Perşembe Mart 20, 2025

Altın eller ile kanlı eller -2-

Der Zor: “Mama ben ölürsem sen de benim etimden onlara verme!”

Der Zor, Ermeni halkının hafızasında önemli yer tutmaktadır. Çünkü İttihat ve Terakki Merkez Komitesi’nin, eli kanlı teşkilat üyelerinin ölüm için seçtiği son nokta ve çevresidir. Marat, Suvar, Şeddadiye arkasından Musul istikametgahında hayatın olmadığı çöller, toplu ölümlerin en ağırlarının yaşandığı, Ermeniler için bugün dahi anmaların eksik olmadığı, kutsal mekanların olduğu hafızalardan silinmeyen yerlerdir buralar. Bu yüzden Ermeniler arasında ölümün yaşama tercih edileceği cehennem olarak bilinmektedir. Der Zor ve çevresinde işlenen katliamlarla Ermeni Soykırımının tamamlanmış olduğunu söyleyebiliriz. Bütün sürgünlerin geçiş güzergahı burası olduğu için ‘’temizlik’’ artık tamamlanmıştır. Kafilelerin gelmesiyle değişik transit kamplar kurulmuştur.

Der Zor kaymakamı, Ali Suat Bey’dir. Rakka’da olduğu gibi Ermeniler şehrin sanaatkarları ve ticaretle uğraşan kişileri olarak ekonomiyi canlandırmışlar, diğer halklar da Ermenilerin gitmesinden yana değillerdi. Kaymakam Ali Suat Bey gibi insanlara İttihatçılar arasında bile bazen rastlamak mümkündü. Fakat 1916 Temmuz’undan sonra atanan Salih Zeki’yle her şey bir anda değişti. Der Zor, Osmanlı yöneticilerine göre elverişli bir bölge değildi. 1914 yılında muhacirlerin bölgeye iskanı gündeme geldiğinde Talat Paşa “muhacirleri oralara gönderip çöllere serpecek olsaydık oralarda cümlesi ölecekti” dedikten on ay sonra Ermenileri ölüme buraya göndermiştir. Cemal Paşa Talat Paşa’ya gönderdiği şifreli telgrafta “itimat edilecek cüretkar birisinin gönderilmesini rica ederim” diye talepte bulunmuştur. Der Zor’a atanan Salih Zeki, gelmeden önce Kayseri Develi /Everek kaymakamı idi. Göreve başlayınca Meskene, Rakka ile Der Zor arasında gidip geliyor, alanı kontrol ediyordu. Meskene kampında Aram Andonyan ile karşılaşan Salih Zeki “sakın Der Zor tarafına gelme” uyarısında bulunarak, deyim yerindeyse katliam uyarısı yapmıştır. Ermeniler arasında yayılan bu haberden sonra, sevkiyat amirlerine rüşvet vererek aşağı inmekten yani ölümden kurtulanlar olmuştur. Durumu iyi olan Konya Ermenileri de buna dahildir. Bunun üzerine Ermeni aydın Aram Andonyan, Naim Efendi’ye rüşvet vererek Halep’e sevk edilmeyi sağlamış, 5 günlük yolculuktan sonra kazasız belasız Halep’e varmış, ölümden kurtulmuştur.

Der Zor’a ulaştığı gün çarşıları gezen Salih Zeki, Ermenilerin durumunu görünce öfkesinden yerinde duramamış, “yaşadıkları şehirleri Ermenistan yapmışlar” demiştir. Şam, Hama, Humus’ta olduğu gibi çarşı, onların elindedir. İlkin çarşıda herkes tarafından sevilen, halkın doğal önderi konumunda olan Levon Şaşyan öldürülür. Gelen emirler uyarınca “buradaki Ermenilerin ikametgahı değiştirilecek ve başka yere gönderilecektir” denilerek aşiret reislerinden ve Çerkeslerden oluşan silahlı milisler kurularak katliama girişilir.

