“Demokratikleş-me paketi”

“Maymun ne kadar yükseğe çıkarsa,kıçı da o kadar görünür.”[1]
Bizim kuşaktan, (genel olarak “78’liler” olarak biliniyoruz) kimileri ve selefimiz 68’lilerin bir kısmı çok hızlı “uyum sağladı”. Biz beceremedik.
Eskinin “solcu”su, bugünün liberali kalemlerin AKP iktidarının Başbakan Recep Tayyip Erdoğan eliyle açtığı (kaçıncı?) “Demokratikleşme Paketi” ile ilgili görüşlerden söz ediyorum.
“Cemevi ile Ruhban Okulu da olsaydı daha iyi olurdu,” diyen hoşnut Oral Çalışlar, örneğin[2]…
Ya da, “Eğer evrensel demokrasi hedefine ulaşmak, en azından yaklaşmak istiyorsak bugün özgürlükçülerin AKP’ye olan ihtiyacı AKP’nin onlara olan ihtiyacından çok daha fazladır,” sözleriyle “paket”e “Yetmez ama evet!” oluru veren Hadi Uluengin;[3] “beklenene ve ihtiyaca oranlandığında yetersiz, ama mevcut duruma göre ileri bir adım,” olarak karşılayan Oya Baydar[4]…
Önce bu (ve benzeri) sözlere, sonra da dönüp (bir daha) “demokratikleşme paketi”ne bakıyorum. Kimin neye memnun olduğunu, aklımı ne kadar zorlasam, hafsalam almıyor. Neler vardı pakette?
- Seçim barajı konusunda “öyle de olur, böyle de olur, öyle olursa böyle olur” mugalatasıyla bir oyalamaca… (Sanırım hangi formülün iktidar partisine en fazla milletvekili sağlayacağı üzerine henüz anlaşmaya varılmamış)
- Siyasi partilerin ilçe örgütleri için belde teşkilâtları kurmaları gereğinin kaldırılması…
- Siyasi parti üyeliğiyle ilgili kimi kısıtlamaların kaldırılması…
- BDP, ÖDP ve başka bazı sol-sosyalist partilerin nicedir uyguladığı “eş başkanlık” sisteminin önünün açılması…
- “Andımız”ın kaldırılması…
- Q, W, X harflerinin kullanımına ilişkin kısıtlamaların kaldırılması…
- Seçim propagandalarında Türkçe dışında dil kullanma olanağı…
- Daha çok inanca ilişkin olarak işletileceği ilk solukta anlaşılan “nefret suçları”, ayırımcılık ve ibadete engel olma vb. uygulamaların yaptırıma tabi kılınışı…
- Gösteri “hakkı” süresinin güneş batımına dek uzatılması…
- Özel okullarda anadilde eğitim hakkı…
- Eski köy isimlerine dönüş önündeki yasal engellerin kaldırılması (ilçe ve il isimleri için yasa gerekiyormuş… Yani Dersim, bir başka bahara kaldı yine…)
- Nevşehir Üniversitesi’nin adının “Hacı Bektaş Veli” olarak değiştirilmesi…
- Kamuda türban kullanımının önünün açılması…
- Kurban derileriyle ilgili düzenleme…
- Gasp edilmiş Mor Gabriel Manastırı arazisinin iadesi…
- Roman Enstitüsü kurulması…
Bir başka deyişle, kamuoyunu “açıkladık, açıklıyoruz” heyecanına vermeden,, “şaşıp kalacaksınız”, “tarih yazıyoruz” abartılarıyla vaveyla kopartmadan, işi bir “paket-show”a dönüştürülmeden, çoğu küçük idarî müdahaleler, kararnameler ya da ufak tefek yasa değişikliğiyle gerçekleştirilebilecek bir dizi teferruat ayar… Bir kısım sol liberal ve Candaş medya dışında kimsede öfori yarattığı söylenemez…
Yine de, “paket”in insanı üzerinde düşünmeye çağıran, biri “küresel”, öbürü “yerel”, birbiriyle bağıntılı iki önemli yönü var.
Önce “küresel” olan: “demokrasi” denilen ve uğruna dünya savaşları çıkartılmış (yoksa İkinci Dünya Savaşı Avrupa kıtasında demokrasiyi yeniden tesis etmek için çıkmamış mıydı?) bir siyasal rejimin, neo-liberal kapitalizmde nasıl karikatüre dönüşt(ürüld)üğüne dair…
