Cumartesi Kasım 30, 2024

Emperyalizm ve Ortadoğu / Müslüm Elma

ATİK dava tutsaklarından Müslüm Elma’nın savunmasının“Emperyalizm ve Ortadoğu” başlıklı bölümünden alınmıştır.

Tüm emperyalist ülkeler Ortadoğu’ya öncelikli olarak kendi emperyalist çıkarları doğrultusunda yaklaştılar-yaklaşıyorlar. Dolayısıyla Ortadoğu halklarının kendi zenginlik kaynaklarını özgürce kullanma istemleri her daim emperyalistler ve bir avuç işbirlikçileri için isyan gerekçesi sayıldı. Çünkü emperyalistler kendilerini her zaman bölgenin sahibi olarak gördüler. Winston Churchill’in Filistin konusunu incelemek üzere kurulmuş olan Peel Komisyonu’ndaki şu sözleri bunun en açık kanıtıdır:

Kulübesindeki bir köpeğin, orada uzun zamandır yaşamış olsa bile, kulübeye mutlak sahip olma hakkının var olduğuna inanmıyorum. Bu hakkı kabul etmiyorum. Amerika’daki Kızılderililere ya da Avustralya’daki siyahlara büyük yanlışlık yapıldığını kabul etmiyorum. Çünkü, daha güçlü bir ırk, daha kaliteli bir ırk ya da en azından, dünyevi olarak daha akıllı bir ırk, şayet böyle ifade edersek geldi ve onların yerini aldı.

Yukarıdaki değerlendirme dün olduğu gibi bugün de emperyalist işgalcilerin gerçek düşüncelerinin ta kendisidir. Emperyalistler bölge halklarının nasıl yaşayacağına, hangi ülkenin kaça bölüneceğine, ne zaman askeri darbelerin yapılacağına ve göstermelik parlamentoların oluşacağına karar verme hakkını kendinde görüyorlar. Emperyalistlerin bölge halklarının iradesine hiçbir zaman saygıları olmadı-olmaz da. Bugün Suriye semalarında uçan Amerikan, Rusya, İngiltere, Almanya vb. emperyalist ülkelerin savaş uçakları tam da yukarıdaki anlayışa uygun olarak Suriye ve diğer ülke halklarının geleceğini belirlemeye çalışıyor. Savaş uçakları demokrasi saçmıyor, ölüm kusuyor. Tıpkı Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da olduğu gibi.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere ve Fransız emperyalistleri “Böl ve Yönet” politikasına uygun olarak bölgede ortaya yeni mini devletler çıkardılar. Kuveyt’i Irak’tan, Lübnan ve Ürdün’ü de Suriye’den ayırdılar. Daha önce bölünen Kürdistan coğrafyasını da yeniden böldüler. Fakat emperyalistlerin “Böl-Yönet” politikası bununla sınırlı kalmadı. Arap dünyası arasında yükselen milliyetçilik rüzgarı, bölgede yaşayan diğer halkların baskı altına alınmasına neden oldu. Her yeni oluşumun dinsel, mezhepsel ve etnik ayrılıklar üzerinde şekillenmesi, beraberinde çatışma ve iç istikrarsızlığı getirdi. Emperyalistlerin yaratmaya çalıştıkları tablo da buydu. Çünkü böyle bir tablo onların alana müdahale etmesini kolaylaştırıyordu. İşbirlikçilerin vasıtasıyla yürüttükleri politikalardan sonuç alamadıkları takdirde hemen işgal hareketlerine girişiyorlardı. Çoğu zaman da bunu yasal bir zemine oturtmaya çalışıyorlardı.

