İslami görünümlü faşist yapılanma: TC

“Yeni Türkiye”nin bir özelliği de uzun toplantılar yapılması oldu.Milli Güvenlik Kurulu'nun 10 saat 20 dakika süreyle tarihinin en uzun toplantısını yaptığı, Bakanlar Kurulu toplantısının 8.5 saat sürdüğü açıklanıyor. Ancak işin ilginci AKP'nin “yeni Türkiyesi”nde bu toplantıların uzun sürmesi de (artık iyice kanıksandığı üzere) bir propaganda malzemesi olarak sunuluyor! Gerçekte toplantıların bu kadar uzun sürmesi iktidar partisinin içinde bulunduğu sıkışmışlığın ürünü olmakla birlikte, “havuz medyası” bu durumu bir başarı hikayesi olarak sunuyor! Ama öte yandan, bu ifadelerle muhaliflere, devrimci ve demokratlara yeni saldırı kararları alındığının da net bir mesajı veriliyor. Psikolojik saldırının daniskası yapılıyor. Tıpkı bir dönem, “Genelkurmay'ın ışıkları sabaha kadar yandı” haberleriyle yapılan darbe imalarında olduğu gibi! Bu açıdan hakim sınıfların temsilcisi olarak hükümet ve medyasının son dönemde sıklıkla kullandıkları “algı operasyonları”nda “usta”laştığı iyice ortada.
Yani sadece katliamcılıkta ve hırsızlıkta, yağma ve talanda değil aynı zamanda bunların üstünü örtmede ve halka yalan söylemede de ustalaşmışlardır. Bu durumu iktidar partisinin hemen hemen
her icraatında görmek mümkündür. Gezi'den 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarına, Soma ve Ermenek'teki maden katliamlarına kadar hemen her gelişmede, büyük bir propaganda makinesi devreye girmiştir. Böylelikle doğru ile yanlış, ak ile kara, zalimle mazlum, iktidarla muhalefet yer değiştirmiştir. AKP iktidar partisi olarak sorumlu olduğu her gelişmeyi mağdur olmanın vesilesi yapmış, devlet aygıtında güçlerini tahkim ettikçe, rakip kliklerle dalaşını “mağduriyet” gerekçesi olarak göstermiştir.
Önce Kemalist faşistlerle yürüttüğü iktidar dalaşında Ergenekon ve “derin devlet”, şimdilerde ise “İslamcı” faşist Cemaat’le girilen iktidar dalaşı ve ortalıkta dolaşan “paralel yapı” bu pragmatizmin somut ifadeleri olarak ortaya çıkmıştır. Oysa bizzat R. T. Erdoğan bir dönem beraber yürüdüğü
Gülen Cemaati'ne yönelik “ne istediler de vermedik” diyordu. Yani “Kemalist-Türkçü” faşizme karşı “İslamcı-Türkçü” faşizmin devlet aygıtında mevzilerini tahkim ederken “beraber yürüdüğü” Cemaat’le olan dalaşını, devlette “paralel yapı” adı altında “mağduriyetinin” gerekçesi olarak propaganda ediyor, hırsızlıklarının ve yolsuzluklarının üzerini örtüyordu. Sanki beraber çalıp, yolsuzluk yapmamışlar, işçi sınıfı ve halkı katledip zulüm uygulamamışlar gibi bütün suç “paralel yapı” adı altında Cemaat’e atılmaktadır.
AKP'nin ve dolayısıyla devlet aygıtını elinde tutan hakim sınıfların bu politikasında değişmeyen tek olgunun, kendi aralarındaki dalaş da dahil olmak üzere her gelişmeyi işçi sınıfına ve halka saldırının bir aracı olarak kullanmaları olduğunu ifade etmemiz gerekir. Hakim sınıflar siyaseti zaten kendi sınıf çıkarlarını gözetmenin ve işçi sınıfı ve halkı yönetmenin bir aracı olarak kullanmaktadırlar.
Bu açıdan temel yönelimlerinin kendi sınıf çıkarlarını gözetmek olduğunu vurgulamalıyız. Dönem dönem kendi aralarında yaşanan iktidar dalaşı ise temsil ettikleri kliklerin paylarını artırmak içindir ve talidir. Söz konusu işçi sınıfı ve halk olduğunda bütün hakim sınıf klikleri birleşmektedir. Hatta rahatlıkla iddia edilebilir ki, hakim sınıflar kendi aralarındaki iktidar dalaşında bile esas olarak işçi sınıfına ve halka saldırmaktadırlar.
Bu durum yaşananlarla net olarak ortaya konulabilir. Örneğin MGK'nın “en uzun toplantısı”nın yapılmasının akabinde, işçi sınıfına ve halka saldırılar artmıştır. MGK'nın bir önceki “en uzun toplantısı” olan ve 28 Şubat kararlarının alındığı toplantıdan sonra, işçi sınıfına, halka ve özellikle de Kürt halkına yönelik artan devlet terörü ve faşist saldırganlık bilinmektedir. Benzer bir durum MGK'nın son “en uzun toplantısı”ndan sonra da yaşanmıştır. Hatırlanırsa toplantı sonrasında yapılan açıklamada “legal görünümlü illegal yapılanmalar” ifadesi kullanılarak faşist devlet aygıtının önüne mücadele edeceği bir hedef konulmuş ve bütün “havuz medyası” bunun “paralel yapı” olduğunu propaganda etmişti. Ama yaşananlar bir kez daha gösterdi ki asıl hedef Cemaat değil, başta Kürt Ulusal Hareketi olmak üzere; ilerici, demokrat, devrimcilerdi; Türk-Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve mezheplerden Türkiye işçi sınıfı idi.
“Üst akıl”dan Sevr paranoyasına: Vur halka!
