Kuşlar bile tedirginken
“Tuşlarda acının nal sesleri
sevi ölüm kaçış çağrı
ve direniş tuşlarda
neredesiniz unuttuklarım
uçup giden sayısız kuş
bir mut kokusu getirdiniz odama
hoş geldiniz.”
Süleyman Okay
Yine bir bahardayız! Bahar her yere hep geldi. Doğa herşeye rağmen uyanışını erteleyip dindirmedi. Minicik tomurcukların patlayan, çığlık çığlığa renkleri. Kuşların inanılmaz ahenkteki sesleri!
Süleyman Okay’ın “biliyorsun sömürgeler\ bir demet çiçekte kartvizit” satırlarının tarihten silinmesi için galiba daha nice baharlar devrilmesi gerekiyor. Dünyanın dört bir yanında,“bir demet çiçekte kartvizit” olan toprak parçaları, kanla sulanıyor hala. Kanla!!
21.yüzyıldayız! Yine bir bahardayız. Bir yanda, aklını-dimağını kaybetmişçesine modern çağın büyülü ışıklarının peşinden koşan milyonlarca insan. Bir yanda kanla sulanan ‘bir demet çiçekte kartvizit’ topraklar! Her yer duman, alev alev; hunharca katledilen insanlar!
Biz miyiz bunları görmeye dayanabilen? Ötesi mi var; tüm dünyada kuşlar bile, göç yollarını değiştirenken!
İçinden geçtiğimiz günler; 2. Dünya Savaşı yıllarında Fransa’dan, Almanya’dan, çeşitli Avrupa ülkelerinden, Yahudilerin toplu toplu Polonya’daki Auschwitz Kampı’na götürülüşlerinin yıldönümü. Bir küçücük kağıt parçasını ulaştırmak için çektikleri çilelerin ve o kağıt parçalarının müzelerde korunuşunun hatırlatıldığı günler!
“Ne değişti o günden bugüne” diye soruyoruz tüylerimiz ürpererek kendi kendimize. Ne değişti?
Kamplar vardı insanların toplu toplu katledildiği. Kamplar vardı insanların toplu toplu ıslah edilmeye çalışıldığı. Teknoloji bu denli gelişmemişti henüz. Sonra hapishaneleri keşfetti ‘insan’lık! Sonra hücreleri! Islah etmeyi bıraktı, bir insan ömrünün bütün zamanına ve mekanına hükmetmenin kurallarını keşfitti. Tecridi-izolasyonu!
Yine içinden geçtiğimiz günlerde, adeta dünyanın dört bir yanında bir “19 Aralık Operasyonu” yaşanıyor! Avrupa’daki Türkiyeli politik tutsakların bir kısmı, F Tipi Hapishaneler’in fikir babası Almanya’daki hapishanelere toplandı bu baharda. Türkiye Hapishaneleri’nde; bu sefer bombasız-gazsız bir operasyon gerçekleşiyor. Dışarıda savaş; zindanlarla dayanışmaya, 19 Aralık protestoları gibi protestolar gerçekleştirmeye ne hacet. Politik tutsakların sürülüşleri takipedilemez hızda. Adli tutsaklarla-çetelerle politik tutsaklar, ayni mekanda harmanlanmakta. Ağır Müebbet Hapis Cezası almış olanlar zaten tam tecritteyken, seslerinin ulaştığı insanlar da sürülmekte! ‘Yaşama-Düşünme Hakkı’; adeta dünyanın dört bir yanında prangalanmakta!
Bir an cep telefonunuzu evde unuttuğunuzu düşünün!
Elektronik postayla gerçekleştirdiğiniz bir iletiye, bir hafta yanıt alamadığınızı düşünün! Nasıl bir iletişim imkanı-hızına sahip zamanlardayız!
Politik tutsakların 15 yılı aşkın bir süredir, tüm tecrit koşullarına inat, örümcek ağıymışçasına; ince, görünmez, yığınla emek gerektiren, bir rüzgarda hemen bozulsa da yine-yeniden örmekten vazgeçmedikleri koca bir dayanışma ağı, SÜRGÜNE YOLLAMA politikalarıyla paramparça şu günlerde!
