Cuma Nisan 18, 2025

Benzeşen Toplumları Talilde Unutulanlar / Ergün Aslan

Teori  proletarya köylünün yaşamsal mücadelesinin devrimcide akademik olarak  dile gelişidir.

Konuya girmeden önce, 

Kapitalizmin.., işverenin..  karşısında proletarya köylü olmanın nasıl bir şey demek olduğunu unuttuysan ...

Bu tuzsuz baharatsız sosyo - ekonomik yapı neymiş ya.

Her şeye deva.

Ülkenin sosyo-ekonomik yapısını, inşasını mı talil edecen; Katma  işin içine sömürgeciliği...,  sosyo - ekonomik yapının sınıflar  yüzerinde yol açtığı karekterliği.... tamam.

Esası ve yahutta  müfettik sınıfları mı belirleyecen; Şu kadar  işçi, köylü şu kadar da ara sınıflar var de yeter.

Bu da yetmezse hiç bir anlam yüklüyemediğin Şehirleşmiş sosyolojinle; Değişen hiç bir şey olmadı ki çalıştığım tarlaların yerini konveksiyon atölyeleri, gecekondu inşaat alanları, köşe bucakta durduğum işçi pazarı.., saat, telefon, şemsiye... tezgahları aldı. Ben hala fakirim.  Vurma kendini, ıssız yerde seni tek yaklarlar de korkut o da olur.

Hatta bu tür yaklaşımlar o kadar da tutmuş olmalı ki  kimileri işi daha da ileri götürmüş ülkeler arasındaki benzerliğin olup olmamasında dahil proletarya köylüye korkuyu katık ettikleri  bu tarzı kullanmış.

Ee.. öyleyse demek ki ....

Tüm bu söylemlere  inandığı için ilk önce proletarya köylü olarak bizler de kendimizi şöyle bir sarsmamız gerekir değil mi ?

Konumuza gelirsek: 

Yoksulluğumuz, çektiğimiz acılar.., sınıflarımız ... talillerimizi (  Kapitalizm ve diyalektiğini ) belirsizleştirmemizin ve yahutta anlamsızlaştırmamızın gerekçesi haline geliyorsa,  

Acaba kaçımız kapitalizm ve diyalektiği karşısında kendisini mağdur ve yahutta faşit olmakta kurtarabilir ?

Hiçbirimiz.

İster devletin.., patronların....  işçiye köylüye ,halka ulaşmada eli isterse de  gereksinim, zorunluluk  nedeniyle işçi  çalıştıran köylü işçi olalım isterse de tüm bu araçların zorunluğunu,  gerekliğini... öne sürerek kapitalizm karşısında olsa dahil bu araçların yanlarında saf tutan olalım. 

İşverenlerin,işçiye köylüye, halka ulaşmada el haline gelenlerin ve bu araçların zorunluğunu, gerekliğini öne sürerek bu araçların yanlarında saf tutanların  hepside sahip olduklarını, gerekçelerini ( umutlarını dahil ) koruyabilmek için çok acımasız, vede nankör olmak zorundalar.

Halbuki sahip oldukları ekonomik yapıları nedeniylede - çoğuda - proletarya köylüdür.

Ve bu insanların hepsinde insanlarla şöyle böylede dost olduklarının hikayelerini anlattıklarını duyarız.

Lakin ki hangi insanda çok şey istemediği ( azda olsa çocuklarına iyi bir yaşam sunmayı istediği ) bu dünyada iyi kaldıkça işini sürdüremeyeceğini, çocuklarına iyi bir gelecekte veremiyeceğini bilmiyor ?

Kaç insanda Paris Komüni esnasında direnişçilere saldıran sivil  faşistler için Marks' ın kendilerinide bitirecek kapitalizmin yanında saf tuttular derken kapitalizmin diyalektiği karşısında mağdur ve saldırgan ayrımı etmeden insanların kaderini belirttiğini bilmiyor?

Marksı da hiç okumadım diye de tebessüm ediyorsunuz ?

Öyleyse yaşamını yordamlamasını bilen kaç insan da;  Yaşamın daha da zorlaşarak devam ettiğini düşünmüyor ?

Evet kaç insan ?

Tüm  yokluğa, açlığa, savaşlara, katliamlara... rağmen yinede ; Kuralları, yaptırımları, gidişatı..., yaratıcısı, kaderinin belli olduğu bir fanusun içerisinde yaşadığını hissetmiyor ?

İşte işin güzel tarafıda bu değil mi ?

İster Marks' ta ister yaşamdan öğreniyor olalım; Proletarya köylü kapitalizm ve diyalektiği karşısında yaşadıklarını,  yaratıcısını, halini ve kaderinin nasıl olduğunu ve olacağını biliyor.

Kapitalizmde kalarak elinde olanı kayıbetmemenin ve yahutta artırmanın yolununda karakterinin daha fazla sermaye ve yahutta ayrıcalığa sahip olabilecek yolları ret etmemesinde geçtiğini de biliyor.

Ve işin daha..  daha.. da güzel  bir tarafı da bundan sonra başlamıyor mu ?

