Perşembe Şubat 6, 2025

Ercan Binay’dan mektup var Abdullah KALAY’a özgürlük!

“Zulümle abad olunmaz.”[2]

 

[Bu mektup bana Bafra T Tipi Cezaevi’nde yatmakta olan Ercan Binay’dan geldi. “Demokratikleşme Paketi” üzerine, insanın içine boğuntu veren “eh, buna da şükür!”, “yetmez ama evet”, “AKP sessiz devrim yapıyor”, “Şu da olsaydı fena olmazdı” tartışmalarının patırtısında unutulup giden acil ve insanın yüreğini üşüten bir gerçeği hatırlatıyor bize: Cezaevlerindeki -bir kısmı ölümcül- hasta tutsaklar gerçeğini. Ne olur okuyun bu satırları. Kendisi de cezaevinde olmasına karşın kendi derdini unutmuş, hasta yoldaşının canını kurtarmak için çırpınan bu genç adama kulak verin. Sonra da anaakım medyanın uyumlaştırıcı, rıza-sağlayıcı, budalalaştırıcı etkisine teslim olduğunuz, onları, 154’ü ağır durumdaki, yüzlerce hasta tutuklu ve mahkûmu belleğinizin gerilerine kovaladığınız için utanın kendinizden… Utanmaktan korkmayın; bu utancın adı, vicdan’dır. Bizi insanîleştiren, odur! - Sibel Özbudun, 4 Ekim 2013 15:38:06, Ankara.]

 

Kelimeler bazen nereden geldiğini bilmediğimiz bir bulutun üzerimize düşürdüğü yağmur damlaları gibidir, gelip yüreğimize düşerler. Bir ömrü “ıslanmaktan” “korkarak”, kendi yüreğimizin kabuğunda tüketemeyiz. Bu “korkaklık” yüreği çöle dönüştürür, yürek çölleşmemeli…

Bugün hapishanelerde yüzlerce hasta tutsağın olduğunu ve her an ölebileceklerini, çoğumuz biliyoruz. Ölmek! Ne kadar soğuk, değil mi? En az ölüm kadar soğuktur bu gerçekliği bilip de duyarsız kalan yürekler. Ölüme terk edilmiş tutsaklar için ise, durumun ne kadar ağır olduğunu kavrayabiliyor muyuz? Bu tutsakların duygu ve düşüncelerini ifade etmekte kifayetsiz kalır kelimeler.

Hasta tutsaklara karşı duyarsız kalmak, insanî değerlerimizin yitimiyle sonuçlanır. Lakin yaşam zerre boşluk tanımıyor. Yiten insan değerlerimizin yerini olumsuzluğun dolduracağını tahmin etmek zor değil. Şu an farkında olmayabiliriz ama, yaşam yitirdiğimizi mutlaka karşımıza çıkarıp yüzleştirecektir. Bu yüzleşmede yitirdiğimiz değerlerin bedelini ağır ödeyeceğiz. Yaşanan bütün olumsuzluklarda insanî değerlerini yitirenler pay sahibidir. Yaşam hak ettiğimiz payı mutlaka bize sunacaktır. Bunca söz ve daha fazlası özelde bir yürek, genelde ise insanî değerlerin yeşil kalması ve insanların hapisten tabutla çıkmaması içindir.

Bugün hapishanelerdeki ölümcül hasta tutsaklardan biri de Abdullah KALAY’dır. Kocaeli 2 No.lu F Tipi hapishanede olan Kalay, kalp krizi geçirir, geç müdahale edildiği için kalbinin yani yüreğinin yüzde altmış beşini kaybetmiştir. Geç müdahaleye dair, size onlarca yaşanmışlık anlatabilirim. Zamanında müdahale etmeyerek, bilinçli, planlı, programlı, sinsice, tutsakları sakat bırakmayı, öldürmeyi amaçlıyor devlet.

Kalay, Wernike-Korsakoff hastasıdır, reflü, alerjik astım, nefes darlığı, mide ve bağırsak sorunlarına ek olarak, duyma yetisi yüzde yirmi yediye düşmüştür. Tüm bunların yanında, yüreğinin kalan yüzde otuz beşi ile hapishanede ölüme terk edilmiştir, hapishane koşullarında tedavi edilmesi mümkün değil. Sapasağlam bir yüreğin yarısından çoğunu alan devletin tedavi edeceğini düşünmek - beklemek ölüm getirir. Bu gerçekliği defalarca gördük. Hapishanelerden insanların tabutla çıkarıldığını, yarım çıkarıldığını, kefeniyle çıkarıldığını hepimiz biliyoruz.

