Cumartesi Mart 15, 2025

Dünya Suriye’deki Devrimci Kürtleri Neden Görmezden Geliyor-David Graeber

Suriye Savaş Alanında demokratik bir deneyim IŞİD tarafından yok ediliyor. Dünya kamuoyunun bundan bihaber hâliyse tam anlamıyla skandal.

Babam, İspanya Cumhuriyeti’ni savunmak için 1937’de Enternasyonel Tugay gönüllüsü oldu. Olası bir faşist darbe anarşistlerin ve sosyalistlerin öncülük ettiği işçi isyanı sayesinde geçici olarak durduruldu. Bunun sonucunda İspanya’nın önemli bir kısmında şehirlerin doğrudan demokratik yönetim altına girdiği, işletmelerin ve üretimin işçilerin kontrolüne geçtiği ve kadınların radikal bir şekilde özgürleşmesini mümkün kılacak hakiki bir toplumsal devrim meydana geldi.

İspanyol devrimciler bütün dünyanın peşinden gitmek isteyeceği bir özgür toplum hayali yaratmayı umut ettiler. Bunun karşısında, dünyadaki büyük güçler ise “müdahalesizlik” politikası ilan ettiler ve cumhuriyet üzerinde katı bir abluka uyguladılar. Mussolini ve Hitler’den sonra dahi, görünürdeki imzacılar faşist tarafı güçlendirmek için silahlar ve askerler yolladılar. Sonuç, devrimin yok edildiği ve yüzyılın en kanlı katliamlarından bazılarının yaşandığı, yıllarca sürecek olan bir iç savaş oldu.

Hiçbir zaman aynı şeyin tekrar yaşanacağını göreceğimi düşünmemiştim. Hiçbir tarihsel olayın bir daha tam olarak tekrarlanmadığını biliyoruz. 1936’da İspanya’da olanlarla şu an Rojava’da –Kuzey Suriye’nin üç büyük Kürt kenti- olanlar arasında binlerce fark var. Ancak bazı benzerlikler o kadar çarpıcı ve sinir bozucu ki, ailesinin siyasetle ilişkisi birçok şekilde İspanya devrimi tarafından tanımlanmış birisi olarak şunu söylemek zorunda hissediyorum: Bu defa da aynı şekilde sona ermesine izin veremeyiz.

Rojava Özerk Bölgesi, bugünkü hâliyle, Suriye Devrimi trajedisinden sonra ortaya çıkan birkaç tane parlak bölgeden bir tanesi –hatta en parlaklarından. Esad rejiminin temsilcilerini 2011’de uzaklaştırdıktan sonra ve neredeyse bütün komşularının düşmanlığına rağmen, Rojava sadece bağımsızlığını koruyan bir bölge olmadı, aynı zamanda tarihe geçecek bir demokratik deneyimi de hayata geçirdi. Halk meclisleri oluşturuldu ve bunlar karar alıcı organlar hâline getirildi; etnik dağılıma özen gösterilen konseyler seçildi (her belediyede en üst düzey üç görevin bir Kürt, bir Arap ve bir Süryani ya da Hıristiyan Ermeniye verildiği ve bu üç görevliden en az birisinin kadın olduğu), kadın ve gençlik konseyleri kuruldu. Ve İspanya’nın silahlı kadın güçleri olan Mujeres Libres(Özgür Kadınları) hatırlatan kayda değer tarihi bir yankıyla, “YJA Star” milislerinden oluşan (“Özgür Kadınlar Birliği”, buradaki “Star” kadim Mezopotamya tanrıçası İştar’a gönderme yapmaktadır) ve İslam Devleti güçlerine karşı yürütülen savaşın önemli bir kısmını üstlenen feminist bir ordu kuruldu.

