Israil ve Türkiye'nin kurulus gerekçeleri arasinda bir fark yoktur:Ileri karakol:Sait Çetinoğlu:

Türkiye “Cumhuriyeti”nin kuruluşu, Kolonyalizmin/Emperyalizmin, Sosyalizme karşı bir tampon oluşturulma ihtiyacına denk gelir.
Türkiye’nin dış politikasını anlayabilmek için 1919 yılı Kasım ayındaki gelişmelere bakılmalıdır. Bu tarih Britanya’nın Kafkasya’da Kızıl Ordu’ya yenilmesi dengeleri altüst ederek, Sovyetler ile Osmanlıyı işgal eden Britanya komşu olmasıyla sonuçlanmıştır.
Bu durumda Britanya , kolonyal jeostratejik yaklaşımın önemli teorisyenleri olan Anglosakson coğrafyacı ve jeopolitik uzmanları Mackinder ve Spykman tarafından formüle edilen jeostratejiye göre, bölgede günümüze uzanacak statükoyu şekillendirecek yeni angajmanlara girmesine ve yeni stratejilerin uygulanmasına yol açar.
Yeni stratejinin ilk uygulaması, Gn. Milne tarafından Yunanistan’ın Küçük Asya’daki güçlerini durduracak bir hattın çizilmesidir: Milne Hattı
İkincisi, Yunanistan’da savaş karşıtlığı hareketlerin yanında bir çok ilde grevlerin yaygınlaşması, Sosyalistlerin oyunun Selanik, Kavala, ve Volos gibi kentlerde %30 seviyelerine ulaşmasıyla, Yunanistan halkının sola yakınlaşması, Emperyalizm için bölgede ayrı bir tehdit unsurudur.
Britanya için, iki sol gücün buluşması da tamponla önlenmelidir.
Britanya, Erzurum’daki Birleşik krallığın irtibat subayı, Dışişleri bakanı Lord Curzon’un yeğeni yarbay Ravlinson eliyle, Kemalistlerle oluşturulacak tampon devleti şekillendirir. Bu olgu, Ravlinson ve Türkiye’nin kurucularından Karabekir’in anılarında açıktır.
Lozan, bu ihtiyacı resmileştirerek Kolonyalizme Boğaz’da bir Vasal oluşturmuştur: Türkiye “Cumhuriyeti”.
İngilizler daha en başta, Erzurum Kongresi sırasında Rawlinson vasıtasıyla Kemalistlerle dirsek teması içindedir.
Rawlinson hatıratında, M. Kemal ile görüşmesinden sonra ki, “Daha sonra büyük bir nezaketle, geleceğin getireceği büyük gelişmelerin boyutlarını her ikimiz de idrak ederek birbirimizle vedalaştık.” sözleri , “kurucu” ile arasında geçen bu görüşmenin önemini vurgular.
Erzurum Kongresi kararları, kamuoyuna açıklanmadan Rawlinson’a söz verildiği gibi gönderilir. Karabekir hatıralarında şu notu düşer:“Sarıkamış’taki Ravlinson’a Erzurum Kongresi beyannamesinden göndermiştim…”
Rawlinson, Aralık 1919’da Kazım Karabekir’e Lord Curzon’un İngiltere Hükumeti adına Kemalistlerin gönlünü rahatlatan mesajını iletir. Lord Curzon mesajında;
İngiltere’de pek kuvvetli partilerin Türkiye’nin varlığının korunmasına ve bağımsızlığının sağlanmasına kuvvetle taraftar olduklarının altını çizerek İngiliz hükümetinin de bunu kabul ettiğini, diğer devletlerin Türkiye’yi taksim etmesi arzusuna İngiltere’nin müsaade etmeyeceğini, İngiliz kamuoyunun artık Yunanlılar aleyhine döndüğünü ve Yunanlıları İzmir’den çıkaracaklarını, Ermenilerin Anadolu topraklarında bir hükumet kurmalarının mümkün olmadığını belirtmiş ve İngiltere’nin Türkiye’nin varlığının korunmasına, bağımsızlığının teminine ve ekonomik gelişmesine çalışacağını, taahhüt etmiştir.
Kemalistlerin istediği Soykırımdan arta kalanların etnik temizliğinin gerçekleştirilmesi ve etnik homojenliğin sağlanmasına destek verileceği Rawlinson tarafından küstah bir tavırla bildirilmiştir: Sulh olunca İslâmları dâhile alınız Hıristiyanları da def edin gitsinler. Mübadele adı altında bu istek de Lozan’da gerçekleşir.
Türkiye Cumhuriyeti, kolonyalizmin, Sosyalizme karşı tampon ihtiyacının ürünüdür. Türkiye bunu çok iyi idrak etmiş ve bu durumu siyasi değişiklikler olmasına rağmen sadık bir şekilde uygulamış, bundan doğan avantajını da günümüze kadar başarılı şekilde kullanmaktadır.
Birinci Savaş’tan sonra Birleşik Kralllık’ın öncülüğünde oluşturulan yapı, İkinci Savaş’tan sonra Birleşik Devletler devralmış, Yapıda ve konumda kısaca politikada herhangi bir değişiklik olmamıştır.
Anglosakson jeostratejistlerin işaret ettiği Akdenizin doğu ucu, önemli hidrokarbon boru hatlarının bitim noktalarına denk gelen, yeni dağıtım istasyonlarının planlanma noktalarından biridir. Enerji dağıtım terminallerinin yer aldığı 30 -36 paralelin ve Ege’nin jeopolitik durumu, Hidrokarbon enerjinin önemi ve eski Sovyetlerin yerine, günümüzdeki Ortodoks Rusya gücünü korudukça, Kolonyalizmin tampon ihtiyacı devam edecektir. Bu durum, bölge devletlerinin bölgedeki söz hakkını ortadan kaldırılmaktadır.
