Koşulları ve an’ı değerlendirmek olarak POLİTİKA (2)
Tarihsel devrimcilik mahkum edilmelidir
Aslında 1980’li yıllardan günümüze aktarılan anekdotlardan olan “bu halktan bir şey çıkmaz”ın kökeni de benzer beklemeciliktir. Oysa, bir kısım “devrimci” örgütler bu halktan bir şey çıkmayacağını söyleyip, kaçkınlığın da teorisini üretirken, Kürt Ulusal Hareketi 40 yıldır sonlandırılamayan bir savaşı yine bir halkın içerisinden başlatıyor ve başarılı oluyordu. Bu durum, TDH’nin halkın çelişkilerine yabancılığını ve kendi kafasındaki formülleri nasıl dayattığını açıkça gösterir. Ulusal sorun, bütün talepleriyle sahiplenilmeliyken sınıfsal olmadığı için ilk yıllarda ortaya çıkan hareket dahi yok sayılmış, karşı devrimci olup olmadığı tartışması bile yapılmıştır. Bu anlayışla teorik ve felsefi olarak hesaplaşılmadığı, politik devrimciliğin nasıl olması gerektiğinin kavranmadığı günümüzde gelişen çok farklı kesimlerde boy veren taleplere, itirazlara yaklaşımda da görünmektedir.
Burada “tarihsel devrim” ve “politik devrim” ayrımı üzerinde durmak gerekir. Tarih üretici güçler ve üretim ilişkileri arasındaki çelişki sonucu ilerlemektedir. Bir üretim tarzından diğerine geçiş, üretici güçlerin artık o üretim ilişkilerini içerisinde gelişememesiyle ve bunun ortaya çıkardığı mücadele ile olur. Üretici güçlerin gelişimine denk düşen üretim ilişkilerinin ortaya çıktığı toplumsal altüst oluşlara tarihsel devrim denir. Tarihsel devrimler insan iradesinden bağımsız bir şekilde belli yasalara bağlı olarak yaşanırlar. Fakat devrimcilik yapan bir öznenin sonraki üretim tarzını geliştirecek olan sınıfın ortaya çıkmasını, gelişmesini ve çelişkiler yaşayarak “sınıf mücadelesi” yürütmesini beklemesi, bunu tarihi ilerletmek için zorunlu olarak görmesi tarihsel ilerlemeci yaklaşımın özüdür. Bu anlayışı politika ürettiğini söyleyen bir yapı savunduğunda aslında köleci dönemde isyan eden kölelerden değil sonraki toplumun kurucusu feodallerden, feodalizmde isyan eden köylülerden değil daha ileri bir toplum olan kapitalizmin kurucusu olan burjuvaziden yana tavır alır. Çünkü bu sınıfların egemenliğiyle tarih ilerlemeye devam etmiştir. Bu yaklaşım kesin olarak, niyetlerden bağımsız bir şekilde savunucularını egemen sınıfların yanında konumlandırmaktadır. Fakat söylemde ezilenlerin yanında olduğu için, mücadelenin kesintisizce sürdürülmesi gereken bir anlayıştır.
