KDP,PKK...Tez,antitez ...sentez?

Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinde KDP bir tezdir.Emperyalizm ve sömürgecilikle mücadelede yarı-modern bir başlangıç.Kurulduğu dönemdeki emperyalizmin ve işbirlikçisi yerel sömürgeciliğin ittifaklı çullanmışlığından kaynaklı parçacı bir tez.Toplumsal gelişmenin düzeyine bağlı olarak aşiretler/aileler ittifakı temelinde politika örgütleyen bir tez.Parçacılığı o kadar belirgindir ki, Doğu Kürdistan’da Süleyman Muini ve Kuzey Kürdistan’da Saitler komplolarındaki rollerini gözardı edebilmemizi, ne Barzani ailesine ne de yüzyıllık direnişlerine duyduğumuz saygı sağlayabilir.
Bu teze karşı ilk antitez Talabani öncülüğünde Güneyli siyasi kadrolar tarafından yaratılmaya çalışılsa da Soran bölgesine sıkışmışlığı,nispeten şehirli bir hareket olması nedeniyle Güney Kürdistan’daki geniş köylü yığınlarını ve aşiretleri kapsamada karşılaştığı zorluklar ve sömürgecilerle ittifaka meyilli yapısı nedeniyle gerçek bir antitez’e dönüşememiştir.
Daha tutarlı bir antitez Dr.Şivan öncülüğünde yaratılmış,TC istihbaratının doğru öngörüsü ve Güney KDP’nin işbirliği neticesinde,Kuzey Kürdistan’da sayısı binlerle ölçülen silahlı peşmerge birlikleri örgütlemiş Dr.Şivan ve arkadaşları silahlı mücadeleye başlayacakları dönemin arefesinde imha edilmişlerdir.Dr.Şivan’ın düşüncesi bu imha sonrasında siyasal bir hat olarak diri kalmasına rağmen,bu siyasal hattın örgütü tam olarak tarih sahnesine çıkamamıştır.Bağımsız Birleşik Kürdistan hedefinde billurlaşan bu siyasal hat dönemin bir kaç siyasal hareketinde temsiliyet bulmuşsa da bu siyasal hareketler Dr.Şivan’ın siyasal hattının “deprem yaratıcı” gücünü ortaya çıkarmakta yetersiz kalmışlardır.
Bu “deprem yaratıcı” gücün potansiyelini kinetiğe dökme işi,yani Kürdistan’da teorik sentezi pratiğe dökme onuru PKK’ye aittir.Frantz Fanon’un “İlk Kurşun” teorisinin PKK bağlamında tartışılması da bu nedenledir.Yani Kürdistan’da antitez PKK’dir.Dönemin “Bağımsız Birleşik Demokratik Kürdistan” hedefiyle yola çıkmış pek çok siyasi hareketinin içinden öne fırlamışlığıyla göze batan,ittifaklar siyasetini dönemin reel-sosyalist denklemlerinden değil,Ortadoğu’nun kaygan zeminli politikasının acımasız gerçekliğinden alan bir antitez.Diğer yapılar Avrupa’ya savrulurken Ortadoğu’nun kirli zemininde, kirlenmeyi de göze alarak,tutunma inadıyla kendini yeniden yaratan bir antitez.Bugün dahi PKK,Kürdistan’ın dört parçasında program ve irade koyan tek siyasal harekettir.Ancak, bir dönemin “Bağımsız Birleşik Demokratik Kürdistan” programını öteleyen günümüzün “Bir,İki,Üç...Daha Fazla Kürdistan” döneminde Kürdistan siyasetindeki sentez zorunluluğu kendini dayatmış görünüyor.Bu sentez ulus inşa edici yeni bir toplumsal/siyasi hareket olabileceği gibi,daha yüksek bir ihtimalle PKK’nin kendisini bilinçli dönüştürmesi ya da dönemin şartlarının PKK’yi bir dönüşüme zorlaması olarak da ortaya çıkabilir.Ya da bu süreçler bugünden öngöremeyeceğimiz başka bir sentezin tetikleyicisi olabilirler.Mevcut momentte PKK’nin antitezi sentezini yaratamadığı için zorlanmakta,ideolojik olarak irtifa kaybetmektedir.İrtifa kaybı Ortadoğu’nun yeniden paylaşımı ve Batı Kürdistan’ın özgürleşme sürecinde gerekli bilgi üretim süreçlerinin çalıştırılması yerine Türkiyelileşme, ”sollaşma”,”kendi üzerine vazife olmayan” ve ancak ekonomik ve toplumsal gelişmenin bir aşamaya varmasıyla çözülebilir olan kadın hakları/eşcinsel hakları gibi sorunlara yoğunlaşma süreçlerinde iyice ortaya çıkmaktadır.Oysa “üstyapıda modernleşme” konusunda ne kadar hızlı giderseniz gidin,”altyapıda “ Kürdistan’ın sömürge altı statüye sahip olduğu gerçekliği orta yerde durmaktadır.Kürdistan’ın petrol ,su ve madenler dahil tüm kaynakları ve dahi ucuz Kürd emeği Türk tarım,sanayi ve ticaretinin ana girdilerinden biri olarak niteliksiz bir biçimde yağmalanmaktadır.