Der Zor’da soykırım sorumlusu Salih Zeki katliamlarda en gaddar, en zalim yönleri ile arkadaşları ve çevresinde tanınıyordu: “Artık merhaba demeye hiçbir Ermeni kalmamalıdır. Herhangi bir damarın Ermenilere karşı acıma duygusu ihtiva ettiğini öğrendiğim zaman onu keserim ve dışarı çekip çıkarırım” sözlerinden ne olduğunu rahatlıkla anlayabiliriz. Der Zor’dan çöllere sürgüne gönderilen Ermeniler Marat’a, Savar, Şeddadiye’de hayatlarını kaybettiler. Bu kadar insanı öldürmek kolay olmadığı için, aç bırakılarak, çöllerde yürütülerek, susuz doğa koşullarında insanlar ölme noktasına gelince “sürgünler önce eşek, köpek ve kedileri kesmişler daha sonraları ise at ve deve leşlerini yemişlerdir. Yiyecek bir şey kalmadığında ise yamyamlık baş gösterdi. Cesetleri özellikle de küçük çocuk cesetlerini kemiriyorlardı. Bu acınacak haldeki kurbanlar akıllarını yitirmişlerdi” diye aktarıyor Andonyan.

 

İttihat’çılıktan komünistliğe...

Ermenileri yok etmek, öldürmek üzere görevlendirilen Salih Zeki, görevde kaldığı süre boyunca 192.750 kişinin ölümünden sorumlu olmuştur. Katliamlar bittikten sonra Ermenilerden elde ettiği altınları sandıklarla İstanbul’a beraberinde getirmiştir. Kendisi Mondros Mütarekesinin ardından ülkeyi terk eden İttihatçılar arasındadır. Divan-ı Harp Mahkemelerinde yargılanan Salih Zeki ve çeteler, 1920 yılında idam cezasına çarptırıldılar. Bunlardan Halil (Kut), Küçük Talat, Bahattin Şakir, Nuri (Kıllıgil), Salih Zeki kaçarak Almanya’da sonra Bakü’de toplandılar. 1920’li yıllar komünistler açısından zor ve karmaşık olarak tarihe geçmiştir. Ermenileri Türkiye’de yok eden, tarih sahnesinden silen İttihatçılar ise bu sefer yurtdışında boş durmamış ve yeni hile ve entrikalar için planlar kurmaya başlamışlardır.

1917 Ekim Devriminin etkisi bütün dünyaya yayılırken Almanya’da komünist partisinin bir güç haline geldiğini gören burjuvazi Parti önderlerini cezaevlerine atmıştır. Bunlardan en önemlisi Radek’tir. Kendilerini gizleyen, bu sefer “komünist” maskesi altında kurulan Yeni Türkiye Cumhuriyetine kendisi de bir İttihatçı olan Atatürk’e destek olmaya başladılar. İlişkilerini gizli gizli yazışarak sürdürdüler. Talat Paşa Hollanda’da toplanan II. Enternasyonal Kongresi sırasında Sosyalist Enternasyonal’in liderleriyle görüşmelerde bulunur. 1919 yılında Talat Paşa ile Enver Paşa cezaevinde Bolşevik Partisi Merkez Komite üyesi Radek ile görüşürler. 1920 yılında Karl Radek’in davetiyle Rusya’ya giderler, burada SBKP yöneticileri ile görüşmelerde bulunurlar. Bakü’de de boş durmayan İttihatçılar, Türkiye Komünist Fırkası’nı kurarlar. Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Bakü’ye gelmesiyle feshedilen TKF yerine, 1920 yılında 75 delegenin katılımıyla komünist örgütlerin katılımıyla gerçekleştirilen I. Kongresi ile TKP’nin kuruluşu 1920 yılında ilan edilir. MK üyeleri arasında 200.000’e yakın Ermeni’nin katili Salih Zeki de bulunmaktadır. Kendilerini gizleyen eli kanlı İttihatçılardan 1920’de Bakü’de Komüntern’in düzenlediği Doğu Halkları Kurultayı’na Türkiye delegesi olarak Salih Zeki de katılmıştır.  “Komünist” olduğunu iddia eden Salih Zeki ile bir mülakatta ortaya çıkan gerçek ise çok şaşırtıcıdır. “Senin için 10.000 Ermeni imha ettin diyorlar” denmesine karşılık “benim namusum var, 10.000’e tenezzül etmem, daha çık bakalım” diye yanıt vermiştir.

