Perşembe Kasım 7, 2024

''M. Usta’nın Anakronizmi'' Dediğiniz Yerde Aslında Kendinizi Anlatıyorsunuz!(Sidar Hanoglu)

7 Temmuz 2018 tarihinde ''Avrupa Haber Merkezi'' adlı sitede ''M. Usta’nın Anakronizmi'' başlıklı bir yazı yayınlandı. Bu yazı dikkatlice okunduğunda, yazı sahibinin bir tarihi dönemde yaşananları nasıl bu kadar ustaca çarpıtığına şaşmamak elde değil. Yalan söylemekte bir bir marifet her halde!

Anakronizm bir dönemin bütünlüklü yanılgısını ifade eder. Bu yanılgı sadece tarih hakkında değil, kavramlar ve bakış açılarını da ifade etmesi bakımından önemli bir yerde durmaktadır. Yazarımız tüm bakış açısını şimdicilik üzerine kurgulamış ve esas olarak kendisinin anakronizme düştüğünün farkında bile değildir. Yazar şimdicilik üzerinden bir kurgu kurarak cevap verdiği için, tüm bir tarihi bir çırpıda değiştirerek, olayları nalıncı keresi gibi kendine yontarak 'ne kadar haklı olduklarını' ispatlamaya çalışmıştır. Yazar, tüm kurguyu olgusal anakronizm üzerine kurarak ele almakta ve saldırmaktadır. Battıkça batan yazar, işin içinden çıkamadığı yerler de, sorunu anlaşılmaz paragraflarla geçiştirerek kendince bir tarih yazmaya çalışmıştır.

Anlaşılan M.Usta'nın safını belirlemesi bu darbeci kesimi oldukça kızdırmışa benziyor. Kolektif içinde sağ tasfiyeci darbecilere dur diyen MLM'leri boşa çıkarmak ve M.Ustayı kendi yanlarına çekmek için olağan üstü bir çaba gösteren darbeciler, bunu başaramadıklarını anladıkları andan itibaren M.Ustaya nasıl saldırdıklarını unutmuş değiliz. M. Usta'nın neden darbecilerin saflarında yer almadığına ilişkin, içeride ve dışarıda birçok insanın cevap aradığı bu soruya, darbeciler bu seferde tersten bir cevapla, içeriye ''M.Usta bizden'' haberleri göndererek, bunu pekiştirmek için de M.Usta'nın bazı makalelerini sitelerinde yayınlayıp, bunu bir delil olarak gösterenlerin, bu ucuz oyunları boşa çıktığı her defasında, bu seferde, ''M.Usta'' tarafsız yalanını yayanlar onun açık ve net tavrını okuduklarında, nasıl yalan dolu bir tarih yazımıyla M.Usta'yı boşa çıkarmaya çalıştıklarına tanık oluyoruz.

Darbeci yazar ''M. Usta bu yazıyı tam da bu zaman dilimi içinde neden yazma ihtiyacı duydu?'' diye soruyor? Bunun cevabı yazımızın üçüncü paragrafındadır. İkincisi, M.Usta, bundan öncede bir kaç makale daha yazmış ve içerikleri aşağı yukarı aynıydı. Anlayacağınız, M.Usta ilk defa bir makale yazarak tutum belirlemiyor. Beli ki, M.Usta'nın bu son yazısı, sizin bir süredir yaydığınız, ''tarafsız'' yalanlarınıza bir cevap niteliği taşıdığı için, paniklemiş bir ruh haliyle cevap verme ihtiyacı duyduğunuz anlaşılıyor.

