Kürtler, Kobane Direnişi, Emperyalizm ve “DEVLETE İSYAN DEVRİMCİLİĞİ!”

Rojava kantonlarından biri olan Kobane'ye yönelik (IŞ)İD saldırısına karşı gösterilen direniş bir ayını geride bırakırken; direnişin etkileri çeşitli açılardan TDH ve reformist cenahta tartışılmaya devam ediyor. Son olarak bu tartışmaya, Kobane Direnişi'ne TC devletinin tüm “rezervlerine” rağmen, ABD emperyalizminin askeri ve tıbbi yardım yapmasıyla bir “anti-emperyalizm” tartışması da eklenmiş durumdadır.
Öncelikle şunu vurgulamak gerekir? Daha önceden de açıklıkla ifade ettiğimiz gibi, genel olarak Rojava ve özel olarak da Kobane'de sürdürülen direniş, son derece haklı, meşru ve desteklenmesi gereken bir direniştir. Kobane'de yaşanan direniş daha şimdiden bütün parçalardaki Kürt uluslaşmaları açısından tarihsel bir konuma yerleşmiştir. Açılacağı ifade edilen peşmerge koridoru sayesinde bu ortaklaşmanın daha da artacağı söylenebilir.
Kobane Direnişi'nin en kritik anlarında, Türkiye ve Türkiye Kürdistanı'nda gerçekleştirilen serhildan ve ortaya çıkan devrimci kalkışma, başta emperyalistler olmak üzere bölge gericiliğini kaygıya itmiş olacak ki, (IŞ)İD'in Kürtlere yönelik saldırıları karşısında, son ana kadar havaya bakıp ıslık çalan göstermelik tavırlarını bir kenara bırakmışlar ve yeni bir pozisyon almışlardır. Bu devrimci kalkışmayı iyi okuyan ve adım atmadıkları takdirde kendilerinin de hedefe konacağının fark eden ABD; bir yandan Kobane çevresinde (IŞ)İD mevzilerini bombalarken, diğer yandan Suriye temsilcisi Rubinstein aracılığıyla Salih Müslüm'le Paris'te ve ardından da Duhok'ta hem Barzani hem de S. Müslim'le ABD temsilcisi Tony Blinken ile yapılan görüşmelerden sonra, Irak Kürdistanı'yla Suriye Kürdistanı arasındaki askeri yardım ve Türkiye'den de “kara koridoru” kullanılarak peşmerge geçişinin sağlanacağı açıklandı.
Böylelikle Kürtler başta olmak üzere bölge halkları nezdinde ABD emperyalizmi bir kez daha kurtarıcı rolüne soyunmuş durumdadır. Kuşkusuz bunun hem özel olarak Kobane Direnişi hem de genel olarak Rojava ve Kürt Ulusal Hareketlerinin mücadelesi üzerinde etkisi olacaktır.
Kobene Direnişi Üzerinde Emperyalizmin Zehri
Bu etkinin çeşitli açılardan olacağını kestirmek zor değil. Hemen akla gelen “işte Kürtler emperyalistlerle iş tutuyor?” sorusu altında “anti-emperyalist” pozlarla Kürt direnişine saldırmak, bu direnişi (IŞ)İD karşısında emperyalizmle birlikte davranıyor diyerek suçlamak ve dolayısıyla Suriye Kürtlerinin direnişine kayıtsız kalmanın teorisini yapmaktır.
Gerçi bunu daha kaba yapanlar da vardır. Örneğin (IŞ)İD katilleri, ABD yardımı sonrasında yanlışlıkla (IŞ)İD mevzilerine düştüğü söylenen askeri yardım malzemelerine ait görüntüleri sanal alemde paylaşırken konuşan kişi “Amerikalar tarafından ateist PKK'lılara” atılmış silahlardan bahsederken, gerçekte; bölgede ABD emperyalizmine karşı var olan haklı ve meşru nefrete oynuyordu. Diğer bir ifade ile, ABD'nin (IŞ)İD'e hava saldırısı nasıl ki bütün İslamcı grupları ve bireyleri (IŞ)İD saflarına doğru itmişse, (IŞ)İD'i bir çekim merkezi haline getirmişse; Kobane Direnişi'ne askeri yardım da bu direnişin bölge hakları nezdinde haklılığını ve meşruluğunu gözden düşürmeye yol açabilir.
Bunun bilinçli bir politikanın ürünü olup olmadığını, süreç içinde göreceğiz. Şimdilik diyeceğimiz emperyalizmin ve bölge gericiliğinin Kobane Direnişi'ne yönelik bu “yardım sever ilgisi” pek hayra alamet değildir. Emperyalizmin kendi çıkarları açısından kârlı olmayan bir işe el atmadığını çok iyi biliyoruz. Nitekim daha birkaç ay önce Şengal'de Ezidi Kürtlerinin katledilmesine seyirci kaldılar. Ne zaman ki saldırılar, Duhok'a yöneldi (ve devreye PKK girdi), müdahale ederek kurtarıcı rolüne soyundular. Böylelikle Kürtler bir kez daha emperyalizme müteşekkir kılındı!
