Salı Nisan 22, 2025

Beni ve hamile eşimi çırılçıplak soydular!

Dışişleri eski bakanı Coşkun Kırca'nın, Kürt milletvekili K'ye cevap vermek için çıktığı meclis kürsüsünde, "Türkiye'de her Türk vatandaşı Türk'tür. Hepsi Türk'tür. Kendi vicdanınızda bunu hissediyorsanız öyledir; ama kendiniz sapmışsanız o zaman size ancak susmak ve susanlara karşı Türk devletinin gösterdiği sabırdan istifade etmek düşer, daha fazlası değil…"dediği günlerdi.


  "Beni eşim ve dört çocuğumla birlikte gözaltına aldılar. Neden gözaltına aldıklarını bilmiyordum. 'PKK'lileri saklıyorsunuz,' diyorlardı. Oysa PKK'lilerin yüzünü bile görmemiştim. Sonradan anlaşıldı ki bu bir bahaneydi. 'Bizim elemanımız ol,' diyorlardı. Kabul etmedim; çat pat konuşabildiğim Türkçemle, "Ben bu işlerden anlamam,"dedim, 'Önce beni, sonra da hamile eşimi soydular. Eşimin bağırtısı hâlâ çınlayıp durur kafamın içinde. Yaralı bir kuş gibi çırpınırken, soyundurmamaları için onlara yalvarıyordu. Ama onu duyan yoktu. Kimsesiz, çaresizdik. Allah bile duymuyordu feryadımızı. Bizi soyarken kahkahalarla gülüyorlardı. Çok utanıyorduk. Kollarımızdan asarak bayıltıncaya kadar copladılar. Bize yapılan o kötü muameleleri kendime bile anlatmaya utanıyorum. Unutmak istiyor ama unutamıyorum. 


Altı yaşındaki çocuğumun da gözlerini bağladılar. Aradan bir yıl geçtiği halde eşim kan kusmaya devam ediyor. Gecelerimiz cehennem oldu, eşim geceleri bağırarak sıçrıyor yataktan. Çocuklarım aşırı sinirli ve hep korku içinde.
Bugün o yaraların bedenimizdeki acısı geçti ama ruhumuzda açılan yaralar taptaze.  Bana ve eşime yapılan o şerefsizlikler hep gözümün önünde. Öyle şeylerdi ki, mezarda dahi unutulmaz."


Bu sözler K'ye derdini anlatmaya gelen Hakkari' li bir köylünündü.
"Zulme dayanamayınca köyü terk edip ilçeye geldik,"diye devam etti. 
Ne var ki orada da rahat bırakılmamıştı. Gözaltına alınan bir akrabası için gittiği karakolda adını verdiği bir subay, 'Gel, bi¬zimle çalış,"demiş ona. "Bazı köylerde öldürülecek vatan hainleri var, onları öldüreceksin. Öldüreceğin her kişi için sana otuz milyon lira para ya da bir kamyon dolusu sigara veririm,'demiş.
Gamlı bakışlarını yerden kaldırmadan,"Kabul etmedim,"dedi. Gülmeyi unutmuş kederli yüzü güneşte kuruyup kararmış bir deri gibi kırışmıştı. Çöp gibi incelmiş parmakları arasında tuttuğu sigarasından derin bir nefes çekerek devam etti: "Kendi insanımı nasıl öldürebilirim, köpek sütü mü emmişim?"
Subayın tacizleri sürünce karısını ve çocuklarını alıp göç sefaletine katılmak zorunda kalmış.
Gitmek için ayağa kalkarken, "Kusura bakma başını ağrıttım,"dedi ve K' nın elini sıkıp bir gölge gibi sessizce odadan çıktı. 
A ise tüyleri diken diken eden başka bir vakayı daha önce Kerboran'da dinlemişti. Kerboran adı Dargeçit olarak değiştirilen ilçeydi.  
8 Mart 1991 tarihli Cumhuriyet gazetesinin de yazdığı gibi, Kerboran'da sessiz yürüyüş yapmak isteyen topluluğa ateş açan astsubay Mustafa Ataç, Rukiye Bozkurt adlı genç bir kızı öldürmüştü.  