Günümüzün Kuzey Kürdistan siyasal hareketinde,partiler zemininin ötesinde,toplumsal altyapıyı yatay olarak kesen iki ana siyasal hat var.İlki Kürdistan’ın diğer parçalarını da kapsayan bütünlüklü bir politika üretimini öngören ve ulusal hareketin kendi kurtarıcı/ulus inşa edici rolünü öne çıkaran siyasal hat.İkincisi ise temelde Türkiyelileşme perspektifini de içeren bir entegrasyona taraftar,sistemin dışında kalmış/sistemin dışına itilmiş Kürdler de dahil tüm kesimlerin ittifakı temelinde, demokratik cumhuriyet / halkların kardeşliği argümanlarıyla “yeni” bir siyaset inşasını öngören bir hat.Cuma Çiçek’in deyimiyle (Radikal İki,08.12.2013,sf.5): “Birinci grup,Kürtlerin ulusal meselesine odaklanarak,Türkiye genelinde sol bir birlikten ziyade,Kürt bölgesinde ulusal birliği hedefleyen bir hattı savunuyor.İkinci grup,Kürtlerin ulusal sorunla birlikte sınıf,toplumsal cinsiyet gibi boyutlar içeren sosyal sorunlarının da olduğunu,bu anlamda Türkiye genelinde çoklu ezilmişlikleri/dışlanmışlıkları bir araya getirecek bir sol muhalefet hareketi yaratmaya odaklı bir yönelimin daha anlamlı olacağını ileri sürüyor.Kürt meselesinin jeopolitiğiyle birlikte düşünüldüğünde,yine çok kabaca ilk grup,dört ülkenin siyasi egemenliği altında yaşayan Kürtlerin birliğine ve ortaklığına yönelirken,ikinci grup ulus-devlet ve Kürt milliyetçiliği dışında bir çözüm arıyor,mevcut siyasi sınırlar dahilinde ,Kürtlerin kolektif kültürel haklarını ve özyönetim hakkını güvence altına alacak çok-uluslu ya da etnisiteden arınmış bir ulusallığa dayalı devlet ve toplum inşa etmeyi hedefliyor.” Kanımca Kürdistan’da tez-antitez diyalektiğinin sonucunda ortaya çıkacak sentez işte bu iki hattın mücadelesinin neticesinde ortaya çıkacaktır.Varolan tüm kamplaşmaları kararak aşacak ve tarafları yeniden düzenleyecek olan bu mücadelede Güney Kürdistan yönetiminin ,TC’nin mevcut iktidar partisinin ve Kürdistan ulusal hareketi içerisinden BDP’yi işlevsizleştirme çabasına ek olarak Türki sollarla birlikte HDP’yi örgütleyenlerin aynı düzlemde buluşması tarihin bir cilvesi olsa gerek.
Birincilerin bu mücadelenin kazananı olarak ortaya çıkması “bir,iki,üç,daha fazla Kürdistan” sistematiğinin hayata geçmesi için önşarttır ve Batı Kürdistan’ın nefes alabilmesi / TC’nin vekaletli saldırganlığından kurtulabilmesi de buna bağlıdır.Ulusal kurtuluş hareketinin kendine gelmesi ve ulus kurucu/kurtarıcı işlevine geri dönmesine ön açacak olan da budur.
İkincilerin başarılı olması,yani sentezin entegrasyoncularca üstlenilmesinin sonucu Kuzey Kürdistan’ın ve dönemin uluslararası koşulları elverirse Batı Kürdistan’ın Türkiye’nin bir “bölgesi” olmasıdır.Dünya ekonomisine entegre olma sürecinde TC’nin “demokratikleşme” zorunluluğuyla da kesişen bu plan Kuzey Kürdistan’da toprak temelli statü taleplerini de oldukça zorlaştıracaktır.Böylesi bir durumda Kürdistanlılar verili duruma yeni bir tez ile itiraz etmeye başlamakta çok da gecikmeyeceklerdir, ancak treni kaçırmış olma riskini de hesaba katmak lazım.Kürdistanlıların “birey” olmaktan gelen haklarının hızla tanınacağı önümüzdeki onyıllarda ikincilerin Kürdistan ulusal kurtuluş hareketini yönetmeleri/yönlendirmeleri PKK dahil Kürdistanlı tüm örgütlerin toplumsal meşruiyetlerine ciddi gölge düşürecektir.Ulusal kurtuluştan/ulus inşasından vazgeçmiş,Türkiye sisteminin bir parçası olmaya yönelmiş siyasi hareketlere duyulan ihtiyaç kaçınılmaz olarak sona erecektir,asıl varken kimse vekile ihtiyaç duymaz çünkü.Dönüşmüş ve demokratikleşmiş bir TC,böylesi bir momentte daha işlevsel bir seçenektir.Entegrasyon süreçlerinin etkisi de hesaba katıldığında Kürdistanlılar zaten bir “Türkiyeli Kürt” olarak haklarını adım adım almakta olduklarını ve bunu gerçekleştirecek araç olarak TC’nin tüm Kürdistani örgütlerden daha işlevsel olduğunu farkedeceklerdir.Başka bir deyişle bugün Kuzey Kürdistan’da AKP’ye oy veren kitlelerin düşündüğü gibi düşünen bir çoğunlukla karşı karşıya kalma riski Türkiyelileşme senaryosunun en olası sonucudur.
90’lı yıllarda uygulanan rasyonel bir göçettirme politikası ve yerel aydın soykırımının eşzamanlılığında Türki metropollere dağıtılan Kürdistanlı kitleler ve Kürdistan’da ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalı kırsal alanlardan koparılıp tarım dışı,hatta üretim dışı alanlara yönlendirilen Kürdistanlıların ekonomik zemin değişimine bağlı olarak nüfus artış hızında meydana gelecek radikal düşüşler, TC’yi,kendisini en çok rahatsız eden “ulusal kurtuluşçu” faktör olan “demografi” derdinden de kurtarmaktadır.”Demografi” faktörünün yerine ikame edilen “Türkiyeci ulusal birlik” zemininde “demokrasi” faktöründen umulan önümüzdeki onyıllarda Güney Kürdistan’ın “bağımsızlığıyla” tatmin olmuş,”Türkiyelilik” bilincine sahip ve toprak temelli bir Kürdistan fikrinden çok da hazzetmeyip bunu “geri” bulan “Doğulular” ve “Güneydoğulular”’dır.
Neyse ki tarihin sarkacı tez-antitez-sentez süreçleriyle ilerliyor.Sentez ulusal kurtuluşun re-organize edilmesi olarak değil,yukarıda anlatıldığı şekliyle bir entegrasyon süreci olarak tezahür ederse,ona karşı yeni bir tezle ortaya çıkacaklar da olacaktır.Treni kaçırmış olma riskine rağmen.
ZÜLKÜF AZEW,08.12.2013
Son Haberler
Sayfalar