Nasıl tanımlarsanız tanımlayın, burjuva demokrasisi, eninde sonunda bir kırılgan, değişken bir “denge”dir, sınıflar arası mücadelenin verili bir momentinde, verili bir konjonktüre denk düşen bir denge. Verili momentte emekçiler, madunlar, yönetilenler örgütlü ve güçlüyse, demokrasinin sınırları genişler; güçler dengesi egemen sınıflardan yanaysa, demokratik alan daralır.
Bu nedenledir ki, burjuva demokrasisinin her bir anı ezilenlerle egemenler, emekçilerle patronlar, yönetilenlerle yönetenler arasındaki hak ve yükümlülük ilişkilerine değgin kazanım (ya da kayıp)larla tanımlıdır: dolayısıyla da her “demokratik” belge, bu kazanım (ya da kayıp)lara düşülmüş bir kayıttır. Bir başka deyişle, sınıflara değgindir: basın özgürlüğü, grev hakkı, düşünce ve ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, giderek insanca bir gelirle insanlık onuruna yaraşır bir yaşam sürdürme hakkı, çalışma hakkı, sosyal güvenlik hakları, çevre hakları vb.
Uzun uzadıya üzerinde durmanın gereği yok; ancak sosyalist sistemin çöküşüne eşzamanlı olarak kapitalist dünyanın neo-liberalizme yöneldiği 1980’li yıllardan bu yana, demokrasi kavrayışında güçlü bir bükülme yaşandı ve kavram, hızla “sınıflar”, giderek “toplumsallık”tan uzak(tırı)laşarak, postmodern çağların yükselen değeri “kimlik”e bitiştirildi.
AKP’nin yeni “paket”i bu neo-liberal/postmodern söylemle bir hayli uyumlu: “toplumsal” haklarla ilintilendirilebilecek tek başlık, toplantı ve gösteri yürüyüşleri süresinin bir saat uzatılıp günbatımına dek çekilmesi, bir de toplantılardaki hükümet komiserinin görev ve işlevlerinin düzenleme kuruluna bırakılması… Haydi biraz daha zorlayalım, siyasi parti üyeliğiyle ilgili kısıtlamalardan bazılarının kaldırılacağı söylemi (ilgili yasa yargı mensuplarının, memurların, TSK mensuplarının ve üniversite dışındaki öğrencilerin parti üyeliğini yasaklamakta)…
“Paket”teki diğer ayarlamaların tümü, etnik-dinsel kimlik problematiğiyle ilgili: dil, inanç, köy adları, Mor Gabriel, Roman Enstitüsü, nefret suçları, inanç ve ibadete müdahalenin yasaklanması, kamuda türban…
Dediğim gibi, bu tutum, fena hâlde neo-liberal. İnsanın aklına yerli toplulukları özerklik, kültürel gelişme, kendi bölgesindeki kaynakların değerlendirilmesinde söz hakkı, yerel eğitim sistemlerini örgütleme gibi bir dizi kültürel/kimliksel hakla donatırken, aynı kalemde işçi haklarını sınırlandıran, kamusal kaynakların özelleştirilmesinin önünü açan, kilit sektörlerde protestoları, grevleri yasaklayan, sağlık ve eğitim hizmetlerinin kamusal niteliğini tasfiye eden yeni kuşak Latin Amerika anayasaları geliyor.[5]
Gelelim işin “yerel” boyutuna:
AKP “paket”i kimlik haklarının hakkını veriyor mu, derseniz, işin fars kısmı orada açığa çıkıyor: İçeriği olasılıkla kamuda çalışma hakkı talep eden başı örtülü kadınları (ancak o kesimden de hâkimlik-savcılık ve TSK gibi pozisyonlara değgin kısıtlamalara dair itirazlar yükselmeye başladı) ve dinsel inanç ve ibadet özgürlüğüne ilişkin olarak tanımlandığı anlaşılan “yaşam tarzı” dokunulmazlığıyla mümin Sünnileri hoşnut edecektir. Gelgelelim, bu ülkenin hâl-i hazırda en ağır baskılara uğrayan iki kimliğinden Kürtlere devletin sunduğu, “teselli mükâfatı” kıvamında iki-üç kalemden öte geçememektedir: X, Q, W harfleri, Fethullah Gülen cemaatinin hemen kolları sıvadığı[6] ve kendi dilinde eğitim görmeyi sınıfsal bir ayrıcalık hâline getiren Kürtçe tedrisatlı özel okullar, köy isimleri, okullardan andın kaldırılması, partiye devlet yardımı… Ne âlicenaplık; yanı başlarında Irak Kürdistanı’nda kendi bölgesindeki doğal kaynakları -merkezî yönetime meydan okuyarak- özgürce tasarruf eden, BM’den Filistin gibi gözlemci statüsü talep eden, kendi askerî gücüne sahip bir özerk yönetimin yıllardır faaliyet gösterdiği, eğitim ve sağlık sistemini özgürce biçimlendirdiği; Rojava’da ise benzer bir özerk statünün adım adım inşa edildiğine tanık olan Kürtler için ne muazzam bir lütuf!