               HEP'li bir grup milletvekili olayı araştırmak için Kerboran'a gitmişlerdi. Karlı bir günün güneşli öğle vaktiydi. Önce mezarlığa gidip genç kızın mezarını ziyaret etmiş, sonra da kalabalıkla birlikte belediyeye ait geniş bir salona geçmişlerdi. İçeride giyimlerinden ve yabancı hallerinden polis oldukları belli olan birkaç kişi daha vardı. 
Milletvekilleri halkla sohbet ederken bir ara yetmiş beş seksen yaşlarında gösteren yaşlı bir adam girdi içeriye. Pamuk beyazı saçları şapkasının altından kıvrılarak dışarı taşmıştı. Beyaz saçlarından yayılan parıltı kırışmış kumral yüzüne nurani bir ışık saçıyordu. Hafifçe öne bükülmüş bedeni kısa ile orta boy arasında bir yerdeydi. Ne şişman, ne de zayıftı. Gözleri mavi bir ateşle parlıyordu.


Kapının arkasında kalabalığa şöyle bir baktıktan sonra yaşından beklenmeyen bir çeviklikle gelip milletvekillerinin elini sıktı. Orta yaşlarda olan birinin kalkıp kendisine verdiği plâstik bir sandalyeye oturarak yüzünde sevimli bir gülümsemeyle kalabalığa,"Cemaat hepinize merhaba, "dedi. Mavi ışıklı bakışları kenarda sessizce oturan polislere uzanırken, başını kinayeli bir edayla sallayarak, "Size de merhaba,"diye devam etti.
Yeniden milletvekillerine dönerek, "Memleketimize tekrar hoş geldiniz,"dedi. Milletvekilleri, "Nasılsın amca, ne var ne yok?"diye sorunca, yaşlı adam, "Vallah,"dedi, çenesi ile duvarın dibinde oturan polisleri göstererek; "Onlar bize PKK'li olun dediler, biz de PKK'li olduk."
Milletvekilleri gülerek bir yaşlı adama, bir de sivil giyimli polislere baktılar. Adamın şakalaştığını sanıyorlardı. Oysa adamın böyle bir hali yoktu, sesi gibi yüzündeki çizgiler de bir anda sertleşmişti. 


"Benim kimseden saklayacak bir şeyim yok,"dedi. Eliyle polisleri işaret etti: "Onlar beni, ben onları tanıyorum. Benim adım Behçet'tir, Kürtçe anlıyorlar, konuştuklarımı onlar da duysunlar.
Bir gece gelip beni ve oğlumu alıp götürdüler. 'Siz PKK'ye yardım ediyorsunuz, ekmek veriyorsunuz,'dediler. Böyle ihbar etmişler. Hangi namussuz bizi ihbar etmişse etmiş işte. 'Siz PKK'nin nerede olduğunu biliyorsunuz, ya bize yerlerini gösterirsiniz, ya da ölürsünüz,'diyorlardı. Gelen vurdu, giden vurdu. Falaka, askı, elektrik…akla ne gelirse üç gün nefes aldırmadan işkence yaptılar. Tabanlarımızı copladıkları için yürüyemez hale gelmiştik, sanki ustura ile doğruyorlardı. Moraran kollarımız ve bacaklarımız kütük gibi şişmişti. PKK'nin yerini bilsek bir saniye dahi beklemeden söylerdik, ama bilmiyorduk. Bilmediğimiz bir şey için ne diyelim. Bir gece, 'Sizi öldürüp pis cesetlerinizi toprağa gömeceğiz,'diyerek, bizi gözlerimiz bağlı olarak bilmediğimiz bir yere götürdüler. Sonradan anladık ki gittiğimiz yer uzakta bir yamacın başıydı. Şakaklarımıza tabanca dayayarak konuşmamızı istiyorlardı. Ya konuşacaktık, ya da öldürülecektik. Ne konuşacaktık, nereyi gösterecektik bilmiyorduk! Ne bilelim PKK nerede!
Herhalde traktör lastiğiydi, çok büyüktü çünkü. Bizi ayrı ayrı iki büklüm lastiklerin içine sokup, bayır aşağı yuvarladılar. Allah düşmanıma göstermesin, korkunç bir baş dönmesi ve mide kasılması ile yuvarlanmaya başladık. Çamaşır makinesinin motoru çamaşırları kuruturken nasıl vınlayarak dönüyorsa, o kahpe lastikler de öyle çılgınca dönüyordu. Öğürtüler arasında bayılmışız.


