Cumartesi Mart 1, 2025

Her Şey Sosyalizmle Güzel Olacak!

İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı (İBB) seçimlerini muhalefetin büyük bir oy farkıyla kazanması, faşist iktidarın siyasal krizinin derinleşmesinde daha da büyütücü bir rol oynadı.

Türk tekelci burjuvazisinin en büyük kesimleri (TÜSİAD), AKP-MHP iktidarıyla daha fazla gidilemeyeceğine karar vermiş gibi gözüküyor. Bir taraftan işçi ve emekçilerin giderek artan hoşnutsuzluğu, kapitalist sistemin içinde bulunduğu derin ekonomik ve çok yönlü siyasal kriz, burjuvaziyi yeni iktidar arayışlarına itmektedir. Çünkü Erdoğan önderliğindeki AKP’nin ekonomik ve siyasal olarak denizi bitti. Arkasındaki sermaye çevreleri de artık AKP’nin bu haliyle bir yere varamayacaklarını görüyorlar... Kapitalizm sermaye birikimi üzerinden varlığını sürdürür. Sermaye birikiminin önünde engel olunuyorsa, ipe bile götürürler. 

Türk tekelci burjuvazisinin, büyük bir huşu içinde 16 Nisan 2017 yılında referandumla onaylattığı “tek adam rejimi” daha senesi dolmadan ikinci(1) defa ayaklarına dolandı. “Tek adam rejimi” sermaye birikimi sağlayamadı, tersine ekonomik krizi daha da derinleştirdi. Ve AKP gemisini ilk terk eden, ilk “nankörlük” yapan; Türkiye’deki tüm baskı ve sömürüden birinci derecede sorumlu büyük sermaye kesimi TÜSİAD oldu. Bazı liberaller bu sermaye kesimini “mağdur” göstermeye çalışsada, Türkiye’deki bütün iktidar oyunlarında ve bütün askeri faşist cuntaların arkasında öncelikle bu kesim vardır. AKP iktidarı da bunların desteği ile bugüne kadar ayakta kalabildi. Bunların “demokrasi” ya da faşizm seçenekleri, sermaye birikimi süreciyle doğru orantılıdır.

Ekonomik krizin AKP-MHP iktidarını “teyt” geçme olasılığı yoktu ve olamazda. Derinleşen ekonomik bunalım, iktidarın kitleleri, faşist devlet terörüyle bezenmiş olarak kutuplaştırıcı, dıştalayıcı, milliyetçi, ırkçı, aşağılayıcı ve ayrıştırıcı siyasetle daha fazla susturmasının ve oyalamasının zeminini büyük ölçüde ortadan kaldırdı. Ekonomik kriz doğal olarak kitlelere gerçek kimliklerinin daha önemli ve esası olduğunu gösterdi. Son yerel seçimler ve özellikle 23 Haziran İBB seçimi bunu daha belirgin bir şekilde açığa çıkardı. Faşist iktidarın yıllarca etnik kimlikler üzerindeki siyasetine karşı kitlelerin açıktan karşı tavır alışlarıdır 23 Haziran. 

Daha altı yıl önce politik özgürlüklerin gaspına karşı Haziran  (GEZİ) Ayaklanması yaratmış milyonların uzun süre sessiz kalması olası değildir. Bu hareketi yaratmış kitleler yeniden küllerinden doğmasını da bilecektir.

Nasıl mı?

AKP faşist iktidarına karşı; İmamoğlu’na verilen oyların önemli bir bölümü, “her şeyin İmamoğluyla güzel olmayacağını” bilen kitlelerindi. Kürtler, sosyalistler, devrimci-demokratlar imamoğlun’a oy verirken, 17 yıllık faşist AKP iktidarını en azından sersemletmek, faşist baskılara karşı dur demek için bir tercih yaptı ve AKP’nin delinmez gözüken zırhlı balonunda delik açtılar. Gerisi de gelecektir. Hatta şu söylenebilir: Bugüne kadar olan seçimler içinde kitlelerin en politik tercih belirlemesiydi.

