Çarşamba Şubat 26, 2025

Devrime kendini adamak üzerine…

Adanmışlık, sınırsız katılım demektir. Koşulsuz bir bağlılığı, devrime dair en üst boyutta bir istenci ve engel tanımayan bir azmi koşullar. Ancak, adanmışlığı bir kavram olarak tarif edeceğimiz komünist devrimcilik olunca buna bir dizi kriteri daha dahil etmeliyiz.

Marksizm’in teorik gerçeklerini ve ideolojik çizgisini kavrama ve geliştirmedeki çaba, kitlelerle politik temelde kurulacak düzenli bağ, örgütlü yaşamda ve çalışma tarzında disiplin, faaliyete dair geliştirici ve yaratıcı pratik vb. şekilde özetleyeceğimiz kriterler, üstte bahsettiğimiz militan özelliklerle birleştiği zaman, devrimi somut bir güce dönüştürecek olan kadro gerçekliği açığa çıkmaktadır. Bu kadro gerçekliği kitlelerin bağrından çıkan ve ona dönecek olan kudreti ile yaşamı yönetir. Kadro bu özellikleri ile girdiği her alanda yeni bir kültür ile donanacak ve politik bir müfreze olarak üretim gücü güçlenecektir.  Ancak burada dikkate değer mesele, tüm bu tanımların “ideal olan” olarak tabir edilmesi ve güncel realite ile ciddi bir açı farkı barındırmasıdır. TDH’ın bütünü açısından yaşanan kimi yetmezliklere doğrudan işaret eden bu tablo, esas itibari ile önemli bir tartışma konusuna da kapı aralamaktadır.

Şöyle ki, Stalin yoldaşın ifadeleri ile “doğru siyasal çizgi bir kere belirlendi mi, her şeyi, hatta siyasal çizginin kendi kaderini de belirleyen” kadrolardır. Ancak geçtiğimiz sayılarda da tartıştığımız, politik çizginin silikleşmesi ve örgütlü çalışma tarzının yitimi meselesinin açığa çıkarttığı tasfiyeci ve bürokrat tarz, ilk ve en kapsamlı etkiyi kadro gerçekliği içerisinde üretmekte; bu da devrimci adanmışlık ve militan ruhun dejenerasyonunu, kadroların niteliksizliğini yaratarak son kertede devrimciliği içi boş küfeye çevirmektedir.

Dejenerasyon…

Kastettiğimiz içerik itibari ile ilk olarak altı çizilmesi gereken mesele, kadro niteliğinden yoksun kadrolar gerçekliğinin yarattığı dejenerasyona dairdir. Bahse konu dejenerasyon, temelde bir önderlik boşluğuna ve doğru bir kadro politikasının eksikliğine işaret etmekte, bunun yarattığı çarpık sonuç, kitle pratiğinden öğrenmeyen, yetersiz ve memur zihniyetli bir kadro yapısı doğurmaktadır. Bu temelde açığa çıkan tablo ise, devrimin ihtiyaçlarına uygun bir örgütsel esneklik yerine kitlelere karşı katı, sekter, değişime kapalı ve iç yapıda liberal, “adamcı”, apolitik bir kadro profili açığa çıkartmaktadır.