TC devletinin ve AKP iktidarın varlık gerekçesinin işçi sınıfı ve halka saldırı olduğu “en uzun sürdüğü” açıklanan MGK toplantısından sonra yaşananlarla ortaya konulabilir. Geride bıraktığımız hafta başta R. T. Erdoğan'ın “sabrımızın bir sınırı var” deyip Kürt hareketini tehdit etmesi olmak üzere, sıraya giren bütün devlet erkanı açıklamalarda bulundu!
Hemen ardından da HDP'nin kapatılması söylemleri ortalıkta dolaştı. Bu gelişmeler, Selahattin Demirtaş'a yönelik sözlü ve HDP Genel Merkezi'nde gerçekleştirilen bıçaklı saldırıyla birlikte düşünüldüğünde “legal görünümlü illegal yapılanmalar”la mücadeleden ne kastedildiği daha net anlaşılmaktadır.
Aslında son süreçte yaşanan bütün gelişmeler TC devletinin ve AKP hükümetinin “çözüm süreci”nden ne anladığını fazlasıyla göstermektedir. Ancak Kürt hareketinin bir kesiminde ve kimi ilerici çevrelerde hükümetin “çözüm süreci”ni bozmaya çalıştığı, iktidarın kurduğu dil ve üslubun seçim sürecine yönelik olduğu değerlendirmeleri yapılmaktadır. Bu doğru ama eksik bir değerlendirmedir. Bu tür değerlendirmelerin yapılmasında “çözüm süreci” ne yüklenen “olumlu anlam” vardır. Diğer bir ifadeyle; Kürt hareketi TC devletinin Kürt sorununu demokratik temelde çözeceğine dair bir ön kabulle meseleye yaklaşmaktır. Oysa başından itibaren böyle bir hedefin olmadığı ortadadır.
Asıl amacın Kürt sorununu değil, Kürt hareketini çözmek olduğu, “çözüm süreci” denilen politikanın da bu amaçla ortaya konulduğu anlaşılmalıdır. Meseleye bu açıdan bakılmadığından, TC devletinin olağan/normal açıklamaları, süreci bozmaya yönelik açıklamalar olarak değerlendirilmekte, kullanılan faşist dil kaygıyla ve esefle karşılanarak kınanmaktadır! Oysa TC açısından asıl duruş budur. Üslup ve dilin yumuşak olması tali, taktik; saldırgan ve aşağılayıcı olması esas ve stratejiktir. Mesele böyle kavrandığında hakim sınıfların sözcülerinin son dönem açıklamaları ve yaşanan saldırılar daha iyi anlaşılır.
TC devleti Ortadoğu'da uğradığı dış politika hezimeti ve özellikle Kürt Ulusal Hareketi'nin Rojava’daki kazanımları karşısında yaşadığı paniği, bir “ulusal güvenlik sorunu” olarak algılamaktadır. Üstelik ABD öncülüğünde emperyalist koalisyonun, Kobane direnişine askeri yardımda bulunması, Türk hakim sınıflarını daha da panikletmiş ve Kürt meselesinde hem içeride hem de dışarıda manevra yapmalarını getirmiştir. Kobane'yi dışarıdan IŞİD'le düşüremeyen TC, bu kez koridora izin vererek KDP ve ÖSO kartlarıyla içten düşürme planını devreye sokmak zorunda kalmıştır.
Aynı anda da bizzat R. T. Erdoğan'ın ağzından bölgeyi düzenleyen “bir üst akıldan” ve bir dönemin Kemalist faşistlerinin ağzından duymaya alışık olduğumuz, “Sevr'i diriltmeye çalışıyorlar” söyleminden bahsetmeye başlamışlardır. Anlaşılan bu söylemlerle TC devleti bir yandan Kürt hareketinin “kendi aklının olmadığını” propaganda ederek yaşadığı mevzi kaybının nedenini emperyalistler olarak göstermekte ve “antiemperyalist bir duruş” sergilemektedir.
Tam bir zavallılık, çaresizlik içinde bir dönemin Kemalist faşistlerinin söylemi güncellenmektedir.
“Çözüm süreci” denilen politikanın gerçekte, Kürt hareketini çözme amaçlı olduğu, bu başarılamadığı oranda da AKP'nin politikasının yaldızlarının döküldüğü ve başta Kürt halkı olmak üzere, işçi sınıfına ve halka saldırılar için hazırlıklar yapıldığı anlaşılmaktadır.
Nitekim aynı günlerde gazetelerde yer alan “Askere MİT tipi izin” (5 Kasım, Milliyet) taleplerinden anlaşılmaktadır ki, faşizm sadece kara/kalekollar, barajlar, askeri amaçlı yol yapımlarıyla güçlerini tahkim etmemekte, aynı zamanda “yasal” olarak da kendini güvenceye almaktadır. Hatırlanırsa MİT görevlilerinin “işledikleri suçlardan ötürü yargılanmalarının başbakanlığın iznine tabi olması” yasalaştırılmıştı. Şimdi aynı talebin Genelkurmay tarafından Başbakana verilen brifingde kendileri için de gündeme getirildiğini öğrenmekteyiz.
Brifinginde sadece açıklandığı gibi “Genelkurmay'ın 2033 vizyonu”nun anlatılmadığı, aynı zamanda başta Ortadoğu olmak üzere bölgedeki gelişmeler ve Kürt Ulusal Hareketi’nin değerlendirildiği açıktır. Ve bir o kadar da açık olan askerin işleyeceği suçlar için “başbakanlığın idari zırhını” talep etmektedir.
Bu durum en uzun toplantılar ve diğer gelişmelerle birlikte düşünüldüğünde Kürt halkına yönelik yeni Roboskilerin hazırlıklarının yapıldığı anlamına gelmektedir. Önümüzdeki sürecin özellikle de 2015 Haziran seçimlerine kadar oldukça yoğun geçeceği; Türk hakim sınıfları açısından meselenin Cemaat değil, işçi sınıfı ve halk olduğu, Kürt halkı olduğu anlaşılmalı, buna uygun konumlanılmalıdır.
Son Haberler
Sayfalar