Nasıl olur da böylesi bir deneyim uluslararası kamuoyunun neredeyse tamamı ve uluslararası solun büyük bir kısmı tarafından ısrarla yok sayılabilir, görmezden gelinebilir? Bunun en önemli sebebi, öyle gözüküyor ki, Rojava’nın devrimci partisi PYD’nin Türkiye’deki Kürdistan İşçi Partisi’yle (PKK) işbirliği içinde olmasıdır. PKK, Türk Devleti’yle kökleri 1970’lere dayanan uzun bir savaş geçmişi olan Marxist bir gerilla hareketidir. NATO, ABD ve AB PKK’yi resmi olarak “terörist” bir örgütlenme olarak sınıflamaktadır. Solcularsa Stalinist olduklarını söylemektedir.

Ancak işin aslı şu ki, PKK artık eskiden olduğu gibi o tepeden aşağı örgütlenen Leninist bir parti değil. Örgüt kendi iç değişiminin ve 1999’dan bu yana Türkiye’de bir ada-cezaevinde tutulan kurucusu Abdullah Öcalan’ın entelektüel müdahaleleri sonucunda amaçlarını ve taktiklerini bütünüyle değiştirmiştir.

PKK, mücadelesinin amacının Kürt devleti olmadığını açıklamıştır. Bunun yerine, kısmen sosyal ekolojist ve anarşist Murray Bookchin’in vizyonundan da etkilenerek, Kürtlere “özgürlükçü belediyecilik”/“demokratik özerklik” temelinde doğrudan demokrasi ilkelerine yaslanan, özgür ve kendini yöneten toplulukların kurulması yönünde çağrılar yapmıştır. Özgür ve kendini yöneten bu demokratik toplulukların bir süre sonra ulusal sınırları aşarak bir araya geleceği gelmesi ve bu sınırları anlamsızlaştıracağı umut edilmektedir. PKK, Kürt mücadelesinin ancak bu sayede hakiki demokrasi, katılımcı ekonomi ve bürokratik ulus-devletin aşamalı çözülmesini hedefleyen bir uluslararası hareketin modeli hâline gelebileceğini savunuyor.

2005’ten bu yana, Chiapas’taki Zapatista isyancılarının stratejisini de göz önünde bulunduran PKK, Türk Devleti’yle tek taraflı ateşkes ilan etti ve hâli hazırda kontrol ettiği bölgelerde demokratik yapılar geliştirmeye başladı. Bazıları bu konudaki ciddiyetlerini sorguladı. Örgüt içindeki bazı otoriter unsurlar varlıklarını açıkça sürdürdü. Ancak Suriye Devrimi’nin Kürt radikallere bu tarz toplumsal deneyleri daha geniş bir komşu bölgede gerçekleştirme şansı verdiği Rojava deneyimi, bu yaşananların bir vitrin süsleme durumu olmadığını çok açık bir şekilde gösterdi.

Konseyler, halk meclisleri ve milisleri oluşturuldu, rejimin mülkleri işçiler tarafından işlenen ve yönetilen kooperatiflere dönüştürüldü –ve bütün bunlar aşırı sağcı IŞİD güçlerinin sürekli saldırılarına rağmen gerçekleştirildi. Sonuçlar toplumsal devrimin bütün şartlarını yerine getiriyor. En azından Orta Doğu’da herkes bu çabaların farkında, özellikle de PKK ve Rojava güçlerinin yereldeki Peşmerge güçlerinin terk ettiği Şengal Dağı’nda mahsur kalan binlerce Êzidi mülteciyi kurtarmak için Irak’taki IŞİD bölgesine müdahale etmesi ve bu bölgede başarılı bir şekilde savaşmasından sonra. Bu çabalar bölgede çok ciddi bir başarı sayılırken, Avrupa ve Kuzey Amerika basınından neredeyse hiç yer bulmadı.