Politik devrimcilik ise yazının başından itibaren tanımlamaya çalıştığımız gibi ezen-ezilen ayrımı içerisinde, ezilenlerin çok çeşitli nedenlerle devlete itiraz geliştiren kesimlerini iktidara yöneltme “yönetime karşı savaş ilan etme”dir. Bu aşamayla birlikte artık “politik savaş”ın kuralları geçerlidir. Ortak düşmana karşı en geniş cepheyi yaratmak, tüm savaşım araçlarını kullanmak, illegal/legal her yönteme hakim olmak ve iktidar hedefinden bir an bile vazgeçmemek esastır. Hatırlanacak olursa, Lenin tarihsel olarak demokratik devrimi burjuvazinin yapması ve kendilerinin burjuvaziyi ürkütmemesi gerektiğini savunan Menşeviklerle uzun bir dönem uğraşmak zorunda kalmıştır. Lenin politik bir devrimci olarak, an ve koşulların fırsat verdiği ilk anda iktidarı almak ve proletarya diktatörlüğünü kurmak gerektiğini savunmuştur. Tarihsel devrimcilerin bu savunuyu gerçekleştirmesi imkansızdır. Mesele siyaset sanatının ne olduğunu kavramaktır: “... bir bütün olarak siyasal yaşam sonsuz sayıda halkalardan meydana gelen sonsuz bir zincirdir. Siyaset sanatının tamamı, elimizden koparılıp alınması en güç olan halkayı, belirli bir anda en önemli olan halkayı, onu elinde tutana bütün zincire sahip olmayı en çok güvence veren halkayı bulmaktan ve ona olabildiğince sıkı bir biçimde sarılmaktan ibarettir.” (Lenin, Ne Yapmalı, s. 177, 2016)
Lenin’in en çok bilinen sonsuz bir zincirin belli bir anda en önemli halkasının sıkı bir biçimde kavranması şeklindeki “siyaset sanatının” tanımını yaptık. “Belirli bir anda en önemli halka” belirlemesinin tarihsel devrimciliğe veya politik devrimciliğe göre tamamen farklı ele alınacağını vurgulamıştık. Tarihsel devrimcilik ve politik devrimciliğin çakıştığı, aynı güçlere hitap ettikleri, aynı halkayı işaret edebildikleri koşullar olsa da bunlar istisnaidir. Dolayısıyla bizler için esas olan tıpkı Lenin ve Mao gibi politik devrimciliği esas almaktır.
Politikanın “sonsuz bir zincirde”, “belirli bir anda en önemli olan halkaya sarılmak” metaforu üzerinden tanımlanması ve yaşama geçirilmesi ile post-Marksistlerin yaklaşımı arasında kalın bir çizgi çizilmelidir. Post-Marksizm’de ideoloji tamamen politikaya indirgenmektedir. Post-Marksizm’in en önemli temsilcileri olan Laclau ve Mouffe’de bilgi ve gerçek arasındaki bağ tamamen koparılmış, tarihsel materyalizm reddedilmiştir. Post-Marksizm’de tarihi, yasalar şeklinde açıklayan Marksizm reddedilmekte, geriye sadece toplumun radikalleştirilmesi için yürütülen çok çeşitli özerk mücadeleler kalmaktadır. Burada tarihin belirli yasalara bağlılığı ile “an”ın olumsallığı, bilinemezliği rastlantısallığı karıştırılmakta, tarih de rastlantısal, bilinemez hale getirilmektedir. Post-Marksistler, politik eylemlerin hedefinin iktidar olmasını reddetmektedirler. Bu da politikada post-Marksistler ile Marksistler arasında nitel bir fark oluşturmaktadır.
Marksizm için, toplumsal bütün bir nesne olarak bilime konu edilebilirdir. Tarihsel materyalizm de bunun ifadesidir. İlkel dönemden günümüze çeşitli üretim tarzları, belli nedensellikler ve yasalarla ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla da Marksizm, tıpkı kapitalizmin ortaya çıkışı/doğuşu gibi üretici güçler/üretim ilişkileri arasındaki çelişkiler sonucu yok olacağını ve proletarya diktatörlüğünün kurulacağını öngörür. Bu bir kesinliktir. Fakat politikanın üretildiği konjonktürün, an’ın niteliği farklıdır. Konjonktürde, an’da, olumsallık, belirsizlik hakimdir.
Althusser’in de belirttiği “zorunluluk, rastlantılar düzeyinde oluşur, rastlantıların global bileşkesi olarak rastlantıların üzerindedir! Demek ki onların zorunluluğudur”. (agy) Rastlantı ve zorunluluk arasındaki ilişkide “güç ilişkileri içinde karşı karşıya” gelindiği ve “bileşmiş bireysel iradelerden” yola çıkıldığı görülmelidir. Bu bize politikanın an ve koşullara bağlılığını vermekte, olumsallığını ve güç dengelerini dikkate almayı açıklamakta; bununla birlikte tarih bilimindeki zorunluluğa ulaştırmaktadır. Bu tanımlama, tarih ve konjonktür arasındaki farkı vermektedir. Bunun kavranması, politik esnekliğin, hızlılığın, ortak düşmana karşı birlikte hareket edişin temelini oluşturur. Devrimci duruş, pratiksel olarak kendini ancak bu şekilde ortaya koyabilir.