“İki ring çıktık yola… Sanki savaş çıkacakmış gibi abartılı mı abartılı bir hazırlık yapmışlar… Ne temizlik yapacak malzeme var, ne de kantinden alma imkanı. Doğrusu buraya yabancı insanların bir de parası yoksa vay haline! Hapishane yüzlerce arkadaşınla dolu, ancak ne sesleri geliyor sana ne de yüzlerini görebiliyorsun… En yakınındaki arkadaşların “günaydın” ve “iyi akşamlar” sözleri-bağırmaları sessizliği bölen zaman dilimleri oluyor… Bir şekilde ruhumuzu karartmama çabasındayız”. (Ağır hasta, körlüğe kadar gidebilecek bir hastalığı teşhis edilen, 32 yılı aşkın bir mahpusluğun gülümseyişini yüzünden izole etmeyi başaramadığı HASAN GÜLBAHAR)*.
Taşınmayı biliriz hepimiz. Eşyaları kolilemek günler alır. Yeni eve, semte-komşulara ısınmak-alışmak! Belki aylar. Hapishanelerde taşınmak! Bir an şöyle çırılçıplak bilmediğiniz bir şehirde sokağa çıktığınızı tasavvur edin. Hem çıplaksınız, hem de bilmediğiniz bir şehirde. Yanınızda hiçbir eşyanız yok, giysileriniz bile. Öyle bir hal bile, bir tutsağın apansız sürülmesinden daha iyidir. ‘Betimleme Sanatı’ değil bu, bizzat kendi tecrübelerimden biliyorum! ‘TAŞINDI’, değil de ‘SÜRÜLDÜ’ denmesinin sebebi budur. Çıplak ve bilmediğiniz bir şehirde olsanız; en azından sokakta gördüğünüz bir insana seslenme şansınız olur. Zindanlarda, seslenseniz de, duyulup-duyulmayacağınız meçhuldur. Kalem-kağıt bile verilene kadar günler geçebilir. Yıllardır tecritte olan bu insanlar; yine-yeniden günlerce kalemsiz-kağıtsız yaşamak durumunda kalırlar. Hasan Gülbahar’ın anlattığı gibi, ‘çay, şeker, temizlik malzemesi’ edinmek için bile, beklemelisiniz günlerce !!!!
Şu günlerde yüzlerce politik tutsak sürüldülür-sürülmeye devam edilmekteler!
Ve o koşullardan, işte ancak o koşullardan şu bahar çiçekleri hayatımıza düşer:
“Susma\ Susarsak\ Aşk susar\ Kan kusar\ Sessizliğimiz\ Bir çocuk ölür\ Söz biter günün ağırlığından\ Konuştuğumuzda\ Aldığımız nefes isyan olur”(Eşi ve kızı Ankara Katliamı’nda yaralanan, çeyrek asırdan beri tutsak,kanser hastası, tutsak Gazeteci EROL ZAVAR).
Evet 2.Dünya Savaşı sürecinde, kamplara sürülen Yahudiler’i hatırladığımız şu günlerde; yüzlerce Politik Tutsak, böylesine ilkel bir çağ görüntüsünde, sürgünde. Dünyanın yığınla toprağı, pervasızca kanla sulanmakta. NE DEĞİŞTİ!!!!
Bir açıdan hiçbir şey! Bir açıdansa çok şey!
Zaten bilinen, kamuoyu desteği olan, medyada sürekli haberleri yeralan; Akademisyenler-Yazarlar da hızla engellenmeye başladı. Dünyanın dörtbir yanındaki insanlık da; internet başına oturup, yürütülen kampanyalara ‘tuşlayarak’, tutsaklarla dayanıştığını sanmaya başladı. Can Dündar içerideyken, yığınla Yazar; ‘Can Dündar’a mektubum, Can Dündar’dan mektup’ diye internetlerde cirit atarak, tutsaklarla dayanıştığını sanmaya-göstermeye heveslendi!!!!(Bunlar da yapılmalı, itirazımız yok, AMA!)
