Kobanê’de Partizanca Direnişin İzinden…

Ortadoğu’da, emperyalistler ve onların işbirlikçi, uşağı hükümetler ile onların güdümündeki çeteler tarafından işgal edilen, özgürlük ve geleceği tutsak alınmaya çalışılan Kobanê, 134 günlük kahramanca bir direniş sonucunda özgürlüğüne kavuştu.
Kobanê, Rojava’da Kürt halkının kendi yönetimlerini inşa etmesi, öz örgütlülüklerini kurmasıyla birlikte ortaya çıkarmaya başladığı, filizlenerek büyümeye başlayan kazanımlarına yönelik kuşatma ve saldırıların kilitlendiği noktaydı.
Çoktandır Kobanê, içinde sokaklar ve caddeler olan küçük bir kent olmanın ötesine geçmişti. Kobanê’de yaşanan çatışma, Ortadoğu’da Kürt halkının demokratik kazanımları temelinde örmeye başladığı alternatif yaşama karşı olan tüm karanlık güçler ile buna karşı duran devrimci, ilerici güçlerin çatışmasıydı.
DAİŞ, sadece bir kenti ele geçirmek istemedi. Bundan da öte Ortadoğu’da, inançlar temelinde kendi içinde bölünerek parçalanan ve bu şekilde bir araya gelmesi engellenen tüm inanç ve milliyetlerden emekçiler için bu çemberin dışında, demokratik temelde, özgürce yaşama olanağı sunduğu için tehlikeliydi. Kobanê özgülünde Rojava’da yükselen ses, kadınların, ezilen cins ve kimliklerin, çeşitli inanç topluluklarının özgürlüğünü ve kendi geleceğine karar verme iradesini anlatıyordu. Esasen korkulan buydu.
Emperyalistler eliyle bölgedeki güç dengeleri dikkate alınarak önü açılan, palazlandırılan ve her türlü destek sunulan Cihatçı çetelerle yaşama geçirilmek istenen gerici planlara saplanan bir hançer oldu Kürt halkının Rojava’daki demokratik kazanımları.
Kobanê; katliamlar, kıyımlar, yağma ve talan ile özellikle kadınlara yönelik vahşetle ilerleyen, korku salarak bölge halklarını teslim almak isteyen emperyalist gericiliğin uzantılarına vurulmuş büyük bir şamar oldu. Besleyip büyüttükleri çetelerle, bir korku imparatorluğu kurarak, hegemonyalarını oluşturmayı; bölgeye yönelik saldırı, işgal ve askeri operasyonlarını meşrulaştırmayı hedefleyen karanlık güçler için Kobanê, hesapların şaştığı,projelerin çöktüğü bir direniş merkezi, odağı haline geldi.
Kobanê’yi belki de bu kadar önemli kılanda buydu. Kobanê, Kürt halkının direnişinden, DAİŞ’everilen mücadelen çok daha fazlasıydı. Bölge halkları nezdinde, dünya halklarının gericiliğe bir meydan okumasıydı.
Farklı ideolojik zeminlerden ve paradigmalardan beslense de 2. Paylaşım savaşı sırasında Hitler şahsında dünya gericiliğinin Sovyetler Birliği şahsında dünya halklarının özgürlük mücadelesine yönelik bir saldırısıydı aslında.
Stalingrad’da(23 Ağustos 1942 – 2 Şubat 1943) yapılmak istenen, dünya işçi sınıfı ve emekçilerini aydınlatan Sosyalizm güneşinin söndürülmesi, yok edilmesi ve dünya halklarının direniş gücü ve umudunun kırılmasıydı. Sovyetler yenilirse Sosyalizm yenilecek böylece uluslararası proletarya emperyalist kapitalizme mahkûm kalacaktı. Ne var ki hesaplar tutmadı.
Emperyalizmin savaş arabası Stalingrad’da tuzla buz oldu. Kazanan Sovyetler Birliği şahsında dünya halklarının özgürlük umudu ve direniş oldu. Bunun yankıları çok kısa sürede dünyanın dört bir yanından görüldü. Her dilden, her dinden ve milliyetten işçi sınıfı ve emekçiler demokrasi özgürlük ve eşitlik ve özgür bir gelecek için daha güçlü dövüşmeye başladı.