Değişik dağlarda değişik türküler söyleyebilmek
Post-Marksistlerin, tüm toplumsal hareketleri birbirinden koparan ve sadece kendi içlerinde ele alan yaklaşımlarıyla, politikanın güç dengelerine bağlı olarak iktidar savaşı hedefli ele alınması arasındaki fark bu zorunluluk ve rastlantısallığın kavranmasıyla daha rahat görülür. Post-Marksistlerin politikadaki hatalarına düşmemenin yolu, devrimci politikanın siyasal iktidar hedefli yürütülmesi ve sadece herhangi bir halkanın yakalanmasını değil, bir halka aracılığıyla sonsuz zincire sahip olmayı amaçlamaktadır. Aksi halde “an”ın içerisinde kaybolunarak politikada kendiliğindenciliğe veya yaygın olarak kullanılan bir deyimle esen rüzgara kapılmak söz konusu olacaktır. Oysa komünistler için politika yönetiminin temel hedefi, bu sömürücü ve baskıcı sistemi ve onun somut örgütleyicisi olan devleti yıkmaktır. Dolayısıyla anın içerisinde kalınarak, stratejik bir hat içerisinde ele alınmadan üretilecek her türlü politika sadece ezilenleri zayıflatacaktır. Post-Marksistlerin bütün an’ları, çelişkileri birbirinden bağımsızmış ve orada olup bitmekteymiş gibi ele alan yaklaşımları da, tarihsel ilerlemecilerin düzenli bir ilerleme içerisinde an’ı hiç görmeyen yaklaşımları da netlikle reddedilmelidir.
Buna dair verilebilecek en belirgin örneklerden biri 15 Temmuz’dan sonra Türkiye’de yaşanan değişimler ve bunun karşısında geliştirilen politik tavırlardır. 20 Temmuz’daki OHAL ilanından sonra, egemen blok içerisinde yıllardır süren çatışmada yeni bir evreye geçilmiş oldu. Özellikle 2007’den sonra belirginleşen, ama istenilen hızda gerçekleştirilemeyen CHP’nin kurumsal olarak da devlet mekanizmalarından uzaklaştırılmasında büyük bir mesafe kaydedildi. AKP büyük bir ustalıkla, KHK’ları da kullanarak ve kendi kitlesini konsolide ederek devletin kritik noktalarını ele geçirdi. Devletin kurucu partisi CHP, hem kurumsal olarak hem de ideolojik olarak ilk defa bu ölçüde geriletildi ve geriletilmeye devam ediyor. CHP’nin egemen blokta en azından mevcut durumunu koruma kaygısı onu “sokak yürüyüşlerine” mecbur bırakıyor. Tehditler savuruyor ve artık burjuva liberalizminin sınırları içerisinde AKP’ye karşı “demokratik” muhalefet yürütemezse tabanını ve dolayısıyla da artık siyasal varlığını koruyamayacağını görüyor. Bu kritik dönemde, bir rakip olarak HDP’nin tasfiyesinin en fazla da CHP’nin işine geldiği görülmelidir. Seçeneksiz kaldığını düşünen kitleler CHP’ye yönelmektedir. Dolayısıyla HDP’lilerin tutuklanmasında milletvekillerinin düşürülmesinde CHP’nin asli pay sahibi olması sadece sosyal şovenizmle ilgili değildir. AKP’nin devleti ele geçirdikçe CHP’nin çok daha fazla “adalet”, “demokrasi”, “özgürlük” diye bağıracağını öngörebiliriz.
Egemen klikler arasındaki bu çelişkiye elbette ki gözlerimizi kapayamayız. Bunun doğru bir tahlilini yapmak, bu çelişkinin derinleştirilebilmesi üzerinden durmak önemlidir. Burjuva liberal özellikleri de içinde taşıyan ve bu özellikler dönem dönem öne çıkan CHP’nin, TC’nin kuruluş sürecine kadar dayanan, tarihsel ilerlemeci sol üzerindeki etkisinin bu süreçte reformizm ve revizyonizmin güçlenmesine yol açacağı aşikardır. Umudunu CHP’ye bağlayacak olan bu kesimlerle ideolojik ayrımlar keskin şekilde konulmalıdır.