Uyandığımızda neresi olduğunu bilmediğimiz kapalı bir mekândaydık. Gözlerimiz paçavralarla hâlâ bağlıydı. "Soyunun,"dediler, tir tir titreyerek soyunduk. Şerefsizin biri elime bir cop tutuşturup, "Bunu oğluna yap,"dedi. O an bin defa ölmek istedim. Yalvardım, yakardım para etmedi. Aniden arkamda korkunç bir ağrı oldu. İçimin yırtıldığını, parçalandığını hissettim. Böğürtüm göğü deliyordu. Nasıl titriyordum, Allah hiçbir kuluna göstermesin. Copu çekip çıkardıklarında içimde ne varsa hepsi copla birlikte dışarı çıktı sanki.
Gözlerim bağlı ama kulaklarım işitiyor. Oğlumun bağırtısından anladım ki, bana yaptıklarını oğluma da yapıyorlar. Oğlum çığlıklar arasında yalvarıyor ama dinleyen kim! Dünya o an başıma yıkıldı, Allah'a ve kendime bir söz verdim: Dedim ki, oğlum buradan sağ çıkarsa bu Allahsızlığın öcünü alması için onu dağa, PKK'ye göndereceğim.
Allah belalarını versin, oğlumun feryatları duvarlarda top mermisi gibi patlıyordu. Kan ter içinde kalmıştım. Evlat acısı, dayanamadım; kendimi kaybettim, küfür etmeye ve başımı duvara vurmaya başladım. Ölmek istiyordum. Beni kana bulanmış bir halde kıskıvrak yakalayıp yere yatırdılar. Oğlumun arkasından çekip aldıkları copla beni vuramaya başladılar.
Bizi o çıplak halimizle daracık demir bir kafese soktular. O kafese nasıl sığdık, hâlâ aklım almıyor. Kafeste bayılmışız. Orada ne kadar kaldığımızı bilmeden kendimize geldiğimizde betonda yatıyorduk. 


Artık bende korku diye bir şey kalmamıştı. Gözümdeki paçavrayı sıyırıp bildiğim hatırladığım ne kadar küfür varsa hepsini sayıp döktüm. Kendilerini gördüm diye, tilki görmüş tavuk sürüsü gibi kaçıştılar. İçeride sadece ben ve oğlum kalmıştık. Oğlum da gözlerindeki paçavrayı atmış, küfür ediyordu. Çıplak halde zor bela ayağa kalktık. Bu sırada sivil giyimli biri kucağında bizim elbiselerle içeri girdi. 'Bu şerefsizler size ne yapmışlar böyle?'diye güya arkadaşlarına küfür etmeye başladı. Ben, hepiniz şerefsizsiniz dedim ona. 'Yemin billâh benim bu işlerle ilgim yok, ben böyle şeylere karşıyım,"dedi.
Bizi o gün serbest bıraktılar.


Oğlum bir hafta kadar evde kaldı. Yaraları biraz kabuk bağladıktan sonra, "Ben gidiyorum,"dedi. Benden ve annesinden helallik istedi. Kardeşleri ile kucaklaştı, annesinin elini öptü, gelip karşımda durdu, 'Baba seni seviyorum,'dedi, ağlamamak için kendini zor tutuyordu, sesi titriyordu, bana dokunsa ağlayacaktı, ben de ağlamamak için dilimi ısırıyordum; elini hafifçe havaya kaldırdı, 'Xatré we,'dedi ve hızla kapıdan çıkıp gitti. Kız kardeşi ağlayarak arkasından gitmek istedi, öteki oğlum, 'Sakın gitme ve ağlama,'dedi; "Kahramanların arkasından ağlanmaz. "


Onlar artık gerilla kardeşleri, ben ve annesi de gerilla annesi ve babası olmuştuk. Hepimiz onunla gurur duyuyorduk.
Günlerimiz onu düşünmek ve geride bıraktığı anıları konuşmakla geçiyordu. Dağdaki bütün gençler artık bizim çocuklarımızdı. Onlar neyse biz de oyduk, işte devletin polisleri, duysunlar; biz de PKK' li olduk.


Diken üstünde beklediğimiz haber iki yıl sonra geldi. Oğlumuz şehit olmuştu. Biz şehit anne ve babaları, oğlumuzla kızımız da şehit kardeşleri olmuştuk. Halk sağ olsun, o günlerde bizi yalnız bırakmadılar. Onların sayesinde oğlumuzla daha da çok gurur duyduk.
Bir ay geçmiş ya da geçmemişti; kızım, "Ağabeyim nöbeti bana devretti,"dedi. Gittiğinde bir tek düğünlerde ve bayramlarda giydiği sarıçiçekli entarisini giymişti. Düğüne gider gibi gitti.
Annesi şimdi her sabah çıkıp uzun uzun dağlara bakıyor."