Ancak Kürtler kadar olsun şanslı olmayanlar da var: Alevîler, bu pakette Hacı Bektaş Velî Üniversitesi’yle yetinmek zorunda kaldılar. Bırakın kendi inançlarını, dinsel pratiklerini ve yaşam tarzlarını özerkçe tayin edebilme haklarını, cemevlerine “cümbüş evi” diyen, İslâm dininde ibadethanelerin ayrılamayacağına konusunda imanı tam bir iktidar altında, vergisini ödedikleri diyanetçe ka’le alınmayan, zorunlu din derslerine tabi, kapıları çarpı işaretli, camili bir yaşama mahkûm, bir başka baharı bekleyecekler, çar naçar…
Romanlar “yüzde 70’imizin okuması yazması yok, enstitüyü ne yapalım?” dese de,[7] yaşam alanlarının yağmalanmasına, kentten kente sürülmeye, işsizliğe, dışlanmaya, bu kez “enstitülü” olarak devam edecekler. Eşeğini önce kaybedip sonra bulan garip kul misali, manastırlarının gasp edilmiş arazisini kazanan Süryanîler ise, devletten bir şey beklememe terbiyesini çoktan edinmişlikleri içinde, kendi kendilerine yitip gitmekte olan kültürlerinden geri kalanı muhafaza etmeyi sürdürecekler…
Ve pakette adı dahi anılmayan diğer “kimlikler”: kadınlar, LGBT bireyler, Ermeniler, Ezidîler, Rumlar, göçmenler… Şiddete uğramaya, polis ve mahalle baskısı altında yaşamaya, şantaj ve tehdit kıskacındaki gölge-yaşamlarını sürdürmeye, dışlanmanın uçlarında toplumun “görünmezler”i olarak sefalete mahkûmiyetleri sürmektedir.
Yani AKP’nin “demokratikleşme paketi”, sınıfsal talepler/toplumsal hakları kimliksel-kültürel düzenlemelerle ikame eden neo-liberal anlayış açısından da sınıfta kalmıştır…
“Paket”e traji-komik boyutunu veren bir başka yön ise, tam da başbakan ağzıyla açıklandığı günlerdeki Türkiye manzarası… İşte birkaç başlık…
- Terörle Mücadele Yasası’ndaki “terör” tanımının muğlaklığı ve esnekliği nedeniyle Türkiye cezaevlerinde herhangi bir şiddet olayına karışmamış binlerce kişi “terör örgütü üyesi olmak” ya da “örgüt üyesi olmamakla birlikte örgütün amaçları doğrultusunda hareket etmek”ten tutuklu ya da mahkûm durumda. Aralarında siyasetçiler, yerel yöneticiler, öğretmenler, sendikacılar, öğrenciler, avukatlar, milletvekilleri… ne arasanız var. Bazıları yıllardır neyle suçlandığını bilmeden, mahkeme önüne çıkartılmadan yatıyor…
- CHP Cezaevi İnceleme Komisyonu’nun “Tutuklu Gazeteciler Raporu”na göre, 71 gazeteci cezaevinde. 117 gazeteci ise tutuksuz yargılanıyor.[8]
- İHD Genel Merkezi Cezaevi Komisyonu’nun 10 Eylül 2013 tarihli hasta mahkûm listesinde, 154’ü ağır olmak üzere 526 hasta tutsağın adı geçiyor. Yasal düzenlemeye karşın, yönetim bu tutsakları tahliye etmemek için son dakikaya kadar ayak sürüyor.
- “Demokratikleşme” havarileri, Haziran 2013 protestolarına katılanlara karşı rövanş operasyonlarını kesintisiz sürdürüyorlar. Basılan evler, “suç delili” olarak el konulan gaz maskeleri, talcid solüsyonları, deniz gözlükleri, baretler, poşular, kitaplar, dergiler… Okullarda sigaya çekilip muhbirliğe zorlanan ortaokul öğrencileri… kamuda birbiri ardı sıra açılan disiplin soruşturmaları… gözetim altındaki sosyal medya… birbirini izleyen TOMA ve biber gazı ihaleleri…