Mao Zedung’un  “Liberalizm ideolojik mücadeleyi reddeder ve ilkesiz barıştan yanadır; bu yüzden yozlaşmış ve bayağı bir tavra yol açar, Parti ve devrimci örgütler içindeki bazı birimlerde ve bireylerde siyasi soysuzlaşmayı doğurur” şeklinde ortaya koyduğu liberalizm teşhisi bahsini ettiğimiz dejenerasyona da işaret etmektedir. Komünist kadrolar her şeyden önce politik çizgide sebat eden, onu üreten-sınayan ve örgütlü güce dönüştürendir. Bu, Mehmet Demirdağ yoldaşın ifadesi ile Proletarya Partisi’ni devrime götürmenin formülasyonundan birisidir. Diğer bir ifadeyle bu “Partiyi korumak”tır. Liberalizm ve ortaya çıkan siyasal soysuzlaşma ayakları net bir ideolojik çizgi ve doğrudan kitle pratiğinde sınanmışlık temellerine basmayan bir örgütsel faaliyeti ortaya çıkarır. Hal böyle olunca devrimci teori ve politikayı anlamayan, dogmatik, ilkelere yaslanmayan, ancak tüm bunları da ahkam keserek savunan lümpen bireyler ortaya çıkar. Bu tür bireylerin kurutucu ve çürütücü etkisi vardır. Tüm niteliksizlikler burada toplanır ve bu niteliksizlik politika olarak devrim mücadelesini kurutur-çürütür. Son kertede bu durumun üreteceği neticenin, devrimciliği kitlelerin ihtiyacına göre şekillendirmek yerine kendi yetersizliğine göre revize ettiği, bu temelde kabul edilmelidir. Dolayısıyla bu tür bireylerin kendilerini devrime adamadıkları, aksine devrimi kendilerine adayarak devrim mücadelesini değersizleştirdikleri ve devrimci müfrezeyi çürüttüğü aşikârdır. Komünist kadroların “partiyi koruma” görevi kimi zaman bu temelde ortaya çıkar.

Fikirleri değiştirmek, kadrolardan yararlanmak

Burada kısaca çerçevelendirerek örneklendirdiğimiz kadro yapısı, kuşkusuzdur ki, belirli bir çalışma tarzına ve önderlik yöntemine işaret etmektedir. Tren yanlış yola gidiyorsa ya da bir türlü hedefine ilerleyemiyorsa, lokomotifin durumu bu temelde irdelenmelidir. Bu noktadaki öncelikle dikkate değer boşluk, kadro politikasında oluşmaktadır. Şöyle ki, devrimcilik, samimi bir bağı ve adanmışlığı gerekli kıldığı kadar, ideolojik, politik bir niteliği ve siyasal kapasiteyi de gerekli kılmaktadır. Mao’nun “Önderlik son tahlilde iki temel sorumluluğu içerir: fikirleri geliştirmek ve kadrolardan iyi yararlanmak” tanımı, sorunun hem bir ideolojik-siyasi gerilik sorunu olduğuna hem de soruna karşı müdahale edilememesinin, müdahale misyonuna sahiplerin sorunun merkezi olduğuna dikkat çekmektedir.

Bu temelde örgütsel demokrasiyi, eleştiri-özeleştiri mekanizmasını dinamik şekilde işletmeyen bir yapının, “profesyonel yöneticiler” ile “bireye örgütlenenler” ikilisinden ibaret olduğu açık bir gerçeklik olarak karşımıza çıkar. Net olan şudur ki, MLM ilkelere göre örgütlenmeyen, ideolojik donanımdan yoksun, kitle pratiğini örgütsel olarak dönüştürücü bir güç şeklinde kavramayan bir yapının ürettiği örgütlülüğün, son kertede örgütsüzlüğe dönüştüğü görülmelidir. Zira devrime hizmetini liyakatle yerine getiremeyen bir politik organizasyon, günden güne örgüt niteliğini kaybetmeye mahkumdur. Bu temelde sıkıntıya dair Stalin Kadrolar Üzerine adlı makalesinde, “Kurtulmak zorunda olduğumuz (…) çalışmamızı frenleyen, onu güçleştiren ve ilerlememizi engelleyen iki militan tipimiz daha var.  Bu militanların birinci tipi, geçmişte hizmet etmiş, şimdi de büyük adamlık taslayan kişilerdir; bunlar, parti ve Sovyet devleti yasalarının kendileri için değil, avanaklar için yapıldığını düşünürler. (…) Sovyetler iktidarının geçmişteki hizmetleri yüzünden kendilerine çatmayı göze alamayacağını umuyorlar. Bu kendini beğenmiş büyük beyler, kendilerini yeri doldurulamaz sanıyorlar ve ceza görmeksizin yönetici organların kararlarına karşı gelebileceklerini sanıyorlar. Bu militanlara nasıl davranmalı? Hiç duraksamadan, geçmiş hizmetlerine hiç bakmadan, bunları yönetici görevlerden almak gerekir. (…)  Şimdi de ikinci tipe bakalım. Gevezelerden söz etmek istiyorum, namuslu gevezeler de diyebilirdim, evet bu namuslu, dürüst, Sovyet iktidarına bağlı, ama ne olursa olsun bir şeyi düzenlemek, yönetmek ellerinden gelmeyen adamlardan (…)” şeklinde tanımlamakta ve saflarda yaratılan dejenerasyonu özetlemektedir.

