Salı Nisan 1, 2025

Bir Tabut Daha Çıkmasın Diyorsak… – Hevi Devrim

Bir hafta içinde hapishanelerden üç tabut çıktı. İlki Garibe Gezer’indi. Hani yaz aylarında süngerli odada işkencenin her türlüsü ile, taciz ve tecavüzle, teslim alınmaya çalışılan Garibe Gezer. Yaşadıklarına bedenini ipe gerip bir protesto eylemiyle karşı çıkan Garibe Gezer.

“İntihardan kaynaklı psikolojik sorunum olup olmadığını sormuşsunuz. Taciz ve işkenceden psikolojim etkilendi evet. Ancak intihara bilinçli olarak başvurdum. Çünkü ancak öldüğümüzde hakkımız aranıyor.” diyordu avukatına yazdığı mektupta. Yaşarken sesini duyuramayacağını bildiği için intiharı bir siyasi eylem olarak kurgulamıştı. Baskı ve sindirme politikalarını, treadman uygulamalarını, tecridi, yaşadığı işkenceyi, tacizi, tecavüzü ifşa eylemidir onun seçtiği yol. Tam da bunun için “İntihar girişimim eylemseldir” demişti yine aynı mektupta.

Her intihar yaşama, yaşamda kalanlara bırakılan bir protesto dilekçesidir adeta. Garibe’nin vermek istediği mesajın muhatapları en başta bizlerdik; tecridi kaldıracak, faşizmi yıkacak mücadeleyi örgütleme iddiasında olan bizler… Faşizme karşı mücadele edenler… O, 24 Mayıs’ta süngerli odada uğradığı taciz ve tecavüze, işkence ve saldırılara, hapishanelerdeki sessiz ölüme itiraz etti. Bizi sarsmak, diri diri gömüldükleri tabutluklara karşı ses olmamızı sağlamak için intihar girişiminde bulundu. Geride kalanlara bir ışık olmak için. Bir çaresizlik değildi onunki, bir duruş, bir eylemdi. Ancak o eylemi de yetmedi. Gerekli karşılığı bulamadı. Tecrit saldırısına karşı toplumsal muhalefet güçleri harekete geçmedi. Ve işkence devam etti. Oysa zindanların derin delhizlerinde kaybolmayacak bir ses olmak istemişti Garibe. Yaşamıyla yaratamadığı sahiplenmeyi ölümüyle yaratmak için kendi yaşamından vazgeçmeyi bile tercih etmişti. Bu sesi duyduk, ancak kendi mahallemizin içine sıkışan bir sesle karşılık verdik, rutinleşen bir tepkinin ötesine geçmedi Garibe’nin çığlığına yanıtımız. Dayanışmamız sosyal medyayla sınırlıydı. Tecrit duvarlarını döven bir öfke patlaması değildi bizimki. Garibe’nin yaşadıkları, hapishanelerde yaşanan “hak” ihlalleri listesine yazılmıştı ve ötesi yoktu. Sonuç ortada.

Garibe’ye yaşatılanlar, faşizmin kadın düşmanı yüzünün de en çıplak ifadesiydi. Kadınlar olarak bir hemcinsimiz “Gece karanlıktan kork”sa “kenti ateşe ver”eceğimizi söylüyorduk ya, dayanışmamız bir devrimci tutsağı, Garibe’yi yaşatmaya yetecek kadar büyük ve kapsayıcı değildi henüz. Bir devrimci kadın, onca işkenceden sonra yine erkek-devlet şiddetinin her türlüsüne o hücrede yalnız başına karşılık vermek zorunda kaldı. Sesini bedenine yükledi, çığlık yaptı. Yine de bu kenti ateşe vermedik. Kadınlar olarak, faşizmi ve erkek egemenliğini yıkmak, özgürlüğümüzü kazanmak için, başka Garibelerin ölmemesi, cinsel saldırıya uğramaması, işkence görmemesi ve tecrit duvarları ardında sessiz ölüme maruz kalmaması için zindan duvarlarını döven bir mücadele hattını örmedik.

Haftanın ikinci tabutu Hali Güneş’indi. Yıllardır ağır hasta tutsaklar listesindeydi. Ağırlaşan durumuna dikkat çekmek, kamuoyu oluşturmak için tutsak yakınları ve insan hakları savunucuları zaman zaman onun için eylem yapıyorlardı. İsmine yıllardır aşinayız. Her gittiği hastanede heyet raporu “cezaevinde kalamaz” raporu veriyor, ancak Adli Tıp Kurumu hapishanede kalabilir raporu düzenleyerek tahliyesini reddediyordu. Bir ölüm düşünün ki yıllar yılı ATK’dan alınan red kararlarıyla zaten devlet tarafından bilinçli olarak örgütlenmiş olsun ve biz seyirci kalalım. Hapishanede en ağır ağrı kesicilerle hayatını devam ettirmeye çalışıyordu Halil Güneş. Hücresinde ağrıları dayanılmaz olduğunda oyalanmak ve ağrısını unutmak için kazak söküp yeniden ördüğünü, binbir çeşit uğraşı ile acısını dindirmeye çalıştığını yazıyordu bir mektubunda.

