Çarşamba Şubat 26, 2025

Koşullara Boyun Eğmek Değil, Değiştirmek Devrimciliktir!

"Bak Bill, İşte Kocakafa!”

İslamcı faşist devletin en büyük korkusu, kitlelerin direnme gücünü bütünüyle kıramamış olmasıdır. Onlar, kendi saltanatlarını rahat sürdürebilmek için, öncelikle kitleleri bütünüyle teslim alamk isterler. Teslim almanın ötesinde, bütünüyle sindirmek ve ezmek isterler. Kısa ve uzun vadeli taktikleri budur.

AKP faşist hükümeti, 14 yıldır, kitleleri teslim almanın mücadelesini veriyor ve son 6 yıldır ise, yoğun bir şekilde saldırıyor. Buna rağmen, kitleleri bütünüyle teslim alabilmiş değildir.

En büyük direniş ve mücadele, hiç kuşkusuz Kürt Ulusal Hareketi’nden gelmektedir. Kürtlerin ulusal direnişi, burjuva faşist hükümet için en büyük handikapı. Devlet, Kürt ulusuna yönelik savaşını; bir yandan Kürt düşmanlığını Türk kitleleri içinde derinleştirerek, ezilen halklar ve işçi sınıfı içinde kutuplaşmayı artırmak isterken, bir yandan da toplumsal sorunları; Türk-Kürt düşmanlığı eksenine sıkıştırmaya çalışıyor. Ancak, devlet, bütün bunlara rağmen, Kürt ulusal direnişi karşısında derin bir krizle karşı karşıya kalmış durumdadır.

Faşizm Kürt ulusal direnişini teslim alamadığı gibi, işçileri de teslim alabilmiş değildir. Burjuva gazete ve TV’lerinde yer almasada, hala irili ufaklı işçi direnişleri sürmektedir. Sadece 2015 yılı içinde günde ortalama üç işçi direnişi olmuştur.2 Toplamda ise 1116 işçi eylemi olmuştur. Bunun 31’i dayanışma eylemi olarak gerçekleşmiştir. 

2016 yılı da sessiz geçmemektedir. HES’lere karşı olsun, doğanın talanına karşı olsun, eylemlerde bir artış vardır. 

Artvin-Cerattepe Eylemi ve kitleselliği de dikate alınınca, faşizmin hala teslim alamadığı ve bu nedenle de oldukça tedirgin bir durumda olduğu açıktır. Cerattepe eylemi uzun süren bir eylemlik olmuştur. 21 haziran 2015’de başlayıp 2016 Şubat ayı içinde ise daha bir kitleselleşerek büyümüş ve devlet, kitlelerin karşısına asker ve polis gücüyle çıkmıştır. Kitleler, uzun bir direnişten sonra, devlete geri adım attırmıştır.

TC devleti, Kürt illerini karadan ve havadan bombalarken, Batı’da da kitlelerin “barışçı” protesto ve yürüyüşlerine TOMA ve Polis’le karşı koymaktadır.

Bu yılın 1 Mayıs’ın da hemen hemen bütün illerde işçiler sokaklara çıkmışlardır. Bütün baskı, tehdit ve korkutmalara karşın 1 Mayıs katılımları bir önceki yıla oranla düşük olmasına karşın, yine de işçi sınıfı açısından büyük bir başarı olmuştur.

Hükümetin çıkardığı “Kiralık İşçi Yasası”na karşı, bir çok büyük şehirlerde direnişler örgütlenmiştir. Başta DİSK, KESK gibi sendikalar olmak üzere bir çok kitle örgütü ortaklaşa protesto gösterileri düzenlemişlerdir. Protesto gösterilerine geniş katılım olmamasına karşın, bu bile, faşist diktatörlüğün tüm baskı ve katliamlarına karşın işçileri susturamadığının bir göstergesidir.

Bir çok madende eylemler sürmektedir. Ücretlerini alamayan Ermenek Cenne Madencilik işçileri işi durdurmuşlardır. Yine, 23 mayıs’ta AVON kozmetik’de işten atılan işçiler direnişlerini sürdürüyorlar. Zonguldak-Kilimli maden işçileri yer altında on gün açlık grevi eylemi yapmışlardır.

KESK’in 29 Mayıs’ta düzenlediği “Laik eğitim, laik yaşam ve iş güvencesi” mitingleri Antalya ve Diyarbakır’da gerçekleşirken, Van ve Trabzon’da ise yasaklanmıştır. Diyarbakır’daki mitinge binlerce işçi katılmıştır.

Kadınlar, hemen hemen hergün sokaktalar. Az ya da çok, ama mücadeleci ve islamcı faşist hükümetin kadınların haklarını gasp eden ve köleleştirici şeriat yasalarına karşı, , TOMA ve polis saldırılarına rağmen sokakarda seslerini yükseltiyorlar.

