Avrupa’da Faşizmin Ayak Sesleri
“Emperyalist Büyük Savaşa Doğru”1 yazı dizisinde ele almıştım. Dünya genelinde hızla bir gericileşme yaşandığını ve bu gericileşmenin AB ülkelerini de içine aldığını yazmıştım. Bu aynı zamanda emperyalist savaş hazırlığının bir göstergesi olduğunu anlatmaya çalışmıştım. Ve Türkiye’deki gelişmelerin ve uzun yıllardır islamcı-faşist bir yönetimin iktidarda tutulmasınında bu gelişmelerden ayrı ele alınamayacağı saptamasında bulunmuştum.
Son yıllarda AB ülkelerinin her birinde hızla bir gericileşme ve iç faşistleşme başlamıştır. Göçmen karşıtı politikaların arkasına sığnarak geliştirilen gericileşmenin hedefinde işçi sınıfına yönelik saldırılar yatmaktadır.
Emperyalist burjuvazinin “şaşalı neoliberal politikaları, kapitalizmi daha derin bunalımların içine itmesinin yanısıra faşizmi yeniden, ağır-aksak yürüyen burjuva “demokrasi”sinin alternatifi haline getirdi. Burjuvazi, şimdi de kitlelere, faşizmi “popülist politikalar” olarak yutturmaya çalışıyor.
Avusturya bu konuda daha ileri giderek 1800’lü yıllarda gündemde olan, günlük çalışma süresini 12 saate (haftalık 60 saat) çıkarmak istiyor. “İş saatinin esnekleştirme” adı altında faşist-gerici koalisyon hükümeti, işçi sınıfına yönelik sert bir saldırıya hazırlanıyor. Bunu elbette ki diğer ülkeler izleyecektir. Bunların başında da Almanya gelmektedir.
Avusturya işçi sınıfı gerici-faşist yasaya karşı direniyor. En son 30 Haziran 2018 tarihinde yüzbini aşkın işçi Viyana’da protesto etti. Avusturya işçi sınıfı protestoların devam edeceğini ilan etmiş durumda.
AB’nin kalelerinden Almanya ise gericileşmenin başını çeken ülkelerin en önde gelenidir. Her ne kadar “sessiz” gibi görünse de AB’deki gericileşmenin destekçi ve öncülerindendir. Alman tekelci sermayesi, özellikle 2000’li yılların başından itibaren işçi sınıfına yönelik saldırılarını artırdı. O günden bugüne kadar bir çok anti-demokratik faşizan yasalar çıkarılıp yürlüğe sokuldu. İşçi ve emekçilerin alım gücü düştüğü gibi, çalışma koşulları işçi aleyhine, işveren lehine adım adım değiştirildi ve bu süreç devam etmektedir.
Alman burjuvazisi, her zaman olduğun gibi, öncelik saldırısını komünistlere karşı yapmaktadır. Alman komünistleri (MLPD) başta gelmektedir.2 MLPD’nin çalışma alanlarını giderek daraltılmaya çalışıyorlar. Bunun yanında Türkiyeli komünistlere ve Kürt ulusal demokratik hareketine karşı da aynı baskı, yıldırma ve pasifize etme yöntemlerini uygulamaktadır. Bunun bir parçası olarak ev ve dernek baskınları günlük hale getirilmiş ve komünist, devrimci-demokrat yerel ve göçmen hareketlerini kriminalize etmenin yoğun çabaları içine girmişlerdir. Gelinen süreçte, Alman burjuva devleti gizli bir polis devleti olmaktan çıkıp, açıktan bir polis devletine dönüşüyor.
Alman tekelci sermayenin CDU-SPD koalisyon hükümeti, bugüne kadar çıkarılan anti-demokratik faşizan yasaların yetmeyeceğini düşünmüş olmalı ki, şimdi de “Yeni Polis Yasası” çıkarmaktadır. Bu işi eyaletlere bırakarak, merkezi fedaral hükümeti bu yasalarından sorumlu tutulmamasına çalışıyor. Oysa her şey planlı yürüyor. Önce Bayern eyaleti “Yeni Polis Yasası’nı” (YPY) kabul etti3 ve peşinden Kuzey Ren Vestfalya eyaleti çıkarmaya ve peşinden ise Aşağı Saksonya eyaleti gelmektedir. Yani, 16 eyalet sırasıyla YPY çıkaracaktır. Bu işi parça parça yapmalarının nedeni ise, muhalefeti parçalamak ve faşist polis yasasını halka yavaş yavaş kabullendirmektir. Türkiye’de yürürlükte olan Terörle Mücadele Yasası’nın bir benzeri Alman işçi sınıfı ve emekçilerinin karşısına dikiyorlar.
Kapitalizmin krizi artıkça ve sermayenin birikim süreci tehlikeye girince, başta işçi sınıfı olmak üzere emekçilere yönelik saldırılar artmaktadır.
II. Emperyalist savaşımından sonra emperyalist burjuvazinin jandarmalığını ABD yaparken, “demokrasinin beşiği” denilen AB ülkeleri, aslında dünya gericiliğini geliştirme, destekleme ve yaşatma merkezleri olmuştur. Kapitalizmin toplumsal sistem haline gelmesinden sonrada bu böyle olmuştur. “Demokrasi beşiği” aynı zamanda faşizmin beşiği olmuştur. Çünkü bu iki burjuva rejimi bir madalyonun iki yüzüdür.