İmamoğlu, hoşnutsuz kitleler açısından, AKP’den kurtulmanın bir aracı oldu. Kullandığı liberal, barışçıl dil, etnik kimlikleri biribirine kışkırtmayan, etnik ve dinsel kimlik üzerinden siyaset yapmaması, kitlelerin tercihiyle bütünleşti. Öbür yandan ise, kitlelerin politik tercihlerine gerçekten tercüman olacak devrimci, sosyalist bir aday ya da parti yoktu ortalıkta. Burjuva liberalizmi işçi sınıfının örgütsüz ve partisiz durumundan yararlanarak, işçi ve emekçilerin oyunu almayı başardı.

AKP’nin sonu; ANAP, DSP, DYP gibi olacağa benzemektedir. AKP içindeki çıkar çelişmeleri keskinleşecek ve bölünmeler yaşayacaktır. Tekelci burjuvazi, Erdoğan’ı, İMF ile anlaşmaya zorlayacak ya da “ekonomik reformlar” dedikleri, kitleleri daha da yoksulluğa ve işsziliğe itecek uygulamaları hayata bir an önce geçirmesini dayatacaklardır. Bunu AKP’nin arkasındaki sermaye kesimi de istemektedir. Çünkü bir bütün olarak bütün sermaye cephesinin dayanma gücü kalmadı. Biraz soluk alabilmeleri için (İMF vb.) dışardan gelecek ilk etapta en az yüz milyar ABD dolarına ihtiyaçları vardır.

Ancak, her şey burjuvazinin istediği gibi “tıkırında yürümeyecektir”. Krizin baskısı altında ezilen işçi sınıfı ve emekçiler, önümüzdeki günler daha kitlesel sokaklara çıkacaktır. Ve egemenlerin içinde bulunduğu yapısal ve siyasal kriz, işçi sınıfının baskısıyla da olsa erken seçime gideceklerdir. Çünkü, bu halleriyle bir dört yıl daha AKP-MHP ortaklığında iktidarı götüremezler. 23 Haziran seçimleriyle pandoranın kutusu bir kere daha açılmıştır. 

AKP-MHP faşist iktidarının İstanbul’da hezimete uğraması, işçi ve emekçilerinde lehine olmuştur. Egemen sınıflar arasındaki çelişme derinleştiği gibi siyasal krizin derinleşmesini de beraberinde getirmiştir. Ve ayrıca kitleler, “yenilmez” denen iktidarın yenildiğini gördükleri gibi, kendilerine de güven gelmiştir ve bu gelişme demokratik hak ve özgürlükler için mücadele etme azimlerini artırıcı bir rol oynayacaktır. 

Dış siyasetleri ise oldukça karışık ve bir çıkmaz içindeler. Bunun getirdiği ağır yüklerden nasıl kurtulacağını burjuvazi çözebilmiş değil. Öbür yandan ise işgal ettikleri bölgelerden çıkmak istemiyorlar. İzlenen bölgesel emperyalist siyaset, daha büyük emperyalist güçlere çarptı. (Özellikle Suriye politikaları Kürt ulusal hareketine çarpmıştır.) Ve şu anda esasta iki emperyalist kutup arasında sıkışmış durumdadır. İçine girilen ekonomik kriz bu durumu daha da zorlaştırıcı rol oynuyor, burjuvazi açısından.

İmamoğlu’nun; “her şey güzel olacak”, kulağa hoş gelen ama işçi sınıfı için içi boş sloganı, tekelci burjuvazi için geçici bir kurtuluş olabilir. Burjuva liberal lapalarla işçi sınıfını kapitalist köleliğe mahkum oluşunu olumlayan bir taktiktir. Kapitalist sistemin sahibi burjuva sınıfı tarafından, kendiliğinden işçi sınıfına hiç bir şey verilmemiştir, verilmeyecektir de. İşçi sınıfı tüm haklarını mücadele ederek ağır bedeller karşılığında almıştır. Bu nedenle burjuva liberallerin işçi ve emekçiler için yapacakları güzel hiç bir şey yoktur. Tersine, onlara yaşamı çekilmez hale getirmişlerdir.