KP olarak, şu anki rejimden en çok rahatsızlık duyan CHP’nin tabanından uzak durmamalı, içerisinde “halkın adaleti” üzerinden ajitasyon/propaganda ve örgütlenme çalışmasını her türlü yöntem ve aracı kullanarak yapmak gereklidir. Bu tarzın, daha geniş kitlelere ulaşmayı sağlamasının yanı sıra tabanın etkisiyle egemenler arasındaki çelişkiyi artırması beklenir. Tıpkı “adalet yürüyüşü”nde HDP tarafından başarılı olarak oluşturulan “Edirne ve Kandıra’ya yürüme” baskısının somut olarak hissettirilmesi gibi...
(Devam edecek)
Son Haberler
Sayfalar
Kavram Kargaşası (Sinan Dersim)
Her türlü şiddette karşıyız, düşman hukuku vb.
Düşünerek konuşmak, konuşarak yapmak siyasette, sosyal ilişkilerde önemlidir. Genelde bunun eksikliği yapma fiili ve amaçtaki net olma, olmamayla orantılı olarak değişkenlik göstermektedir.
Kişide, toplumda, örgütlülükten, örgütsüzlükten, egemenlikçi sistemden, ezilenlerin kurtuluş kavgasında düşünerek konuşma, konuşarak yapma derin ideolojik politik tercih ve kodlara göre olmakta ve bu kodların doğru yerinde oturması, oturmamasıyla orantılı değişkenlik göstermektedir.
Sınıf mücadelesinde rakamların ve nicelik gelişmelerin önemi (Mehmet Emin Gündoğdu)
Sınıf mücadelesi, kapitalist toplumun dünya çapında hakimiyetinden sonra farklı bir rol aldı. Sömürücü toplumlar kendi bağrından çıkan üretim araçlarının nicel birikimleri sonucunda, niteliksel sıçrama yaratıp eski toplumu yıkmıştır. Köleci toplumun bağrında gelişen Feodal üretim araçları köleciliği yıkmıştır. Feodal toplumun bağrında gelişen kapitalist üretim araçları, feodal toplumu yıkmıştır.
Doğu Rüzgarı, Batı Rüzgarını Yenecek!
Emperyalist kapitalist sistemin krizi dünya çapında etkilerini gösteriyor. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal saldırısıyla keskinleşen ve derinleşen kriz, beraberinde rakip emperyalist kampların birbirine yönelik hamleleriyle sürüyor. Rusya’nın “nükleer silah kullanma” ve savaş için “kısmi seferlik” ilanının ardından işgal ettiği bölgelerde düzenlediği referandumla bu bölgeleri ilhak etmesi; Rusya üzerinden Almanya’ya doğalgaz taşıyan Kuzey Akım 1 ve Kuzey Akım 2 boru hatlarındaki sabotaj ihtimali güçlü olan patlama ve sızıntılar bu çelişkileri daha da keskinleştirmiş durumdadır.
Nanikkk... Nanikkk...
Reytingler sıfır.
Reytingler sıfır.
Ah... dostlar... ah..
Sormayın gitsin... sormayın gitsin...
Yükselmesi beklenen toplumsal muhalefetin (!) reytingleri de artırabileceği düşüncesi biz yazarlara öyle yazılar yazdırıyor... öyle şeyler yapıyor ki...
Sormayın gitsin.
Bir bakıyorsunuz ki içimizde biri:
Her türlü burjuvalarla işbirliğini savunurken...
Bir diğeri:
İş, dünya proletaryalarının çeşitliliğiyle enternasyonalizmi savunmaya gelince su koyu verebiliyor.
Başka biri de:
Sosyalist Güç Birliği Kimin Tarafında?
