Cuma Eylül 20, 2024

"Legal parti sorunu" Üzerine

Legal parti sorunu, aslında hem Uluslararası Komünist Hareket ve hem de Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi açısından hiçte yeni ya da ‘bakir’ bir sorun sayılmazken; ama nedense devrimci hareketin ‘radikal sol’ olarak addedilebilecek kimi kesim ve yazarlarınca, böyleymiş gibi sunulmaya çalışılmakta.

Öncelikle belirtmek gerekiyor ki komünist bir parti ve devrimci bir oluşum açısından ‘legal parti sorunu’; basbayağısından faşist, despotik/baskıcı ve de gerici burjuva demokrasisi koşullarında esasen legal, ‘barışçıl’, ‘demokratik alan faaliyeti’ kapsamının bir sorunu olarak; doğrudan devrim stratejisi, mücadele yöntem ve taktikleri kapsamında bir konudur.

Sorunun ele alınışı nasıl ki basbayağısından faşist veya koyu baskıcı rejimlerdeki devrim strateji ve taktikleri ile şu veya bu şekilde yürürlükte olan burjuva demokrasisi koşullarındaki devrim strateji ve taktikleri farklı olmak zorundaysa; legal alan faaliyet, yöntem ve araçları da aslında tamamen bunlara uyarlıdır.

Yani özetle sorun tamamen verili sürecin somut koşulları zemininde, devrim stratejisi ve ana taktiklerine koşut olarak ele alınıp değerlendirilmesi gereken bir mücadele araç ve   yöntemleri sorunudur.

Bilinir ki hiçbir mücadele biçim ve yöntemi kendi başına devrimci veya reformist bir özellik arz ediyor olamaz. Bunların niteliği, unsuru oldukları stratejinin niteliğince belirlenir çünkü. İzlenen stratejik rota ve asgari ve azami program devrimciyse şayet; pekâlâ reformistlerin de kullandığı (buna silahlı reformistler de dahildir) mücadele yöntem ve araçları, biçimsel benzerliklerine karşın, alasından devrimci bir öz taşıyor olacaktır. Legal parti sorunu da bu özellikte bir sorundur. Dolayısıyla da sorunu öncelikle bu ön kabulle ele almak gerekiyor.

Legal parti sorunu da tüm diğer legal ve demokratik alan faaliyet araçlarında olduğu gibi, devrim stratejisine uyarlı olarak ele alınmak zorundadır. Bu koşul, bu araç ve yöntemlerin hangi dönem ve aşamalarda nasıl ve ne ölçekte kullanılabilir olacağının doğru tarzda ortaya konulabilmesini sağlayacaktır. 

Şayet ülke koşulları komünist ve diğer devrimci sosyal ve ulusal kurtuluş hareketlerine legal mücadele yol ve yöntemleriyle devrimci çalışma ve örgütlenmeler yapmasına esasen imkân tanımıyor, illegal ve silahlı mücadele seçeneklerini dayatıyorsa; bu koşullardaki legal ve demokratik alan çalışmaları, tabiatıyla, tali ve taktiksel özellikler arz ediyor olacağından; oradaki devrimciler bunlara ancak ki bu gerçeklikleri oranında değer biçeceklerdir.

Ve ama sıkıntılı ve sorunlu olmasına karşın, legal örgütlenme ve çalışma ortamının olduğu ve devrimin, ‘barışçıl’ evrimci bir hazırlık süreciyle, kitlelerin silahlı toplu ayaklanması stratejisi üzerinden kurgulandığı koşullarda ise, tabiatıyla, legal ve demokratik alan faaliyetleri ve bunun bir unsuru olarak legal parti sorunu da diğerine kıyasla, elbette ki temelden farklı bir ele alışı gerektirecektir. Hatırlanacağı üzere şöyle izah diyordu Mao Zedung bu özgün farklılığı: 

“İktidarın silah zoruyla ele geçirilmesi, sorunun savaşla çözülmesi, devrimin başlıca görevi ve en yüksek biçimidir. Bu Marksist-Leninist devrim ilkesi gerek Çin ve gerekse bütün ülkeler için evrensel olarak geçerlidir. 

