Biden, NATO’nun: “Saldırganlığa ve saldırganlık korkusuna karşı bir kalkan yaratma umuduyla kurulduğunu” söylüyorsa da ama tarihsel gerçekler bunun külliyen kaba bir yalandan ve de arsızca bir manipüle edişten ibaret olduğunu kolayca gözler önüne serer.
Bozkurt’un anlamı (Nubar Ozanyan)
Yoksullar ve ötekiler için her yer ölüm kokan mayın tarlasına döndü. Türk olmayanların, -ötekilerin- Türkiye’de soluk alması ve yaşaması zulme dönüştü. Öteki olarak yaşamak, çalışmak, kendi ana dilinde Kürtçe, Arapça konuşmak, şarkı söylemek, yasak ve suç olan bir ülkede demokrasiden, özgürlükten, insan haklarından bahsedilebilir mi?
Seçimler ve siyasi parti konusunda proletaryalarla sohbet
İstanbul'u kazanan türkiye'yi kazanır.
Nedir bu tayyip'in sözleriyle vücut bulan yaklaşım.
Bir hayel mi yoksa bir gerçeklik mi?
Veyahut da burjuvaların içerisinde bir insanın söyledikleri hala dört nala giden atlarıyla şehirlerin surlarını yıkabileceğini düşünen bizim insanların söylediklerinden daha gerçekçi sözler mi?
Gerçekten noelibarel politikaların en yoğun olarak hissedildiği şehirleri kazanmak türkiye'yi kazanmak mı demek?
Peki bunu böyle kabul etmek kolay mı?
DEVRİMCİ SİYASAL MÜCADELEYİ ANIN SOMUT GÜNCEL TOPLUMSAL SORUNLARI ÜZERİNDEN ÖRGÜTLEMEK.
Temel hedefleri, mevcut kurulu düzeni devrimci bir kitlesel kalkışmayla tasfiye edip, yerine sosyalist bir sistem kurmak olan devrimci sol-sosyalist ve komünist güç ve yapıların, devrimi gerçekleştirebilmeleri esasen, devrim öncesi süreci, devrimi örgütleyebilme hedefiyle ele almalarına ve bundaki performans ve başarılarına bağlıdır.
ADİL OLAMASINI BECEREMEYECEKSEK; BU SİSTEMİ YIKMAYA NE GEREK VAR Kİ?
Bugün, Devletin “üst aklı” denilen birimlerince organize edilip, şeriat özlemcisi dinci yobaz karanlık güçlerce gerçekleştirilen Sivas-Madımak vahşetinin 31. Yıl dönümü. Tam iki gün sonra da yine devletin aynı karanlık derin güçlerinin bir şekilde yönlendirdiği besbelli olan bir başka vahşetin, Erzincan-Başbağlar katliamının 31. Yıl dönümü.
BUGÜN ARTIK ÇOK DAHA AÇIK BİR HÂL ALAN ŞERİAT TEHDİDİNE KARŞI LAİKLİĞİ SAVUNMAK, SÜRECİN ÖNE ÇIKAN ACİL VE ÖNEMLİ GÖREVLERİNDENDİR.
Kendisini “Anayasal Hukuk Devleti” olarak tanımlayan bir devlet düşünün ki Anayasasında hâlâ; “Türkiye Cumhuriyeti, (…), demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” İlkesi yürürlükteyken; bu ülkede şeriat propagandası yapmak serbest olsun ve ama dayanağını mevcut Anayasa ve yasalardan alan, şeriata karşı çıkmak ve de laikliği savunmak suç olsun!
Oy Zemano (Nubar Ozanyan)
Her yönüyle çürümüş sistemin katilleri, Kürdistan topraklarını yakmaya devam ediyor. Amed ve Merdin’de hem insanları hem de buğday ve mısırları yaktı. Evlat kokan Kürdistan toprakları şimdi duman kokuyor. Ateş ve dumanla yazılı TC’nin yüz yıllık tarihi “yakma ve yıkma”nın tarihidir. Bilmeyenler bilsin, duymayanlar duysun. Dün Ermeni kadın ve çocukları kiliselerde, Alevileri inanç ve ibadet mekanlarında, Kürtleri mağaralarda, köylerde yakanlar bugün yine Kürdü kadim topraklarında yakıyor.
CHP’NİN “Türkiye yüzyılı maarif modeli ”Ve kürtlerin iradesinin gaspı karşısında laisizm ve hukuk sınavı.
İslamo-faşist Erdoğan diktatörlüğünün, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile yapmaya çalıştığının, tam olarak,eğitim ve öğretim sistemininSunni İslamcı dini esasları üzerine oturtulması olduğu, daha önceki iki yazıda ve keza Kürtlerin iradesine karşı bir sömürge siyaseti olan kayyum uygulaması da bir başka yazıda özetlenmişti.
Kadro Olmak Aynı Zamanda Kendimize Karşı da Kadro Olmak Demektir
Bir kadronun ihtiyaç duyduğu nitelikler bugün sürekli ideolojik saldırı altındadır. Burjuvazi sadece protestoları, teoriyi, örgütleri değil aynı zamanda doğrudan tek tek kadroları da hedef almakta ve onları ideolojik etki yoluyla etkisizleştirmeye ya da kendi tarafına çekmeye çalışmaktadır.