Kolonyalizm her dönem Vasal’dan yana tavır almaktadır. Almaya da devam edecektir. Son günlerde, Akdenizin doğusunda Kıbrıs Cumhuriyetinin, kendi kıta sahanlığındaki egemenlik hakkına müdahale anlamındaki “askeri” gösterisini sürdürmesi, belirlenen paralel içinde yer alan Suriye devletinin çökertilmesinde aktif olarak yer alması, beş yıl boyunca İslamcı savaşçıları Türkiye’de eğitip Suriye’ye gönderilmesi projesinin koalisyon/ kolonyal güçlerle birlikte yürütülmesi, bu jeostratejinin ürünüdür.
Yarım asra yakındır Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuzeyindeki işgalini, dünyada kimsenin tanımadığı kuzey Kıbrıs Türk cumhuriyeti adı altında sürdürebilmesi de bu bağlamda değerlendirilmelidir. Agratur Üssü güvenceye alınmışsa kolonyal güçler için sorun yoktur, işgal sonsuza kadar devam edebilir. Tıpkı Filistin toprakları gibi.
Bu pencereden bakıldığında İsrail ile Türkiye’nin kuruluş gerekçeleri arasında bir fark yoktur: ileri karakol! Tehdit ve cesaret kuruluş gerekçesinden kaynaklıdır.
Yunanistan günümüzde 3. Kurtuluş savaşını vermektedir; Merkel’in dayatmaları, Kayzer Wilhelm ve Hitler’in uygulamalarından farklı değildir. Kolonyalizm bu kez AB kılığında Yunanistan’a diz çöktürmeye gelmiştir. Yunanistan halkı diz çökmeden, saldırıyı geçmişte olduğu gibi püskürteceğinden kuşku duyulmamalıdır.
Yunanistan halkı günümüzde Syriza ile bunu kolaylıkla başarma şansına sahiptir.
Osmanlı ve ardılı Türkiye’nin genleri reforma uygun değildir. Reform sözcüğünün arkasından katliam gelmektedir. 1820’lerden günümüze Hıristiyan halklardan devşirdiği kendi ordusu; yeniçeriler dahil, çeşitli halklardan ( Ermeni, Elen, Sırp, Slav, Pontos, Arap, Asuri, Süryani, Keldani, Nasturi, Kürt, Rus, Malakan… ) katlettiği vatandaşların sayısı bir çok Avrupa ülkesi nüfusuna yakındır: 4 milyon. Buradan Kürtlere yönelik bir reform sözünün yerine getirilmesi mümkün gözükmüyor. Sorun zaman içerisinde çürütülecektir. Şu andaki iç politika, haziran seçimlerinde Erdoğan’ın başkanlığını perçinleyecek çoğunluğun sağlanmasına kilitlenmiştir. Kısaca Erdoğan ailesinin güvenliğinin sağlanmasıdır.
Türkiye’de cereyan eden olaylar karşısında, Avrupa Birliği’nin evrensel demokrasiye ilişkin sözleri retorikten ibarettir. Kaldı ki Kolonyalizmden insan hakları ve demokrasi beklemek hayaldir.
Türkiye’nin iç politikasını şekillendiren önemli bir unsur da 1913-22 yılları arasındaki Küçük Asya’nın otokton halklarının Soykırım veya Mübadele adı altındaki kovulma ile tarihsel topraklarından sökülerek Türk ve Kürtlerce kolonize edilmesidir. Bu tarihsel haksızlık sürecine ilişkin mutabakat, bu tarihsel haksızlık sürecindeki suç ortaklığı, el konulan Hıristiyan kızlarından ve kadınlarından oluşturulan aile, bu tarihsel haksızlık sürecinin üzerinde yükselen ekonomi, bunların gizlenmesine yönelik eğitim ve hukuku ile şekillenen ahlak yani soykırım ahlakı ile suskunluk içeride devletin elini güçlendiren unsurlardır. kuruluşundan itibaren devlet başkanlarının resmi mekanı Kasabyan ailesinden gasp edilen Çankaya Köşkü ile mübadeleye tabi olmayan Trabzon’daki Kabayannis’ten gasp edilen Atatürk Köşkü gibi sadece iki sembol yapı durumu açıklar niteliktedir.
Lozan’da verilen sadık Vasallık görevi karşılığında kurucu unsurlarca insanlığa karşı işlenen suçlar unutulur. Soykırım suçlularının Rawlinson ile takas edilerek yeni T”C”nin kurucularının aklanması garip bir tecellidir.
Tarihi Ermenistan’ın kolonizasyonunda suç ortaklığı, Kürtlerin rehin alınmasıyla sonuçlanmıştır. Aksi durumda soykırımda elde edilenlerin kaybedilmesiyle sonuçlanacaktır. Bu nedenle Kürtlerin yarısının Erdoğan’ın yanında yer alması, Kürt Sorununun çözümünde en büyük handikaplardan biridir. Diğer Geri kalanını da çözüm süreci söylemi ve umudu ile Öcalan’ın devletin elinde olmasıyla, iradenin rehin ve tutsak olduğunu söylemekte sakınca yoktur. PKK yöneticilerinin Ermeni lobisi, Rum lobisi, bin yıllık İslam kardeşliği, Ortadoğu’da stratejik ortaklık… söylemleri bu görüşü doğrular niteliktedir. Kaldı ki, söylediğimiz gibi devlet geleneğinin sorunları çözme iradesi hiçbir zaman olmamıştır.
Soykırım’ın, tarihi ve çözümü dondurmuş olduğunu söyleyebiliriz.
Sorunları zamana yayarak çürütme stratejisi güden bir geleneğin sorunu çözme isteğinin olduğunu söylemekten çok uzaktayız.
Son Haberler
Sayfalar