Elbette ki bunun böyle olması, asla işgal hareketlerine meşruluk kazandırmaz. Çünkü o uluslararası yasaları koyan da işgalcilerin ta kendisidir. Nitekim bugün Ortadoğu halklarını yıkım ve kıyımla karşı karşıya bırakanların başında Birleşmiş Milletler üyesi olan büyük emperyalist devletler gelmektedir. Sorunun çözücüsü olarak gösterilenler, sorunun asıl yaratıcısı olanlardır.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise, Ortadoğu deyince ilk akla gelen güç ABD emperyalizmidir. ABD emperyalizminin Ortadoğu’ya yönelmesinin temelinde birçok neden vardır. Bu nedenlerin başında bölgedeki enerji kaynakları üzerinde hakimiyet kurma ve bu vesileyle dünyadaki ekonomik ve siyasal ağırlığını daha bir artırma gerçeği geliyor. Hiç şüphesiz geçmişte Sovyetler Birliği şahsında komünizme karşı mücadele argümanı kamuoyunda sıkça kullanılan bir argümandı. Bölgede milliyetçi ve siyasal dini gericiliğin yığınlar üzerinde büyük bir etki oluşturması hem ABD emperyalizminin hem de işbirlikçi faşist ve gerici yönetimlerin işini kolaylaştırıyordu.

ABD emperyalizminin bölge üzerinde egemenlik kurma planı bu süreç içinde kimi zaman Irak özgülünde olduğu gibi işgallerle, kimi zaman da işbirlikçi yönetimler vasıtasıyla uygulandı-uygulanmaya da devam ediliyor. Bu plan uygulanırken çoğu zaman batılı emperyalist devletler direkt ya da dolaylı yoldan ABD emperyalizminin yanında saf tutmuşlardır. Rusya-Çin ve diğer bazı güçler de bölgesel çıkarlarına uygun olarak konumlanmışlardır. Gelinen aşamada özellikle Rusya, bölgede İran-Irak-Suriye yönetimiyle sıkı bir ilişki içindedir. Bugün Suriye’de Esad rejimi tüm bu ülkelerden destek almaktadır. Rusya, İran ve Lübnan’daki Şii milisler, savaşın içinde aktif bir pozisyon almış durumdalar. Bu bloklaşma yerel güçler bazında Şii mezhebine mensup kesimlere dayanmaktadır. Bunun dışında ABD’nin başını çektiği 60 ülkeyi aşkın başka bir koalisyon gücü de mevcuttur. Yerel anlamda ise, Suudi Arabistan, Katar, Türkiye ve buna Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi de dahil edilmek isteniyor. Bunun yanı sıra başta İngiltere ve Almanya gibi büyük emperyalist devletler olmak üzere diğer batılı emperyalist ve gerici devletlerde direkt ya da dolaylı yoldan bu ikinci bloka destek sunmaktadırlar. Bu büyük emperyalist devletlerin bölgede bugün Rus emperyalistlerin yanında yer alan kimi devletlerle ekonomik ve siyasi ilişkileri söz konusudur. Çelişkilerin daha da derinleşmesi durumunda bu ilişkilerin nasıl bir boyut alacağını zamanla göreceğiz.

Suriye özgülünde yaşanan bu tablo, emperyalistlerin bu saldırgan politikalarının arkasında yatan gerçekleri görmek bakımından bize somut veriler sunmaktadır. Yaşanan bir pazar kavgasıdır. Bölgede hakimiyet kurma çabasıdır. IŞİD yok olsa veya siyasal arenada aktif bir güç olma pozisyonundan çıksa da, emperyalistler yine bölgedeki varlıklarını ya fiilen ya da işbirlikçi yönetimler vasıtasıyla sürdüreceklerdir. Şöyle bir tarih hafızamızı yoklayalım; ABD emperyalizmi bir dönem Sovyetler Birliği’nden gelecek olan komünizm tehlikesine karşı bölgedeki varlığının zorunluluğuna dikkat çekiyordu. Yani varlığına gerekçe olarak komünizm tehlikesini gösteriyordu.