Mussolini ve Hitler’in kadınlarla ilgili sözlerini tekrarlayıp duran faşist RTE diktatörüne karşı kadınların tepkisi sokaklarda sürdü. İstanbul, Ankara ve Eskişehir gibi bir çok kente kadınlar RTE’nin kadınları aşağılayıcı sözlerine sert tepki verdiler. “Yarım” olan kadınlar değil, kadınları “yarım” görenlerin ırkçı-faşist olduklarını bir kere daha haykırdılar.

İslamcı faşist iktidar, işçi ve emekçilere karşı yoğun saldırılarda bulunmasına karşın, buna karşı verilen tepkiler yetersiz olmakla birlikte , bu durum, önümüzdeki süreçte ölü toprağın kitleler üzerinde kalakacağının da bir işaretidir. Çünkü, komünist ve devrimciler sindirilmeyi, işçi sınıfı ise tepkisizliği kabullenebilmiş değildir.

Devrimci militanlık, faşist saldırıların arttığı süreçte daha bir önem taşır. Bir yandan kitlelerin aydınlatılması ve örgütlenmesine hız verilirken, bir yandan devrimci eylemlerle faşist iktidarın çok yönlü yıpratılması taktikleri öne çıkar. 

Karşımızdaki güç, salt gerici şiddetle ayakta tutulan çürük bir zemin üzerinde durmaktadır. İşçilerin sömürüsü üzerine inşa edilmiş faşist devlet terörü, kaçınılmaz olarak karşısında kitlelerin devrimci şiddetin büyümesinin de nedeni olacaktır. 

Koşullara boyun eğmek değil, koşulları devrimci mücadelenin gelişmesi yönünde değiştirmenin politik taktiklerinin yaşma geçirilmesi sonuç alıcıdır. İşte o zaman “bak Bill işte kocakafa!” denebilecek koşullar yaratılmış olacaktır.

1 Mussolini’yi Alman askeri birliği içinde tanıyıp yakalayan bir italyan Partizan’ın sevinçle ve hayretle arkadaşına seslenişi. Partizanlar, Mussolini’ye “kocakafa” derlerdi. Kim bilir yakında birisi de; “’ananı da al git’ diyen diktatör bozuntusu buraya sinmiş” diyebilir.

2 Emek Çalışmaları Topluluğu, İstanbul, Nisan 2016

45353

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Şehrin Işıkları

Şehrin gri havasından akşamın karanlığına yürüyorken, herkes, bir telaşla kaçan trenin arkasından koşar gibi, tempoyla, koşturuyor. Şehir o kadar hızlı akıyor ki; insanlar zamanın ve süreçlerinde aynı hızda aktığını zannediyor. Elleriyle dokundukları, gördükleri ve duydukları her şey bir sonraki gün biçim değiştiriyor, aldıkları kokular değişiyor. Gazeteler bir gün önce yazdıklarını ertesi gün hatırlatamıyorlar bile.

Kimliksizlik kimlik olmuş! Tahir Canan

Star Gazetesi İnternete yönelik baskıları savunmak için basın ahlak kurallarını hiçe sayarak basın yasasını hiç görmeyerek dilde kemik yok misali İnternet sansürüne karşı çıkanları porno savunmakla suçlamış. Kendi ilkesizliğini de ilke olarak lansa etmiş. Deyim yerinde ise ilkesizlik ilke olmuş, kimliksizlik de kimlik yerine geçmiş. Yalan dolanla hükümeti” yalama “ yalakalığı erdeme dönüşmüş! Halkı kandırmayı da meslek etmişler. Bunun adına da Gazetecilik denmiş! Gazeteciliğin kamusal görevini hükumetin, devletin ululuğu altına gömmeyi” meslek ilkesi”  kabul etmişler.

Yüce bir ölüm!/Agop Ekmekciyan

 24 Ocak 1988 yılında İstanbul Emniyet Müdürlüğü I.Şube polisleri tarafından boş bir arsada kurşuna dizilerek öldürüldüğü vakit Manuel Demir henüz 25 yaşındaydı.  Genç yaşında ,inandığı dava uğruna düşüncelerinden taviz vermeyen,onurlu duruşu ile cellatları çılgına çeviren Manuel Demir hunharca öldürüldü.  Faşizmin azgınca terör estirdiği yıllarda tüm hak ve özgürlüklerin rafa kaldırıldığı,yurtsever,devrimci,komünistlerin  hapishanelere atıldığı 12 Eylül faşizminin kol gezdiği şartlarda devrimci mücadeleye ara vermeden,,çekinmeden devam etti.

Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri) için 11 not/ Temel Demirer

normal tarihsel koşuldur.”[1]

i) Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri) güzergâhı, “devrimin güncelliği” fikrine veda etmeyenler için şaşırtıcı olmadığı gibi, “beklenilmeyen” de değildi…

Bu bağlamda Kaan Arslanoğlu’nun, “Bu memleket adam olmaz”, “insanların üzerinde ölü toprağı var”, “insan doğuştan/genetik olarak itaatkârdır,”[2] türünden zırvalarını yerle yeksan eden Haziran Başkaldırısı, tarihsel bir yanıt oldu.

Akademisyen sorumlulugu /Sibel Özbudun

“En büyük bilgelik kendine egemen olabilmektir.”[2]

1. Entelektüel üretimin akademiye ve belli şablonlara sığdırılmaya çalışıldığı günümüzde, sizce akademi dışında entelektüel bir üretim zeminin oluşturulma imkânları nelerdir? Bu bağlamda Özgür Üniversite deneyimini nasıl değerlendirirsiniz?

Benzeşen Toplumları Talilde Unutulanlar / Ergün Aslan

Teori  proletarya köylünün yaşamsal mücadelesinin devrimcide akademik olarak  dile gelişidir.

Konuya girmeden önce, 

Kapitalizmin.., işverenin..  karşısında proletarya köylü olmanın nasıl bir şey demek olduğunu unuttuysan ...

Bu tuzsuz baharatsız sosyo - ekonomik yapı neymiş ya.

Her şeye deva.

Ülkenin sosyo-ekonomik yapısını, inşasını mı talil edecen; Katma  işin içine sömürgeciliği...,  sosyo - ekonomik yapının sınıflar  yüzerinde yol açtığı karekterliği.... tamam.

Umreye Giden Düşkünler/ Erdal Yıldırım

Gündemde AKP iktidarı Kültür Bakanlığınca organize edilen 100 Alevi kökenli ‘dede’nin önce Necef’e, Kerbelâ’ya ve sonra da umreye götürülmesi olayı var. Ve (ben de dahil) bir çok yazar çizer, kanaat önderi, kurum yöneticisi günlerdir bu konuda, konuşuyor, yazıp çiziyor ve ülkenin başkaca bunca önemli yaşamsal sorunuları varken, bu konu gündemde önemli bir yer tutuyor.

On yıl mı beş yıl mı bu ne demektir?

AKP’nin başı Başbakan mahpusların uzun yargılama süresini kısaltacağını açıkladı! Herhalde bravo dememizi bekliyorlar. Ne diyelim ülkemizin kara mizahı böyle oluşmakta.  Ülkeyi  öyle ki yazboz tahtasına çevirdiler ki. Bu zevatlar ne yaptıklarını biliyorlar mı? Yoksa, bizlerle dalga mı geçiyorlar? Sanki on yıldır bu iktidarda olan, bu yasal düzenlemeleri yapan kendileri değilmiş de başka biri imiş gibi ortalığa çıkıp ne iyi düzenleme yapacaklarını ballandıra ballandıra anlatıp duruyorlar.

Lenin ile Stalin arasinda ulusal sorun konusunda"çeliski var"miydi

 

Abdullah Öcalan,Hatip Dicle ve “Kapitalist Modernite”’

Time dergisinin her yıl açıkladığı “Dünyanın En Etkili 100 Kişisi” listesinin 2013 versiyonunda Ortadoğu’dan sadece iki liderin adı vardı: Abdullah Öcalan ve Fethullah Gülen.Liderliğini esaret koşullarında sürdürmesiyse Abdullah Öcalan’ın çok özel durumuna işaret ediyor.Tam anlamıyla bıçak sırtında yapılan bir politika üretiminden bahsediyoruz.Bu politika üretimine ilişkin tartışmalar Öcalan’ın bir komployla 15 Şubat 1999’da TC’ye tesliminden ve takip eden sorgu aşamasındakı performansından itibaren hiç durmadı.Öcalan’ın özeleştiri vererek önünü kesmediği bu tartışmalar başta PKK dü

Mültecilik ve düşünce üretimi

Türkiye Devrimci Hareketi (TDH) içinde eskiden beri “mülteciliğe” bir kızgınlık ve yabancılaşma vardır. Özellikle “mülteci” devrimcilere iyi gözle bakılmaz. Bunun TDH’ne, “kötü” olarak yansıması TKP’nin mülteciliğinden kaynaklanıyor. TKP önderleri,,, ülkedeki baskı koşularından dolayı uzun bir süre yurtdışında (o zamanki adıyla Sovyet bloku ülkelerinde) yaşamak zorunda kalmaları, 1970’lerden sonraki devrimci kuşak içinde, “lanetlenen” bir durum oldu.

Sayfalar