İki çizgi mücadelesi ve sol içi şiddet üzerine
Sınıf mücadelesi kavramsal olarak sadece karşıt sınıfları hedef alan ve tek başına burjuvaziye ve onun sömürü çarkının ortaklarına yönelen bir pratik alanı değil çok kapsamlı şekilde burjuvazinin uzantısı olan sosyal, siyasal ve kültürel tüm dönüşüm süreçlerini de kapsayan bir olgudur. Bu kapsamdan ötürüdür ki, devrim iddiasına sahip olmak, özü itibari ile devrimciliği bir kimlik olarak sahiplenmeyi ve bu kimliğe uygun şekillenmeyi gerekli kılar.
Doğallığında devrimci kimlik, sadece adanmışlık ve militanlıkla bezeli bir “kahramanlık övgüsünü” değil aynı zamanda bilgi ve yöntem kazanımını, ideolojik donanımı ve politik kapasiteyi, örgütlenme yeti ve becerilerini de kapsamaktadır. Bahsettiğimiz parametreler, kuşkusuz ki, kapsamlı bir kadro politikası ile üretilebilecek sonuçlar olmakla birlikte, esas anlamda kendisini geleceğin aynasında sınamakla karakter kazanır. Yani kastımız şudur ki, komünist olmak komünizme göre şekillenmeye ve onun pratik ve kültürel reflekslerini edinmeye ihtiyaç duyar.
Yazı özgülünde tartışmak istediğimiz konu olan “sol içi şiddet” meselesi de, esas itibari ile bu temelde içerik kazanmaktadır. Zira karşı devrimci karakteri açık olan ve komünizm dediğimiz o büyük tahayyülün sokağından geçmeyen “sol içi şiddet” mefhumu, tam da üstte özetlediğimiz komünist kimliğin dejenere olduğu, politik değerlerin ve örgüt kültürünün aşındığı yerde çıkmaktadır.
Son süreçte Özgür Gelecek Gazetesini ve çalışanlarını hedef alarak gerçekleşen ve pratik alanda karşı devrime hizmet eden saldırı ile gündemimize yeniden taşınan “sol içi şiddet” meselesini ve buna kaynaklık eden dogmatizm soslu tasfiyeciliği tartışmak, ciddi bir ihtiyaç olarak karşımızdadır.
“Sol içi şiddet” değerlendirme itibari ile münferit bir olay olarak değil bir olgu ve durum tanımı olarak ele alınmalıdır. Ezilenlerin safları açısından yıkıcılık ve parçalanma dışında bir sonuç üretmeyecek olan “sol içi şiddet”, ideolojik tasfiyeciliğin bir görüngüsü ve onun komünist kimlikten götürdüklerinin sonucudur. Bu hali ile “sol içi şiddet”, en temelde kaynağını ideolojik ve örgütsel yetersizliklerden almaktadır.
Bahsettiğimiz ideolojik ve örgütsel yetersizlikler, kabaca iki başlıkta özetlenebilir. Bunlardan ilki, devrim tahayyülünün somutlayıcısı ve uygulayıcısı olarak kadrolar ve kadro sorunudur. Günümüz devrimci hareket gerçekliğinde yaygın olan bürokrat çalışma tarzı ve bunun üretimi olarak memur tipi çalışan kadrolar gerçekliği, çok yönlü beslenemeyen ve kitlelerle üretken tarzda ilişki kuramayan faaliyetçiler profilini açığa çıkarmakta, ideolojik eğitimden ve dolaysız kitle pratiğinden beslenmeyen devrimci faaliyet ise, belirli alanlara sıkışmış ve o alanların sosyo-kültürel yapısına uyum sağlamış bir pratik alanı doğurmaktadır.
Konumuz özgülüne gelindiğinde ise bunun yansıması olarak, özellikle TDH’nin ağırlıklı olarak kendisini ürettiği alan olan “semt faaliyetleri” özü itibari ile bahsettiğimiz sıkışıklığın zemini olmaktadır. Şöyle ki, semt diye tanımlanan mahalle faaliyetleri, esas itibari ile emekçi yığınların yaşadığı bölgeler olmakla birlikte somut bir örgütlenme alanını temsil etmemektedir. Kent-mekan politikası açısından bu zemin bir alandır ancak TDH, gerçekliği itibariyle bununla ilgilenmemekte; faaliyeti yayın dağıtımına, pratiği de genel gündemlere yönelik yürüyüşlere ve tüm örgütlü çalışmayı ise kitle örgütlenmesi mantığından uzak ve kendini tekrar eden bir hatta bırakmaktadır. Bu durum, tüm devrimci örgütler açısından şu ya da bu oranda geçerlidir.