Verdiğiniz cevabın her paragrafı tamamen neo- anakronizm üzerine kurgulanmış ve tam bir tarih çarpıtmasıyla bezendirilmiştir. Diyorsunuz ki, ''Bu durum ancak sağ tasfiyeciliğin, kendinden emin bir şekilde tüm partiyi ve tabanı peşinden sürükleyeceğine olan güveninin gerçekleşmemiş olmasına karşı M. Usta’dan koşa koşa “destek” istemesiyle açıklanabilir.'' deseniz de, tam tersi olarak, şimdiye kadar sizin beklentilerinize cevap olmayan, M.Usta'yı karalayarak, onu itibarsızlaştırarak kendinize pay çıkartmaya çalışıyorsunuz. Zira, belirttiğiniz gibi ''Artık herkesin “kendi işine baktığı”, ayrılığın kesin hatlarla belirginleştiği'' ve aradan neredeyse bir buçuk yıl geçmişken, bu yazının, ima ettiğiniz bir ''yararının'' olmayacağını bilmiyor olamazsınız! Aradan bunca zaman geçmişken, herkes saflarını belirlemişken, bizim ne yaptığımız ve ne yapmak istediğimiz sizi neden bu kadar ilgilendiriyor? Bizim (''kediye sermayeyi..'') yükleyip yüklemediğimizden size ne! Bu kızgınlık, bu hırçınlık, bu öfke, sakın sizin hala M. Usta'dan bir beklentinizin devam ettiğinin dışa vurumu olmasın?! Üzgünüz, ancak bu hayalinizin gerçekleşmesi artık mümkün değil. En iyisi siz, şu eski ''tüfeklerle'' şimdilik idare edin, bizde işimize bakalım. Bakın ne de güzel itiraf ediyorsunuz, Albert Camus’tan yaptığınız alıntı sizi

O kadar güzel anlatıyor ki, “Olmayacak insanlarla olmayacak hayaller kurduğum için en çok da kendimden af diliyorum” evet, böyle olun işte!

Bir diğer yandan kalkıp, ''Her bir paragrafı ayrı tartışma konusu olan (M.Usta'nın yazısı kast edilerek bn) makalenin bir bütün eleştirisini yapmak niyetinde değiliz'' deseniz de, tam tersi ne söylemek istiyorsanız hepsini zaten sıralamış buluyorsunuz. Yazdıklarınız baştan aşağı anakronizm içerikte olsa da bu böyle. Her şeyi söyleyip, hemen arkasından ''makalenin bir bütün eleştirisini yapmak niyetinde değiliz'' demek ise bir başka tutarsızlık.

Yazımızın ilk girişinde olgusal anakronizme vurgu yapmıştık. Bunu şöyle örneklendirebiliriz. Darbeci yazar diyor ki, ''Peki örgütsel sorunun çözümünde Kasım ve Aralık 2016 mutabakatlarını, Eylül 2017 görüşme taleplerini kim örgütlemiştir?'' diye soruyor. Doğrudur, Kasım'da bir toplantı ayarlayan siz oldunuz. Bunu inkar eden var mı ki! sorun tam da bundan sonra başlıyor. Örneğin Kasım toplantısında, ''krizin çözümü'' için oturduğunuz masanın çekmecesinde saklayarak, ertesi günü M.Usta'ya ''ayrılık olacak, tavrını artık belirle'' mektubu gönderdiğinizi niye yazmıyorsunuz. Bir yandan ''Kasım ve Aralık 2016 mutabakatlarını, Eylül 2017 görüşme taleplerini kim örgütlemiştir?'' sorusu sorarak, bundan kendisine bir övünme payı çıkartmaya çalışan sizler, bunun tarafınızdan sonradan kullanılmak üzere planlanmış bir oyun olduğunu bilmeyen var mı? Siz, tarihi böylemi yazıyorsunuz? Bu mu dürüst olmak? İşte sizin olgusal anakronizme düştüğünüz yer tam da burası.