Ama ilke aynı kalmakla birlikte, onun proletarya partisi tarafından uygulanması değişik koşullara göre değişik biçimler alır. (…) Bu özelliklerinden dolayı, kapitalist ülkelerdeki proletarya partisinin görevi, uzun bir legal mücadele dönemi boyunca işçileri eğitmek, güç toplamak ve böylece kapitalizmi nihai olarak yıkmaya hazırlanmak. (..)” (C.3. sf:224-225)

Buradan da anlaşılacağı üzere ülke koşullarının devrimin yolunu “Uzun Süreli Halk Savaşı Stratejisi” (USHSS) değil de “Toplu Ayaklanma Stratejisi” (TAS) olarak belirlediği bir durumda, bu yöntem ve araçların ele alınışı da kaçınılmaz olarak farklılaşıyor olacaktır.

Bu farklılaşma, özellikle, bu yöntem ve araçların tali ve taktik yöntemler olmaktan çıkıp, devrimin ön gününe kadar esas ve stratejik önem arz eden araç ve yöntemlere dönüşüyor olmasındadır.

Dolayısıyla da son dönemlerde sayın M. Oruçoğlu’nun tekrardan gündeme taşıdığı bu konu üzerine tartışan kimi kişi ve kesimlerin sorunu bu ana bağlamından kopuk ele alıyor oluşları, sanırım sorunun ele alınışında ki en temel açmazlarının başında gelir.

Çünkü bu, öncelikle sorunun hangi koşul ve hangi devrim stratejisinin bir unsuru olarak ele alındığının belirsizleştiği bir durumdur. Dolayısıyla da hangi sürecin ve hangi devrim stratejisinin ihtiyacı olan araç ve yöntemlerin tartışıldığı muallakta kalmış oluyor.

Oruçoğlu açıkça ortaya koymasa da ama besbelli ki sorunu “TAS” bağlamında ele alıp sunmaktadır. Fakat tartışmaya fiilen katılan kimi yazarlar ise; “iki arada bir derede” pozisyonuyla; bir tarafta hala geçerli olduğunu varsaydıkları “USHSS” nin baskın argümanlarıyla düşünüyor ve ama diğer taraftan da kendini dayatan canlı yaşamın yalın gerçeklerinin sesine, ikircikli bir duruşla, bir şekilde yanıt oluşturmaya gayret ediyorlar. Haliyle de ortaya konulan şeyler, kaçınılmaz olarak utangaç, yarım yamalak şeyler olmanın ötesine geçemiyor. 

Somut koşulların somut gerçekliği baz alınacaksa şayet; Türkiye ve K. Kürdistan’da klasik anlamıyla “USHSS”nin zemininin kalmadığı, koşulların, günümüz şartlarına uyarlı bir “TAS”ni gündemleştirdiği rahatlıkla görülebilecektir.

Dolayısıyla da komünist ve devrimci oluşumlar legal ve demokratik alan faaliyet, mücadele araç ve örgütlülüklerini artık Mao’nun yukarıya aldığımız “… proletarya partisinin görevi, uzun bir legal mücadele dönemi boyunca işçileri (biz bunu sınıfsal temelde, tüm emekçi katmanları, cins çelişmesi bağlamında kadınları ve keza ezilen farklı inanç ve etnik kökenden kesimleri dahil ederek genişletebiliriz. BN) eğitmek, güç toplamak ve böylece kapitalizmi nihai olarak yıkmaya hazırlanmak.” Şeklindeki bu stratejiye uyarlı olarak ele almaları gerekiyor.

Aksi takdirde “USHSS” zemininde durarak, sınıf mücadelesinin bugün ihtiyacını duyduğu mücadele tarz ve araçları doğru temelde belirlenemez.

Legal parti sorunu da tamamen, söz konusu bu uzun hazırlık sürecinde devrimin tabanı kitlelerinin hangi araç ve yöntemlerle eğitilip örgütlenebileceği, bunun için hangi araç ve yöntemlerin kullanılabileceği sorunu temelinde ele alınması gereken bir mevzudur.