Bu çerçeve, ideolojik eğitimden yoksun ve memur tarzı çalışan kadrolar gerçekliği ile de birleştiğinde, politika üretmede ziyadesiyle beceriksiz, siyasal üretimin en basit halleri olan okuma ve yazma pratiğine ilgisiz, vurdu-kırdı gibi aktif şiddet eylemleri dışındaki politikaya yabancı bir devrimci(!) gerçekliği üretmektedir. Bu yapısal sorun güncelde “sol içi şiddet” olarak tanımladığımız pratiğe zemin sunmakta, devrimci değerleri ve etik yasaları hiçe sayan, çözümsüz kaldığı ve tıkandığı yerde devrimcilere şiddete yönelen, devrimcilikle kurduğu bağ ile sistemle kurduğu bağ arasındaki tezatı ölçmeden yasakçılık, kurum basma gibi pratiklere yönelen kadrolar gerçekliğini üretmektedir.
Bu nedenledir ki, bu profil, örgütlü olduğu anda hızla radikalize olmakta, ancak ne hikmetse(!) mücadeleden erken pes edenler de, en çok bu alanlardan çıkmaktadır.
“Sol içi şiddet”e kaynaklık eden bir diğer yetersizlik alanı ise (ki esası bu oluşturmaktadır), doğrudan önderlik sorunu olarak tecelli etmektedir. Şöyle ki, yukarıda birkaç belirgin özelliği ile tanımladığımız kadro yapısı, son kertede belirli bir önderlik tarzının ürünleridir. “Sol içi şiddet” olgusu açısından “Balık baştan kokar” misali çürüme, esas itibari ile merkezden, örgütsel önderlikten başlamaktadır. İdeolojik eğitimden bihaber kadroları üreten de, onları dolaysız kitle pratiği ile sınanmaktan alıkoyan da, pratiği Marksizm’le sınayıp kitlelerin ihtiyaçları çerçevesinde politik seferberlik yaratmak yerine faaliyeti sıkışık ve tanımsız alanlara sıkıştıran da, temelde önderlik sorumluluğunu üstlenenlerdir.
Güncel itibari ile, tasfiyeciliğin zemininde üretilen “sol içi şiddet” meselesi esas itibari ile bu iki ayaklı idealist canavar ile mümkün kılınmıştır. Bugün, en genel ideolojik mücadeleden dahi fersah fersah kaçan bir önderlik kafası ile kılavuzluk yapıldığında, bunun ürettiği pratiğin “devrimcilere yönelik devrimci müdahale” ile tanımlanması kaçınılmazdır. Önderliğin “profesyonel yöneticilik” mesleği gibi ele alındığı bir süreçte, ilk ihtiyaç olan şey kadro değil kapı kulu olmaktadır. Özgür Gelecek Gazetesi’ne yönelik saldırıyı üreten de işte bu kapıkulu zihniyeti ve esasta da o zihniyetin şefleridir.
Komünist yöntem: İki Çizgi Mücadelesi
“Sol içi şiddet” meselesine yönelik doğru bir tanım yapmak adına ilk olarak belirtmek gerekir ki, devrimci literatürde bunun pozitif bir karşılığı yoktur/olmamıştır. Kuşkusuz ki, devrimci bir yapının safları da sınıf mücadelesi açısından bir platformdur ve sınıf mücadelesi KP saflarında daha başka biçimleri ile sürer. Ancak, tüm bu biçimler içerisinde “sol içi şiddet”i bir ideolojik mücadele aracıymışçasına devreye sokmak, ideolojik yetmezliğin bir görüngüsü olduğu kadar ezilenlerin saflarını da parçalayan bir unsur olarak karşı-devrimcidir.
Konu özgülünde Mao Zedung’a göz attığımızda, Halk İçindeki Çelişkilerin Doğru Çözümü Sorunu Üzerine adlı makalesinde açık bir tanım olarak şu ibarelere yer verilmektedir: “ …Sol sekter düşüncelere sahip olanlar bizimle düşmanlarımız arasındaki çelişmeler alanını genişletir ve hatta o kadar genişletir ki, halk içindeki bazı çelişkileri bizimle düşmanlarımız arasındaki çelişkiler alanına yerleştirirler ve gerçekte karşı-devrimci olmayan kimseleri karşı-devrimci görürler. Bu görüşlerin ikisi de yanlıştır. Onlardan hiçbirisi karşı devrimcilerin elenmesi sorununu doğru olarak çözümlemediği gibi bu yöndeki çalışmamızın sonuçlarını doğru olarak değerlendiremez.” Buna ek olarak, Mao açısından iç örgütsel mücadelenin tek yolu, ideolojik mücadeledir. Mao’nun iki çizgi mücadelesi şeklinde kavramsallaştırdığı tutum, ezilenlerin saflarında olan, ancak proleter ideolojiye ve kültüre ait olmayan her biçimi dönüştürmeyi hedef alan bir yaklaşımı özetlediği gibi, ezilenlerin en geniş birlikteliğini inşa etmenin de aracıdır.