Ankara Hükümeti’nin gizli bürosu şeklinde yurtdışında halen faaliyetlerde bulunan İttihatçılar Türk-İslam Projesi ile Almanya’nın bölgesel çıkarlarını hayata geçirmek için Kafkaslar’da bulunmaktadırlar. Enver Paşa’nın amacı Rusya’ya darbe vurmak, Türk cumhuriyetlerine ulaşarak buraları ele geçirmektir. Çok değil, 1915 yılında Ermenilerin soykırıma uğrayarak yok edilmelerini göremeyen Mustafa Suphi ve arkadaşları, onların devamı olan Kemalist hükümet ile iyi ilişkiler kurmakta geri kalmamıştır. Topraklarının bir bölümünü kaybeden Ermenistan’ın işgalci Türk orduları, Kazım Karabekir tarafından Taşnak burjuva hükümeti diyerek işgalini desteklemiş, bu politikalar kendisinin ölümüyle sonuçlanmıştır. Karadeniz’de şehit olmadan önce görüşmelerde bulunmak üzere Salih Zeki, Kazım Karabekir ile Erzurum’a gelerek görüşmüş, Atatürk’ün Mustafa Suphi ve arkadaşlarını davetinden sonra bir komployla Karadeniz’de hunharca öldürülmüşlerdir.

Marat Kampı: Konyalı bir makinist olan Kevork ve karısının bizzat tanık oldukları bir olay artık pes doğrusu dedirtmişti. Öyle ki çocuklar yaşadıkları sırada ebeveyenlerinin kendilerini yemeleri düşüncesine alışmışlardı: “Bir çadırın altında aç bir yetişkin ve küçük bir kız, küçük kız ölüme yakın bir durumda uzanmış pişmekte olan etin kokusu kıza kadar gelmektedir. Bu kıtlık günlerinde bu büyük bir ayrıcalıktı. Yetişkin ve küçük kız birbirlerine bakmaktadırlar. Bir süreden beri artık eşek eti satılmıyordu. Artık hiç öldürecek eşek kalmamıştı. Muhtemelen yine küçük bir çocuk ölmüştü ve şüphesiz onun etini pişiriyorlardı. Küçük kız annesine: ‘Anne, artık dayanamıyorum onlardan bir parça istemeye git’ der. O, çadırı terk eder ve bir müddet sonra çok kırgın ve kızgın bir şekilde kızının yanına döner. Küçük kız ona vermediklerini anlar, fakat ümidinden ve arzusundan çok çabuk vazgeçmek istememektedir. Ve sorar ‘Ondan vermediler mama’, ‘Hayır kızım ... kör olsunlar’. Küçük kız o zaman yazgısına boyun eğerek annesine öğütte bulunarak talep eder. ‘Mama, ben de ölürsem, sen de onlara benim etimden verme...’ Sözün bittiği yerdir.

Meskene Kampı: Halep ve Fırat üzerinden gelen yolların arasında kavşak noktasında bulunan ilk önemli istasyondur. 1916 kış süresi boyunca kampın nüfusu yüz bine ulaşmıştı. Kamp yöneticiliğine kör olarak adlandırılan Karlık Kampında kafile şefi olan Kör Hüseyin’i “orada caniliğiyle, vahşetiyle ürkütücü bir ün bırakmıştı. Şişman, kör, kısa ve tıknaz son derece sefil, rezil ve adi biriydi” diye aktarıyordu Aram Andonyan. Daha önce kamp yöneticisi olan Hüseyin Avni’nin tanıklığına göre “…tifüsten, koleradan diğer hastalıklardan ve açlıktan burada ölen Ermenilerin resmi rakamı 88.000 olarak değerlendirilirken, gerçek sayı mezarcı başının tuttuğu ünlü çetelenin (rakamları hatırlayabilmek için değneğin üzerine kertikler konulurdu) gösteremediklerinden çok daha önemli, daha fazlaydı. Bu adam tamamen okur yazar değildi. Ve ele aldığı her ceset için bir kerti atmakla yetinmekteydi. Birçok insan olağan bir şekilde gömülen cesetlerin sayısının Fırat’a atılan cesetlerin sayısını kapsadığını ondan öğrendi. Takriben en az 100.000 insan” ölürken 1917 başlarında kampta 2100 kişinin kaldığını konsolos Rösler raporlarında belirtmiştir.