- Protestolara destek verdikleri gerekçesiyle yer aldıkları diziler gösterimden kaldırılan oyuncular, konserleri iptal edilen sanatçılar, gazetelerinden, kanallarından uzaklaştırılan gazeteciler[9]…
- Twitter’da Ömer Hayyam’ın bir şiirini paylaşan Fazıl Say’a hapis cezası…
- Hiçbir kanıt olmaksızın, lehteki bilirkişi raporlarına karşın Pınar Selek’in müebbete mahkûmiyeti… Ve hakkında kırmızı bülten çıkartılması…
- Kılına dokunulmayan TCK 301. madde, halkı askerlikten soğutma “suç”unu düzenleyen 318. madde, Başbakan’ın medyada kendisine yönelik eleştirilere karşı bir silah olarak kullandığı 125. madde, “suçu ve suçluyu övme” “suç”unu düzenleyen 215. madde, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik”i düzenleyen (Fazıl Say’ın mahkûmiyetine dayanak oluşturan) 216. madde; Terörle Mücadele Yasası’nın bütünü…
- “Kentsel dönüşüm” gerekçesiyle kent dışına sürülen kent yoksulları…
Devam etmeyelim, değil mi?
Yine de bu paketin bir işlevi olduğunu düşünüyorum. Daha önceki demokratikleşme ve yargı “paketleri”yle, hatta 12 Eylül 2010’daki referanduma sunulan düzenlemelerle birlikte ele alındıklarında, iktidar partisinin “demokratikleşme” girişimlerinin ne denli palyatif, ne denli gönülsüz, ne denli yüzeysel, ne denli samimiyetsiz, ne denli ayak sürüyücü olduğunu gözler önüne seriyorlar… Tabii AKP sevdasının minimalistleştirmediği, “buna da şükür”cüler dışındakiler için…
5 Ekim 2013 18:29:06, Ankara.
N O T L A R
[*] Tîroj, Yıl:11, No.65, Kasım-Aralık 2013…
[1] François Olivier.
[2] Oral Çalışlar, “Cemevi ve Ruhban Okulu da Olsaydı…”, Radikal, 1 Ekim 2013.
[3] Hadi Uluengin, “Yetmez, Ama Evet!”, Taraf, 2 Ekim 2013.
[4] Oya Baydar, “Ne Kabaq ne Devrim; Kazanımların Kerhen Tescili”, T24, 2 Ekim 2013, http://t24.com.tr/yazar/oya-baydar/55.
[5] Bir örnek için bkz. Raúl Useche Rodríguez, Educación indígena y proyecto civilizatorio en Ecuador Universidad Andina Simon Bolivar, Abya Yala, Corporación Editora Nacional, Quito, 2003, özellikle ss.74-76.
[6] Bkz: 3 Ekim 2013 tarihli Taraf gazetesi manşeti: “İlk Kürtçe Okula Cemaat Talip”.
[7] Bursa Roman Kültürünü Tanıtma ve Yaşatma Derneği Başkanı Efkan Özçimen, demokratikleşme paketinde aradıklarını bulamadıklarını söyledi. Özçimen, Romanların soykırım tehdidi altında olduğunu, ayrımcılığa uğradıklarını belirterek Romanların yüzde 70’i okuma yazma bilmezken Roman Enstitüsü açılmasının sorunlarını çözmeyeceğini vurguladı. Efkan Özçimen, “Yoksulluk nedeniyle okula gidemiyorlar. Üniversiteyi bitirenler de iş bulamıyor. 4 yıl okuyup, dışlandığı için hamallık yapanlar var. Sosyal alanda, eğitimde, barınmada yokuz,” dedi. (Levent Gencelli, “Enstitüyü Ne Yapalım?”, Cumhuriyet, 1 Ekim 2013.)
[8] Meriç Tafolar, “Türkiye Gazeteci Cezaevi”, Milliyet, 27 Mayıs 2013.
[9] Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS), Gezi Parkı Direnişi’nin başladığı 27 Mayıs 2013 tarihinden bugüne dek toplam 21 gazetecinin işten atıldığını, 37’sinin ise istifaya zorlandığını, en az 14’ünün de zorunlu izne çıkarıldığını belirtti. TGS, her geçen gün bu sayılara yeni ilaveler yapıldığını kaydetti.” (“72 Gazeteci İşinden Uzak”, Cumhuriyet, 23 Temmuz 2013, s.9.) (İşten atılan medya mensuplarının güncellenmiş 81 kişilik listesi için bkz: Serkan Ocak, “Ve Can Dündar da Gitti”, Radikal, 2 Ağustos 2013, s.5.)