Stalingrad’da Sosyalizm simgesi üzerinden emperyalistler tarafından o gün yapılmak istenen bugün, başta DAİŞ olmak üzere gerici çeteler tarafından, demokratik, eşitlikçi bir paradigma temelinde yükselen özgürlük mücadelesine yönelik yapılmak istendi. Her iki örnekte de hedeflenen; halkların direniş umudunun kırılması, emperyalist tahakküm altına alınarak, sömürü zincirinin güçlendirilmesiydi.
Ancak tıpkı Stalingrad’da olduğu gibi büyük bir direnişle yenilgiye uğramaktan kurtulamadılar.
Tarihin Onurlu Yerinde Tarihe Not Düşmek
Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız
Karşıyaka köyleri, obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,
Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil,
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına...
(Ahmed Arif)
Böylesine kapsamlı bir çatışmayı içinde barındıran direniş, doğal olarakta dünyanın dört bir yanından ilerici, devrimci ve komünist güçler tarafından da desteklendi, sahiplenildi.
Doğrusuda buydu.
Tarihin bugünkü dönemecinde direniş safında yer almak, onu büyütmek, emperyalist gericiliğe karşı yükselen sese ses vermek, her devrimci, ilerici ve demokratın görevi olmak durumundaydı. Kobanê’de yaşananda tamda bu oldu. Dünyanın dört bir yanından devrimci, ilerici güçler soluğu Kobanê’de aldı.
Kuşkusuz bu kavgada ilk öne atılması gerekenlerde bu toprakların devrimci ve komünistleri olmalıydı. Partimizin çağrısıyla Partizanlarda soluğu Kobanê’de, direniş mevzilerinde yer alan güçlerden oldu. Bu tarihi günlerin direniş günlüğüne, mütevazı bir not düştü.
İşte bizi Kobanê’ye götürende, bu direniş günlüğünün nasıl yazıldığını yerinde görmek, direnişin izleri takip etmek oldu.
Yoldaşların Kobanê’de ne yaşadığını hiç bilmiyor değildik. Mevzide olamasakta gözümüz, kulağımız, kalbimiz oradaydı. Bulunduğumuz alanda Kobanê’de yükselen direnişe güç katmak, büyütmek için elimizden geleni yapmaya çalıştık. Yaptık ama yinede aklımız hep direniş mevzilerinde, çatışmaların en sıcak yerindeydi.
Görüşmek bugüneymiş.
Yoldaşlara ulaşacak olmanın heyecanı ve umuduyla yol alıyor otobüsümüz sınıra doğru. Kafamızda türlü düşünceler, acaba sağlık durumları nasıldır? Yaralanan var mıdır? Günlük yaşamları nasıldır? Cephede son durum nedir?
Beynimizi kemiren sorularla geçiş gününü bekliyoruz. Biraz ısrardan ve birkaç günlük ertelemelerden sonra artık sınıra giden yoldayız. Sınıra yaklaşıkça heyecanımız artıyor. Kafilemiz epey kalabalık. Gecenin karanlığına dalıyoruz, bir köyün içinden gerilla usulü yürüyerek adımlıyoruz yolu. Sınıra kadar kontrollü bir şekilde süren yolculuğumuz, tellerden geçerken yaşanan heyecanı da arkasında bırakarak sona eriyor şimdi.
Ve artık Kobanê’deyiz. Karanlıktan gelen şewbaş sesleriyle karşılanıyoruz. Geldiğimiz köy bir hafta önce çetelerden temizlenmiş. YPG’liler durumu anlatırken övünmeyi ihmal etmiyorlar haklı olarak. Köy artık YPG’nin kontrolünde. YPG-YPJ’liler, Kürtçe, Arapça ve Türkçe konuşuyor. Kafilemizdebu anlamda oldukça zengin. Çok dilli ve kültürlü bir bileşenimiz var: Kürtçe, Arapça, Türkçe, Fransızca, İngilizce konuşuluyor. Herkese tek tek geliş amacı soruluyor. Kenti karanlığa gömülmüş buluyoruz. Geceleri işi olanlar dışında hareketliliğe izin verilmiyor. Kentin sokaklarında, her yaştan elinde kleşli asayişler dolaşıyor.