Sonuç olarak, devrime adanmışlık, ihtiyaç duyulan militan kişiliğin temel kriterlerinden birisidir. Ancak, bu adanmışlık MLM ideoloji ile beslenmeyip, kitle pratiğinde sınanmadığında; örgütlü yapı, kadroların fikir ve inisiyatiflerini açığa çıkartabilecekleri demokratik kanallarla örülmediğinde, örgütlülük tekkeye dönüşmeye, faaliyet ise günü kurtaran pratiklerin dışına çıkamamaya mahkûmdur. Devrimin gerçek kılınabilmesi için, öncelikle bunu gerçek kılacak kadrolar üretilmek zorundadır. Bu temelde bir dönüşüm, “tarihin olumlu birikimine” havale edilemeyecek kadar önemli, özel politikaları ve yaklaşımı gerekli kılacak kadar acildir.

47819

Proletarya Partisi

 Proleterya Partisi'nden gundeme iliskin yazilar

Son Haberler

Proletarya Partisi

Güzel insanların ardından kurulan her cümle yetersizdir…(İsmail Cem Özkan)

Şimdi anıları olanlar hemen anılarını paylaşmayacak, zamanı gelince yazarlar ya da anı kitabı yapılacaksa oraya bir kaç kelime bırakacaklardır ama popüler olanı yapacaklar yani varsa birlikte çektikleri/ çekildikleri fotoğraflarını paylaşacaklar...

Turan Eser benim geçmişi (artık geçmiş oldu, zamanda üzerine eklenince) uzun bir sancılı dönemin dostluğuna dayanıyor...

Emperyalizm Üzerine Notlar-6

 

13-15 Eylül 2024   ICOR Uluslararası “Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” Semineri 1.  Gün

Giriş: Almanya’nın Thüringen Eyaleti’ndeki Truckenthal’da 13-15 Eylül 2024 tarihleri arasında ICOR’un, Lenin’in 100. ölüm yıldönümü anısına, ”Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” adı altında uluslararası büyük bir seminer yapıldı. Bu seminer’de “Lenin ve Emperyalizm” başlıklı 1. bölüm’de ben de bir sunum yaptım.

Rothe Fahne (Kızıl Bayrak) dergisinden kısa bir bilgilendirmeyi buraya alıyorum.

Erdoğan ve cumhur ittifakı’nın hazırlıkları iç savaş odaklıdır!

İçinden geçilmekte olan sürecin bu ayırt edici özelliği, rejimin ne kadar da kırılgan bir durumda olduğunun, çıplak bir ifadesi olarak da okunabilir elbet.

Serdareme, Caneme, Hevaleme…

Her devrimci değerlidir. Ancak bazıları istisnadır. Yaşam ve duruşlarıyla, söz ve eylemleriyle derin izler, unutulmaz anılar geride bırakır. Geçtikleri her yerde devrimin, özgürlüğün dinmeyen esintilerini bırakır. Devrimcilerin değerlerini belirleyen her daim hatırlanan pratik ve eylemleri ve yazdığı unutulmaz eserleridir. Serdar Can yoldaş her ikisini de doğru yapmaya çalıştı. Hem devrimin kalemini hem de devrimin silahını iyi kullandı. Hem de en geç yaşlarında.

Erdoğan yeni anayasa istemi ne tür bir ihtiyacin ürünü ?

Siyasal İslamcı din bezirganı Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, özelliklede son yerel seçimlerde uğradığı ağır hezimetin ardından, adeta gün aşırı bir sıklıkla, toplumun artık yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğunu dilendirmekte. Bu demek oluyor ki Erdoğan’a göre, 22 yıllık iktidarları döneminde yeni bir anayasa, toplumsal bir ihtiyaç haline gelmemiş. Gelse, ille ki o zaman da bunu gündeme taşır ve çözmek isterdi, değil mi? Peki şu son dört-beş aylık zaman diliminde ne oldu da birdenbire acil bir ihtiyaç haline geldi?