Yaşlı adam pencereden karşıdaki dağlara bakarken sustu, kalbi oralarda bir yerde atıyordu sanki, gerilla kızını görür gibiydi, mavi gözlerinde mutlu bir tebessüm yanıp söndü.
Bir vecd sessizliği çökmüştü içeriye. İnsanlar başka bir âleme göçmüştü sanki, nefeslerini tutmuş kıpırtısız bir halde öylece kalakalmışlardı.
Yaşlı adam milletvekilleriyle vedalaşıp içeridekilerin büyülenmiş bakışları altında kapıya doğru ilerlerken, polislere bakarak, "Kızıma bir şey olursa erkek kardeşi nöbeti devralacak,"dedi.
Polisler bakışlarını kaçırdılar, yaşlı adamın arkasından bakmadan başlarını öne eğdiler.


Yirmi üç yıl sonra postadan A'ya bir zarf geldi. Zarfın içinde Uğur Kaymaz'ın bir fotoğrafı çıktı. Uğur Kaymaz tertemiz çocuk bakışları ile bir melek kadar güzeldi. Yüzündeki masumiyet bakan gözleri ateş gibi yakıyordu.  Fotoğrafın altına, "Ey büyüklerim, sizler özgürlük nutukları atarken benim körpe bedenim on üç zalim kurşunla delik deşik edildi,"diye yazılmıştı. 
A içinde kor bir ateşle fotoğrafa bakarken, televizyonlar Roboski'de otuz dört kaçakçının PKK'li diye savaş uçakları ile bombalanıp öldürüldüklerini haber veriyordu.
Yıllar akıp gitmiş, hiçbir şey değişmemişti.


Güneş alçalmaya başlamıştı. Gök ağlıyor, yer inliyordu. Baharın gelişini müjdeleyen bir sığırcık telaşla kanat çırpıp yüksek beton duvarın arkasında gözden kayboldu. A, omuzları çökmüş bir halde uzun hayallere dalacağı yatağına doğru küçük adımlarla yürüdü. 
*Yeni yazdığım GERİYE DÖNÜP BAKTIĞIMDA adlı kitabımdan iki gerçek hayat hikâyesi


alinakmahmut@hotmail.com           

95611

Mahmut Alınak

Eski kürt milletvekillerindendir.Çeşitli kitapları bulunmaktadır.Aralık 2011 yılına kadar sitemizde sürekli yazılar yazan Mahmut Alınak,Aralık 2011'de KCK tutuklamalarına maruz kalarak tutsak edilmiştir.Temmuz 2012'de tahliye edilmiş olup,zaman zaman yazıları ile okur kitlesine ulaşmaktadır.

alinakmahmut@hotmail.com

Son Haberler

Mahmut Alınak

Güzel insanların ardından kurulan her cümle yetersizdir…(İsmail Cem Özkan)

Şimdi anıları olanlar hemen anılarını paylaşmayacak, zamanı gelince yazarlar ya da anı kitabı yapılacaksa oraya bir kaç kelime bırakacaklardır ama popüler olanı yapacaklar yani varsa birlikte çektikleri/ çekildikleri fotoğraflarını paylaşacaklar...

Turan Eser benim geçmişi (artık geçmiş oldu, zamanda üzerine eklenince) uzun bir sancılı dönemin dostluğuna dayanıyor...

Emperyalizm Üzerine Notlar-6

 

13-15 Eylül 2024   ICOR Uluslararası “Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” Semineri 1.  Gün

Giriş: Almanya’nın Thüringen Eyaleti’ndeki Truckenthal’da 13-15 Eylül 2024 tarihleri arasında ICOR’un, Lenin’in 100. ölüm yıldönümü anısına, ”Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” adı altında uluslararası büyük bir seminer yapıldı. Bu seminer’de “Lenin ve Emperyalizm” başlıklı 1. bölüm’de ben de bir sunum yaptım.

Rothe Fahne (Kızıl Bayrak) dergisinden kısa bir bilgilendirmeyi buraya alıyorum.

Erdoğan ve cumhur ittifakı’nın hazırlıkları iç savaş odaklıdır!

İçinden geçilmekte olan sürecin bu ayırt edici özelliği, rejimin ne kadar da kırılgan bir durumda olduğunun, çıplak bir ifadesi olarak da okunabilir elbet.

Serdareme, Caneme, Hevaleme…

Her devrimci değerlidir. Ancak bazıları istisnadır. Yaşam ve duruşlarıyla, söz ve eylemleriyle derin izler, unutulmaz anılar geride bırakır. Geçtikleri her yerde devrimin, özgürlüğün dinmeyen esintilerini bırakır. Devrimcilerin değerlerini belirleyen her daim hatırlanan pratik ve eylemleri ve yazdığı unutulmaz eserleridir. Serdar Can yoldaş her ikisini de doğru yapmaya çalıştı. Hem devrimin kalemini hem de devrimin silahını iyi kullandı. Hem de en geç yaşlarında.