CHP’nin sloganlaştırdığı, “Eşitlik”, “adalet”, “sevgi”, “tolerans”, kapitalist sistem içinde mümkün değildir. Sermaye ile onun emrinde çalışan işçi eşit olamaz. Kapitalist sistem, adaletsizliği, eşitsizliği her geçen gün büyüttüğü gibi, sömürü ve baskıları da artırır. Egemen ulus kimliğini esas alıp, diğer ezilen ulusları ve azınlıkları ya yok sayar ya da baskı altına alır. Aynı bugün olduğu gibi. 

Eşitlik, adalet ve sevgi ancak ve anacak sömürüsüz ve sınıfsız bir sistemde mümkündür. Bu da sosyalizm ve komünizmdir. Sömürünün olduğu yerde “eşitlik” ve adaletten” söz etmek sahtekarlıktır. Kurulduğu günden beri Kürtleri yok sayan bir egemen ulus devletin savunucularının adaleti, yine egemen ulus burjuvazisi içindir. 

İşçiler için kapitalist sistem içinde güzel olan bir şey olamaz. Bu sistem, tepeden tırnağa tüm kurumlarıyla burjuvazinin çıkarları doğrultusunda çalışır. İşçiler için her şey sosyalizmle güzel olacaktır. Başkada bir alternatif yoktur. 

İşçiler, sosyalist adaleti, sosyalist eşitliği burjuvazinin seçim oyunları içinde değil, örgütlü mücadele ile kapitalizmi yıkıp sosyalizmi kurarak gerçekleştirecektir.

Bu nedenle, işçi ve emekçilerin sloganı: Her şey Sosyalizmle Güzel Olacak!

***

1 Birincisi, 1927-1945 arası

9290

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Zemherinin Kızıl Gülü‏

Bugün 24 Ocak 2011..

Boğazımda düğümlenmiş hüzünler..

İçimde tarifi zor  duygular..

Ve dilimde 18 Mayıs 1973′te Diyarbakır işkencehanesinde ser verip sır vermeme geleneğinin önderi olarak ölümsüzleşen İbrahim Kaypakkaya’nın "Devrim için her zaman ölecekler bulunur" adlı şiirinin sözleri..

"…gider,

  …gider, nice koç yiğitler gider

Senin de içinde  bir oğlun varsa çok değildir,

Ey mavi gök! 

Ermeni Meselesi hallolunmuştur Talat Pasa 29 Agustos 1915

Ermeni Soykırımı , İttihat ve Terakki Partisi hükümeti idaresinde ama tüm devlet kurumları ile gerçekleşmiş bir olaydır.Hükümet ve devlet uyum içerisinde artık Ermeni'lerin varlığını or tadan kaldırdıktan sonra Ermeni sorunu'' hallolunmuştur ''  diyerek '' kurtulduklarını '' zannetmişlerdir.Aradan yüz yıl geçmiş olmasına rağmen Ermeni sorunu güncelliğini olduğu gibi korumaktadır. 100.yıl yaklaşırken Türkiye, yeniden dünya gündeminde tartışılır ülke konumu ile dikkatleri üzerinde toplayacaktır.

24 Ocak Vartinik Baskını ve Ali Haydar Yıldız.. / Muzaffer Oruçoğlu

 

 Hayatımın unutulmaz anı. Menzil ve yaşam hakkı vermeyen haşin bir kış. Geyiklerini mağaralarına kapatan sisli, boranlı yüce zirveler. Yarı yıkık bir ev ve halkın korkarak, ‘sizi öldürecekler, gidin buralardan,’ diye mırıldana mırıldana acıdığı, destek vermeye çalıştığı bir avuç silahsız gerilla. Ve seher öncesinin toz karı hafif hafif ırgalayan ruzigarı ve tüfek şakırtıları.