Abdullah KALAY’ın 5275 sayılı cezanın ertelenmesi ya da infazın durdurulmasını düzenleyen yasadan yararlanıp dışarıda tedavi olabilmesi için, Adli Tıp Kurumu’nun (ATK) rapor vermesi gerekiyor. Kalay bu raporu alabilmek için iki defa ATK’na başvurur. Birinci başvurusu üzerine ATK 3. İhtisas Kurulu’na götürülür. Gösterişli ismi aldatmasın sizi, adı var, kendisi yok. Sözde Kurum-Kurul olan bu yerde, Kalay’ı ayak üstü bir doktor stetoskopla “muayene” eder bir dakika içinde. Hapishaneye geri götürülür, çektiği yol eziyeti yanında “kâr” kalır. Peşinden hapishanede kalabilir raporu gönderilir Kalay’a.

İkinci başvurusunu ise, hükümetin yere-göğe sığdırmadığı 3. yargı paketi üzerine yapar. Kalay yine aynı “muayene”den geçirilir ve “Kalbinin çalıştığı, hapishanede kalmasının bir sakıncası bulunmadığına” dair rapor verilerek ikinci kez tahliye talebi reddedilmiştir. Söz konusu raporun tercümesi, iki kelimedir: “Git, öl!” Bu bilimsel rapora ne desek az. Bu bilimsel raporlar sayesinde onlarca aile çocuklarını ya tabutla ya da yarı ölü aldı hapisten. Bu bilimsel rapora göre kalbin atıyorsa, hapiste kalabilirsin. Bu bilimsel rapora göre bitkisel hayatta olan biri de hapiste kalabilir; öyle ya, bitkisel hayatta olanın da kalbi atıyordur. Bu bilimsel rapor Kalay’a hapiste kalabilir diyor ama, onunla benzer durumda olanlara (örneğin Ergun Saygun) “hapiste kalamaz” raporu veriliyor. Sormak lazım, yüzde otuzbeşi kalmış bir yürek, her an gelme rizki olan ikinci krizi atlatabilir mi? Mevcut onca hastalığa kalan kalp ne kadar dayanabilir? Bu koşullarda tedavi olabilmesi mümkün değil, Kalay’ın kalbi ikinci krizi atlatamaz…

Sözümüz kendisine insanım diyenedir, sesimizi, insanlara duyurunuz. Abdullah Kalay’ın bakışı insanîyanımızı sorguluyor. Çırpınan yüzde otuz beşlik yüreği insanî değerlerimizin elimizde kalan parçasıdır. İnsan olmanın gereklerini yerine getirelim, insanî değerlerimize sahip çıkalım. Yarın çok geç olur, bugün harekete geçmeliyiz. Tedavi olabilmeleri için hasta tutsakları özgürleştirmeliyiz. Kalay’ı özgürleştirmeliyiz, ikinci kalp krizi her an gelebilir…

Çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

 

Ercan Binay

T Tipi Kapalı Hapishane

Bafra/Samsun

 

N O T L A R

[1] Kaldıraç, No:148, Ekim 2013… Newroz, Yıl:7, No:242, 23 Ekim 2013…

[2] Arap Atasözü.

101784

Sibel Özbudun

1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;

 

1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.

     Blog

 

sozbudun@hotmail.com

Son Haberler

Sayfalar

Sibel Özbudun

Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -2-

Son yıllarda, emperyalist savaş tehlikesinin zemininin güçlenmesine paralel, dünya genelinde ırkçı hareketlerin ve partilerin dikkat çekici boyutta güçlendiğine vurgu yapmış, bu yükselişin, sadece belirli demografik gruplarla sınırlı kalmadığını, kadınları da içine aldığını gördüğümüzü ifade etmiştik.

Peki, kadınlar neden bu tür hareketlere katılıyor? Bu sorunun yanıtı, birçok faktörün karmaşık bir birleşiminde yatıyor.

Faşizmin Yüzünü Örten Çirkin Bir Maske (Nubar Ozanyan)

İttihatçı Türk kompradorları, ekonomik-mali-siyasal krizden bir türlü kurtulamıyor. Faşizmi maskeleyen kaba uydurma parlamentoyla bile ülkeyi yönetemiyor. Zorbalık her taraftan fışkırıyor. Kötülük ve çirkinlik her yerde bütün utancıyla görülüyor. Dağda, köyde, sokakta Kürt ve emekçi kanı dökmekten çekinmeyenler dünyanın gözü ve kulağının üzerinde olduğu parlamentoda bile Kürt kadın parlamenterin kanını dökmekten çekinmiyor. Zorbalık, pervasızlık, yasa, hukuk tanımamazlık ayyuka çıkmış, had safhaya ulaşmıştır.

Emperyalist haydutlar, 3.Dünya savaşı hazırlıklarını yoğunlaştırmakla meşgul…

Bazı sol-sosyalist ve kendilerini komünist addeden kesimler hâlâ (evet, hâlâ) bir 3. Dünya Savaşı çıkacak mı çıkmayacak mı ve keza “süreci belirleyen esas etmen savaş mı devrim mi?” ikilemi girdabında, adeta miskince bir fikirsel jimnastik rehavetiyle, sorunu ele almaya devam ede dursunlar; fakat süreç, maalesef ki hem de çok hızlı bir şekilde, o istenmeyen malûm sona doğru ilerliyor. 