Üniversitede fizik okurken Kürt özgürlük mücadelesinin sıra neferi olmak için yönünü dağlara vermişti. Bir çatışmada ağır yaralı yakalandığında sene 1993’tü. Ağır işkencelere maruz kaldı yaralıyken, teslim olmadı. Sürgün sevkler, işkenceli sorgular, fiziksel ve psikolojik baskı, hücre cezaları hiç eksik olmadı hayatında. Kaç ölüm gördü, kaç ölümün kıyısından döndü, hep başı dik çıktı. Senelerdir kemik kanseri ile cebelleşiyordu. Üstüne akciğer kanseri ve türlü hastalıklar eklendi. “Tesbih taneleri ile say”dığı yıllara bir de “bu çağın şu illet hastalığı”na inat hep direngen, hep üretkendi. “İsyan ve direnişin dili”yle yazdığı son şiir kitabının adı AŞKAOS. Yaptığı bir röportajda “Aşk ve kaos kavramlarının içerik olarak birbirini tamamladığı kanaatindeyim. Yerelde, güncelde yaşanan tüm belirsizliklere, öngörüsüzlüklere rağmen, global olarak hakikat anlamında uyum ve ahenktir. Yaşamı özgür kılabilmenin tek yolu bunu AŞK’la yaşamaktır.” diyordu. O aşkla bağlandığı ütopyasını gerçek kılmak için bitmek bilmez bir enerjiyle yaşama tutundu, ölmenin yaşamaktan daha kolay olduğu zamanlarda…

Halil Güneş’le aynı gün faşizmin zindanlarında bir cenaze daha çıktı. Lens kanseri teşhisi konmasına rağmen tedavi edilmeyen, yetmedi tek kişilik hücreye kapatılan Abdülrezak Şuyur’un otopsi raporu, şüpheli ölüm olarak kayıtlara geçti. Üç devrimci tutsak da faşist Saray iktidarının, devrimci tutsakları teslim alma politikalarına karşı direndikleri için katledildiler.

Devrimci tutsaklar siyasi düşünceleri ve eylemlerinden dolayı içerideler. Onlar faşizmle cepheden her gün, her saat vuruşuyor; bir avuç gökyüzünde sınırsızlığı, sonsuzluğu yaşıyorlar. Dışarıdaki faşist kuşatma ve baskı ortamının içeriye yansıması çıplak zor, tecrit, insanlık dışı baskı ve uygulamalar, ölümler oluyor.

Faşist devlet, tıpkı 19 Aralık katliamında olduğu gibi içeride ve dışarıda bizleri hücrelere hapsetmek, tecrit duvarlarıyla yalnızlaştırmak istiyor. Öfkemiz, isyanımız birbirine karışmasın; her bir çığlık kendi içinde boğulsun diye toplumsal muhalefet dinamiklerini bastırmak için baskı ve zoru çok daha yoğun devreye sokuyor. Tüm mücadele araç ve yöntemleriyle, her alan ve cephede faşizme karşı mücadeleyi büyütmediğimiz her an (içeride-dışarıda) hücre duvarlarımız daha da kalınlaşıyor.

Hapishanelerden çıkan her bir tabuttan sorumluyuz. Kendi hücrelerimizden çıkmadığımız için. İçeriden yükselen isyana karşılık olmadığımız, faşizme karşı mücadeleyi büyütmediğimiz için. Onların hücrelerin duvarlarını parçalayan sesine ses olmayan, eylemine eylemle karşılık vermeyen bizler, bu cinayetleri izlemiş olduk. 19 Aralık katliamının hesabını sormadığımız, hapishanelerden çıkan tabutlara sessiz kaldığımız, tecridi yıkacak bir mücadele gücü açığa çıkaramadığımız için suçluyuz. Artık yeter, bu son olsun, diyorsak “Zindanları yıkacağız, tutsaklara özgürlük” sloganını pratik mücadelemizin temel şiarı haline getirmeli, kentleri ateşe vermeliyiz.

6478

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Somut Duruma Dair Bazı Gerçekler

Gerek uluslararası planda ve gerekse yaşadığımız coğrafyada devrimci ve komünist hareket emperyalizm ve dünya gericiliğine karşı mücadelede geniş emekçi yığınların desteğine sahip değildir. Yine kendiliğinden gelişen kitle hareketlerini örgütlemede ve uluslararası dayanışmayı geliştirip büyütmede de yetersizdir.

Diktatör 'Reis' çıkış arıyor ..

Malum olduğu üzere T.C.

NATO, SAVAŞ KIŞKIRTICISI BİR ODAKTIR; DERHAL DAĞITILMALIDIR!

Başını ABD’nin çektiği, emperyalist bir saldırganlık paktı olarak kurulan ve icraatlarıyla bunun gereğince davranan NATO’nun 75. Kuruluş yıl dönümü vesilesiyle gerçekleştirilen zirvede, ABD Başkanı Biden, NATO’nun: “Saldırganlığa ve saldırganlık korkusuna karşı bir kalkan yaratma umuduyla kurulduğunu” söylüyorsa da ama tarihsel gerçekler bunun külliyen kaba bir yalandan ve de arsızca bir manipüle edişten ibaret olduğunu kolayca gözler önüne serer.