Tam bunlar olurken! Bir demet bahar sevinci daha paylaşmak isterim sizlerle:
“Katliamlar, hapishane sorununun önüne geçti. Uğraşıyoruz; acıların içinden umudu, sevgiyi avuçlayıp içiyoruz su gibi. Postanı aldım Adil, yorumladığım resim ne güzel kart olmuş, mutlu oldum… Eni konu proje tuttu!”.(Ağır Hasta Zeliha Bulut’un ‘İçeriden Dışarıya-Dışarıdan İçeriye Fotoğraf Köprüsü’nün kurulabilmesine sevinci)*.
NE DEĞİŞTİ!!!
Bir açıdan çok şey, bir açıdansa hiçbir şey.
Biz de herşeye rağmen umutlarımıza su vermeye devam edelim. Zeliha’nın anlattığı; umudu, sevgiyi avuçlayıp su gibi içen Politik Tutsaklar’a esinti gönderelim. Bizim kağıdımız-kalemimiz-bilgisayarımız bile var! Neyi bekliyoruz? İnanın gönderdiğiniz esintinin kat be kat fazlasını onlardan da alacaksınız!
İlkel Çağlar’ı bile aratmayacak bu SÜRÜLMELER döneminde:
Bir adres de siz alın, bir mektup da siz yazın!
*Alıntılar, www.gorulmustur.org sayfasında yayınlanan, Adil Okay’a yazılan mektuplardan yapılmıştır.
*Şair Süleyman Okay 1928 yılında Antakya’da doğdu. İkinci Dünya Savaşı yıllarında sosyalist düşüncelerle tanışan, kendisi de zindanlara misafir olmak durumunda kalan Okay, İHD ve Halkevi yöneticiliklerinde de bulundu. 1940’lı yıllardan itibaren çok çeşitli dergilerde şiirleri yayınlanan Okay’ın, yayınlanmış şiir kitapları da bulunuyor.
*Resim; yaklaşık çeyrek asırdır mahpus olan, buna rağmen çizimlerini açık havaya uçurma iradesini hiç kaybetmeyen Aynur Epli’nin, son çalışmalarından alınmıştır. Aynur Epli’nin Görülmüştür Ekibi’ne gönderdiği çalışmalar, çeşitli sergi mekanlarında, ‘Kadına Yönelik Şiddete Hayır’ın; direk bir mahpus kadın çığlığının sembolü olarak yerini almıştır
Ganime Gûlmez
Ganime Gülmez sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.
Son Haberler
Sayfalar
Somut Duruma Dair Bazı Gerçekler
Gerek uluslararası planda ve gerekse yaşadığımız coğrafyada devrimci ve komünist hareket emperyalizm ve dünya gericiliğine karşı mücadelede geniş emekçi yığınların desteğine sahip değildir. Yine kendiliğinden gelişen kitle hareketlerini örgütlemede ve uluslararası dayanışmayı geliştirip büyütmede de yetersizdir.
NATO, SAVAŞ KIŞKIRTICISI BİR ODAKTIR; DERHAL DAĞITILMALIDIR!
Başını ABD’nin çektiği, emperyalist bir saldırganlık paktı olarak kurulan ve icraatlarıyla bunun gereğince davranan NATO’nun 75. Kuruluş yıl dönümü vesilesiyle gerçekleştirilen zirvede, ABD Başkanı Biden, NATO’nun: “Saldırganlığa ve saldırganlık korkusuna karşı bir kalkan yaratma umuduyla kurulduğunu” söylüyorsa da ama tarihsel gerçekler bunun külliyen kaba bir yalandan ve de arsızca bir manipüle edişten ibaret olduğunu kolayca gözler önüne serer.
Bozkurt’un anlamı (Nubar Ozanyan)
Yoksullar ve ötekiler için her yer ölüm kokan mayın tarlasına döndü. Türk olmayanların, -ötekilerin- Türkiye’de soluk alması ve yaşaması zulme dönüştü. Öteki olarak yaşamak, çalışmak, kendi ana dilinde Kürtçe, Arapça konuşmak, şarkı söylemek, yasak ve suç olan bir ülkede demokrasiden, özgürlükten, insan haklarından bahsedilebilir mi?
Seçimler ve siyasi parti konusunda proletaryalarla sohbet
İstanbul'u kazanan türkiye'yi kazanır.
Nedir bu tayyip'in sözleriyle vücut bulan yaklaşım.
Bir hayel mi yoksa bir gerçeklik mi?