İlk geceyi etrafı inceleyerek, heyecan içinde gördüğümüz her şeyi beynimize kazımaya çalışarak geçiriyoruz. Ertesi gün sorumlu hevallerle görüşerek geliş amacımız anlatıyoruz. Sabahın ilk ışıklarıyla, kenti gündüz gözüyle görme şansı buluyoruz. Kent neredeyse Suruç’a benziyor. Yerleşim biçimi, sokak ve mahalleler anlamında Anadolu’nun taşra kentlerine belki de en çok Mersin’in, Tarsus’un mahallerine benziyor. Yana yana dizilmiş bitişik evlerden oluşan düz, uzun sokaklar ve birbirine paralel uzanan caddeler.
Heyecanımız giderek artıyor. Yoldaşların yakında olduğunu birazdan gelip bizi alıp alacaklarını söylüyorlar. Tahmini yerlerini öğrenince tabi ki beklemeden, kendimiz yola çıkıyoruz. Bir sokaktan dönerken kafamızı çevirmemizle ilk yoldaşı görmemiz bir oluyor. İlginç bir karşılaşma anı. Yoldaşlar önce bizi tanımıyor, anlamıyor zira geleceğimizden haberleri yok. İlk şaşkınlıktan sonra buradaki tüm yoldaşların sıcaklığını almak istercesine uzun uzun sarılıyoruz.
Yoldaşlar burada MLKP’li dostlarla birlikte ortak karargâhta kalıyor. Tüm yoldaşlara teke tek sarılıyoruz. 4 günlük çabamızın sonucunda yoldaşlara ulaşmak ve hepsini sağ salim görmek sevincimizi katlıyor.
Yıkıntı, enkaz, bomba çukurları, patlamamış havanlar…
Elbette hemen Türkiye’yi soruyorlar ardı ardına. Alanlarda ki son durumu, sonra sorular beraber faaliyet yürütülen yoldaşlara kayıyor. Sohbet derinleştikçe derinleşiyor. Bu gidişle kenti göremeden süremiz dolacak. Neyse ki bir yoldaş müdahale ediyor. Geceleri nasılsa yapacak fazlaca bir şey yok bolca zaman var diyor.
Kentin kaldığımız bölümü YPG’nin elinde kalan yüzde 10luk bölgesi. Bu yüzden birazcık sağlam gibi. En azından içinde kalınabilir durumda. Ancak kenti gezdikçe özellikle cepheleri gördükçe yaşanan yıkım karşısında şaşkına dönüyoruz.
Gelmeden önce sınır nöbetlerinde çokça duymamıza, tv’lerden izlememize, basından takip etmemize rağmen gördüğümüz tablo gerçekten çok ağır. Kent adeta harap olmuş. Kentin her tarafı savaşın ağır izlerini taşıyor. İki -üç katlı binalar yerle bir olmuş, duvarlar kurşun delikleriyle dolu, neredeyse sağlam bina bulmak imkânsız.
Sağda solda DAİŞ’in attığı patlamamış havanlar düzenlediği bombalı eylemlerde açılan büyük çukurlar, uçak bombardımanıyla açılan devasa delikler….
Araçlar, dükkânların içleri, evler aklınıza gelebilecek her şey viran olmuş durumda. Yoldaşlar bizi mayınların temizlendiği noktalardan geçiriyor. Kentin birçok bölgesinde hala çok sayıda mayın var. Hepsini temizlemek oldukça uzun bir zaman alacak gibi görünüyor. Çünkü mayınların birçoğu da yıkıntıların arasında.