Sibel Özbudun
1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;
1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.
Son Haberler
Sayfalar

Güzel insanların ardından kurulan her cümle yetersizdir…(İsmail Cem Özkan)
Şimdi anıları olanlar hemen anılarını paylaşmayacak, zamanı gelince yazarlar ya da anı kitabı yapılacaksa oraya bir kaç kelime bırakacaklardır ama popüler olanı yapacaklar yani varsa birlikte çektikleri/ çekildikleri fotoğraflarını paylaşacaklar...
Turan Eser benim geçmişi (artık geçmiş oldu, zamanda üzerine eklenince) uzun bir sancılı dönemin dostluğuna dayanıyor...

Emperyalizm Üzerine Notlar-6
13-15 Eylül 2024 ICOR Uluslararası “Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” Semineri 1. Gün
Giriş: Almanya’nın Thüringen Eyaleti’ndeki Truckenthal’da 13-15 Eylül 2024 tarihleri arasında ICOR’un, Lenin’in 100. ölüm yıldönümü anısına, ”Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” adı altında uluslararası büyük bir seminer yapıldı. Bu seminer’de “Lenin ve Emperyalizm” başlıklı 1. bölüm’de ben de bir sunum yaptım.
Rothe Fahne (Kızıl Bayrak) dergisinden kısa bir bilgilendirmeyi buraya alıyorum.

Erdoğan ve cumhur ittifakı’nın hazırlıkları iç savaş odaklıdır!
İçinden geçilmekte olan sürecin bu ayırt edici özelliği, rejimin ne kadar da kırılgan bir durumda olduğunun, çıplak bir ifadesi olarak da okunabilir elbet.

Serdareme, Caneme, Hevaleme…
Her devrimci değerlidir. Ancak bazıları istisnadır. Yaşam ve duruşlarıyla, söz ve eylemleriyle derin izler, unutulmaz anılar geride bırakır. Geçtikleri her yerde devrimin, özgürlüğün dinmeyen esintilerini bırakır. Devrimcilerin değerlerini belirleyen her daim hatırlanan pratik ve eylemleri ve yazdığı unutulmaz eserleridir. Serdar Can yoldaş her ikisini de doğru yapmaya çalıştı. Hem devrimin kalemini hem de devrimin silahını iyi kullandı. Hem de en geç yaşlarında.

Erdoğan yeni anayasa istemi ne tür bir ihtiyacin ürünü ?
Siyasal İslamcı din bezirganı Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, özelliklede son yerel seçimlerde uğradığı ağır hezimetin ardından, adeta gün aşırı bir sıklıkla, toplumun artık yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğunu dilendirmekte. Bu demek oluyor ki Erdoğan’a göre, 22 yıllık iktidarları döneminde yeni bir anayasa, toplumsal bir ihtiyaç haline gelmemiş. Gelse, ille ki o zaman da bunu gündeme taşır ve çözmek isterdi, değil mi? Peki şu son dört-beş aylık zaman diliminde ne oldu da birdenbire acil bir ihtiyaç haline geldi?