Koşulların bu tarz mücadele ve örgütsel araçlara imkân tanıdığı bir durumda bunları en etkin ve aktif bir şekilde kullanmamak, her halde ki ‘solculuğun’ ve de aptallığın daniskası olur.

Türkiye ve K. Kürdistan koşullarında bu araç ve yöntemlerin uzunca bir süredir bazı yapılarca başarıyla kullanıla geldiği bir sır olmasa gerek. Örneğin Kürt Özgürlük Hareketinin deneyimlediği ve de sergilediği pratik bile bunun koşullarının pek ala da bulunduğunun bir göstergesidir. 

Onca engelleme ve fiili/fiziki baskılara rağmen, ısrarla ve inatla yeniden ve yeniden kendisini var ederek milyonlarca kişiye nasıl başarıyla nüfus edebildiği, nasıl onlar için bir çekim merkezi olmayı mümkün kılabildiği, fazla lafa gerek bırakmayacak kadar açık bir sosyal pratik kanıt olsa gerek.

Dolayısıyla da “ülkemizin koşulları şöyle kötüdür”, “faşizm koşulları altındayız”, “yararlanabileceğimiz bir parlamento bulunmamakta” vs., vs. gibi ileri sürülen ve sürülecek olan klasik argümanların bizzat sosyal yaşamın olgularınca tedavülden kaldırılmış olduğunu ileri sürmek hiç de abes olmayacaktır.

Özellikle de teknolojik koşulların birçok şeyi ve alanı denetlenebilir kıldığı ve dolayısıyla da geniş alanda kitlesel illegal örgütlülükler ve çalışmaları sürdürüp koruyabilmenin artık pek de mümkün olmadığı günümüz koşullarında, bu olgusal gerçekliğe gözleri kapatıp, ‘iman gücü’ ile eski tarzda ısrar etmenin; kendi kendini kısırlaştırıp darlaştırarak, marjinalleştirmekten başka bir şey olmadığı açık değil midir acaba?

Evet, elbette devrimin illegal kurmayı varlığını ve mücadelesini ayrıca, kendine özgü yol ve yöntemlerle ısrarla ve inatla sürdürecektir, sürdürmelidir de. Bu, asla vaz geçilmemesi gereken hayati önemde bir gerekliliktir çünkü. 

Asli görev ve çalışmaları, çalışma alanları isabetli şekilde belirlenmiş bu iki farklı kulvardan akacak devrimci çalışma, günümüz devrimci mücadelesinin zaruri acil gereksinimidir.

Yaşana gelen ve deneyimlenen yığınca örnek önümüzde duruyor. Bunlardan doğru tarzda öğrenmek gerekiyor. Kendisini düzen muhalifi olarak sunan, en azından böylesi bir iddia sahibi olan, örneği EMEP, Sol Parti, TKP, TİP, KKP, Burkaycı geleneğin partisi, ESP ve DEM Parti var legal parti olarak. Bunlardan DEM ve TİP hariç, diğerlerinin kitlesel bir güç haline gelebildiklerini, bunu başarabildiklerini söylemek mümkün değil. Denilebilir ki ESP hariç, diğerleri reformist hatta olan partiler. İyi güzel de reformistler de gücünü kitleselliğinden alacağından; bunlar da hedeflerine varabilmek için geniş kitleleri örgütleyip kazanmak zorundalar. Böyleyken; örneğin yılların partisi EMEP kayda değer bir kitleselliğe ulaşamamıştır. Neden?

Ya da devrimci kulvarda olduğu kabul edilen bir ESP örneği var. Bu da yılların partisi. Ve ama bunun da marjinal, dar bir çevrenin ötesine geçemediği açık, olgusal bir realite. Neden? 