En tehlikelisi ise sağlam binalar. Yoldaşlar sağlam binalarda mayın ve tuzak tehlikesinin daha fazla olduğunu söylüyor. Kentte hala çok sayıda DAİŞ çetesinin cesetleri duruyor. Cesetlerin olduğu yerde ağır bir koku yayılıyor.
Sarya’nın Cesaret ve Cüreti
Kentin cephe bölgelerinde yaşam adına tek belirti, kontrol noktalarındaki asayişler. Cepheyi dolaşırken dikkatimi yoldaşların anlatımı çekiyor. Her sokağı, her evi öyle ayrıntılı ve duygulu anlatıyorlar ki. Her sözcükle yeniden savaşı yaşıyorlar, havandan saklanmak için sığındıkları evleri, mevzi yaptıkları duvarları, yanı başlarında şehit düşen arkadaşları, sarya yağmur gibi yağan kurşunları…
En duygusal anlar şehitlerin olduğu yerlerde yaşanıyor. Şimdi MLKP savaşçısı Sibel Bulut’un(Sarya Özgür/12 Aralık Güney Cephesi) şehit düştüğü yerdeyiz. Kocaman bir iş makinesi patlamadan paramparça olmuş durumda karşımızda. Yoldaş, Sarya’nın nasıl şehit düştüğünü anlatıyor. DAİŞ’in saldırısını durdurmak için güçlü bir mayın döşüyor önce Sarya oldukça zor koşullar altında.
Daha sonra çatışma sırasında mevzilerin güvenliği için ileri çıkmak, DAİŞ’in üzerine gitmek bir zorunluluk haline geliyor. Oldukça tehlikeli olan bu durumda Sarya, YPG-YPJ’nin ilerleyebilmesi için çatışmanın içinde patlayıcıyı etkisiz hale getirmeye çalışırken bomba patlıyor.
Patlama çok şiddetli yaşanıyor. Yoldaşlar ona ait hiçbir şeyin kalmadığını söylüyor. Bomba düzeneğinin yaşanan şiddetli çatışmalarda, hava bombardımanı sırasında yer değiştirdiği ve yapısının bozulduğunu, patlamanın bu yüzden yaşandığını söylüyorlar. Sarya’nın bir hatasından öte onun dışındaki nedenlerle yaşanıyor patlama. Yoldaş anlatırken epey duygulanıyor ve Sarya’nın direniş güçlerinin önünü açmak için gösterdiği duruşunun ne kadar anlamlı olduğunu, savaşın böylesi kahramanca yaklaşımlar sayesinde kazanıldığını söylüyorlar.
Mevzilere doğru ilerliyoruz. Mevzi denildiğinde aklıma ilk gelen toprağa kazılmış bir hendek olmuştu. Oysa burada mevzi bir duvarın içine açılan küçük bir delik ve arkasına yapılan güvenlik anlamına geliyor. Olanaklar çok kısıtlı, DAİŞ’in saldırılarına karşı savaşçılar evlerden çıkardıkları yastıkları boşaltarak bunları toprakla doldurup mevziyi güçlendiriyor. Mevziler arasındaki geçişler evler arasında açılan deliklerden yapılıyor. Açılan deliklerden yol yapılmış. Bunlarına arasından geçiyoruz. Oğuz Saruhan’ın(Algan Zafir/30 Aralık Doğu Cephesi)şehit düştüğü yere geliyoruz. Çatışmaların şiddetinden bir günde onlara savaşçının şehit düştüğünden söz ediyor yoldaşlar.Küçücük bir mevzide günlerce bazen haftalarca DAİŞ’in sızmasına karşı beklemek, savaş koşullarında günlük ihtiyaçları karşılamak çok ciddi bir irade, zafere duyulan güçlü bir inanç ve umudu gerektiriyor.