Somut Duruma Dair Bazı Gerçekler
Gerek uluslararası planda ve gerekse yaşadığımız coğrafyada devrimci ve komünist hareket emperyalizm ve dünya gericiliğine karşı mücadelede geniş emekçi yığınların desteğine sahip değildir. Yine kendiliğinden gelişen kitle hareketlerini örgütlemede ve uluslararası dayanışmayı geliştirip büyütmede de yetersizdir.

NATO, SAVAŞ KIŞKIRTICISI BİR ODAKTIR; DERHAL DAĞITILMALIDIR!
Başını ABD’nin çektiği, emperyalist bir saldırganlık paktı olarak kurulan ve icraatlarıyla bunun gereğince davranan NATO’nun 75. Kuruluş yıl dönümü vesilesiyle gerçekleştirilen zirvede, ABD Başkanı Biden, NATO’nun: “Saldırganlığa ve saldırganlık korkusuna karşı bir kalkan yaratma umuduyla kurulduğunu” söylüyorsa da ama tarihsel gerçekler bunun külliyen kaba bir yalandan ve de arsızca bir manipüle edişten ibaret olduğunu kolayca gözler önüne serer.

Bozkurt’un anlamı (Nubar Ozanyan)
Yoksullar ve ötekiler için her yer ölüm kokan mayın tarlasına döndü. Türk olmayanların, -ötekilerin- Türkiye’de soluk alması ve yaşaması zulme dönüştü. Öteki olarak yaşamak, çalışmak, kendi ana dilinde Kürtçe, Arapça konuşmak, şarkı söylemek, yasak ve suç olan bir ülkede demokrasiden, özgürlükten, insan haklarından bahsedilebilir mi?