Kobane Direnişi'nin ortaya çıkardığı devrimci direniş ve hemen arkasından gelen T. Kürdistanı'nda ve Türkiye'nin çeşitli bölgelerindeki serhildan, emperyalistleri ve bölge gericiliğini uyarmış olmalı ki direnişe yardım etme kararı aldılar. Bundan murat edilen, Kobane'nin ortaya çıkardığı devrimci direnişin bütün bölgeyi etkilemesi ve dolayısıyla hem bölge halkları hem de emperyalizm açısından tehlike oluşturmasının önünün alınmasıdır.
Emperyalizm ve bölge gericiliği kendi planları açısından (IŞ)İD gericiliğinin aşırı yönlerini askeri saldırılarla törpülerken; Kobane Direnişi'ne ortaya çıkan devrimci dinamiği de askeri yardımla törpülemeye, direnişin devrimci tutarlılığını sulandırmaya çalışmaktadır.
Kobane'nin bizim açımızdan ne yana düştüğü açıktır. Bu direniş halkın direnişidir. Emperyalizm ve onunla ilişkili olanların Kobane'yi ve dolayısıyla Rojava'yı içten fethetme stratejisiyle sürdürülen askeri cephane, sağlık malzemesi yardımı ve peşmerge destek gücü gönderilmesi de bu gerçeğin üzerini örtmemelidir. Emperyalizm ve bölge gericiliğin Kobane Direnişi'ne “yardım”ının arkasında bu hedef vardır. Kobane'yi ve dolayısıyla Rojava'yı içten fethetmek, onun halkçı karakterine darbe vurmak amaçlanmaktadır.
Kobane'nin Devrimci Etkisi ve Çözüm Süreci”nde Yine “Yeni” Bir Aşama
Kobane Direnişi'nin ortaya çıkardığı devrimci dinamik, Türkiye ve Türkiye Kürdistanı'nı etkilemiş, halk kitleleri tıpkı 90'lı yıllarda olduğu gibi görkemli bir serhildana imza atmışlardır. Ama bu serhildanı öncekilerden ayıran direnişin sadece T. Kürdistanı'yla sınırlı kalmaması tüm Türkiye'yi de etkilemesidir. Türkiye'nin büyükşehirlerinde sokaklara sadece Kürtler değil, bir bütün olarak devrimci demokratik örgütlenmelerde çıkmış, “Her Yer Kobane, Her Yer Direniş!” sloganları eşliğinde devrimci direniş çizgisini yükseltmişlerdir.
Esasen Gezi İsyanı'yla birlikte, halk muhalefetinin sokakta veriliyor oluşunu kaydetmek gerekir. Hiç kuşkusuz ki daha önceden de var olan ama Gezi’yle birlikte kendini daha bir görünür kılan devrimci isyan çizgisi, her fırsatta kendini sokaklarda ifade etmeye devam etmiş ve son olarak da Kobane'deki direnişle dayanışmayı harlamıştır. Bu durum tıpkı Gezi İsyanı'nda olduğu gibi hakim sınıfları paniğe sevk etmiş, bir yandan halk kitlelerine azgınca saldırırken, diğer yandan ise başka araçları devreye sokmuşlardır. Türk hakim sınıfları Kobane Serhildanı ve ortaya çıkan devrimci kabarış karşısında “biz tahmin ediyorduk ama bu kadarını öngörmüyorduk” diyerek, “titreyip kendilerine gelmiş”, İmralı'ya koşmuşlar ve A. Öcalan'dan yardım istemişlerdir.
A. Öcalan da “diyalog” çağrısının ardından bir son tarih açıklaması yapmıştır. Öcalan verdiği her “son tarihten” sonra yaptığı açıklama da, “yeni”liklerden bahsetmektedir. Süreç her defasında bir üst aşamaya sıçratılmaktadır(!) En son bilindiği üzere 15 Ekim tarihini dillendirmiş ve adım atılmazsa artık yapabileceği bir şey olmadığını ifade etmişti. Ancak 21 Ekim tarihinde HDP heyeti ile görüşen Öcalan bir kez daha “sürecin yeni bir aşamaya geçtiğini” belirtti.
Yeni bir aşamaya evrildiği belirtilen sürecin ne olduğunu (açıklanmadığı için) bilmesek de; daha önceden defaatla ifade edilen aşamalardan bir çıkarım yapmak mümkündür. Gelinen aşamada Kürt ulusal hareketi ve önderliğinin, TC devletiyle Kürt ulusal sorununa dair “çözüm” adına attıklarını söyledikleri adımlar; hem içte hem de dışta izlenen politikalardan net olarak anlaşılabilir. Kobane Serhildanı vesilesiyle yaşananlar, onlarca insanın katledilmesi, yüzlercesinin tutuklanması, TC devletinin Kürt ulusal sorununa nasıl baktığının ve çözümden ne anladığını bir kez daha gösterdi.