Tankın Partizanlarla İmtihanı
Yoldaşlar bizi kendi mevzilerine götürüyor. TKP/ML TİKKO ve Birleşik Özgürlük Güçleri(BÖG)’n den iki timin (bir takım) mevzilerini dolaşıyoruz. Tabii yine her taraf harabeye dönmüş durumda. Duvarlar delik deşik. Kobanê’de yaşanan savaşın tam bir şehir gerilla savaşı olduğuna bir kez daha tanık oluyoruz. Kırdaki gerilla taktiklerinin birçoğu burada pek iş görmüyor. Ancak savaşı bilmek, onu doğasına yabancı olmamak ve bu açıdan PKK’nin deneyimleri dezavantajı avantaja dönüştürüyor. Gördüğümüz, savaşın sürekli çatışmalar, saldırılar, kuşatmalar şeklinde geçmediği. Kimi dönem günlerce çatışmaların yaşanmadığı sadece mevzide beklendiği, kimi zaman birkaç günde çok şiddetli çatışmaların yaşandığını öğreniyoruz.
DAİŞ, şehir gerilla savaşında oldukça yaratıcı. Örneğin havanların ağzına tüp bağlayarak etki gücünü artırıyor. Önceleri kalabalık gruplarla saldırırken uçaklardan sonra taktik değiştirip güçlerini gruplara bölüyor vb…
Oluşturulan iki timin komutanı olan TKP/ML savaşçısı yoldaş bize 17 Ocak’ta yaşanan çatışmayı anlatıyor. Kentin Güneydoğu cephesinde oluşturulan geniş hattın önü zeytin ağaçlarından oluşan düz bir araziye açılıyor. Çeteler çoğunlukla buradan araçla saldırı düzenliyor. Bu yüzden sürekli bir teyakkuz hali var. Çeteler defalarca yoldaşların bulunduğu yerden sızma yapmaya çalışmış ancak başarılı olamamış. 17 Ocak günü öğleden sonra DAİŞ, şiddetli bir saldırıya geçiyor. Bir tanka yüklediği patlayıcılarla direniş hattına doğru ilerliyor. Bu esnada TKP/ML TİKKO ve BÖG’ün ortak mevzilerinden karşılık alıyor.
Yoldaşlar defalarca tankı füzeyle vuruyorlar ama ancak paletleri bozluyor. Yine de geri adım atmadan vurmaya devam ediyorlar. Tank, mevzilere gelmeden kendini patlatıyor. Patlamanın olduğu yeri gördük. Toprağında içinde nerdeyse 5 metre derinliğinde 10 metre genişliğinde bir çukur açılmış. Tanktan parça kalmamış adeta. Patlamayla birlikte oluşan basınçla hat boyunca tüm binalar yerle bir oluyor. Bu arada yoldaşların olduğu mevzi yerle bir oluyor. Bazı yoldaşlar kolonların altında kalıyor, yaralananlar oluyor. Aynı gün yaşanan çatışmada iki YPG savaşçısı şehit düşüyor. Harun isimli YPG’li komutanın şehit düştüğü yerde ondan kalan mekaplarını görüyoruz.
Bu olayın basına da yansıdığını aktarıyor yoldaşlar. Mevzide kalıp tankı vurmalarıyla ilerleyişini durdurduklarını, tankın hatta patlaması halinde hattın bir bütün düşebileceğini aktarıyorlar. DAİŞ’in tankla beraber güçlü saldırısına yoldaşların karşılığı ve duruşu YPG genel komutanlığı tarafından övgüyle karşılanıyor. Tüm komutanların bulunduğu bir toplantıda, yoldaşların takımına gösterdikleri duruştan dolayı teşekkür ediliyor, mevzileri bırakarak geri çekilenler eleştiriyor.
TC’nin Zafer Hazımsızlığı;
40 Metre Yüksekliğinde Türk Bayrağı
Kentte genel olarak askeri bir hava var. Sokaklarda kleşli asayişler, ağır silah taşıyan araçlar geçiyor. Arada, cepheden gelen yaralıları taşıyan araçlar hızla yanımızdan geçiyor. Günlük yaşam YPG tarafından örgütleniyor. Kentte çalışan bir-iki tane fırın var. Elektrik jeneratörlerden sağlanıyor ama merkezi bir sistem yok. Su içinde benzer bir durum var. Evlerin üstünde bulunan depolar tankerle dolduruluyor her gün. Şehir halkı, yavaş yavaş geri dönüyor. Savaş büyük oranda cephelere kayış durumda.