Güzel insanların ardından kurulan her cümle yetersizdir…(İsmail Cem Özkan)
Şimdi anıları olanlar hemen anılarını paylaşmayacak, zamanı gelince yazarlar ya da anı kitabı yapılacaksa oraya bir kaç kelime bırakacaklardır ama popüler olanı yapacaklar yani varsa birlikte çektikleri/ çekildikleri fotoğraflarını paylaşacaklar...
Turan Eser benim geçmişi (artık geçmiş oldu, zamanda üzerine eklenince) uzun bir sancılı dönemin dostluğuna dayanıyor...

Emperyalizm Üzerine Notlar-6
13-15 Eylül 2024 ICOR Uluslararası “Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” Semineri 1. Gün
Giriş: Almanya’nın Thüringen Eyaleti’ndeki Truckenthal’da 13-15 Eylül 2024 tarihleri arasında ICOR’un, Lenin’in 100. ölüm yıldönümü anısına, ”Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” adı altında uluslararası büyük bir seminer yapıldı. Bu seminer’de “Lenin ve Emperyalizm” başlıklı 1. bölüm’de ben de bir sunum yaptım.
Rothe Fahne (Kızıl Bayrak) dergisinden kısa bir bilgilendirmeyi buraya alıyorum.

Erdoğan ve cumhur ittifakı’nın hazırlıkları iç savaş odaklıdır!
İçinden geçilmekte olan sürecin bu ayırt edici özelliği, rejimin ne kadar da kırılgan bir durumda olduğunun, çıplak bir ifadesi olarak da okunabilir elbet.

Serdareme, Caneme, Hevaleme…
Her devrimci değerlidir. Ancak bazıları istisnadır. Yaşam ve duruşlarıyla, söz ve eylemleriyle derin izler, unutulmaz anılar geride bırakır. Geçtikleri her yerde devrimin, özgürlüğün dinmeyen esintilerini bırakır. Devrimcilerin değerlerini belirleyen her daim hatırlanan pratik ve eylemleri ve yazdığı unutulmaz eserleridir. Serdar Can yoldaş her ikisini de doğru yapmaya çalıştı. Hem devrimin kalemini hem de devrimin silahını iyi kullandı. Hem de en geç yaşlarında.