Erdoğan yeni anayasa istemi ne tür bir ihtiyacin ürünü ?

Siyasal İslamcı din bezirganı Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, özelliklede son yerel seçimlerde uğradığı ağır hezimetin ardından, adeta gün aşırı bir sıklıkla, toplumun artık yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğunu dilendirmekte. Bu demek oluyor ki Erdoğan’a göre, 22 yıllık iktidarları döneminde yeni bir anayasa, toplumsal bir ihtiyaç haline gelmemiş. Gelse, ille ki o zaman da bunu gündeme taşır ve çözmek isterdi, değil mi? Peki şu son dört-beş aylık zaman diliminde ne oldu da birdenbire acil bir ihtiyaç haline geldi?

Asıl Olan, Örgütlü Yığınların Mücadelesidir

Çağımız, emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır. Yaşanan tüm değişimlere, ideolojik anlamdaki çürüme ve yozlaşmaya rağmen işçi sınıfının ezen ve ezilenler mücadelesindeki tarihsel misyonu hala gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Yaşanmakta olan, ikili hukuk denkleminde,bir ara rejim midir?

Resmi adıyla, “Cumhur Başkanlığı Hükümet Sistemi”ne, günlük kullanım diliyle “tek adam diktatörlüğü”ne geçişle birlikte ve özellikle de ırkçı faşist-kontra bir odak partisi olan MHP katılımıyla oluşturulan “Cumhur İttifakı” iktidarı altında; sistemin, Anayasasında kendisini tanımlaya geldiği ve iyi kötü ve de taklidi de olsa, bir şekilde uygulanmaya çalışılan “laik” ve Anayasal “hukuk Devleti” prensipleri, adım adım terk edilmeye başlandı.

Komutan Orhan Cihat Bingöl (Nubar Ozanyan)

Duyduğumuzda inanmakta ve kabul etmekte zorlandığımız şehit haberleri yüreğimizi fena halde acıtsa da ideallerine ve anılarına bağlı kalma, mücadele bayraklarını daha yükseklere taşıma sözü vermeye devam edeceğiz.

Kürt ve özgürlük düşmanları sevinmesin! Hesapsızca toprağa düşen her gerilla Kürdistan topraklarında yeniden doğacaktır. Ve onlar her daim ölümsüzlük içinde çoğalarak büyüyecek birer dağ olup düşmanın üstüne yürüyerek anılacaklar. Ne yaşamları ne toprağa düşüşleri ucuz ve kolay olmayacaktır.

Vitrin olma kız... vitrin olma...

Sen, senle halk arasında artırılan düşmanlığı çözmenin araçlarının neler olduğunu bilmiyorsan...

Şimdi ne kadar güzel olurdu değil mi kız...

ne kadar güzel olurdu...

mecliste, belediye başkanlıklarında bir...

Öyleyse.... öyleye...

Hayeller.... söylemler...

Kitleler...

yüzlerini dahil seçemeceğimiz kalabalıklar...

Gerçekler ise....

Zil zurna, kah kaha atarken sümükleri dahil ağızlarına giren masaları tek tek dolaşarak, mekan yeni insanlar..

Hemi... hemi...

hayat bu... gerçeklik bu ise...

Şeriat ve kadın

Tüm  kurumları üzerinden devlet erkine artık tamamen hakim hale  geldiğini düşünen siyasal İslamcı Erdoğan iktidarı, dini esaslar üzerinden toplumsal yaşamın yeniden kurgulanması esas hedefi doğrultusundaki ana hamlelerini, “İstanbul Sözleşmesi”ni feshederek, “Her kürtaj bir Uludere’dir”tavrıyla, en nihayetinde vasat ölçüler içinde kadın haklarını belli yönleriyle koruyan “6284 Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasası”na ilişkin tutumuyla ve  keza “9.

Türkiye ve kuzey Kürdistanlı solculara yönelik bayrak eleştirisi

Kendisi de sol-sosyalist cenahtan olan yazar ve aynı zamanda televizyon programcısı sayın Merdan Yanardağ, on binlerce solcunun, Fransa’da faşistleri yenilgiye uğratarak seçimlerin galibi olan Yeni Halk Cephesi’nin zaferini kutlamak için, ellerinde Fransa bayrağı ile toplaştığı Cumhuriyet Meydanı’nda, coşkuyla Enternasyonal marşını seslendirmelerinden övgü ve gıptayla bahsederken: “Bakın diğer ülke devrimcilerinin kendi ulusunun bayrağıyla bir sorunu yok. Ellerinde Fransa Bayrağı ile hep birlikte Enternasyonal okuyorlar.

Sayfalar