Asıl Olan, Örgütlü Yığınların Mücadelesidir

Çağımız, emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır. Yaşanan tüm değişimlere, ideolojik anlamdaki çürüme ve yozlaşmaya rağmen işçi sınıfının ezen ve ezilenler mücadelesindeki tarihsel misyonu hala gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Yaşanmakta olan, ikili hukuk denkleminde,bir ara rejim midir?

Resmi adıyla, “Cumhur Başkanlığı Hükümet Sistemi”ne, günlük kullanım diliyle “tek adam diktatörlüğü”ne geçişle birlikte ve özellikle de ırkçı faşist-kontra bir odak partisi olan MHP katılımıyla oluşturulan “Cumhur İttifakı” iktidarı altında; sistemin, Anayasasında kendisini tanımlaya geldiği ve iyi kötü ve de taklidi de olsa, bir şekilde uygulanmaya çalışılan “laik” ve Anayasal “hukuk Devleti” prensipleri, adım adım terk edilmeye başlandı.

Komutan Orhan Cihat Bingöl (Nubar Ozanyan)

Duyduğumuzda inanmakta ve kabul etmekte zorlandığımız şehit haberleri yüreğimizi fena halde acıtsa da ideallerine ve anılarına bağlı kalma, mücadele bayraklarını daha yükseklere taşıma sözü vermeye devam edeceğiz.

Kürt ve özgürlük düşmanları sevinmesin! Hesapsızca toprağa düşen her gerilla Kürdistan topraklarında yeniden doğacaktır. Ve onlar her daim ölümsüzlük içinde çoğalarak büyüyecek birer dağ olup düşmanın üstüne yürüyerek anılacaklar. Ne yaşamları ne toprağa düşüşleri ucuz ve kolay olmayacaktır.

Vitrin olma kız... vitrin olma...

Sen, senle halk arasında artırılan düşmanlığı çözmenin araçlarının neler olduğunu bilmiyorsan...

Şimdi ne kadar güzel olurdu değil mi kız...

ne kadar güzel olurdu...

mecliste, belediye başkanlıklarında bir...

Öyleyse.... öyleye...

Hayeller.... söylemler...

Kitleler...

yüzlerini dahil seçemeceğimiz kalabalıklar...

Gerçekler ise....

Zil zurna, kah kaha atarken sümükleri dahil ağızlarına giren masaları tek tek dolaşarak, mekan yeni insanlar..

Hemi... hemi...

hayat bu... gerçeklik bu ise...

Şeriat ve kadın

Tüm  kurumları üzerinden devlet erkine artık tamamen hakim hale  geldiğini düşünen siyasal İslamcı Erdoğan iktidarı, dini esaslar üzerinden toplumsal yaşamın yeniden kurgulanması esas hedefi doğrultusundaki ana hamlelerini, “İstanbul Sözleşmesi”ni feshederek, “Her kürtaj bir Uludere’dir”tavrıyla, en nihayetinde vasat ölçüler içinde kadın haklarını belli yönleriyle koruyan “6284 Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasası”na ilişkin tutumuyla ve  keza “9.

Türkiye ve kuzey Kürdistanlı solculara yönelik bayrak eleştirisi

Kendisi de sol-sosyalist cenahtan olan yazar ve aynı zamanda televizyon programcısı sayın Merdan Yanardağ, on binlerce solcunun, Fransa’da faşistleri yenilgiye uğratarak seçimlerin galibi olan Yeni Halk Cephesi’nin zaferini kutlamak için, ellerinde Fransa bayrağı ile toplaştığı Cumhuriyet Meydanı’nda, coşkuyla Enternasyonal marşını seslendirmelerinden övgü ve gıptayla bahsederken: “Bakın diğer ülke devrimcilerinin kendi ulusunun bayrağıyla bir sorunu yok. Ellerinde Fransa Bayrağı ile hep birlikte Enternasyonal okuyorlar.

Sayfalar