Devrimci Pratik ve Militanlaşma
Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür. Bu hesaplaşma, teorik birikimle ve ona uygun olarak sınıf düşmanlarına karşı sergilenen devrimci militan pratikle olur. Üretim alanlarında, sokaklarda militan mücadeleden kopuk, sistemin çizdiği sınırlar içine hapsolmuş bir mücadele çizgisiyle bu zorlu sürecin militanı yaratılamaz. Bu tarzda bir şekilleniş iktidar perspektifinden yoksundur. Bu anlayış çerçevesinde yapılacak teorik çalışmalar dergi ve kitap sayfalarında kendisine yer bulabilir. Ama gerçek manada yürütülen sınıf savaşımı sahasında esasta bir karşılığı yoktur.
Bu demektir ki, ezen ve ezilenler savaşımında tarihsel bir misyon yüklenmeye soyunan her yeni sınıf bilinçli özne, devrimci teori ile pratik arasındaki diyalektik bağı doğru bir tarzda kurmalıdır. “Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz” tarihsel değerlendirmelere her fırsata kulak vermelidir. Her şeyden önce teorik perspektiften yoksun bir devrimci pratik düşünülemez. Aynı zamanda devrimci pratikten yoksun bir teorik çalışmanın sınıf savaşımı açısından bir karşılığı olmaz. Sınıf mücadelesinden kopuk çalışmalar tek tek bireylere entelektüel bir meziyet kazandırabilir. Ama onları asla proleter bir devrimin militanı yapmaz. Proleter nitelikli bir devrimin militanı olmak, devrimci teoriyle pratiğin uyumuna, kolektif aklı kullanmaya hürmeti zorunlu kılar.
Sınıf savaşımında her sürecin kendine has özgünlükleri, öncelikleri vardır. Bir proleter hareket bu öncelikleri ve özgünlükleri kavradığı oranda görevlerini somutlayabilir; karşı karşıya kaldığı zorlukları aşmak için mücadele araçlarına zenginlik katabilir.
Söz gelimi, bugün devrimci ve komünist hareket hem dünyada hem de yaşadığımız coğrafyada kapsamlı bir saldırı altındadır. Dolayısıyla bu saldırılara karşı en geniş devrimci birlikler kurmalıyız ve var olanları daha işlevli hale getirmek için ortak kampanyalar örgütlemeliyiz. Tüm bu faaliyetler içinde aktif bir rol oynamak için daha çok çaba sarf etmeliyiz. Açık ki, ortak düşünmeye, ortak hareket etmeye kayıtsızlık, devrimci sorumlulukla bağdaşmaz. Kısacası genel manada bu duruşu, egemen güçlerin saldırılarına karşı birleşik devrimci mücadele açısından daha özgün pratik bir tutum geliştirme olarak da tarif edebiliriz. Elbette ki, böylesi süreçlerde müttefiklerimizle aramızdaki farklılıkları silikleştirmemeliyiz. Bilakis farklılıklarımız üzerinde yapıcı-seviyeli tartışmalar yürütmeliyiz. Ama sürecin özgünlüğüne uygun olarak ortak yanlarımızı ön plana çıkararak, bunlar üzerinde devrimci pratiklere yönelmeliyiz.
Çünkü egemen sınıfların bu kapsamlı saldırılarına karşı kitleleri devrimci bir ruhla eğitmek, devrimci seçeneği mücadele alanlarında kararlı bir duruşla ifade etmek, devrimden, emekten yana olan her devrimci öznenin görevidir. Örgütlü güçlerin varlık gerekçesidir.
Keza, emperyalist sistemin krizinin giderek derinleştiği ve yeni bir dünya savaşı tehlikesinin arttığı, sürmekte olan bölgesel savaşların gün geçtikçe daha büyük yıkım ve kıyımlara yol açtığı bir süreçten geçiyoruz. Bu sürecin devrimci ve komünist güçlere yüklediği özgün görevler ve sorumluluklar vardır.
Bu görevlerin bazılarını şöylece özetlemek mümkündür: Artan savaş tehlikesine karşı geniş halk yığınlarını aydınlatmak, işçi ve emekçilerin gün geçtikçe derinleşen yoksulluğunda, emperyalist tekellerin silahlanma alanındaki rekabetin oynamış olduğu rolü ortaya koyarak kampanyalar örgütlemek. Bu görevler yerine getirildiği oranda işçi ve emekçiler cephesinde anti-emperyalist, anti-faşist mücadele bilincine yeniden ivme kazandırılabilir. Güvenlik, özgürlük ikileminde öncelenen güvenliğin, demokratik hak ve özgürlükler mücadelesine karşı devreye sokulan ırkçı ve faşist saldırıların nedenleri geniş halk yığınları içinde daha da anlaşılır kılınabilir.
Güncel bağlamda devrimci pratiğe-kitle çalışmasına sıkça vurgu yapmamız, aynı zamanda bu konularda yaşanan yetersizliklerimize karşı öz eleştirel bir yaklaşımı da içermekte. Dahası sınıf mücadelesinde devrimci pratik yalnız coşku ve heyecan yaratmaz; aynı zamanda güven de yaratır. Eleştiri-öz eleştiri silahına yapıcı ve sorumlu yaklaşımlar kazandırır. Ve tüm bunlar da objektif olarak devrimci çalışmalarımızı olumlu temelde etkiler.
Son Haberler
Sayfalar
AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]
“Bilginin iktidarla ilişkisi
sadece uşaklıkla değil,
hakikâtle de ilgilidir.”[1]
Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]
Krizin içindeyiz.
Krizle sarsılıp, savruluyoruz.
Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.
Vs., vd’leri…
Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.
“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.
Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]
“Yükselen her şey düşecektir.”[1]
Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”
Alevilerin cennette zaten işi yok
TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’ diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.
SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER
Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.
Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları
BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.
materyalist bilgi teorisi ve komünist partileri
“İnsan pratiği, materyalist bilgi teorisinin doğruluğunu tanıtlar.” Marks
İnsanın üretimdeki, üretim içindeki ilişkileri ve faaliyetleri, diğer tüm faaliyetlerinin üstünde ve onların üzerinde belirleyici bir rol oynama temel özelliğine sahiptir. Bu bağlamda, insanın bilgisi üretimdeki faaliyetlerinden bağımsız değil, bizzat ona bağlı olarak gelişir ve şekillenir.
HER GÜN DÖRT İŞÇİ, BEŞ KADIN
“Son kötü günleri yaşıyoruz belki
İlk güzel günleri de yaşarız belki
Kekre bir şey var bu havada
Geçmişle gelecek arasında
Acıyla sevinç arasında
Öfkeyle bağış arasında//
Biz kırıldık daha da kırılırız/
Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.”[1]
ÇİN: KARMAŞIK BİR SORU(N)…[1]
“ben hiç başlamamış bir dündeyim.
yağmur yağacak...
hiç başlamamış bir yarın çok var.
hiç bitmeyen bir dün de çok var...”[1]
Arif Dirlik’in, “Sadece bir ulus değildir; bir uygarlıktır,” notunu düştüğü Çin’in geneli veya özelde ise “bugünü” hakkında yazmak kolay değil.
Binlerce tarihsel bağıntı ve güncel referanslarıyla Çin, çoklu bir örnektir.