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]
“Bilginin iktidarla ilişkisi
sadece uşaklıkla değil,
hakikâtle de ilgilidir.”[1]

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]
Krizin içindeyiz.
Krizle sarsılıp, savruluyoruz.
Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.
Vs., vd’leri…
Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.
“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]
“Yükselen her şey düşecektir.”[1]
Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok
TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’ diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER
Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları
BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.

materyalist bilgi teorisi ve komünist partileri
“İnsan pratiği, materyalist bilgi teorisinin doğruluğunu tanıtlar.” Marks
İnsanın üretimdeki, üretim içindeki ilişkileri ve faaliyetleri, diğer tüm faaliyetlerinin üstünde ve onların üzerinde belirleyici bir rol oynama temel özelliğine sahiptir. Bu bağlamda, insanın bilgisi üretimdeki faaliyetlerinden bağımsız değil, bizzat ona bağlı olarak gelişir ve şekillenir.

HER GÜN DÖRT İŞÇİ, BEŞ KADIN
“Son kötü günleri yaşıyoruz belki
İlk güzel günleri de yaşarız belki
Kekre bir şey var bu havada
Geçmişle gelecek arasında
Acıyla sevinç arasında
Öfkeyle bağış arasında//
Biz kırıldık daha da kırılırız/
Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.”[1]

ÇİN: KARMAŞIK BİR SORU(N)…[1]
“ben hiç başlamamış bir dündeyim.
yağmur yağacak...
hiç başlamamış bir yarın çok var.
hiç bitmeyen bir dün de çok var...”[1]
Arif Dirlik’in, “Sadece bir ulus değildir; bir uygarlıktır,” notunu düştüğü Çin’in geneli veya özelde ise “bugünü” hakkında yazmak kolay değil.
Binlerce tarihsel bağıntı ve güncel referanslarıyla Çin, çoklu bir örnektir.