Perşembe Kasım 28, 2024

Öcalan müdahil olmalı

Sayın Öcalan Türkiye’yi: Sorunu kendi aramızda çözmezsek hegemonik devletler çözer, diye çok kereler uyarmıştı.

Öyle görünüyor ki uzun soluklu bir savaş başlamış durumda. Bu savaşın emareleri öyle örtük ve elbet seçim öncesi gibi basına sızmayan cinsten de değil. Görünen savaşın aslında gecikmiş olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki TSK 2015’in başlarından, ta ki Suruç katliamına kadar Medya savunma alanları üzerinde her an keşif faaliyetleri yapıyor,  karadan pusulama ve imha amaçlı operasyonlar ile gerillayı tahrik ediyordu. Bununla savaşı gerillanın başlatması amaçlanıyordu ama olmadı; gerilla tahrike gelmeyip büyük sabır sergiledi. AKP’li Türk devletinin böylesi saldırganlığın nedeni elbet salt Kuzey sabrı değil aynı zamanda Kobanê direnişi ve başarısıydı da. Erdoğan’ın “Dolmabahçe mutabakatını tanımıyoruz, ortada masa yok, Kürt sorunu yok” tarzından inkâr söylemleri sadece onu içten içe kemiren faşist duyguların bir dışa vurumu ve uzun soluklu savaşın da bir ilanı değildi! Gecikmiş bir savaş derken kastedilen, PKK’nin halkların özgürlük hayalinin barışa evirilebilmesi için tahrike gelmemiş olmasından kaynaklanıyor.

Kürt özgürlük hareketi Erdoğan’ın maskesini düşürdü!

PKK’nin Erdoğan’ın savaş ilanını görmezden gelmesi ve seçimlerde HDP’nin büyük başarısı en son, bu çevreleri isyana teşvik etmiş ve sonuçta DAİŞ adıyla Suruç katliamı gerçekleştirilmişti.

Peki! Türk devleti ile birlikte Erdoğan ve ekibi böylesi iç savaşa evirilme potansiyeli taşıyan bir savaşa neden giriştiler? Türk devleti ve Erdoğan bu savaşın neresindeler? Bunun gibi sorular çoğaltılabilir ancak açıklanan Dolmabahçe mutabakat metninin neden görmezden gelindiği sorusu bir büyük çelişkiyi gözler önüne seriyor çünkü bu  bir yerde, Türk Devlet için resmiyet kazanan bir sözleşmedir. Öyleyse Devlet istese de bundan kaçamayacağına göre neden AKP’nin kuyruğuna takıldı? Erdoğan’ın amacı sadece erken seçim ve iktidar olmak mı?

Evet doğrudur! Amaç sadece tekrar iktidar olup istediği gibi at oynatmak olarak görünebilir ama neden tekrar iktidar olmak istedikleri de çok önemlidir.

Bu soruların cevabı ve Türk Devleti ile AKP’nin ortaklığı için açığa çıkan iki referansa başvuracak olursak eğer bugün ilan edilen savaşın nedenlerine de ulaşabiliriz.

Öncelikle Erdoğan, şürekâsı ve AKP yetkililerinin açıklamalarındaki dil, üslup ve tarzlarına takılmamak, bunların nedeninin faşizan ruhlara sahip bireylerin neden olduğunu bilmek gerekiyor.

Öyleyse neden?

1)    Erdoğan, ailesi ve ekibine uzanacak olan 17/25 Aralık soruşturmaları,

2)    Türk devletinin bir terör devleti olarak anılmasına gidecek DAİŞ yardımları bu savaş ilanında bir nedendir demek abartı olmayacaktır.

Erdoğan ve erkânı sadece 17-25 Aralık ile soruşturulmayacak, bir de DAİŞ’ e yardım sunan hükümet yetkilileri oldukları için savaş suçluları olarak yargılanacaklar. Erdoğan’ın da devletin de yaptığı, zevahiri kurtarmaktan başkası değildir. Yine Güney Kürdistan yönetimi, KDP ve Barzani ailesini yanlarına çekmeleri de öyle alışık olunmayan pratikler değildi. Hem doksanlardaki savaşlarda PKK’ye karşı Türkiye saflarında yer almaları ve hem de sonraki işbirlikçi politikalarında bu güçlerin de -Kürt birlikteliğini baltalamaktan öte- öyle etken bir pozisyonda olmadıklarını dünya alem biliyor.

Bakmayın ABD ile Türkiye’nin İncirlik flörtüne. Bu sadece hegemonik devletlerin Türkiye’yi çektiği tuzaktır. Çünkü Türk devleti ne kendi halkına karşı yürüttüğü savaş suçlarından ve ne de bir başka ülkenin iç işlerine müdahalenin pratiği olan DAİŞ desteği için bir terör devleti unvanından kurtulamayacak. DAİŞ’i gösterip PKK’ye saldırmalarının nedeni de düşmanlık bir yana, zaman kazanmak ve “kim bilir belki PKK’yi biz bitirebiliriz de, Lahey’de yargılanmaktan kurtuluruz” hülyasından başkası değildir.

Evet!

Sayın Öcalan Türkiye’yi: “Sorunu kendi aramızda çözmezsek hegemonik devletler çözer”, diye çok kereler uyarmıştı ama olmadı, Türkiye dinlemedi.

Türk devleti ve AKP, PKK’nin ne 12 Eylül faşist darbesiyle ve ne de kurulan savaş hükümetlerinin denediği akla hayale bile gelmeyecek kirli savaş yöntemleriyle bitirilemeyeceğini biliyor. TSK eylemleri için Erdoğan ve Davutoğlu’nun: “Bu bir süreç işidir” demesi de savaşın derinleşeceği anlamına geleceğinden TC’nin bu yola baş koyduğu görülüyor. Bir başka görünen ise hegemonik devletlerin müdahalesidir. Bu durum Kürtler ve Türkiye’de yaşayan diğer sömürge halk ve inançlar için nasıl bir sonuç doğurur şimdiden kestirilemez belki ama bu savaşın kazananının Türk devleti olmayacağı açık ve nettir.

Birileri tez elden Türk devleti ve AKP’yi uyarmalı, Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması gerektiğini ve sorunların hegemonik devletlere havale edilmemesini, yoksa sonuçlarının çok ağır olacağını anlatması gerekiyor. Çünkü tek çare, Kürt halk önderi Sayın Abdullah Öcalan’dır.

02.08.2015

Mehmet Serhat Polatsoy

69472

Mehmet Serhat Polatsoy

Özellikle Kürt Ulusal Hareketi üzerine ve kürtlerin sorunları üzerine makaleler yazmakta olan yazarımız 2011 sonlarından beri yazılarıyla sitemizde yer almaktadır.

serhatpolatsoy@kaypakkaya-partizan.net(hazırlanıyor)

Mehmet Serhat Polatsoy

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Sayfalar