Bu arada vurgulamak gerekir ki, kitlelerin Kobane Direnişi vesilesiyle sergiledikleri devrimci direniş çizgisiyle birlikte, Türk hakim sınıfları ve onların yeni yetme kalemşorları bir “90'lı yıllara geriye mi dönüyoruz” tartışması başlattılar. Bu tarihlerin dillendirilmesi manidardır! Karşı devrimcilerin bu propagandadan arzu ettikleri halkın devrimci direnişinin faşist terörle yanıtlanacağı tehdidi değil, (sanki yanıtlanmıyor ve sokakta onlarca insan ölmüyor, yüzlercesi yaralanmayıp tutuklanmıyormuş gibi!) aynı zamanda sokaklara egemen olan “devlete isyan çizgisi”nin geriletilmesi ve kontrol altına alınmasıdır.
Faşizmin kalemşorlarının 90'lı yıllar vurgusunun arkasında sadece, devletin başta Kürtler olmak üzere, Kürt Ulusal Hareketi'ne ve devrimci komünist harekete yönelik faşist terörün dizginlerinden boşaldığı bir zaman dilimini (ve bunun sonuçlarını) değil aynı zamanda bu zaman dilimi içindeki devrimci direniş çizgisini de içermektedir. Çünkü 90'lı yıllar sadece faşizmin saldırganlığını değil aynı zamanda devrimci mücadelenin, direnişin, zaferlerin ve yenilgilerin olduğu bir zaman dilimidir.
Türk hakim sınıfları ve onların kalemşorları Kobane Serhildanı'yla açığa çıkan kitlelerin devrimci isyanı karşısında bir yandan 90'lı yıllar vurgusu yaparak halkı tehdit etmeleri, diğer yandan halka saldırmaları nedensiz değildir. 90'lı yıllar vurgusunun nedeni halkı düşünmeleri değildir! Onların hiçbir zaman böyle dertleri olmamıştır. Korkuları önce Gezi ve ardından da Kobane Serhildanı'nda çıkan, kitlelerin devrimci eylemidir. Bu devrimci eylemin kendi iktidarlarını hedef almasıdır. Bu nedenle bir yandan halka yönelik katletme ve tutuklama tehditleri Kobane Serhildanı karşısında paniklemişlerdir.
Devlete İsyan Devrimciliğinde Israr Kurtuluşta Isrardır!
Kobane Direnişi ve Serhildanı bizlere bir kez daha göstermiştir ki, gerek Kürt sorununda ve gerekse de diğer çelişkilerin çözümünde geçerli olan yol, “devlete ve her türden gericiliğe karşı isyan”, devrimci direnişte ısrardır. Gerek Kobane Direnişi'nde ellerin tetik tutması ve (IŞ)İD saldırılarına barikat olunması ve gerekse de Türkiye ve Türkiye Kürdistanı'nda kitlelerin sokakları çıkması devrimci direniş çizgisinin ürünüdür. Bu çizgi nedeniyle ABD emperyalistleri ve bölge gericiliği Kobane Direnişi'ne (kendi çıkarları doğrultusunda) yardım etmek zorunda kalmışlardır. Yaşanan pratik bize Kürt sorununda gerçek çözümün yolu devrimci çizgide ısrar, özgürce ayrılma hakkının savunulmasından geçtiğini, diğer bütün “çözüm”lerin, Kürt halkının devrimci dinamiğinin düzen içine hapsedilmesiyle sonuçlanacağını bir kez daha gösteriyor.
Somut olarak Kobane ve daha genel olarak Rojava direnişinin hangi yolu izleyeceği tartışması şu an için erken olmakla birlikte, Kobane Direnişi'ne emperyalistlerin müdahil olması vesilesiyle “emperyalizm işbirlikçisi” olduğu sonucu çıkmaz. Var olan ilişkinin taktik bir ele alış olması koşuluyla bir sorun teşkil etmediği açıktır.
Kobane Direnişi'nin ortaya çıkardığı devrimci direniş çizgisinin başarıya ulaşabilmesinin yolu sadece (IŞ)İD saldırılarına karşı koymak değildir. Kobane Direnişi'nin ve Rojava’nın ve onun halkçı karakterinin başarıya ulaşabilmesinin yolu; bir yandan somut olarak yaşandığı gibi, devrimci direniş çizgisinin sürdürülmesi, diğer yandan ise direnişin dost ve düşmanlarını net olarak ortaya konulması, buna uygun bir pratik konumlanış içinde olunmasıdır. Bu Rojava’nın “kaderini” belirleyecek önemdedir. Mao Zedung, Mart 1926'da kaleme aldığı “Çin Toplumundaki Sınıfların Tahlili” başlıklı yazısının girişinde şöyle diyordu: “Düşmanlarımız kimlerdir? Dostlarımız kimlerdir? Bu, devrimin en önemli sorunlarından biridir... Devrimi kesin olarak başarıya ulaştırabilmek ve kitleleri yanlış yola sokmaktan kaçınabilmek için, gerçek düşmanlarımıza saldırmak üzere, gerçek dostlarımızla birleşmeye dikkat etmeliyiz.” (Seçme Eserler 1, İstanbul, Kaynak Yayınları, 2000, s. 39)
Son Haberler
Sayfalar