Meskene kampı aynı zamanda bir transit geçiş özelliği taşımaktaydı. Arkasından kafilelerin ölüm yolculuğu Der Zor’da son bulacaktı. Meskene baştan sona iskeletlerle dolmuş, bir kemik tarlasını andırıyordu. Halep’ten Res ül Ayn ve Meskene üzerinden 200.000 Ermeni gönderildi. Bu büyük grupta sadece 5-6 bin kişi sağ kurtuldu. Çocuklar Fırat nehrine atıldı. Kadınlar yollarda jandarma ve çetelerin barbarca ve vahşi hücumları sonucu süngülenerek, üzerlerine ateş edilerek öldürüldüler. Meskene’de İzmit’ten gelen bir Papaz da bulunuyordu. Papazlar hakkında verilen kararlar ise daha korkunçtu “doğrudan öldürün” deniyordu. Göçmen sevkiyat memuru olarak Meskene’ye gönderilen Naim Efendi’yi yola çıkmadan önce yanına çağıran Göçmenler Müdürü Eyüp Bey “Naim Efendi, Meskene’ye gönderdiğimiz sevkiyat memurlarının hiçbirinin bize faydası olmadı. Sen işin içinde bulundun, gelen emirleri de biliyorsun, bu adamları (Ermenileri) sağ bırakma, gerekirse kendi ellerinle öldür. Unutma bunları öldürmek bir eğlencedir” nasihatinde bulunmuştur. Ermeni aydını, anılarını, burada kamplarda yaşayan tanıkların anlatımlarından kaleme almıştır. 5 ay kendisi de sürülmeden önce Meskene’de kalmıştır. Rüşvetle Halep’e gitmiş, ölümden kurtulmuştur.

47368

Agop Ekmekciyan

Özellikle azınlıklar üzerine yazdığı yazılarıyla tanıdığımız yazarımız,diğer birçok konuda da makaleleriyle tanınmaktadır.

agop@kaypakkaya-partizan.net(Hazırlanıyor)

Son Haberler

Sayfalar

Agop Ekmekciyan

Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -2-

Son yıllarda, emperyalist savaş tehlikesinin zemininin güçlenmesine paralel, dünya genelinde ırkçı hareketlerin ve partilerin dikkat çekici boyutta güçlendiğine vurgu yapmış, bu yükselişin, sadece belirli demografik gruplarla sınırlı kalmadığını, kadınları da içine aldığını gördüğümüzü ifade etmiştik.

Peki, kadınlar neden bu tür hareketlere katılıyor? Bu sorunun yanıtı, birçok faktörün karmaşık bir birleşiminde yatıyor.

Faşizmin Yüzünü Örten Çirkin Bir Maske (Nubar Ozanyan)

İttihatçı Türk kompradorları, ekonomik-mali-siyasal krizden bir türlü kurtulamıyor. Faşizmi maskeleyen kaba uydurma parlamentoyla bile ülkeyi yönetemiyor. Zorbalık her taraftan fışkırıyor. Kötülük ve çirkinlik her yerde bütün utancıyla görülüyor. Dağda, köyde, sokakta Kürt ve emekçi kanı dökmekten çekinmeyenler dünyanın gözü ve kulağının üzerinde olduğu parlamentoda bile Kürt kadın parlamenterin kanını dökmekten çekinmiyor. Zorbalık, pervasızlık, yasa, hukuk tanımamazlık ayyuka çıkmış, had safhaya ulaşmıştır.

Emperyalist haydutlar, 3.Dünya savaşı hazırlıklarını yoğunlaştırmakla meşgul…

Bazı sol-sosyalist ve kendilerini komünist addeden kesimler hâlâ (evet, hâlâ) bir 3. Dünya Savaşı çıkacak mı çıkmayacak mı ve keza “süreci belirleyen esas etmen savaş mı devrim mi?” ikilemi girdabında, adeta miskince bir fikirsel jimnastik rehavetiyle, sorunu ele almaya devam ede dursunlar; fakat süreç, maalesef ki hem de çok hızlı bir şekilde, o istenmeyen malûm sona doğru ilerliyor. 