Sosyalist Güç Birliği 20 Ağustos günü kuruluşunu deklare etti. Sol Parti, Türkiye Komünist Partisi, Türkiye Komünist Hareketi ve Devrim Hareketi’nin oluşturduğu ve seçim takvimine ayarlı olduğu açık olan Birlik, kamuoyuna duyurduğu deklarasyonda kuruluş amaçlarını beş madde halinde sıraladı.
Kabaca özetlersek Güç Birliği; eleştirilerinin merkezine R.T.Erdoğan şahsında “Tek Adam Rejimi”ni koyuyor. Bu rejimin dinci gericilik temelinde inşa edildiğini dile getirerek buradan hareketle bir laiklik savunusu yapıyor.
Harekete Geç, Kavganın Öznesi Ol
Zorluk ve fırsatların iç içe geçtiği bir süreçten geçiyoruz. Ortaya çıkan fırsatlardan yararlandığımız oranda bu zorlukları aşabiliriz.
Bugün geniş yığınlarda iktidara karşı tepkinin giderek artması, değişim için yüksek sesle dile getirilen itirazların-soruların çoğalması sınıf savaşımını geliştirme bakımından fırsatlar içermektedir.
Ermeni kaldı mı? (Nubar OZANYAN)
12 Eylül’ü 13 Eylül’e bağlayan gece Azerbaycan işgalci ordusu, arkasına ve yanına aldığı TC ordusuyla birlikte Ermenistan topraklarına saldırı başlattı. Birçok sivil yerleşim yeri bombalandı.
Militana Mektuplar…(2)
Merhaba tekrardan…
Yanı başımızda sürüp giden çekişmeli hayatımızdan biriktirdiğimiz anlardan seslenebiliyoruz ancak. Sesimiz ulaşıyorsa korkmaya ve umutsuzluğa kapılmaya gerek yok, tohum mutlaka filizlenmeye yüz tutar.
Hayatımıza geri dönüp bir bakmaya ne dersin. Korkularımızın mı cesaretimizin mi baskın olduğunun muhasebesini yaptığımızda ne görürüz?
İnsan dediğimiz canlı varlık her ikisini birlikte yaşar diyalektiğin gereği olarak. Korkularımız, bastırılmış öfkelerin dışa vurumuna götürür bizi. Burada cesaret denilen olgu karşımıza çıkar.
Tanrıyı Ette Bulma
Demek... öyle...
Dolly...
Dolly...
Bastır etleri leyla.
Çevir mangalı leyla.
Bir daha mı dünyaya geleceğiz leyla.
Bir daha mı dünyaya geleceğiz leyla.
Ha... ki.... ko.... ko...
Ha... ki.... ko.... ko...
Koltuk sallanıyor... koltuk...
Dolly...
Dollyyy...
Nerdesin kız?
Seni gidi kopya koyun.
Nerdesin?
Korkma kız....
Robotları artı değer üretemi içerisinde saymadılar diye yünlü yoldaşlarımızı yiyecek halimiz yok ya...
Ha... ki.... ko.... ko
Ha... ki.... ko.... ko
Emperyalizm Belli Ülke ve Uluslara Mı Özgü?1
Emperyalizm, kapitalizme özgü bir olaydır. Kapitalizm öncesi emperyalizm yoktu ve toplumlar kapitalizme geçtiğinde, önce serbest rekabetçi kapitalizmle ve peşinden, kapitalizmin gelişmesi ve uluslararası yönünün daha fazla öne çıkmasıyla emperyalizmle tanıştı.
Biz bize benzemeyiz! [ismail cem özkan]
Kemalist arkadaşlar bazı sosyalistlerin kendileri gibi hayata baktığını ve yorumladıklarını gördükçe, duydukça diyorlardır “biz sosyalistiz herhalde!”... Ama Marksizimi bilen, onun düşünce yöntemini içselleştirmiş biri asla Kemalist olamaz ve hayata Kemalist gibi bakamaz, çünkü durdukları nokta farklı. Kemalistler burjuva ve sermaye bakış açısından devleti kutsallaştırıp, onu yaşatmak için düşünce yöntemini çizer, sosyalist ya da Marksistler ise tam tersidir, devleti “sönümlendirecek” işçi devleti kurmayı, yani işçi sınıfı ve mazlumların bakış açısına sahiptir...