Almanya’da 25 Eylül 2017’de yapılan parlamento (Bundestag) seçiminde faşist AfD partisinin (%12,6 oy oranoyla) meclise yüz milletvekili sokması, Almanya’da gericileşmenin hızla artacağı ve artık burjuva demokrasisinin kırıntılarının da ortadan kaldırılacağı açıktı. Seçim değerlendirmeme de “artık hiç bir şey eskisigi gibi olmayacak” diye yazmıştım.4 Ve bu öngörümde yanılmadım. YPY bunun en kaba görünen yanıdır. Kamuoyu yoklamaları AfD’nin oylarının yükseldiğine işaret etmektedir.
Alman tekelci burjuvazinin koalisyon hükümeti şu anda politik kriz içindedir. Merkel başkanlığındaki hükümetin ömrünün uzun süremeyeceği benzemektedir. Tekelci burjuvazi, kapitalizmin yapısal krizini, işçi ve emekçilere karşı baskı ve sömürüyü artırarak aşmaya çalışıyor. Ancak, işçi sınıfı ve emekçilerde bu faşist yasayı kabullenecek gibi gözükmüyor. Önümüzdeki Cumartesi (07.07.18) günü Kuzey Ren Vestfalya’nın başkenti Düsseldorf’ta büyük bir kitlesel protesto yürüyüşü yapılacak.
Avrupa burjuvazisi adeta dört koldan işçi sınıfına saldırıya geçmiş durumdadır. Fransız burjuvazisinin özelleştirme ve işçiler aleyhine olan iş yasalarını daha fazla işçiler aleyhine değiştirmesi, Avusturya’nın günlük çalışma süresini 12 saate çıkarmak istemesi, Alman burjuvazisinin bu yasalara polise daha fazla yetki vererek destek vermesi, Avrupa burjuvazisinin güncel gericileşmesini en üst boyuta çıkardığını ve bunun bir adım ilerisinin faşizm olduğu olgusunu net olarak ortaya koymaktadır. 1930’lar yeniden yaşıyor gibi...
Önümüzdek sıcak günler işçi ve emekçileri beklemektedir. Türk egemen sınıfları da işçi direnişlerinden azade olamayacaktır. Kapitalizmin her geçen gün kararttığı dünyayı aydınlatmanın zamanı çoktan geldi. Burjuvazinin insanlığı ve dünyayı uçurumun kenarına kadar getirmiştir. Görev uluslararası işçi sınıfınındır. İşçi sınıfı, burjuvazinin bu azgınca saldırılarına karşı kapitalizmi yıkarak; sınıfsız, sömürüsüz bir sosyalist toplum kurarak cevap verecektir.
1 Bkz.http://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/emperyalist-buyuk-savasa-dogru-birinci-bolum
2 MLPD’nin banka kontoları kapatıldı. Gençlik Festivali’ne polis baskını –Grup Yorum bahane edilerek- düzenlendi ve en son on yıldır kullandığı kültür merkezi –binanın gerekli yasal izini yok gerekçesiyle- kapatılıyor.
3 Nisan ayında yapılan protestolardan sonra, 10.05.2018 tarihinde 40 bini aşkın kişi Münih’de YPY protesto etti. Ve tüm eyaletlerde işçi ve emekçiler protestoya hazırlanıyor.
4 Bkz.http://aimedia.uk/hkv0/kose-yazisi/fasizm-almanyada-resmilesti
Yusuf Köse
Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.
http://yusuf-kose.blogspot.com/
Son Haberler
Sayfalar
AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]
“Bilginin iktidarla ilişkisi
sadece uşaklıkla değil,
hakikâtle de ilgilidir.”[1]
Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]
Krizin içindeyiz.
Krizle sarsılıp, savruluyoruz.
Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.
Vs., vd’leri…
Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.
“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.
Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]
“Yükselen her şey düşecektir.”[1]
Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”
Alevilerin cennette zaten işi yok
TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’ diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.
SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER
Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.
Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları
BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.
materyalist bilgi teorisi ve komünist partileri
“İnsan pratiği, materyalist bilgi teorisinin doğruluğunu tanıtlar.” Marks
İnsanın üretimdeki, üretim içindeki ilişkileri ve faaliyetleri, diğer tüm faaliyetlerinin üstünde ve onların üzerinde belirleyici bir rol oynama temel özelliğine sahiptir. Bu bağlamda, insanın bilgisi üretimdeki faaliyetlerinden bağımsız değil, bizzat ona bağlı olarak gelişir ve şekillenir.
HER GÜN DÖRT İŞÇİ, BEŞ KADIN
“Son kötü günleri yaşıyoruz belki
İlk güzel günleri de yaşarız belki
Kekre bir şey var bu havada
Geçmişle gelecek arasında
Acıyla sevinç arasında
Öfkeyle bağış arasında//
Biz kırıldık daha da kırılırız/
Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.”[1]
ÇİN: KARMAŞIK BİR SORU(N)…[1]
“ben hiç başlamamış bir dündeyim.
yağmur yağacak...
hiç başlamamış bir yarın çok var.
hiç bitmeyen bir dün de çok var...”[1]
Arif Dirlik’in, “Sadece bir ulus değildir; bir uygarlıktır,” notunu düştüğü Çin’in geneli veya özelde ise “bugünü” hakkında yazmak kolay değil.
Binlerce tarihsel bağıntı ve güncel referanslarıyla Çin, çoklu bir örnektir.