Karışık

Yeni yılın ilk ayını epey aşarak yazıyorum ilk yazımı, belki korktum, belki panik yaptım, belki bir şey bekledim, ya da kimsenin aklına gelmeyecek hesaplar yaptım, yani derine daldım. “derin” kelimesi nasıl bir algı yaratır, nereden yakalar adamı, nasıl eğer, nerede büker, ne hale sokar, bilemem. Ama içimde tedirgin, kuşkucu, rahatsız ve hasta bir yer etti. Nerede bir erk, kurum, parti, örgüt, hele hele devlet varsa derini mevcuttur. Başka bir gücün olduğu ve derinlerden zelzele kudretine sahip bir şey bu…

Gaz kullanımı - ya da halkın zehirlenmesi üzerine (*)

“Zulüm bizdense; ben bizden değilim!”[1]

En net hâliyle Adolf Hitler’den biliriz “Gazlamak filli”nin ne olduğunu; elbette onun öncesinde I. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda veya İngilizlerin Kürtlere karşı kullandığını; sonrası da bunun Şeyh Wassan ile Doli Smakoli’den Halepçe’ye uzandığını “es” geçmeden…

“Kimyasal gazdır” bunun adı; farklı versiyonlarıyla…

Kimyasal gazların, “biber”, “portakal”, “Brezilya” vb. versiyonlarıyla IMF İstanbul, KCK Diyarbakır, 1 Mayıs Taksim’inde ve bir alay itiraz eyleminde tanıştık…

"Özerlikçi"Anayasa sonrasında Bolivya dersleri (1)

“Anayasacıların öncelikle önemsedikleri şey, otorite ve gücün sınırlandırılması ve dağıtılmasıdır. Bu sınırlamalar felsefe ve ahlâki tartışmaların geniş alanından beslenir...”[2]

“Şangay Komünü” Hikayeleri

MKP ve Marksizmin En Temel İlkeleri 

Eleştirilerime aşağıdaki başlıklar altında devam ediyorum:

1-    “Şangay Komünü” Hikayeleri

2-      Parti Diktatörlüğü Mü?  Proletarya Diktatörlüğü Mü?

3-      MKP ve  Kaypakkaya

1-     “Şangay Komünü” Hikayeleri

Sınırlı bir yaşamı sınırsız bir davaya adayanlara bin selam!

 

“ YÜKSEKLER ASLA FETHEDİLEMEZ ETEKLERİNDE MEZARLAR YOK İSE”  

Mille salutations a ceux

 

QUI ONT PRÉCONISÉS UNE VIE LIMITÉE POUR LA LUTTE !

"Rien ne s’obtient sans effort et sacrifice"

La lutte des classes continue sans cesse à travers le globe.

 

Yarım Fokoculuktan Tam Fokoculuğa Geçişin Teorisi

MKP 3. Kongresini yaptı ve Kongre belgelerini yayınladı. Kongrelerini başarıyla sonuçlandırdıkları için devrimci mücadelelerinde başarılar diliyor ve kutluyorum.

 

Kendini Kaf dagında zanneden bir çeyrek "aydın"Haydar Karataş

Bazen zorunluluklarla, bazen tesadüflerle, bazen daha iyi bilen birisinin yönlendirmesiyle bazı kişiler bilgilenme anlamında yaşadığı toplumun gelişmişlik düzeyinden kendilerini daha ileriye taşırlar, gerek bilgiyi fethetmenin verdiği haz(“mutluluk fethetmektir.” Engels) gerekse de öğrendikçe doğa ve toplum karşısında özgürlük duygusunun güçlenmesi,  bu bazı kişilerde,  bilgilenmeyi bilinçli bir eyleme dönüştürür.( “insan bilmediklerinin esiridir, öğrendikçe özgürleşir” spinoza)  ve düşün dünyasının büyümesiyle, olgulara, olaylara, nesneye diğerlerinden farklı olarak daha geniş açılardan ba

Sayfalar