Fakir (Nubar Ozanyan)

Yaşamı boyunca hep yokluk ve fakirlik içinde yaşadı. Bundandır ki arkadaşları ona “Fakir’’ dedi. Ne zaman biraz dünya nimetlerine yakın olan olanaklara sahip olsa o yine fakir yaşamından ayrılmadı. Yaşamı fakir, bilinç ve yüreği zengin olan Nubar Ozanyan en alttakilerin, yoksulların, mazlumların yoldaşı olmaktan bir an olsun geri durmadı.

Servet Vergisi ve Sermayenin Olmayan Vijdanı

Bugünlerde de toplumsal eşitsizlik sermayenin birikimine ve merkezileşmesine koşut olarak artınca, zenginlerden servet vergisi alınmasını dilendirenlerde çoğalmaya başladı.[1] Servet vergisi, toplumsal servetin  belli ellerde birikmesinden bu yana ara sıra gündeme getiriliyor. Zaman zaman kısmen de uygulanmıştır. Örneğin savaş dönemlerinde vb. Yine ABD'de, 1960'larda 400 zenginden %53 oranında vergi alınmıştır.

Inger Nubar Can, Hewal Nubar, Nubar Yoldaş’a!

Halen pek çoğumuzun inanmak istemediği Nubar Ozanyan’ın ölümsüzleşmesinin 7. yılında, onu bir kez daha saygı ve sevgi ile anarken, şehadetinin yıldönümünde onu anlatmak da bizim için en zor yazılardan olacaktır.

Rusya / Ukrayna Savaşında Yeni Bir Aşama

Savaşın Rus topraklarına doğru genişlemesi Ukrayna'daki savaşın yeni bir aşamaya geçmesi anlamına geliyor.

6 Ağustos Salı gününden bu yana Ukrayna birlikleri Rusya sınırını geçerek Rusya'daki savaşta yeni bir cephe açtı. En az üç Ukrayna tugayı ve çeşitli taburlar savaşa dahil oldu ve ilerleme Rus topraklarının yaklaşık 30 kilometre içine kadar ulaştı. Bu, savaşın yeni bir aşamasının başlangıcına ve dünya savaşı tehdidinin önemli ölçüde yoğunlaşmasına işaret ediyor.

İKTİDARIN BÜYÜK YALANI: “HİÇ KİMSENİN YAŞAM TARZINA KARIŞMIYORUZ.”

Genel olarak tüm siyasal İslamcıların, ama özel olarak da İslamo-faşist Erdoğan ve iktidarının, başvurduğu en kullanışlı “idare etme” araçlarının ilk sırasında hiç kuşkusuz ki dinlerince de serbest sayılan takiyedir. Yani amaçlananı gerçekleştirebilmek için, gözünü dahi kırpmadan YALAN SÖYLEMEKTİR. 

Türkiye „Yarı-Sömürge“ Bir Ülke Mi? Emperyalizm Üzerine Notlar-4

Sömürge-Yarı-SömürgecilikÜzerine

Belliki sol-sosyalist eski nostaljik söylemlerin tekrarı bugün artık kitlelerde herhangi bir karşılık bulmuyor!

Geçenlerde, “dini bütün” olarak tabir edilen kesimlerden bir ahbabımla, “ne olacak bu memleketin hali” kıvamında sohbetteyken, şöylesi bir cümle kurmuştu: “Abi benim anlamadığım, bunca açlık, yoksulluk, işsizlik ve zulüm varken, yani koşullar aslında tam da siz devrimci solcuların kolayca taban bulmanıza ve kitleleri harekete geçirmenize ve hatta devrim bile yapmanıza bunca uygunken; bu derece atıl ve etkisiz olmanız, sence normal mi?”

KADINLARIN BİRLİĞİ | Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -1-

Emperyalistler arası çelişkiler derinleştikçe, ekonomik kriz ağırlaştıkça vb. bu sistemin sarıldığı en temel dayanaklardan birinin ırkçılık-faşizm olduğunu biliyoruz. Zira bunun, sistemin alametifarikalarından biri olduğunu birçok -acı- deneyimiyle elbette biliyoruz. Şu anda yine tam da böyle zamanlardan geçtiğimizi söylüyoruz. Bu tehlikeye dair önlemler almaktan bahsediyoruz, özellikle Avrupa’da ırkçı partilerin yükselişini izlerken, Avrupa Parlamentosu’ndan çeşitli Avrupa ülkelerinin kendi seçimlerine odaklarımızı çeviriyoruz vs.

Sayfalar