Dogmatizm soslu tasfiyecilik, örgüt görünümlü çete!
MLM’nin üstte kısaca değindiğimiz iki çizgi mücadelesine dair genel doğrular, korkmadan belirtmek gerekir ki, andaki gerçeklikte işlevini çoktan yitirmiştir. Özgür Gelecek Gazetesine yönelen şiddet pratiğinde olduğu gibi, bir ayağını tasfiyeciliğe, öbür ayağını çeteci örgütlenmeye basan bu sol sekter çizgi, beis görmeden giriştiği pratiği propaganda ederken, söylem ve eyleminin denk düştüğü aralığı ise sümen altı etmektedir.
Manipülatif ifadelerle süreci domine etmeye yönelen bu çizgi, pratikte anda yaşanan krizi aşmak yerine onu sürüncemeye sokmaktaki ısrarı ve yaşanan kaosu birlik-eleştiri-birlik temelinde çözmek yerine derinleştirmekteki kararlılığı ile Marksizm’i de kuşa çevirmeye çalışmaktadır.
Bildiğimiz Marksizm’de “devrimcilere yönelik devrimci müdahale”nin bir açıklaması yoktur. Yine bildiğimiz Marksizm’de bir anda onlarca kişi ile gazete bürosu basıp sonrasında “şiddet yoktur” diye çıkışmak, sıkışınca da “arbede var şiddet yok(!)” diye lafazanlık etmek de yoktur. Bildiğimiz Marksizm’de “irade benim, bunu kabullen” diye bildirgeler dizmek, ancak merkeziyetçilik ve demokrasi kavramları arasındaki diyalektik ilişkiyi görmeden, apoletine göre irade ilan etmek de yoktur.
Sonuç olarak, bildiğimiz Marksizm’de komünist kimliğin aşındırılmasına ve ezilenlerin saflarının bozulmasının devrimcilik diye satılmasına yer yoktur, ancak, “sol içi şiddet”i bayrak edinenlerin bilmediği Marksizm’de ise örgüt ve devrimci kimlik adına tonla öğrenecekleri şey vardır!
Son Haberler
Sayfalar
Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -2-
Son yıllarda, emperyalist savaş tehlikesinin zemininin güçlenmesine paralel, dünya genelinde ırkçı hareketlerin ve partilerin dikkat çekici boyutta güçlendiğine vurgu yapmış, bu yükselişin, sadece belirli demografik gruplarla sınırlı kalmadığını, kadınları da içine aldığını gördüğümüzü ifade etmiştik.
Peki, kadınlar neden bu tür hareketlere katılıyor? Bu sorunun yanıtı, birçok faktörün karmaşık bir birleşiminde yatıyor.
Faşizmin Yüzünü Örten Çirkin Bir Maske (Nubar Ozanyan)
İttihatçı Türk kompradorları, ekonomik-mali-siyasal krizden bir türlü kurtulamıyor. Faşizmi maskeleyen kaba uydurma parlamentoyla bile ülkeyi yönetemiyor. Zorbalık her taraftan fışkırıyor. Kötülük ve çirkinlik her yerde bütün utancıyla görülüyor. Dağda, köyde, sokakta Kürt ve emekçi kanı dökmekten çekinmeyenler dünyanın gözü ve kulağının üzerinde olduğu parlamentoda bile Kürt kadın parlamenterin kanını dökmekten çekinmiyor. Zorbalık, pervasızlık, yasa, hukuk tanımamazlık ayyuka çıkmış, had safhaya ulaşmıştır.
Emperyalist haydutlar, 3.Dünya savaşı hazırlıklarını yoğunlaştırmakla meşgul…
Bazı sol-sosyalist ve kendilerini komünist addeden kesimler hâlâ (evet, hâlâ) bir 3. Dünya Savaşı çıkacak mı çıkmayacak mı ve keza “süreci belirleyen esas etmen savaş mı devrim mi?” ikilemi girdabında, adeta miskince bir fikirsel jimnastik rehavetiyle, sorunu ele almaya devam ede dursunlar; fakat süreç, maalesef ki hem de çok hızlı bir şekilde, o istenmeyen malûm sona doğru ilerliyor.
