Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!
Ama sınıflar mücadelesi ve içinde yaşadığımız toplumun çelişkileri, Kaypakkaya’nın görüşlerini doğrulamaya devam ediyor. Onun coğrafyamızda komünist bir önder olarak ortaya çıkmasına vesile olan çelişkilerin varlığı ve sınıf mücadelesi sürdükçe görüşleri de güncelliğini sürdürüyor.
Kaypakkaya’nın Türk devleti tarafından katledilmesinin üzerinden yarım asır geçmesine rağmen ileriye sürdüğü tezlerin günümüz koşullarında halen bir başvuru kaynağı olması, bir yanıyla Kaypakkaya’nın coğrafyamızda sol ve devrimcilik adına en ileri duruşun temsilcisi olduğunu, diğer yanıyla da tezlerinde bahsini ettiği toplumsal çelişkilerin çözülemediğini göstermektedir.
Geçtiğimiz hafta Şeyh Said merkezli yaşanan tartışmalar, Kaypakkaya’nın, coğrafyamızda devrim ve komünizm mücadelesinde söz söyleyen ve pratik tutum alanlar açısından nasıl bir ölçü olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır. Amed Belediyesi’ne atanan kayyumun bir bulvara Şeyh Said ismini vermesi çakma komünistler tarafından “Cumhuriyet’i savunma” adına kınanmış, açıklamaya tepkiler gelmiş ve ardından Şeyh Said adı üzerinden Kürt ulusuna, bu ulusun tarihi şahsiyetlerine saldırıya dönüşmüştür. Öyle ki Şeyh Said’i Hitler faşistiyle karşılaştırıp, Hitler’i yeğ tutan alçaklar bile çıkmıştır.
Diğer yandan BDP döneminde Amed Belediyesi tarafından Şeyh Said ismi 2011 yılında bir bulvara verildiği için davalar açıldığı da biliniyor. Bugün mesele, rejimin ve onun emrindeki “bağımsız yargı”nın, Kürt ulusuna ve onun iradesine yönelik faşist yaklaşımının çarpıcı örneklerinden birine dönüşmüştür: Halihazırda Kürtler, Şeyh Said ismi nedeniyle yargılanırken, rejim ise bundan siyasi rant devşirmeye çalışmaktadır. Rejim, Şeyh Said’i kullanarak seçimler için Hizbulkontra Partisi’ne alan açmaya çalışmaktadır.
Kendilerine “komünist” adını verenler ise durumdan vazife çıkarıp, rejimin belediyelere kayyum atamasını protesto edip, ikiyüzlülüğünü teşhir edeceklerine, kayyum belediyesinin Şeyh Said ismini kullanmasını mesele yapıp, Kürt halkına saldırmayı marifet sanıyorlar. Şeyh Said’in dini kimliği öne çıkarılarak Kürt ulusal isyanını “şeriat ve feodal gericiliğin” simgesi olarak tanımlayarak Kemalist Cumhuriyet’in gerici faşist karakterini gizlemeye çalışıyorlar. Ve buna da komünistlik diyorlar!
Bu çakma komünist, gerçekte ise sosyal şovenistlerin ısrarla görmezden geldiği husus; Kürt ulusal hareketinin, ezen ulusun hakim sınıflarının zulmüne, zorbalığına, imtiyazlarına yönelmiş olmasıdır. Ulusal baskının kaldırılması, ulus ve milliyetler arasında eşitliğin sağlanması, hakim ulusun hakim sınıflarının imtiyazlarının kaldırılması, dil üzerindeki yasaklama ve sınırlamaların son bulması, her alanda ulus ve milliyetler arasında eşitliğin ve ulusal devlet kurma hakkı eşitliğinin tanınması, bütün bunlar demokratik ve ilerici taleplerdir. Dolayısıyla gerçek komünistler, bu demokratik içeriği kayıtsız şartsız desteklerler.
Çakma komünistler ise Türk hakim sınıflarından daha çok Kürt ulusal hareketine saldırmaktadırlar. Deyim yerindeyse kraldan daha çok kralcı kesilmektedirler. Kürtlere uygulanan ulusal baskı ve katliamları “gericilikle mücadele” diyerek olumlayan bu sosyal şovenler, örneğin belediyelere kayyum atanmasına karşı çıkmayıp, kayyumun Şeyh Said ismini kullanmasını dert etmektedirler. “Gericiliğe karşı cumhuriyeti savunmak” adı altında Kürt ulusunun en genel demokratik muhtevasının karşısında yer almakta, Türk şovenistleriyle aynı safta buluşmaktadırlar.