Şimdi IŞİD, Irak ordusundan aldığı Amerikan yapımı tankların ve ağır silahların yardımıyla Kobanê’deki devrimci milislerden intikam almak amacıyla geri döndü. Niyetlerinin bütün sivil halkı katletmek ve köleleştirmek –evet kelimenin tam anlamıyla köleleştirmek- olduğunu açıkladılar. Bu sırada, sınırda bekleyen Türk ordusu cephane ve mühimmatın direnişçilere geçmesini engelliyor. Dünyanın en önemli ve büyük demokratik deneyimlerinden birisini savunanları baskı altında tutanlarla savaşta olduğunu söyleyen Amerika’nın uçaklarıysa görünüşe bakılırsa sadece ilerde bir şeyler yaptıklarını söyleyebilmek için havada vızıldıyor, ara sıra sembolik, sinir bozucu ve önemsiz bombardımanlar yapıyor.

Eğer bugün Franko’nun yüzeysel dindarlığına, katliamcı Falanjistlere benzer birileri varsa o IŞİD değil de kim olacak? Eğer bugün İspanya’nın özgür kadınlarına benzer birileri varsa Kobanê’deki barikatları savunan cesur kadınlar değil de kim olacak? Dünya kamuoyu – ve bu sefer en vahimi de uluslararası sol- gerçekten de tarihin kendini tekrarına izin vererek bu suçun ortağı mı olacak?

Kaynak: The Guardian, 8 Ekim 2014

çeviri: Onur Günay

 


85227

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Misafir yazarlar

Güzel insanların ardından kurulan her cümle yetersizdir…(İsmail Cem Özkan)

Şimdi anıları olanlar hemen anılarını paylaşmayacak, zamanı gelince yazarlar ya da anı kitabı yapılacaksa oraya bir kaç kelime bırakacaklardır ama popüler olanı yapacaklar yani varsa birlikte çektikleri/ çekildikleri fotoğraflarını paylaşacaklar...

Turan Eser benim geçmişi (artık geçmiş oldu, zamanda üzerine eklenince) uzun bir sancılı dönemin dostluğuna dayanıyor...

Emperyalizm Üzerine Notlar-6

 

13-15 Eylül 2024   ICOR Uluslararası “Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” Semineri 1.  Gün

Giriş: Almanya’nın Thüringen Eyaleti’ndeki Truckenthal’da 13-15 Eylül 2024 tarihleri arasında ICOR’un, Lenin’in 100. ölüm yıldönümü anısına, ”Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” adı altında uluslararası büyük bir seminer yapıldı. Bu seminer’de “Lenin ve Emperyalizm” başlıklı 1. bölüm’de ben de bir sunum yaptım.

Rothe Fahne (Kızıl Bayrak) dergisinden kısa bir bilgilendirmeyi buraya alıyorum.

Erdoğan ve cumhur ittifakı’nın hazırlıkları iç savaş odaklıdır!

İçinden geçilmekte olan sürecin bu ayırt edici özelliği, rejimin ne kadar da kırılgan bir durumda olduğunun, çıplak bir ifadesi olarak da okunabilir elbet.

Serdareme, Caneme, Hevaleme…

Her devrimci değerlidir. Ancak bazıları istisnadır. Yaşam ve duruşlarıyla, söz ve eylemleriyle derin izler, unutulmaz anılar geride bırakır. Geçtikleri her yerde devrimin, özgürlüğün dinmeyen esintilerini bırakır. Devrimcilerin değerlerini belirleyen her daim hatırlanan pratik ve eylemleri ve yazdığı unutulmaz eserleridir. Serdar Can yoldaş her ikisini de doğru yapmaya çalıştı. Hem devrimin kalemini hem de devrimin silahını iyi kullandı. Hem de en geç yaşlarında.

Erdoğan yeni anayasa istemi ne tür bir ihtiyacin ürünü ?

Siyasal İslamcı din bezirganı Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, özelliklede son yerel seçimlerde uğradığı ağır hezimetin ardından, adeta gün aşırı bir sıklıkla, toplumun artık yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğunu dilendirmekte. Bu demek oluyor ki Erdoğan’a göre, 22 yıllık iktidarları döneminde yeni bir anayasa, toplumsal bir ihtiyaç haline gelmemiş. Gelse, ille ki o zaman da bunu gündeme taşır ve çözmek isterdi, değil mi? Peki şu son dört-beş aylık zaman diliminde ne oldu da birdenbire acil bir ihtiyaç haline geldi?