Bilindiği gibi sosyalist maskeli bürokratik burjuva diktatörlükleri dağıldı. Peki, ABD emperyalizmi ve suç ortakları bölgeyi terk mi ettiler? Veya bu ülkelerdeki kontr-gerilla örgütlenmelerini dağıttılar mı? Tabii ki hayır. Bunlara ihtiyaç duyuyorlar. Bilakis yerleşmek için her fırsatta “demokrasi” ve “özgürlük” elçiliğine soyundular. Oysa yaptıkları-yapmaya çalıştıkları, emperyalist kölelik ilişkisini bu bölgede ve yakın çevresinde daha da pekiştirmektir. Deyim yerindeyse, bu bölge bugün mezbahaneye çevrilmiş durumdadır. Birçok ülkede yıkım-kıyım, yoksulluk adına ne ararsan var. Var olmayan tek şey ise demokrasi ve özgürlüktür. Oysa ezilen ulusların ve halkların her koşulda kendi geleceklerini kendilerinin belirleme hakları vardır. Bu yıkımların mağduru olan bir göçmen Suriyeli’nin dediği gibi “Biz sizden bir şey istemiyoruz. Sadece ülkemizi terk edin, yeter.” Aynı isteme biz de katılıyoruz. Ve yüksek sesle haykırıyoruz! Tüm emperyalist haydutlar, Ortadoğu’dan defolun!

(Devam edecek)

47448

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -2-

Son yıllarda, emperyalist savaş tehlikesinin zemininin güçlenmesine paralel, dünya genelinde ırkçı hareketlerin ve partilerin dikkat çekici boyutta güçlendiğine vurgu yapmış, bu yükselişin, sadece belirli demografik gruplarla sınırlı kalmadığını, kadınları da içine aldığını gördüğümüzü ifade etmiştik.

Peki, kadınlar neden bu tür hareketlere katılıyor? Bu sorunun yanıtı, birçok faktörün karmaşık bir birleşiminde yatıyor.

Faşizmin Yüzünü Örten Çirkin Bir Maske (Nubar Ozanyan)

İttihatçı Türk kompradorları, ekonomik-mali-siyasal krizden bir türlü kurtulamıyor. Faşizmi maskeleyen kaba uydurma parlamentoyla bile ülkeyi yönetemiyor. Zorbalık her taraftan fışkırıyor. Kötülük ve çirkinlik her yerde bütün utancıyla görülüyor. Dağda, köyde, sokakta Kürt ve emekçi kanı dökmekten çekinmeyenler dünyanın gözü ve kulağının üzerinde olduğu parlamentoda bile Kürt kadın parlamenterin kanını dökmekten çekinmiyor. Zorbalık, pervasızlık, yasa, hukuk tanımamazlık ayyuka çıkmış, had safhaya ulaşmıştır.

Emperyalist haydutlar, 3.Dünya savaşı hazırlıklarını yoğunlaştırmakla meşgul…

Bazı sol-sosyalist ve kendilerini komünist addeden kesimler hâlâ (evet, hâlâ) bir 3. Dünya Savaşı çıkacak mı çıkmayacak mı ve keza “süreci belirleyen esas etmen savaş mı devrim mi?” ikilemi girdabında, adeta miskince bir fikirsel jimnastik rehavetiyle, sorunu ele almaya devam ede dursunlar; fakat süreç, maalesef ki hem de çok hızlı bir şekilde, o istenmeyen malûm sona doğru ilerliyor. 

Fakir (Nubar Ozanyan)

Yaşamı boyunca hep yokluk ve fakirlik içinde yaşadı. Bundandır ki arkadaşları ona “Fakir’’ dedi. Ne zaman biraz dünya nimetlerine yakın olan olanaklara sahip olsa o yine fakir yaşamından ayrılmadı. Yaşamı fakir, bilinç ve yüreği zengin olan Nubar Ozanyan en alttakilerin, yoksulların, mazlumların yoldaşı olmaktan bir an olsun geri durmadı.