Buradaki köylerin özgürleştirilmesi sürüyor. Genel olarak anlatılan Kobanê’de savaşın henüz bitmediği. Zira şehrin çevresi hala DAİŞ tarafından çevrilmiş durumda. Çevre kentler onların kontrolünde. Örneğin Tel Abyad, Rakka ve Cerablus en güçlü oldukları yerler. Yani tehlike henüz geçmiş değil. Köylerde ilerleyiş ise biraz ağır. DAİŞ, evlere bubi tuzakları, arazilere mayın döşeyerek ve özelliklede araziye konumlanarak geri çekiliyor.
YPG komutanlarından öğrendiğimiz ilk hedefin Cizre ile Kobanê arasında koridor açmak olduğu yönünde. Cephedeki düzenlemeler YPG komutanlığı tarafından yapılıyor.
Güçler ihtiyaca göre belirlenen alanlara aktarılıyor.
Yoldaşlar bizi Miştenur tepesine çıkarmayı ihmal etmiyor. DAİŞ’in birkaç gün önce füzeyle saldırı düzenlediği bir yoldan çıkıyoruz tepeye. En güvenli yolun bu olduğu diğer yolların mayınlı olabileceği söyleniyor. Ve Miştenur Tepesindeyiz. Şehir için simgesel anlamı büyük olan bence azıcık yüksek bir büküntü olan tepe, şehre hâkim. Etraf dümdüz.
Karşıda tüm “görkemiyle” nazlı nazlı dalgalanan, Kobanê’de zafer kazanılınca, “orda kazandığınız ama biz buradayız” dercesine göndere çekilen 40 metre yüksekliğinde Türk bayrağı.
Kobanê’de dikkatimi çeken en belirgin şey yoldaşlar dâhil olmak üzere savaşçıların ölüm duygusuna bakışları oldu. Dün, ya da birkaç saat önce yan yana olduğun birini kaybetme tehlikesi, gerçekliği; hayata, yaşama dair algıları da değiştiriyor. Bir yanıyla insanı daha hassas hale getiriyor. Diğer yandan ölümü savaşın gerçekliği içinde anlamlandırıyor.
Ölümün küçültülmesi de diyebileceğim bir durum var. Mevzide her yoldaş defalarca ölüm tehlikesi atlatmış. Birçoğu kıl payı vurulmaktan kurtulmuş, kimisi birkaç yara almış. Bu durum mevzilerde bulunan hemen tüm savaşçılar için geçerli. Ölümü, ölüm korkusunu, eşiğini aşma, onu küçültme gerçekliği yaşanıyor. Moral ve motivasyon özellikle zaferin kazanılmış olmasından dolayı oldukça yüksek. Savaş daha önce tanıdığım birçok yoldaşta gözle görülür bir değişiklik yaratmış.
Birçok yoldaşın özgüveni artmış, yetenekleri açığa çıkmış.
Partizanca Direnişin İzinden
Bir bizimkiler taşardı dağlarında….
Bir bizimkiler yağardı yağmur gibi…..
Hüzün kokardı bizimkilerin göz yaşları….
Ve illegal akardı…
Burada bizimkiler efkarlansa…
Orda bizimkiler sigara yakardı..
Ordaki bizimkiler burdaki bizimkilerin ateş izlerini gözlerdi…
Oradaki ve buradaki bizimkiler …
Aynı aşka soyunur ve aynı aşka vuruşurdu…
Hiç görmeden hiç tanımadan…
Adını dahi bilmeden…
Yüzüne dahi ellemeden…
Bizimkiler ölüşünden tanırdı birbirini...