Fakir (Nubar Ozanyan)
Yaşamı boyunca hep yokluk ve fakirlik içinde yaşadı. Bundandır ki arkadaşları ona “Fakir’’ dedi. Ne zaman biraz dünya nimetlerine yakın olan olanaklara sahip olsa o yine fakir yaşamından ayrılmadı. Yaşamı fakir, bilinç ve yüreği zengin olan Nubar Ozanyan en alttakilerin, yoksulların, mazlumların yoldaşı olmaktan bir an olsun geri durmadı.
Servet Vergisi ve Sermayenin Olmayan Vijdanı
Bugünlerde de toplumsal eşitsizlik sermayenin birikimine ve merkezileşmesine koşut olarak artınca, zenginlerden servet vergisi alınmasını dilendirenlerde çoğalmaya başladı.[1] Servet vergisi, toplumsal servetin belli ellerde birikmesinden bu yana ara sıra gündeme getiriliyor. Zaman zaman kısmen de uygulanmıştır. Örneğin savaş dönemlerinde vb. Yine ABD'de, 1960'larda 400 zenginden %53 oranında vergi alınmıştır.
Inger Nubar Can, Hewal Nubar, Nubar Yoldaş’a!
Halen pek çoğumuzun inanmak istemediği Nubar Ozanyan’ın ölümsüzleşmesinin 7. yılında, onu bir kez daha saygı ve sevgi ile anarken, şehadetinin yıldönümünde onu anlatmak da bizim için en zor yazılardan olacaktır.
Rusya / Ukrayna Savaşında Yeni Bir Aşama
Savaşın Rus topraklarına doğru genişlemesi Ukrayna'daki savaşın yeni bir aşamaya geçmesi anlamına geliyor.
6 Ağustos Salı gününden bu yana Ukrayna birlikleri Rusya sınırını geçerek Rusya'daki savaşta yeni bir cephe açtı. En az üç Ukrayna tugayı ve çeşitli taburlar savaşa dahil oldu ve ilerleme Rus topraklarının yaklaşık 30 kilometre içine kadar ulaştı. Bu, savaşın yeni bir aşamasının başlangıcına ve dünya savaşı tehdidinin önemli ölçüde yoğunlaşmasına işaret ediyor.
İKTİDARIN BÜYÜK YALANI: “HİÇ KİMSENİN YAŞAM TARZINA KARIŞMIYORUZ.”
Genel olarak tüm siyasal İslamcıların, ama özel olarak da İslamo-faşist Erdoğan ve iktidarının, başvurduğu en kullanışlı “idare etme” araçlarının ilk sırasında hiç kuşkusuz ki dinlerince de serbest sayılan takiyedir. Yani amaçlananı gerçekleştirebilmek için, gözünü dahi kırpmadan YALAN SÖYLEMEKTİR.
Belliki sol-sosyalist eski nostaljik söylemlerin tekrarı bugün artık kitlelerde herhangi bir karşılık bulmuyor!
Geçenlerde, “dini bütün” olarak tabir edilen kesimlerden bir ahbabımla, “ne olacak bu memleketin hali” kıvamında sohbetteyken, şöylesi bir cümle kurmuştu: “Abi benim anlamadığım, bunca açlık, yoksulluk, işsizlik ve zulüm varken, yani koşullar aslında tam da siz devrimci solcuların kolayca taban bulmanıza ve kitleleri harekete geçirmenize ve hatta devrim bile yapmanıza bunca uygunken; bu derece atıl ve etkisiz olmanız, sence normal mi?”
KADINLARIN BİRLİĞİ | Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -1-
Emperyalistler arası çelişkiler derinleştikçe, ekonomik kriz ağırlaştıkça vb. bu sistemin sarıldığı en temel dayanaklardan birinin ırkçılık-faşizm olduğunu biliyoruz. Zira bunun, sistemin alametifarikalarından biri olduğunu birçok -acı- deneyimiyle elbette biliyoruz. Şu anda yine tam da böyle zamanlardan geçtiğimizi söylüyoruz. Bu tehlikeye dair önlemler almaktan bahsediyoruz, özellikle Avrupa’da ırkçı partilerin yükselişini izlerken, Avrupa Parlamentosu’ndan çeşitli Avrupa ülkelerinin kendi seçimlerine odaklarımızı çeviriyoruz vs.