Biz Proletarya köylüler kaderimizi bilerek yaşarken bildiğimiz ve hepimizin inkar edemeyeceği bir gerçekliği daha biliyoruz ki o da kapitalizmin, bırakalım gerekçeli halini, yapısındaki sorunlar nedeniyle olsa da, gerekçesiz insanları ( bizleri )  vahşice katlederek diyalektiğinde ilerleyeceğini biliyoruz.

Ve işin daha vahimi de buna rağmen Komunist Manifesto' da belirtildiği gibi kapitalizmin bu diyalektiğinin yine de insanlık için ilerici olduğunu kimse de inkar edemiyor.  

İşin kötü tarafıda zaten bu değil mi ?

Sevdiklerimizin ve sevmediklerimizin yok olması ve yahutta yok olacaklarını,  kaldıramayarak sergiledikleri davranışların yarattığı imkanların bizlere,  çocuklarımıza maddi ve manevi imkanlar olarak döneceğini bilmemiz.

Seslice dile getirmediğimiz.

Seslice dile getiremesek de; Proletarya köylü olarak hepimizde kapitalizm ve  diyalektiğinin yinede insanlık için ilerici bir adım olduğunu ruhumuzda hissediyoruz.

Ve hissettiğimizde Paris Komünindeki proletarya köylünün kapitalizmin gelişmesini hissederek hissettiğini Paris Komünine olumsuzluk olarak yansıtması gibi bizlerde hissetiğimizi insan olmamıza ( sınıf örgütlüğü gereksinimize ) karşı olumsuzluk olarak yansıtıyoruz.

Peki gerçekliğini, varlığınıda  inkar edemediğimiz bu olumsuzluklarımız karşısında ne yapıyoruz ?

Gelin bizim nasıl yaptığımıza değil de Marksı' n aynı olumsuzluklarla karşılaştığı Paris Komüni ardında ne yaptığına bakalım. 

Bizim yaptığımıza ayna olacaktırda ondan.

Marks, her şeyde önce Paris Komüni' nin ardında talil ettiği kapitalizm ve  diyalektiğinin insanlık için ilerici olduğunu inkar etmeden işe başlıyor.

Ardından da inkar etmediği gerçekliğe karşı  Paris Komüninde başrol oynamış Anarşistlerle ve Ayaklanmacı Kömunistler' le giriştiği tartışma da gerisinde güçlü bir proletarya köylü örgütlenmesi olmadıkça kapitalizme karşı girişilen halk hareketlerini ( Proletarya köylüyü hazırlıksız, kullanılır halde....  yakalattığını ve de Kapitalizmin gerekçesiz halini de daha öne çektiğini düşünüyor olmalı ki )  olumsuz  ayaklanmalar olarak değerlendiriyor.

Ve daha da ileri giderek içerdiği mütavatlarla kapitalizmin ilericiliğini elinde alabilecek kapitalizmde ortaya çıkan ve çıkacak koşullara karşıda mücadele edebilecek proletarya köylünün bir parti gereksinimini ortaya çıkarıyor.

Kısacası ortaya çıkardığı parti gereksiniminin tasfiri:  İnsanlık için burjuvaziden daha iyi mütevaları içinde barındırmakla kalmıyor aynı zamanda  kapitalizmin her aşamasına ve yahutta ortaya çıkış şekline karşıda mücadeleyi özünde barındıran bir parti düşünüyor.

Bu nedenden dolayıda partinin tasfir için diyebilirizki; 

Parti Dünya proletarya köylüsünün çok partili halinde tek partili haline diyalektiği özünde barındırıyor.

Ve buna  muhakabil olarakta  parti bu diyalektikte ilerlerken farklı sosyo ekonomik  yapıları talili esnasında farklı sosyo ekonomik yapılarda aynı inşacıyla  ( sömürgecilikle...,  sermayenin çıkar ilişkili gereksinimiyle....   ) karşılaşınca  bu toplumlar asla benzeşik toplumlar katekorisinde değildir diyerekte ispatlayamacağı sözler savurmuyor. 

Marksın ideal parti için çizdiği tasfir bu.

Şimdiye gelirsek... 

 
91059

T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]

 

“Acı veriyorsa geçmiş;

geçmemiş demektir.”[2]

 

“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.

Kolay mı?

BE ZİMAN JÎYAN NA BE![1]

 

“Yaradılış gözyaşı vermiş bize,

acıma çılgınlığı vermiş,

İnsan artık dayanamaz gibiyse,

 üstelik

Ezgiler, sözler bağışlamış bana, yaramı

Bütün derinliğiyle dile getireyim diye;

Ve acıdan dili tutulunca insanın,

bir Tanrı

Çektiğimi anlatayım diye

bana dil vermiş.”[2]

 

Paris katliamının failleri ve düşünülmeyenler

 

KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.

 

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER

Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...

İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]

 

“Biri kurbağa öper,

biri yüzyıllarca uyur,

biri 7 cüceyle yaşar,

biri kuleye kapatılır.

Bir masal prensesi olsan bile

kadınlık zor.”[1]

 

1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike

 

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

Sayfalar