Gözlemler kuşkusuz kısıtlı. En güzeli, tarih yazanların, tarihi ileri taşıyanların, onu değiştiren, ona emeği, bilinci ve ruhuyla şekil verenlerin anlatması. Direnişi en güzel, onu kanıyla büyütenler anlatabilir zira. En güzel özgürlük türküleri onların ağzından ve kaleminden çıkmıştır tarih boyunca. En büyük destanlar onlar tarafından yazılmıştır. İnanıyorum ki bu tarihin kahramanları da, direniş günlüğüne dökülen satırları paylaşacaklardır
Ve artık gitme vakti. Burayı, yıkıntıların arasından yükselen bu direniş ve umudu bırakmak çok zor. Özelliklede yoldaşları. Sımsıkı sarılıyoruz. Yürek ve kucak dolusu selam gönderiyorlar farklı mevzilerde, alanlarda direnişi büyüten tüm yoldaşlara.
Ayrılık vakitleri en zor anlardır. Çünkü insana neden o anı yaşadığını, varlık nedenini, karşısındakiyle ve bulunduğu yerle ilişkisini yeniden gözden geçirme gerekliliğini hissettiriyor. Bir yanıyla, her şeyin, yeniden bilinç süzgecinden geçirilmesidir yaşanan. Birbirinden uzak yerlerde, aynı amaç uğruna çarpan yüreklerin ne kadar yakın olduğunu hissediyorum bir kez daha.
Kobanê’de, Suruç’ta, Amed de, Erzincan’da, Dersim’de; Ankara, İstanbul ve İzmir’de, Mersin ve Rize’de, Londra ve Paris’te; Afrin ve Cizre’de; baskı sömürü ve zulme karşı direniş ve özgürlük türkülerinin olduğu her yerde, sınırlar bir anda ortadan kalkıyor aslında.
Zira direniş, sınırları, zamanı ve mekânı aşan bir anlamı içinde taşıyor.
Yoldaşlarla yeniden karşılaşma, direnişin ve mücadelenin bir başka kesitinde mutlaka buluşma sözüyle ayrılıyoruz.
Gecenin karanlığında adımlarımız toprağında bağrına değerken, Kobanê’den yükselen Partizanca direnişin izlerini takip ediyoruz…
Son Haberler
Sayfalar

Somut Duruma Dair Bazı Gerçekler
Gerek uluslararası planda ve gerekse yaşadığımız coğrafyada devrimci ve komünist hareket emperyalizm ve dünya gericiliğine karşı mücadelede geniş emekçi yığınların desteğine sahip değildir. Yine kendiliğinden gelişen kitle hareketlerini örgütlemede ve uluslararası dayanışmayı geliştirip büyütmede de yetersizdir.

NATO, SAVAŞ KIŞKIRTICISI BİR ODAKTIR; DERHAL DAĞITILMALIDIR!
Başını ABD’nin çektiği, emperyalist bir saldırganlık paktı olarak kurulan ve icraatlarıyla bunun gereğince davranan NATO’nun 75. Kuruluş yıl dönümü vesilesiyle gerçekleştirilen zirvede, ABD Başkanı Biden, NATO’nun: “Saldırganlığa ve saldırganlık korkusuna karşı bir kalkan yaratma umuduyla kurulduğunu” söylüyorsa da ama tarihsel gerçekler bunun külliyen kaba bir yalandan ve de arsızca bir manipüle edişten ibaret olduğunu kolayca gözler önüne serer.

Bozkurt’un anlamı (Nubar Ozanyan)
Yoksullar ve ötekiler için her yer ölüm kokan mayın tarlasına döndü. Türk olmayanların, -ötekilerin- Türkiye’de soluk alması ve yaşaması zulme dönüştü. Öteki olarak yaşamak, çalışmak, kendi ana dilinde Kürtçe, Arapça konuşmak, şarkı söylemek, yasak ve suç olan bir ülkede demokrasiden, özgürlükten, insan haklarından bahsedilebilir mi?

Seçimler ve siyasi parti konusunda proletaryalarla sohbet
İstanbul'u kazanan türkiye'yi kazanır.
Nedir bu tayyip'in sözleriyle vücut bulan yaklaşım.
Bir hayel mi yoksa bir gerçeklik mi?
Veyahut da burjuvaların içerisinde bir insanın söyledikleri hala dört nala giden atlarıyla şehirlerin surlarını yıkabileceğini düşünen bizim insanların söylediklerinden daha gerçekçi sözler mi?