Seçimler ve siyasi parti konusunda proletaryalarla sohbet
İstanbul'u kazanan türkiye'yi kazanır.
Nedir bu tayyip'in sözleriyle vücut bulan yaklaşım.
Bir hayel mi yoksa bir gerçeklik mi?
Veyahut da burjuvaların içerisinde bir insanın söyledikleri hala dört nala giden atlarıyla şehirlerin surlarını yıkabileceğini düşünen bizim insanların söylediklerinden daha gerçekçi sözler mi?
Gerçekten noelibarel politikaların en yoğun olarak hissedildiği şehirleri kazanmak türkiye'yi kazanmak mı demek?
Peki bunu böyle kabul etmek kolay mı?

DEVRİMCİ SİYASAL MÜCADELEYİ ANIN SOMUT GÜNCEL TOPLUMSAL SORUNLARI ÜZERİNDEN ÖRGÜTLEMEK.
Temel hedefleri, mevcut kurulu düzeni devrimci bir kitlesel kalkışmayla tasfiye edip, yerine sosyalist bir sistem kurmak olan devrimci sol-sosyalist ve komünist güç ve yapıların, devrimi gerçekleştirebilmeleri esasen, devrim öncesi süreci, devrimi örgütleyebilme hedefiyle ele almalarına ve bundaki performans ve başarılarına bağlıdır.

ADİL OLAMASINI BECEREMEYECEKSEK; BU SİSTEMİ YIKMAYA NE GEREK VAR Kİ?
Bugün, Devletin “üst aklı” denilen birimlerince organize edilip, şeriat özlemcisi dinci yobaz karanlık güçlerce gerçekleştirilen Sivas-Madımak vahşetinin 31. Yıl dönümü. Tam iki gün sonra da yine devletin aynı karanlık derin güçlerinin bir şekilde yönlendirdiği besbelli olan bir başka vahşetin, Erzincan-Başbağlar katliamının 31. Yıl dönümü.

BUGÜN ARTIK ÇOK DAHA AÇIK BİR HÂL ALAN ŞERİAT TEHDİDİNE KARŞI LAİKLİĞİ SAVUNMAK, SÜRECİN ÖNE ÇIKAN ACİL VE ÖNEMLİ GÖREVLERİNDENDİR.
Kendisini “Anayasal Hukuk Devleti” olarak tanımlayan bir devlet düşünün ki Anayasasında hâlâ; “Türkiye Cumhuriyeti, (…), demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” İlkesi yürürlükteyken; bu ülkede şeriat propagandası yapmak serbest olsun ve ama dayanağını mevcut Anayasa ve yasalardan alan, şeriata karşı çıkmak ve de laikliği savunmak suç olsun!

Oy Zemano (Nubar Ozanyan)
Her yönüyle çürümüş sistemin katilleri, Kürdistan topraklarını yakmaya devam ediyor. Amed ve Merdin’de hem insanları hem de buğday ve mısırları yaktı. Evlat kokan Kürdistan toprakları şimdi duman kokuyor. Ateş ve dumanla yazılı TC’nin yüz yıllık tarihi “yakma ve yıkma”nın tarihidir. Bilmeyenler bilsin, duymayanlar duysun. Dün Ermeni kadın ve çocukları kiliselerde, Alevileri inanç ve ibadet mekanlarında, Kürtleri mağaralarda, köylerde yakanlar bugün yine Kürdü kadim topraklarında yakıyor.

CHP’NİN “Türkiye yüzyılı maarif modeli ”Ve kürtlerin iradesinin gaspı karşısında laisizm ve hukuk sınavı.
İslamo-faşist Erdoğan diktatörlüğünün, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile yapmaya çalıştığının, tam olarak,eğitim ve öğretim sistemininSunni İslamcı dini esasları üzerine oturtulması olduğu, daha önceki iki yazıda ve keza Kürtlerin iradesine karşı bir sömürge siyaseti olan kayyum uygulaması da bir başka yazıda özetlenmişti.

Kadro Olmak Aynı Zamanda Kendimize Karşı da Kadro Olmak Demektir
Bir kadronun ihtiyaç duyduğu nitelikler bugün sürekli ideolojik saldırı altındadır. Burjuvazi sadece protestoları, teoriyi, örgütleri değil aynı zamanda doğrudan tek tek kadroları da hedef almakta ve onları ideolojik etki yoluyla etkisizleştirmeye ya da kendi tarafına çekmeye çalışmaktadır.