Somut Duruma Dair Bazı Gerçekler
Gerek uluslararası planda ve gerekse yaşadığımız coğrafyada devrimci ve komünist hareket emperyalizm ve dünya gericiliğine karşı mücadelede geniş emekçi yığınların desteğine sahip değildir. Yine kendiliğinden gelişen kitle hareketlerini örgütlemede ve uluslararası dayanışmayı geliştirip büyütmede de yetersizdir.

NATO, SAVAŞ KIŞKIRTICISI BİR ODAKTIR; DERHAL DAĞITILMALIDIR!
Başını ABD’nin çektiği, emperyalist bir saldırganlık paktı olarak kurulan ve icraatlarıyla bunun gereğince davranan NATO’nun 75. Kuruluş yıl dönümü vesilesiyle gerçekleştirilen zirvede, ABD Başkanı Biden, NATO’nun: “Saldırganlığa ve saldırganlık korkusuna karşı bir kalkan yaratma umuduyla kurulduğunu” söylüyorsa da ama tarihsel gerçekler bunun külliyen kaba bir yalandan ve de arsızca bir manipüle edişten ibaret olduğunu kolayca gözler önüne serer.

Bozkurt’un anlamı (Nubar Ozanyan)
Yoksullar ve ötekiler için her yer ölüm kokan mayın tarlasına döndü. Türk olmayanların, -ötekilerin- Türkiye’de soluk alması ve yaşaması zulme dönüştü. Öteki olarak yaşamak, çalışmak, kendi ana dilinde Kürtçe, Arapça konuşmak, şarkı söylemek, yasak ve suç olan bir ülkede demokrasiden, özgürlükten, insan haklarından bahsedilebilir mi?