Servet Vergisi ve Sermayenin Olmayan Vijdanı

Bugünlerde de toplumsal eşitsizlik sermayenin birikimine ve merkezileşmesine koşut olarak artınca, zenginlerden servet vergisi alınmasını dilendirenlerde çoğalmaya başladı.[1] Servet vergisi, toplumsal servetin  belli ellerde birikmesinden bu yana ara sıra gündeme getiriliyor. Zaman zaman kısmen de uygulanmıştır. Örneğin savaş dönemlerinde vb. Yine ABD'de, 1960'larda 400 zenginden %53 oranında vergi alınmıştır.

Inger Nubar Can, Hewal Nubar, Nubar Yoldaş’a!

Halen pek çoğumuzun inanmak istemediği Nubar Ozanyan’ın ölümsüzleşmesinin 7. yılında, onu bir kez daha saygı ve sevgi ile anarken, şehadetinin yıldönümünde onu anlatmak da bizim için en zor yazılardan olacaktır.

Rusya / Ukrayna Savaşında Yeni Bir Aşama

Savaşın Rus topraklarına doğru genişlemesi Ukrayna'daki savaşın yeni bir aşamaya geçmesi anlamına geliyor.

6 Ağustos Salı gününden bu yana Ukrayna birlikleri Rusya sınırını geçerek Rusya'daki savaşta yeni bir cephe açtı. En az üç Ukrayna tugayı ve çeşitli taburlar savaşa dahil oldu ve ilerleme Rus topraklarının yaklaşık 30 kilometre içine kadar ulaştı. Bu, savaşın yeni bir aşamasının başlangıcına ve dünya savaşı tehdidinin önemli ölçüde yoğunlaşmasına işaret ediyor.

İKTİDARIN BÜYÜK YALANI: “HİÇ KİMSENİN YAŞAM TARZINA KARIŞMIYORUZ.”

Genel olarak tüm siyasal İslamcıların, ama özel olarak da İslamo-faşist Erdoğan ve iktidarının, başvurduğu en kullanışlı “idare etme” araçlarının ilk sırasında hiç kuşkusuz ki dinlerince de serbest sayılan takiyedir. Yani amaçlananı gerçekleştirebilmek için, gözünü dahi kırpmadan YALAN SÖYLEMEKTİR. 

Türkiye „Yarı-Sömürge“ Bir Ülke Mi? Emperyalizm Üzerine Notlar-4

Sömürge-Yarı-SömürgecilikÜzerine

Belliki sol-sosyalist eski nostaljik söylemlerin tekrarı bugün artık kitlelerde herhangi bir karşılık bulmuyor!

Geçenlerde, “dini bütün” olarak tabir edilen kesimlerden bir ahbabımla, “ne olacak bu memleketin hali” kıvamında sohbetteyken, şöylesi bir cümle kurmuştu: “Abi benim anlamadığım, bunca açlık, yoksulluk, işsizlik ve zulüm varken, yani koşullar aslında tam da siz devrimci solcuların kolayca taban bulmanıza ve kitleleri harekete geçirmenize ve hatta devrim bile yapmanıza bunca uygunken; bu derece atıl ve etkisiz olmanız, sence normal mi?”

KADINLARIN BİRLİĞİ | Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -1-

Emperyalistler arası çelişkiler derinleştikçe, ekonomik kriz ağırlaştıkça vb. bu sistemin sarıldığı en temel dayanaklardan birinin ırkçılık-faşizm olduğunu biliyoruz. Zira bunun, sistemin alametifarikalarından biri olduğunu birçok -acı- deneyimiyle elbette biliyoruz. Şu anda yine tam da böyle zamanlardan geçtiğimizi söylüyoruz. Bu tehlikeye dair önlemler almaktan bahsediyoruz, özellikle Avrupa’da ırkçı partilerin yükselişini izlerken, Avrupa Parlamentosu’ndan çeşitli Avrupa ülkelerinin kendi seçimlerine odaklarımızı çeviriyoruz vs.

Sayfalar