Asıl Olan, Örgütlü Yığınların Mücadelesidir

Çağımız, emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır. Yaşanan tüm değişimlere, ideolojik anlamdaki çürüme ve yozlaşmaya rağmen işçi sınıfının ezen ve ezilenler mücadelesindeki tarihsel misyonu hala gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Yaşanmakta olan, ikili hukuk denkleminde,bir ara rejim midir?

Resmi adıyla, “Cumhur Başkanlığı Hükümet Sistemi”ne, günlük kullanım diliyle “tek adam diktatörlüğü”ne geçişle birlikte ve özellikle de ırkçı faşist-kontra bir odak partisi olan MHP katılımıyla oluşturulan “Cumhur İttifakı” iktidarı altında; sistemin, Anayasasında kendisini tanımlaya geldiği ve iyi kötü ve de taklidi de olsa, bir şekilde uygulanmaya çalışılan “laik” ve Anayasal “hukuk Devleti” prensipleri, adım adım terk edilmeye başlandı.

Komutan Orhan Cihat Bingöl (Nubar Ozanyan)

Duyduğumuzda inanmakta ve kabul etmekte zorlandığımız şehit haberleri yüreğimizi fena halde acıtsa da ideallerine ve anılarına bağlı kalma, mücadele bayraklarını daha yükseklere taşıma sözü vermeye devam edeceğiz.

Kürt ve özgürlük düşmanları sevinmesin! Hesapsızca toprağa düşen her gerilla Kürdistan topraklarında yeniden doğacaktır. Ve onlar her daim ölümsüzlük içinde çoğalarak büyüyecek birer dağ olup düşmanın üstüne yürüyerek anılacaklar. Ne yaşamları ne toprağa düşüşleri ucuz ve kolay olmayacaktır.

Vitrin olma kız... vitrin olma...

Sen, senle halk arasında artırılan düşmanlığı çözmenin araçlarının neler olduğunu bilmiyorsan...

Şimdi ne kadar güzel olurdu değil mi kız...

ne kadar güzel olurdu...

mecliste, belediye başkanlıklarında bir...

Öyleyse.... öyleye...

Hayeller.... söylemler...

Kitleler...

yüzlerini dahil seçemeceğimiz kalabalıklar...

Gerçekler ise....

Zil zurna, kah kaha atarken sümükleri dahil ağızlarına giren masaları tek tek dolaşarak, mekan yeni insanlar..

Hemi... hemi...

hayat bu... gerçeklik bu ise...

Şeriat ve kadın

Tüm  kurumları üzerinden devlet erkine artık tamamen hakim hale  geldiğini düşünen siyasal İslamcı Erdoğan iktidarı, dini esaslar üzerinden toplumsal yaşamın yeniden kurgulanması esas hedefi doğrultusundaki ana hamlelerini, “İstanbul Sözleşmesi”ni feshederek, “Her kürtaj bir Uludere’dir”tavrıyla, en nihayetinde vasat ölçüler içinde kadın haklarını belli yönleriyle koruyan “6284 Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasası”na ilişkin tutumuyla ve  keza “9.

Türkiye ve kuzey Kürdistanlı solculara yönelik bayrak eleştirisi

Kendisi de sol-sosyalist cenahtan olan yazar ve aynı zamanda televizyon programcısı sayın Merdan Yanardağ, on binlerce solcunun, Fransa’da faşistleri yenilgiye uğratarak seçimlerin galibi olan Yeni Halk Cephesi’nin zaferini kutlamak için, ellerinde Fransa bayrağı ile toplaştığı Cumhuriyet Meydanı’nda, coşkuyla Enternasyonal marşını seslendirmelerinden övgü ve gıptayla bahsederken: “Bakın diğer ülke devrimcilerinin kendi ulusunun bayrağıyla bir sorunu yok. Ellerinde Fransa Bayrağı ile hep birlikte Enternasyonal okuyorlar.

Sayfalar