Yani her biri geniş emekçi kitleleri eğitip örgütleme iddia ve amacıyla yola çıkmış bu partiler gerçekliği de gösterir ki legal parti kurmak tek başına bir çözüm olmaz, olmuyor da. Demek ki ilkeleri ve çalışma tarzıyla bir tabela veya ofis/salon partisi olmayan, ufku parlamentoya bir iki vekil göndermekle iğdiş olmaya fırsat tanımayan; temel görevi şehirde, kasaba ve köylerde emekçi kitleleri örgütlemeyi, onlarla organik bağlar oluşturmayı garantileyen bir legal parti hedeflenmez ise; akıbeti diğerlerinden pekte de farklı olmayacaktır.

İşte böylesine de zor/ağır görev ve sorumlulukları olan bir sorundur legal parti meselesi. Ve ama devrimci mücadelenin hangi alan ve kulvarının görev ve sorumlulukları kolay ki? Ve ama devrimcilere gereksinim de zaten tamamen bu yüzden değil midir?

4379

Halil Gündoğan

Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

Halil Gündoğan

Mecbur insanlar vardır... (1)

Yaşar Kemal bir röportajında şu cümleyi kuruyordu; “Mecbur insanlar vardır!” Hikaye şöyle; Osmanlı’nın son dönemlerinde, hikayenin geçtiği yöredeki köylülerin umudu, ağaların da korkulu rüyası olmuş bir eşkıya vardır.

Bu eşkıyaya, bölgeden ayrılması karşılığında para ve hayatının bağışlanması teklifinde bulunulur, fakat o, bölgeye yığılan güçle öldüreceğini anlamasına rağmen, Osmanlı’nın teklifini köylüleri düşünerek reddeder. Ve teklifi neden reddettiğini soranlara “mecburum” diye cevap verir.

Devrimimizin niteliği ve stratejisi üzerine (5.Bölüm)

4-4) “SHSS’NİN TAS’I TA EN BAŞINDAN DEVRE DIŞINDA BIRACAK OLMASI” SORUNU:

Kıvılcımları Çoğaltmalıyız!

Özellikle, 2013 yılından bu yana baskıları artırarak iktidarını sürdüren Erdoğan hükmetinin, hükmetme sınırları giderek daralıyor. Ekonomik-politik olarak sıkıştıkça, içerdeki baskıları artırarak, kendini ayakta tutmaya çalışan bir iktidarın, dayanma gücü; kitlelerin ekonomik ve özgürlük taleplerinin şiddetiyle sınırlıdır.

Kitlelerin ekonomik ve özgürlük talepleri arasına sıkışan faşist bir iktidarın ömrü de sonsuz değildir.

Bizim Sara…Nubar OZANYAN

Soğuk bir kış gecesi kırık bir radyo yayınında duydum. Sara ve iki kadın arkadaşın şehit düşüş haberini. Dışarıda bir metreyi geçkin kar altında aylarca toprak altında üşümeden direndim. Ta ki Sara’nın ölüm haberini duyuncaya kadar. Dersim/Aliboğazı’nın buz kesen havası ve sert esen rüzgarı hiç bu kadar işlemedi içime. Keskin bir bıçak gibi kesti boğazımı. Yutkundum. Sanki içime kan damladı. Kalleş pusular neden buz kesmiş Ocak’ı seçer? Neden Ocak’ta daha çok katledilir kadın devrimciler? Rosa, Sara ve Meral yoldaşlar... 

Değiştirirsek yeni olur yıl…(Nubar OZANYAN)

Herkese yetecek kadar nimeti bol, toprağı zengin olan dünya; mazlumlar açısından neredeyse çekilmez hale geldi. Her geçen gün zenginle fakir, efendi ve yeryüzünün “lanetlileri” arasındaki çelişki, derinleşerek büyüyüp daha “ürkütücü” duruma geliyor. Daha fazla sermaye ve zenginlik, bir avuç tekelin ve kapitalistin ellerinde toplanırken, yoksulluk ve yokluk büyük kalabalıkların çekilmez kaderi haline getirildi. Dünyanın tüm mazlum halkları, büyük eziyet çekmeye devam ediyor.

Robotların Yeri Bizim Yanımız

Metofor... motofor...