Gerçekten noelibarel politikaların en yoğun olarak hissedildiği şehirleri kazanmak türkiye'yi kazanmak mı demek?
Peki bunu böyle kabul etmek kolay mı?

DEVRİMCİ SİYASAL MÜCADELEYİ ANIN SOMUT GÜNCEL TOPLUMSAL SORUNLARI ÜZERİNDEN ÖRGÜTLEMEK.
Temel hedefleri, mevcut kurulu düzeni devrimci bir kitlesel kalkışmayla tasfiye edip, yerine sosyalist bir sistem kurmak olan devrimci sol-sosyalist ve komünist güç ve yapıların, devrimi gerçekleştirebilmeleri esasen, devrim öncesi süreci, devrimi örgütleyebilme hedefiyle ele almalarına ve bundaki performans ve başarılarına bağlıdır.

ADİL OLAMASINI BECEREMEYECEKSEK; BU SİSTEMİ YIKMAYA NE GEREK VAR Kİ?
Bugün, Devletin “üst aklı” denilen birimlerince organize edilip, şeriat özlemcisi dinci yobaz karanlık güçlerce gerçekleştirilen Sivas-Madımak vahşetinin 31. Yıl dönümü. Tam iki gün sonra da yine devletin aynı karanlık derin güçlerinin bir şekilde yönlendirdiği besbelli olan bir başka vahşetin, Erzincan-Başbağlar katliamının 31. Yıl dönümü.

BUGÜN ARTIK ÇOK DAHA AÇIK BİR HÂL ALAN ŞERİAT TEHDİDİNE KARŞI LAİKLİĞİ SAVUNMAK, SÜRECİN ÖNE ÇIKAN ACİL VE ÖNEMLİ GÖREVLERİNDENDİR.
Kendisini “Anayasal Hukuk Devleti” olarak tanımlayan bir devlet düşünün ki Anayasasında hâlâ; “Türkiye Cumhuriyeti, (…), demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” İlkesi yürürlükteyken; bu ülkede şeriat propagandası yapmak serbest olsun ve ama dayanağını mevcut Anayasa ve yasalardan alan, şeriata karşı çıkmak ve de laikliği savunmak suç olsun!

Oy Zemano (Nubar Ozanyan)
Her yönüyle çürümüş sistemin katilleri, Kürdistan topraklarını yakmaya devam ediyor. Amed ve Merdin’de hem insanları hem de buğday ve mısırları yaktı. Evlat kokan Kürdistan toprakları şimdi duman kokuyor. Ateş ve dumanla yazılı TC’nin yüz yıllık tarihi “yakma ve yıkma”nın tarihidir. Bilmeyenler bilsin, duymayanlar duysun. Dün Ermeni kadın ve çocukları kiliselerde, Alevileri inanç ve ibadet mekanlarında, Kürtleri mağaralarda, köylerde yakanlar bugün yine Kürdü kadim topraklarında yakıyor.

CHP’NİN “Türkiye yüzyılı maarif modeli ”Ve kürtlerin iradesinin gaspı karşısında laisizm ve hukuk sınavı.
İslamo-faşist Erdoğan diktatörlüğünün, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile yapmaya çalıştığının, tam olarak,eğitim ve öğretim sistemininSunni İslamcı dini esasları üzerine oturtulması olduğu, daha önceki iki yazıda ve keza Kürtlerin iradesine karşı bir sömürge siyaseti olan kayyum uygulaması da bir başka yazıda özetlenmişti.

Kadro Olmak Aynı Zamanda Kendimize Karşı da Kadro Olmak Demektir
Bir kadronun ihtiyaç duyduğu nitelikler bugün sürekli ideolojik saldırı altındadır. Burjuvazi sadece protestoları, teoriyi, örgütleri değil aynı zamanda doğrudan tek tek kadroları da hedef almakta ve onları ideolojik etki yoluyla etkisizleştirmeye ya da kendi tarafına çekmeye çalışmaktadır.