Asıl Olan, Örgütlü Yığınların Mücadelesidir
Çağımız, emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır. Yaşanan tüm değişimlere, ideolojik anlamdaki çürüme ve yozlaşmaya rağmen işçi sınıfının ezen ve ezilenler mücadelesindeki tarihsel misyonu hala gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Yaşanmakta olan, ikili hukuk denkleminde,bir ara rejim midir?
Resmi adıyla, “Cumhur Başkanlığı Hükümet Sistemi”ne, günlük kullanım diliyle “tek adam diktatörlüğü”ne geçişle birlikte ve özellikle de ırkçı faşist-kontra bir odak partisi olan MHP katılımıyla oluşturulan “Cumhur İttifakı” iktidarı altında; sistemin, Anayasasında kendisini tanımlaya geldiği ve iyi kötü ve de taklidi de olsa, bir şekilde uygulanmaya çalışılan “laik” ve Anayasal “hukuk Devleti” prensipleri, adım adım terk edilmeye başlandı.

Komutan Orhan Cihat Bingöl (Nubar Ozanyan)
Duyduğumuzda inanmakta ve kabul etmekte zorlandığımız şehit haberleri yüreğimizi fena halde acıtsa da ideallerine ve anılarına bağlı kalma, mücadele bayraklarını daha yükseklere taşıma sözü vermeye devam edeceğiz.
Kürt ve özgürlük düşmanları sevinmesin! Hesapsızca toprağa düşen her gerilla Kürdistan topraklarında yeniden doğacaktır. Ve onlar her daim ölümsüzlük içinde çoğalarak büyüyecek birer dağ olup düşmanın üstüne yürüyerek anılacaklar. Ne yaşamları ne toprağa düşüşleri ucuz ve kolay olmayacaktır.

Vitrin olma kız... vitrin olma...
Sen, senle halk arasında artırılan düşmanlığı çözmenin araçlarının neler olduğunu bilmiyorsan...
Şimdi ne kadar güzel olurdu değil mi kız...
ne kadar güzel olurdu...
mecliste, belediye başkanlıklarında bir...
Öyleyse.... öyleye...
Hayeller.... söylemler...
Kitleler...
yüzlerini dahil seçemeceğimiz kalabalıklar...
Gerçekler ise....
Zil zurna, kah kaha atarken sümükleri dahil ağızlarına giren masaları tek tek dolaşarak, mekan yeni insanlar..
Hemi... hemi...
hayat bu... gerçeklik bu ise...

Şeriat ve kadın
Tüm kurumları üzerinden devlet erkine artık tamamen hakim hale geldiğini düşünen siyasal İslamcı Erdoğan iktidarı, dini esaslar üzerinden toplumsal yaşamın yeniden kurgulanması esas hedefi doğrultusundaki ana hamlelerini, “İstanbul Sözleşmesi”ni feshederek, “Her kürtaj bir Uludere’dir”tavrıyla, en nihayetinde vasat ölçüler içinde kadın haklarını belli yönleriyle koruyan “6284 Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasası”na ilişkin tutumuyla ve keza “9.

Türkiye ve kuzey Kürdistanlı solculara yönelik bayrak eleştirisi
Kendisi de sol-sosyalist cenahtan olan yazar ve aynı zamanda televizyon programcısı sayın Merdan Yanardağ, on binlerce solcunun, Fransa’da faşistleri yenilgiye uğratarak seçimlerin galibi olan Yeni Halk Cephesi’nin zaferini kutlamak için, ellerinde Fransa bayrağı ile toplaştığı Cumhuriyet Meydanı’nda, coşkuyla Enternasyonal marşını seslendirmelerinden övgü ve gıptayla bahsederken: “Bakın diğer ülke devrimcilerinin kendi ulusunun bayrağıyla bir sorunu yok. Ellerinde Fransa Bayrağı ile hep birlikte Enternasyonal okuyorlar.