Bozkurt’un anlamı (Nubar Ozanyan)

Yoksullar ve ötekiler için her yer ölüm kokan mayın tarlasına döndü. Türk olmayanların, -ötekilerin- Türkiye’de soluk alması ve yaşaması zulme dönüştü. Öteki olarak yaşamak, çalışmak, kendi ana dilinde Kürtçe, Arapça konuşmak, şarkı söylemek, yasak ve suç olan bir ülkede demokrasiden, özgürlükten, insan haklarından bahsedilebilir mi?

Seçimler ve siyasi parti konusunda proletaryalarla sohbet

İstanbul'u kazanan türkiye'yi kazanır.

Nedir bu tayyip'in sözleriyle vücut bulan yaklaşım.

Bir hayel mi yoksa bir gerçeklik mi?

Veyahut da burjuvaların içerisinde bir insanın söyledikleri hala dört nala giden atlarıyla şehirlerin surlarını yıkabileceğini düşünen bizim insanların söylediklerinden daha gerçekçi sözler mi?

Gerçekten noelibarel politikaların en yoğun olarak hissedildiği şehirleri kazanmak türkiye'yi kazanmak mı demek?

Peki bunu böyle kabul etmek kolay mı?

DEVRİMCİ SİYASAL MÜCADELEYİ ANIN SOMUT GÜNCEL TOPLUMSAL SORUNLARI ÜZERİNDEN ÖRGÜTLEMEK.

Temel hedefleri, mevcut kurulu düzeni devrimci bir kitlesel kalkışmayla tasfiye edip, yerine sosyalist bir sistem kurmak olan devrimci sol-sosyalist ve komünist güç ve yapıların, devrimi gerçekleştirebilmeleri esasen, devrim öncesi süreci, devrimi örgütleyebilme hedefiyle ele almalarına ve bundaki performans ve başarılarına bağlıdır.

ADİL OLAMASINI BECEREMEYECEKSEK; BU SİSTEMİ YIKMAYA NE GEREK VAR Kİ?

Bugün, Devletin “üst aklı” denilen birimlerince organize edilip, şeriat özlemcisi dinci yobaz karanlık güçlerce gerçekleştirilen Sivas-Madımak vahşetinin 31. Yıl dönümü. Tam iki gün sonra da yine devletin aynı karanlık derin güçlerinin bir şekilde yönlendirdiği besbelli olan bir başka vahşetin, Erzincan-Başbağlar katliamının 31. Yıl dönümü.

BUGÜN ARTIK ÇOK DAHA AÇIK BİR HÂL ALAN ŞERİAT TEHDİDİNE KARŞI LAİKLİĞİ SAVUNMAK, SÜRECİN ÖNE ÇIKAN ACİL VE ÖNEMLİ GÖREVLERİNDENDİR.

Kendisini “Anayasal Hukuk Devleti” olarak tanımlayan bir devlet düşünün ki Anayasasında hâlâ; “Türkiye Cumhuriyeti, (…), demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” İlkesi yürürlükteyken; bu ülkede şeriat propagandası yapmak serbest olsun ve ama dayanağını mevcut Anayasa ve yasalardan alan, şeriata karşı çıkmak ve de laikliği savunmak suç olsun! 

Oy Zemano (Nubar Ozanyan)

Her yönüyle çürümüş sistemin katilleri, Kürdistan topraklarını yakmaya devam ediyor. Amed ve Merdin’de hem insanları hem de buğday ve mısırları yaktı. Evlat kokan Kürdistan toprakları şimdi duman kokuyor. Ateş ve dumanla yazılı TC’nin yüz yıllık tarihi “yakma ve yıkma”nın tarihidir. Bilmeyenler bilsin, duymayanlar duysun. Dün Ermeni kadın ve çocukları kiliselerde, Alevileri inanç ve ibadet mekanlarında, Kürtleri mağaralarda, köylerde yakanlar bugün yine Kürdü kadim topraklarında yakıyor.

CHP’NİN “Türkiye yüzyılı maarif modeli ”Ve kürtlerin iradesinin gaspı karşısında laisizm ve hukuk sınavı.

İslamo-faşist Erdoğan diktatörlüğünün, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile yapmaya çalıştığının, tam olarak,eğitim ve öğretim sistemininSunni İslamcı dini esasları üzerine oturtulması olduğu, daha önceki iki yazıda ve keza Kürtlerin iradesine karşı bir sömürge siyaseti olan kayyum uygulaması da bir başka yazıda özetlenmişti.

Kadro Olmak Aynı Zamanda Kendimize Karşı da Kadro Olmak Demektir

Bir kadronun ihtiyaç duyduğu nitelikler bugün sürekli ideolojik saldırı altındadır. Burjuvazi sadece protestoları, teoriyi, örgütleri değil aynı zamanda doğrudan tek tek kadroları da hedef almakta ve onları ideolojik etki yoluyla etkisizleştirmeye ya da kendi tarafına çekmeye çalışmaktadır.

Sayfalar