Bu çakma komünistlerin söz konusu tavrını her daim yapıldığı gibi “alavere dalavere Kürt Memet nöbete” diyerek görmezden gelsek bile “Yaşasın Cumhuriyet” diyerek savundukları rejimin niteliği o dönemden günümüze kadar ortadadır.
Adını gasp ettikleri gerçek Türkiye Komünist Partisi’nin lideri Mustafa Suphi ve 15’lerin bir komployla katledilmesinden, 1923’te 1 Mayıs bildirisi dağıttıkları için İstanbul Uluslararası İşçi Birliği’nin kapatılmasına, 1926 yılında Seyrüsefayin Şirketi’nde çalışan işçilerin grevinin bastırılmasından 1927 Ağustos ayında Fransızlara ait Adana-Nusaybin demiryolunda çalışan işçilerin grevine saldırılmasına kadar bir dizi pratiğin sahibi olan cumhuriyeti ilerici ilan etmek ancak ve ancak bu çakma komünistlerin işi olabilir.
Bir de bu çakma komünistlerin ve bilumum Kemalistlerin çok sevdikleri ve tekrarlamaktan bıkmadıkları Şeyh Said İsyanı’nın arkasında “İngiliz parmağı” olduğu iddiasıdır. Bu iddianın doğru olmadığı, dahası gerçekte “İngilizlerle iş tutanın” dönemin Cumhuriyet iktidarı olduğu açığa çıkmışken halen bu safsatayı propaganda etmek, tam anlamıyla alçaklıktır.
Bu alçaklığa Kaypakkaya yıllar önce şöyle değinmiştir: “İngiliz emperyalizminin, Şeyh Sait hareketinde parmağı olduğunu iddia ederek Türk hükümetinin, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını çiğnemesini, kitle katliamlarına girişmesini vs. haklı ve ilerici göstermeye çalışanlar, bir kere daha tekrarlayalım, iflah olmaz Türk şovenistleridir. …Bir milletin kendi kaderini tayin hakkı, emperyalizme alet oldukları veya olabilecekleri iddiasıyla kısıtlanamaz veya ortadan kaldırılamaz; böyle bir iddiayla bir milletin ‘ezilmesi ve gadre uğraması’ savunulamaz. Kaldı ki, sözkonusu dönemde bizzat Türk hükümeti, İngiliz ve Fransız emperyalistleriyle işbirliği halindedir.”
İflah olmaz Türk şovenistleri, benzer tavrı Rojava devrimi sürecinde de gösterdiler. Kendilerine devrimci ve hatta komünist diyenler, Rojava’da başta Kürt ulusu olmak üzere bölge halklarının DAİŞ’e ve Türk gericiliğine karşı mücadelesine kayıtsız kalıp, dahası Rojava’daki mücadeleye katılan devrimcilere “Ameriga için petrol kuyularına bekçilik yapıyorlar” gibi alçakça iftiralarla saldırmaktan geri durmadılar.
Bu iflah olmaz Türk şovenistlerinin, Kürt düşmanlığında somutlanan saldırılarının yanında Türkiye devrimci ve komünistlerinin kahir ekseriyeti Kürt ulusal özgürlük hareketiyle aynı safta ve ortak düşmana karşı birleşik devrimci mücadele içindedir. Bu pratik tutum, ezilen ulus ve milliyetlerin mücadelelerinin demokratik muhtevasını desteklemelerinin doğrudan sonucudur. Coğrafyamızın gerçek komünist ve devrimcileri, aynı yaklaşımla Filistin ulusal hareketinin Siyonist İsrail’e karşı haklı ve meşru mücadelesinin demokratik muhtevasını da desteklemektedirler. Ancak bu destek, bilinçli bir şekilde “Yahudi karşıtlığı” ve dahası “solun antisemitizmi” olarak propaganda edilmektedir. Bu tutum çakma komünistlerin Kürt düşmanlığına kan taşımaktadır.
Son Haberler
Sayfalar