Devam edelim, mesela HBDH ile ilgili M.Usta'nın dile getirdiği '' “Denilebilir ki, sürece damgasını vuran proleter renk değildir. Proleter rengin buraya damgasını vurup vurmaması, proleter hareketin sorunudur. Bu asla ve asla oluşan haklı ve meşru platformun varlığını yadsımaz, tartışma konusu yapmaz.” dediği paragrafa cevaben;

''Bir; “usta”mızın önerdiği yenilenme, değişim çağrısı ne kadar masumsa 1960’larda Mao ve ÇKP’li yoldaşlara SBKP’den yükselen ve politik olarak reformizm vaazeden çağrılarda o kadar masumdur'' dediğiniz ve altı nokta olarak vurguladığınız başlıklara, buna yedincisini ekleyerek bu süreci bir bütün olarak dürüst bir şekilde niye aktarmıyorsunuz? Örneğin, HBDH'den çıkmaya vesile ettiğiniz ''hiç bir şeyden haberimiz yoktu'' söyleminizin bir yalan olduğunu, aslında bu meseleden Ocak 2016 tarihinden beri haberinizin olduğunu, ayrıca polisiye bir yöntemle el koyduğunuz iki usp içinde bu meselenin anlatıldığı ve görüş istendiğini niye aktarmıyorsunuz? Böyle mi tarih yazıyorsunuz?! Hadi, bunları birileri bilmediği için yazdıklarınıza inanlar çıksa da, bunu kolektifin bütüne anlatırken yünüz hiç mi kızarmıyor?

Yazının en çarpıcı olgusal anakronizmi ise irade meselesinde orya çıkmaktadır. Darbeci yazar, önce M. Usta'dan bir alıntı aktarıyor, “Şöyle ki kolektifin en üst iradesinin kendisine vermiş olduğu görev süresi bitmişti. Böylesi dönemlerde nasıl bir yol izlenilmesi gerektiği de açıktır.” hemen ardından da, ''Bu sözler defalarca tekrarlanmış ve artık kullanım ömrü bitmiş sözlerdir'' denilerek olgusal anakronizme iyi bir örnek oluşturmaktadır. Darbecilik tamda budur. Her şeyi inkar üzerine kuran bir anlayışın varacağı sonuç bundan farklı olmaz zaten. Bir gerçeği kendi emelleri için yok saymak, kendisi dışında söylediğinde hükmü yoktur demek olgusal anakronizmdir.

Her şeyi inkar etmeyi kendilerinin varlık sebebi sayanlar o kadar gülünç duruma düşüyorlar ki, ne kadar boş laf varsa arka arkaya sıralayarak kendilerince bir tarih yaratanlar ne yaparlarsa yapsınlar gerçeklerin üstünü örtemezler. Neymiş, ''M. Usta “ben varsam her şey var, ben yoksam hiçbir şey yoktur” anlayışından kurtulmalıdır. Bu görev süresi tartışması için “usta”ya “günaydın” deme hakkımız vardır. 2014 sonlarında ve 2015 Şubatı’nda “usta”nın olduğu toplantılarda “bu görev süresi doldu” tartışması gündeminde dahi yoktur. Çünkü bu tartışma o koşullarda absürttür!'' diyerek bir olguyu yok saymakla, onun var olduğu başka bir şeydir. Uzun bir süreden sonra bir eşik tam aşılacakken, kolektifin önünü tıkamamak, bir an önce planlamanın bitirilmek istendiği bir yerde, ''durun bakalım önce şu iradeyi tartışalım'' demek, bir bozgun olurdu ki, kolektifin geleceğini düşünen hiç kimse bunu yapmaz/ yapamaz. Nitekim sorduğunuz soruya kendiniz cevap vererek ''Komünistler açısından ise “süreç”ten kaynaklı tartışmak absürttür'' dediğiniz şey, her nedense sıra gerçek komünistlere gelince onlara “günaydın” demeye dönüşüyor.