Erdoğan yeni anayasa istemi ne tür bir ihtiyacin ürünü ?
Siyasal İslamcı din bezirganı Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, özelliklede son yerel seçimlerde uğradığı ağır hezimetin ardından, adeta gün aşırı bir sıklıkla, toplumun artık yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğunu dilendirmekte. Bu demek oluyor ki Erdoğan’a göre, 22 yıllık iktidarları döneminde yeni bir anayasa, toplumsal bir ihtiyaç haline gelmemiş. Gelse, ille ki o zaman da bunu gündeme taşır ve çözmek isterdi, değil mi? Peki şu son dört-beş aylık zaman diliminde ne oldu da birdenbire acil bir ihtiyaç haline geldi?

Asıl Olan, Örgütlü Yığınların Mücadelesidir
Çağımız, emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır. Yaşanan tüm değişimlere, ideolojik anlamdaki çürüme ve yozlaşmaya rağmen işçi sınıfının ezen ve ezilenler mücadelesindeki tarihsel misyonu hala gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Yaşanmakta olan, ikili hukuk denkleminde,bir ara rejim midir?
Resmi adıyla, “Cumhur Başkanlığı Hükümet Sistemi”ne, günlük kullanım diliyle “tek adam diktatörlüğü”ne geçişle birlikte ve özellikle de ırkçı faşist-kontra bir odak partisi olan MHP katılımıyla oluşturulan “Cumhur İttifakı” iktidarı altında; sistemin, Anayasasında kendisini tanımlaya geldiği ve iyi kötü ve de taklidi de olsa, bir şekilde uygulanmaya çalışılan “laik” ve Anayasal “hukuk Devleti” prensipleri, adım adım terk edilmeye başlandı.

Komutan Orhan Cihat Bingöl (Nubar Ozanyan)
Duyduğumuzda inanmakta ve kabul etmekte zorlandığımız şehit haberleri yüreğimizi fena halde acıtsa da ideallerine ve anılarına bağlı kalma, mücadele bayraklarını daha yükseklere taşıma sözü vermeye devam edeceğiz.
Kürt ve özgürlük düşmanları sevinmesin! Hesapsızca toprağa düşen her gerilla Kürdistan topraklarında yeniden doğacaktır. Ve onlar her daim ölümsüzlük içinde çoğalarak büyüyecek birer dağ olup düşmanın üstüne yürüyerek anılacaklar. Ne yaşamları ne toprağa düşüşleri ucuz ve kolay olmayacaktır.

Vitrin olma kız... vitrin olma...
Sen, senle halk arasında artırılan düşmanlığı çözmenin araçlarının neler olduğunu bilmiyorsan...
Şimdi ne kadar güzel olurdu değil mi kız...
ne kadar güzel olurdu...
mecliste, belediye başkanlıklarında bir...
Öyleyse.... öyleye...
Hayeller.... söylemler...
Kitleler...
yüzlerini dahil seçemeceğimiz kalabalıklar...
Gerçekler ise....
Zil zurna, kah kaha atarken sümükleri dahil ağızlarına giren masaları tek tek dolaşarak, mekan yeni insanlar..
Hemi... hemi...
hayat bu... gerçeklik bu ise...

Şeriat ve kadın
Tüm kurumları üzerinden devlet erkine artık tamamen hakim hale geldiğini düşünen siyasal İslamcı Erdoğan iktidarı, dini esaslar üzerinden toplumsal yaşamın yeniden kurgulanması esas hedefi doğrultusundaki ana hamlelerini, “İstanbul Sözleşmesi”ni feshederek, “Her kürtaj bir Uludere’dir”tavrıyla, en nihayetinde vasat ölçüler içinde kadın haklarını belli yönleriyle koruyan “6284 Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasası”na ilişkin tutumuyla ve keza “9.

Türkiye ve kuzey Kürdistanlı solculara yönelik bayrak eleştirisi
Kendisi de sol-sosyalist cenahtan olan yazar ve aynı zamanda televizyon programcısı sayın Merdan Yanardağ, on binlerce solcunun, Fransa’da faşistleri yenilgiye uğratarak seçimlerin galibi olan Yeni Halk Cephesi’nin zaferini kutlamak için, ellerinde Fransa bayrağı ile toplaştığı Cumhuriyet Meydanı’nda, coşkuyla Enternasyonal marşını seslendirmelerinden övgü ve gıptayla bahsederken: “Bakın diğer ülke devrimcilerinin kendi ulusunun bayrağıyla bir sorunu yok. Ellerinde Fransa Bayrağı ile hep birlikte Enternasyonal okuyorlar.