Somut Duruma Dair Bazı Gerçekler
Gerek uluslararası planda ve gerekse yaşadığımız coğrafyada devrimci ve komünist hareket emperyalizm ve dünya gericiliğine karşı mücadelede geniş emekçi yığınların desteğine sahip değildir. Yine kendiliğinden gelişen kitle hareketlerini örgütlemede ve uluslararası dayanışmayı geliştirip büyütmede de yetersizdir.

NATO, SAVAŞ KIŞKIRTICISI BİR ODAKTIR; DERHAL DAĞITILMALIDIR!
Başını ABD’nin çektiği, emperyalist bir saldırganlık paktı olarak kurulan ve icraatlarıyla bunun gereğince davranan NATO’nun 75. Kuruluş yıl dönümü vesilesiyle gerçekleştirilen zirvede, ABD Başkanı Biden, NATO’nun: “Saldırganlığa ve saldırganlık korkusuna karşı bir kalkan yaratma umuduyla kurulduğunu” söylüyorsa da ama tarihsel gerçekler bunun külliyen kaba bir yalandan ve de arsızca bir manipüle edişten ibaret olduğunu kolayca gözler önüne serer.

Bozkurt’un anlamı (Nubar Ozanyan)
Yoksullar ve ötekiler için her yer ölüm kokan mayın tarlasına döndü. Türk olmayanların, -ötekilerin- Türkiye’de soluk alması ve yaşaması zulme dönüştü. Öteki olarak yaşamak, çalışmak, kendi ana dilinde Kürtçe, Arapça konuşmak, şarkı söylemek, yasak ve suç olan bir ülkede demokrasiden, özgürlükten, insan haklarından bahsedilebilir mi?

Seçimler ve siyasi parti konusunda proletaryalarla sohbet
İstanbul'u kazanan türkiye'yi kazanır.
Nedir bu tayyip'in sözleriyle vücut bulan yaklaşım.
Bir hayel mi yoksa bir gerçeklik mi?
Veyahut da burjuvaların içerisinde bir insanın söyledikleri hala dört nala giden atlarıyla şehirlerin surlarını yıkabileceğini düşünen bizim insanların söylediklerinden daha gerçekçi sözler mi?
Gerçekten noelibarel politikaların en yoğun olarak hissedildiği şehirleri kazanmak türkiye'yi kazanmak mı demek?
Peki bunu böyle kabul etmek kolay mı?

DEVRİMCİ SİYASAL MÜCADELEYİ ANIN SOMUT GÜNCEL TOPLUMSAL SORUNLARI ÜZERİNDEN ÖRGÜTLEMEK.
Temel hedefleri, mevcut kurulu düzeni devrimci bir kitlesel kalkışmayla tasfiye edip, yerine sosyalist bir sistem kurmak olan devrimci sol-sosyalist ve komünist güç ve yapıların, devrimi gerçekleştirebilmeleri esasen, devrim öncesi süreci, devrimi örgütleyebilme hedefiyle ele almalarına ve bundaki performans ve başarılarına bağlıdır.

ADİL OLAMASINI BECEREMEYECEKSEK; BU SİSTEMİ YIKMAYA NE GEREK VAR Kİ?
Bugün, Devletin “üst aklı” denilen birimlerince organize edilip, şeriat özlemcisi dinci yobaz karanlık güçlerce gerçekleştirilen Sivas-Madımak vahşetinin 31. Yıl dönümü. Tam iki gün sonra da yine devletin aynı karanlık derin güçlerinin bir şekilde yönlendirdiği besbelli olan bir başka vahşetin, Erzincan-Başbağlar katliamının 31. Yıl dönümü.

BUGÜN ARTIK ÇOK DAHA AÇIK BİR HÂL ALAN ŞERİAT TEHDİDİNE KARŞI LAİKLİĞİ SAVUNMAK, SÜRECİN ÖNE ÇIKAN ACİL VE ÖNEMLİ GÖREVLERİNDENDİR.
Kendisini “Anayasal Hukuk Devleti” olarak tanımlayan bir devlet düşünün ki Anayasasında hâlâ; “Türkiye Cumhuriyeti, (…), demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” İlkesi yürürlükteyken; bu ülkede şeriat propagandası yapmak serbest olsun ve ama dayanağını mevcut Anayasa ve yasalardan alan, şeriata karşı çıkmak ve de laikliği savunmak suç olsun!

Oy Zemano (Nubar Ozanyan)
Her yönüyle çürümüş sistemin katilleri, Kürdistan topraklarını yakmaya devam ediyor. Amed ve Merdin’de hem insanları hem de buğday ve mısırları yaktı. Evlat kokan Kürdistan toprakları şimdi duman kokuyor. Ateş ve dumanla yazılı TC’nin yüz yıllık tarihi “yakma ve yıkma”nın tarihidir. Bilmeyenler bilsin, duymayanlar duysun. Dün Ermeni kadın ve çocukları kiliselerde, Alevileri inanç ve ibadet mekanlarında, Kürtleri mağaralarda, köylerde yakanlar bugün yine Kürdü kadim topraklarında yakıyor.

CHP’NİN “Türkiye yüzyılı maarif modeli ”Ve kürtlerin iradesinin gaspı karşısında laisizm ve hukuk sınavı.
İslamo-faşist Erdoğan diktatörlüğünün, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile yapmaya çalıştığının, tam olarak,eğitim ve öğretim sistemininSunni İslamcı dini esasları üzerine oturtulması olduğu, daha önceki iki yazıda ve keza Kürtlerin iradesine karşı bir sömürge siyaseti olan kayyum uygulaması da bir başka yazıda özetlenmişti.

Kadro Olmak Aynı Zamanda Kendimize Karşı da Kadro Olmak Demektir
Bir kadronun ihtiyaç duyduğu nitelikler bugün sürekli ideolojik saldırı altındadır. Burjuvazi sadece protestoları, teoriyi, örgütleri değil aynı zamanda doğrudan tek tek kadroları da hedef almakta ve onları ideolojik etki yoluyla etkisizleştirmeye ya da kendi tarafına çekmeye çalışmaktadır.