Sizler, bu gerçeklerin üstünü örterek koltuklarınızı bırakmamak için sürekli olarak gerekçeler üretiniz. Belirtiğiniz tarihte verilen sürenin bittiğini siz de biliyorsunuz. Ancak o günkü şartlardan kaynaklı olarak gündem yapılmayan bu meselenin, sonradan ortaya çıkan ve tam anlamıyla bir irade yitimi olan gelişmelerle birlikte, kolektifin gündemine taşındığını inkar etmeye devam ediyorsunuz. Bu irade yitimi değil midir ki, ''iradeye gidiyoruz'' diyerek herkese ''tüzüğü bir defa çiğnemekle bir şey olmaz'' dayatmasında bulunarak kendinizi kurtarmaya çalıştınız. Üstelik kolektif içinde üç defa yapılan oylamada oyları çalarak, ''biz kazandık, biz kazandık'' diye çığlıklar atmanıza rağmen, her oylamanın ardından çaldığınız oyların sayısı delileriyle önünüze koyulmasına rağmen, her defasında MLM'lere “günaydın” diyerek, '' atı alan Üsküdar'ı geçti'' diyen siz değil miydiniz?

Oylamalarda hiç bir zaman çoğunluğu elde edemediğiniz meseleler neydi? Birincisi HBDH sorunuydu. Bu meselede ''evet içinde kalalım'' diyenlerin oylarını tersine çevirerek ''çıkalım diyorlar''a çevirmediniz mi? Bu somut delilleriyle önünüze konduğunda, ''yanlış anlaşılmış'' dediğiniz yerde, ''o halde düzeltin'' diyenlere “günaydın” ''atı alan Üsküdar'ı geçti'' diyen siz değil miydiniz?

İkincisi, ''şu atıldı, şu düştü'' dediğiniz yerde bunun da böyle olmadığı yine delilleriyle önünüze konduğunda yine bize “günaydın” diyerek ''atı alan Üsküdar'ı geçti'' demeniz mi?

Üçüncüsü; çaldığınız oylarla ''irade şunu seçti'' diyerek sonucu maniple ederek kolektifin karşısına çıktığınızda, bunun da böyle olmadığını yine delilleriyle önünüze konduğunda sesiz kalan yine siz olmadınız mı? Üstelik Kasım toplantısında bu durumu kendiniz itiraf ederek, orada kendi elinizle yazdığınız metne ''... içinde yapılan oylamada irade %50 %50 tecelli etmiştir. Bu durumda ... içinde bir irade oluşamamıştır. Bu sorunu aşmak için'' şöyle yapalım diyen siz değil miydiniz? Bir tek bu konuda “günaydın” ''atı alan Üsküdar'ı geçti'' diyemediniz. Çünkü şahitlerin huzurunda kendi el yazınızla ''evet irade oluşmamıştır'' demeniz, bu söylemenizi frenleyen etken oldu. Sizler, darbeciliği ve komploculuğu bir meziyet bellediğiniz için, Kasım hayaliniz gerçekleşmediği için, yeniden başa dönerek ''tabi ki irade var'' masalını söylemeye devam ettiniz.

Bu vesileyle kolektif içindeki gelişmelerin ana hatları ve yapılan darbenin nasıl şekillendiğini özet olarak vermeye çalıştık. Yaşananlar yüzlerce sayfaya sığmayacak kadar büyük bir hacimdedir. Bunun bu kısa yazıda tek tek ve tüm ayrıntılarıyla anlatılması mümkün değildir. Şu bilinmelidir ki, darbeci ve tasfiyecilerin koç başları, yaptıklarının hesabını vermemek için bilerek, planlayarak kolektif içinde oluşturdukları hizip çalışmasını 2017 Ocak ayında sonlandırıp, kolektiften koptuklarını kamuoyuna deklere ettiler. Böylece işledikleri suçlardan kurtulduklarını ve artık kimsenin kendilerini dara çekmeyeceğini sanıyorlar. Doğrudur, kolektif irade sizleri yargılayıp mahkum edemedi. Bu böyle olsa da, siz darbeci ve tasfiyeciler kolektifin vicdanında çoktan mahkum edilmiş bulunuyorsunuz! 8 Temmuz 2018 

41245

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Sayfalar