Seçimler ve siyasi parti konusunda proletaryalarla sohbet
İstanbul'u kazanan türkiye'yi kazanır.
Nedir bu tayyip'in sözleriyle vücut bulan yaklaşım.
Bir hayel mi yoksa bir gerçeklik mi?
Veyahut da burjuvaların içerisinde bir insanın söyledikleri hala dört nala giden atlarıyla şehirlerin surlarını yıkabileceğini düşünen bizim insanların söylediklerinden daha gerçekçi sözler mi?
Gerçekten noelibarel politikaların en yoğun olarak hissedildiği şehirleri kazanmak türkiye'yi kazanmak mı demek?
Peki bunu böyle kabul etmek kolay mı?

DEVRİMCİ SİYASAL MÜCADELEYİ ANIN SOMUT GÜNCEL TOPLUMSAL SORUNLARI ÜZERİNDEN ÖRGÜTLEMEK.
Temel hedefleri, mevcut kurulu düzeni devrimci bir kitlesel kalkışmayla tasfiye edip, yerine sosyalist bir sistem kurmak olan devrimci sol-sosyalist ve komünist güç ve yapıların, devrimi gerçekleştirebilmeleri esasen, devrim öncesi süreci, devrimi örgütleyebilme hedefiyle ele almalarına ve bundaki performans ve başarılarına bağlıdır.

ADİL OLAMASINI BECEREMEYECEKSEK; BU SİSTEMİ YIKMAYA NE GEREK VAR Kİ?
Bugün, Devletin “üst aklı” denilen birimlerince organize edilip, şeriat özlemcisi dinci yobaz karanlık güçlerce gerçekleştirilen Sivas-Madımak vahşetinin 31. Yıl dönümü. Tam iki gün sonra da yine devletin aynı karanlık derin güçlerinin bir şekilde yönlendirdiği besbelli olan bir başka vahşetin, Erzincan-Başbağlar katliamının 31. Yıl dönümü.

BUGÜN ARTIK ÇOK DAHA AÇIK BİR HÂL ALAN ŞERİAT TEHDİDİNE KARŞI LAİKLİĞİ SAVUNMAK, SÜRECİN ÖNE ÇIKAN ACİL VE ÖNEMLİ GÖREVLERİNDENDİR.
Kendisini “Anayasal Hukuk Devleti” olarak tanımlayan bir devlet düşünün ki Anayasasında hâlâ; “Türkiye Cumhuriyeti, (…), demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” İlkesi yürürlükteyken; bu ülkede şeriat propagandası yapmak serbest olsun ve ama dayanağını mevcut Anayasa ve yasalardan alan, şeriata karşı çıkmak ve de laikliği savunmak suç olsun!

Oy Zemano (Nubar Ozanyan)
Her yönüyle çürümüş sistemin katilleri, Kürdistan topraklarını yakmaya devam ediyor. Amed ve Merdin’de hem insanları hem de buğday ve mısırları yaktı. Evlat kokan Kürdistan toprakları şimdi duman kokuyor. Ateş ve dumanla yazılı TC’nin yüz yıllık tarihi “yakma ve yıkma”nın tarihidir. Bilmeyenler bilsin, duymayanlar duysun. Dün Ermeni kadın ve çocukları kiliselerde, Alevileri inanç ve ibadet mekanlarında, Kürtleri mağaralarda, köylerde yakanlar bugün yine Kürdü kadim topraklarında yakıyor.

CHP’NİN “Türkiye yüzyılı maarif modeli ”Ve kürtlerin iradesinin gaspı karşısında laisizm ve hukuk sınavı.
İslamo-faşist Erdoğan diktatörlüğünün, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile yapmaya çalıştığının, tam olarak,eğitim ve öğretim sistemininSunni İslamcı dini esasları üzerine oturtulması olduğu, daha önceki iki yazıda ve keza Kürtlerin iradesine karşı bir sömürge siyaseti olan kayyum uygulaması da bir başka yazıda özetlenmişti.

Kadro Olmak Aynı Zamanda Kendimize Karşı da Kadro Olmak Demektir
Bir kadronun ihtiyaç duyduğu nitelikler bugün sürekli ideolojik saldırı altındadır. Burjuvazi sadece protestoları, teoriyi, örgütleri değil aynı zamanda doğrudan tek tek kadroları da hedef almakta ve onları ideolojik etki yoluyla etkisizleştirmeye ya da kendi tarafına çekmeye çalışmaktadır.