Fakir (Nubar Ozanyan)

Yaşamı boyunca hep yokluk ve fakirlik içinde yaşadı. Bundandır ki arkadaşları ona “Fakir’’ dedi. Ne zaman biraz dünya nimetlerine yakın olan olanaklara sahip olsa o yine fakir yaşamından ayrılmadı. Yaşamı fakir, bilinç ve yüreği zengin olan Nubar Ozanyan en alttakilerin, yoksulların, mazlumların yoldaşı olmaktan bir an olsun geri durmadı.

Servet Vergisi ve Sermayenin Olmayan Vijdanı

Bugünlerde de toplumsal eşitsizlik sermayenin birikimine ve merkezileşmesine koşut olarak artınca, zenginlerden servet vergisi alınmasını dilendirenlerde çoğalmaya başladı.[1] Servet vergisi, toplumsal servetin  belli ellerde birikmesinden bu yana ara sıra gündeme getiriliyor. Zaman zaman kısmen de uygulanmıştır. Örneğin savaş dönemlerinde vb. Yine ABD'de, 1960'larda 400 zenginden %53 oranında vergi alınmıştır.

Inger Nubar Can, Hewal Nubar, Nubar Yoldaş’a!

Halen pek çoğumuzun inanmak istemediği Nubar Ozanyan’ın ölümsüzleşmesinin 7. yılında, onu bir kez daha saygı ve sevgi ile anarken, şehadetinin yıldönümünde onu anlatmak da bizim için en zor yazılardan olacaktır.

Rusya / Ukrayna Savaşında Yeni Bir Aşama

Savaşın Rus topraklarına doğru genişlemesi Ukrayna'daki savaşın yeni bir aşamaya geçmesi anlamına geliyor.

6 Ağustos Salı gününden bu yana Ukrayna birlikleri Rusya sınırını geçerek Rusya'daki savaşta yeni bir cephe açtı. En az üç Ukrayna tugayı ve çeşitli taburlar savaşa dahil oldu ve ilerleme Rus topraklarının yaklaşık 30 kilometre içine kadar ulaştı. Bu, savaşın yeni bir aşamasının başlangıcına ve dünya savaşı tehdidinin önemli ölçüde yoğunlaşmasına işaret ediyor.

İKTİDARIN BÜYÜK YALANI: “HİÇ KİMSENİN YAŞAM TARZINA KARIŞMIYORUZ.”

Genel olarak tüm siyasal İslamcıların, ama özel olarak da İslamo-faşist Erdoğan ve iktidarının, başvurduğu en kullanışlı “idare etme” araçlarının ilk sırasında hiç kuşkusuz ki dinlerince de serbest sayılan takiyedir. Yani amaçlananı gerçekleştirebilmek için, gözünü dahi kırpmadan YALAN SÖYLEMEKTİR. 

Türkiye „Yarı-Sömürge“ Bir Ülke Mi? Emperyalizm Üzerine Notlar-4

Sömürge-Yarı-SömürgecilikÜzerine

Belliki sol-sosyalist eski nostaljik söylemlerin tekrarı bugün artık kitlelerde herhangi bir karşılık bulmuyor!

Geçenlerde, “dini bütün” olarak tabir edilen kesimlerden bir ahbabımla, “ne olacak bu memleketin hali” kıvamında sohbetteyken, şöylesi bir cümle kurmuştu: “Abi benim anlamadığım, bunca açlık, yoksulluk, işsizlik ve zulüm varken, yani koşullar aslında tam da siz devrimci solcuların kolayca taban bulmanıza ve kitleleri harekete geçirmenize ve hatta devrim bile yapmanıza bunca uygunken; bu derece atıl ve etkisiz olmanız, sence normal mi?”

KADINLARIN BİRLİĞİ | Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -1-

Emperyalistler arası çelişkiler derinleştikçe, ekonomik kriz ağırlaştıkça vb. bu sistemin sarıldığı en temel dayanaklardan birinin ırkçılık-faşizm olduğunu biliyoruz. Zira bunun, sistemin alametifarikalarından biri olduğunu birçok -acı- deneyimiyle elbette biliyoruz. Şu anda yine tam da böyle zamanlardan geçtiğimizi söylüyoruz. Bu tehlikeye dair önlemler almaktan bahsediyoruz, özellikle Avrupa’da ırkçı partilerin yükselişini izlerken, Avrupa Parlamentosu’ndan çeşitli Avrupa ülkelerinin kendi seçimlerine odaklarımızı çeviriyoruz vs.

Sayfalar