Veyahut da burjuvaların içerisinde bir insanın söyledikleri hala dört nala giden atlarıyla şehirlerin surlarını yıkabileceğini düşünen bizim insanların söylediklerinden daha gerçekçi sözler mi?
Gerçekten noelibarel politikaların en yoğun olarak hissedildiği şehirleri kazanmak türkiye'yi kazanmak mı demek?
Peki bunu böyle kabul etmek kolay mı?
DEVRİMCİ SİYASAL MÜCADELEYİ ANIN SOMUT GÜNCEL TOPLUMSAL SORUNLARI ÜZERİNDEN ÖRGÜTLEMEK.
Temel hedefleri, mevcut kurulu düzeni devrimci bir kitlesel kalkışmayla tasfiye edip, yerine sosyalist bir sistem kurmak olan devrimci sol-sosyalist ve komünist güç ve yapıların, devrimi gerçekleştirebilmeleri esasen, devrim öncesi süreci, devrimi örgütleyebilme hedefiyle ele almalarına ve bundaki performans ve başarılarına bağlıdır.
ADİL OLAMASINI BECEREMEYECEKSEK; BU SİSTEMİ YIKMAYA NE GEREK VAR Kİ?
Bugün, Devletin “üst aklı” denilen birimlerince organize edilip, şeriat özlemcisi dinci yobaz karanlık güçlerce gerçekleştirilen Sivas-Madımak vahşetinin 31. Yıl dönümü. Tam iki gün sonra da yine devletin aynı karanlık derin güçlerinin bir şekilde yönlendirdiği besbelli olan bir başka vahşetin, Erzincan-Başbağlar katliamının 31. Yıl dönümü.
BUGÜN ARTIK ÇOK DAHA AÇIK BİR HÂL ALAN ŞERİAT TEHDİDİNE KARŞI LAİKLİĞİ SAVUNMAK, SÜRECİN ÖNE ÇIKAN ACİL VE ÖNEMLİ GÖREVLERİNDENDİR.
Kendisini “Anayasal Hukuk Devleti” olarak tanımlayan bir devlet düşünün ki Anayasasında hâlâ; “Türkiye Cumhuriyeti, (…), demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” İlkesi yürürlükteyken; bu ülkede şeriat propagandası yapmak serbest olsun ve ama dayanağını mevcut Anayasa ve yasalardan alan, şeriata karşı çıkmak ve de laikliği savunmak suç olsun!
Oy Zemano (Nubar Ozanyan)
Her yönüyle çürümüş sistemin katilleri, Kürdistan topraklarını yakmaya devam ediyor. Amed ve Merdin’de hem insanları hem de buğday ve mısırları yaktı. Evlat kokan Kürdistan toprakları şimdi duman kokuyor. Ateş ve dumanla yazılı TC’nin yüz yıllık tarihi “yakma ve yıkma”nın tarihidir. Bilmeyenler bilsin, duymayanlar duysun. Dün Ermeni kadın ve çocukları kiliselerde, Alevileri inanç ve ibadet mekanlarında, Kürtleri mağaralarda, köylerde yakanlar bugün yine Kürdü kadim topraklarında yakıyor.
CHP’NİN “Türkiye yüzyılı maarif modeli ”Ve kürtlerin iradesinin gaspı karşısında laisizm ve hukuk sınavı.
İslamo-faşist Erdoğan diktatörlüğünün, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile yapmaya çalıştığının, tam olarak,eğitim ve öğretim sistemininSunni İslamcı dini esasları üzerine oturtulması olduğu, daha önceki iki yazıda ve keza Kürtlerin iradesine karşı bir sömürge siyaseti olan kayyum uygulaması da bir başka yazıda özetlenmişti.
Kadro Olmak Aynı Zamanda Kendimize Karşı da Kadro Olmak Demektir
Bir kadronun ihtiyaç duyduğu nitelikler bugün sürekli ideolojik saldırı altındadır. Burjuvazi sadece protestoları, teoriyi, örgütleri değil aynı zamanda doğrudan tek tek kadroları da hedef almakta ve onları ideolojik etki yoluyla etkisizleştirmeye ya da kendi tarafına çekmeye çalışmaktadır.