-   Öpüyorlar üretemiyorlar...  öpüyorlar   üretemiyorlar... Öpemiyoruz üretiyoruz...   öpemiyoruz üretiyoruz.. Biz örgütlü olma kültüründe nasibini almamış proletaryaların kaderide ne kadar bozuk abi.

- Karşıdaki tiplere bak.

- Bizim musallat olacağımız kızlara musallat olmasınlar abi.

- Bizim musallat olacağımız kızlara niye musallat olsunlar. Onlar üreteni dudakta öperiz diyiyorlar. Bizim musallat olacağımız kızlar üretiyorlar mı? 40 yıldır aynılar. Ne söylesek başımız ağrıyor, başımız ağrıyor diyor duruyorlar.

Dünya Sınıf Mücadelesinin Üzerinde Dönüyor

Dünya güneş etrafında dönsede, bütün toplumsal gelişmelerin;  “öküzün boynuzunun üzerinde” değil, sınıf mücadeleleri üzerinde döndüğünü, bütün sınıflar açısından çok çetin geçen 2020 yılı bir kere daha gösterdi.

Kapitalizmin kriz olduğunu, krizden başka bir şey üretmediğini ve bu krizinde  esas olarak işçi sınıfı ve emekçileri vurduğunu; sermayenin bitmek, durmak bilmez her şeye egemen olma vahşetiyle kitlelerin üzerine yıkıldığını, bir kere daha, korona pandemisi adı altında ölerek gördük.

Interview with member of TKP-ML Polit Bureau “We have no other option but to Struggle and Fight for Liberation”

“We have no other option but to Struggle and Fight for Liberation”

-Hello, can you introduce yourself?

– How are you, my name is Ozgur Aren, I am a member of the Central Committee Polit Bureau of TKP-ML.

-You have announced that you held your 1st Congress last year. In what environment did you prepare for your Congress? both in terms of your Party agendas and the situation in your country?

Kanla beslenen Almanya (Nubar OZANYAN )

Hafıza katillerine inat, modern tarihin en büyük suçlarından biri olan Ermeni Soykırımı’nın başlıca esin kaynağı, fikri ve onayı dönemin emperyalist Alman devletinindir. Soykırım bilimcilerinin araştırma ve çalışmaları sonucu elde edilen belgeler ortaya koymuştur ki, Ermeni Soykırımı, dönemin Alman devletinin İttihat Terakki Cemiyeti’yle kurduğu stratejik ittifak sonucu gerçekleştirilmiştir. Türk ulus devlet inşası, Alman devletinin akıl, destek ve onayıyla olmuştur. Alman ve Türk komprador burjuvalarının sermayesi, Ermeni-Rum-Süryani halklarının kanıyla yıkanmıştır.

Devrimimizin niteliği ve stratejisi üzerine (4.Bölüm)

“Devrim strajisi" üzerine:

MKP III. Kongresi’nin üzerinde; “Her şeyden önce MKP’nin Sosyalist Halk Savaşı Stratejisi halk savaşını sulandırmaktadır” ve “aşırı sol sekter bir tutumdur.”1 diyeninden tutalım da, “Yarım fokoculuktan tam fokoculuğa bir geçiş teorisi”2 türünden fırtınaların en çok kopartıldığı bir diğer önemli görüş ve yaklaşımı da, kuşkusuz ki; “Devrimimizin Stratejisi, sosyalist halk savaşıdır.” Başlığı altında ortaya konanıdır.3

"Kadın Cinsi Kaybetmiş Bir Cinstir." !!!

Biz sol/sosyalist ve de feminist çevrelerden insanların adeta kanını donduran „başlık olan“ bu 'veciz söz', maalesef sayın M. Oruçoğlu'na ait.

Dikkat edilirse  sayın Oruçoğlu'nun bu çıkarsaması, adı sanıyla tekil bir kadına değil, hatta beli bir grup kadına da değil; basbayağısında bir bütünlük olarak "KADIN CİNSİ" ne dairdir. 

Böyle bir genelleme bulunabilmesi için insanın ya akli melekelerinin kendisine oyun oynaması veya kaskatı bir erkek şovenist olması gerekir.

Sayfalar