Cumartesi Mart 15, 2025

Ölümün nefesi! H.Gürer

Gerçek, görülmez ellerin çektiği gizemli tüllerle, saklı tutuldu uzun dönemler insanlardan! Gerçeği göremeyen insanlık, panayır kalabalığında şaşkına döndü, kendi aklının sokaklarında kayboldu, yolunu bulamadı. Kimi zaman karanlığın tülü yırtıldı, yolunu kaybedenler yönünü ‘kısmen’de olsa buldu. Aydınlık, karanlığın zalim ve kuralsız arenasında kavgaya tutuştu. Ve karanlık, belki zamanı büktü, onu yavaşlattı! Ama gerçeklerin inatçı ışıltısını kendi dipsizliğinde hapsedemeyeceğini anladı! Bu kez insanlığa, kısa aralıklı yüksek tonajlı ışıklar tutuldu. Gerçekler, gerçeğin aydınlık ışığıyla saklanmaya başlandı. Önce geçici körlükler yaşatıldı. Gözlere tutulan yüksek ışık, görsel duyuları kırdı. Ardından zihinsel ve gönülsel gözler körleştirildi. Sonra bu körlükler süreç içerisinde kronikleştirildi. İnsanlığın körlükleri, artık sadece gözsel değil, gönülsel, zihinsel körlüklere evrilmiş oldu. Artık gönlün ve zihnin gözünü kör etmeyi başardıklarından, gün ışığında ki gerçekleride gör(e)mez oldu insanlık. Böylece Gözleri, yüreği ve bilinci körleştirildi insanlığın…

Körleştirilen insanlık, insansal özelliklerini hepten yitirmemişti. Kendi iç yasalarına göre işleyen, sürekliliği olan ve değişim-dönüşüm halinde ki evrenin parçaları olmayı sürdürüyordu. Bu karmaşık organizmanın insansal öz’ünün yadsınması halinde, bu özden arındırılan insan ‘modern çağın’ modellenmiş ideal gerçekliği olarak sunulabilecek, kendisine, doğaya ve yaşama yabancılaşmış bir sistemin işleyen çarklarından biri haline getirilebilecekti!

Bunun için, birinci operasyon olan körleştirmeye, yeni operasyonlarla devam edilmeli, hisler ve duyular fark ettirilmeden, titizlikle ve düzinelerce yapılacak bıçaksız cerrahi operasyonlarla alınmalıydı! Duygu ve hislere yönelik yapılan bu operasyonlara, kalp atışı ile bilincin aynı an’da atan ritimleri durdurulup sekteye uğratılarak başlandı. İkisi arasında ki diyalektik akım kırıldı. Kalp ve bilinç, başka zamanda ve farklı boyutlarda çalışan nesnelere dönüştürüldü. Kalpsiz çalışan bir bilinç, bilinçsiz ve amaçsızca atan bir kalp yaratıldı. Gecenin ışıltılı gözleri olan yıldızlar, ay’ın aydınlık yüzüne mahkum edildi.  Yüreğin ay’ı ile zihnin güneşi aynı eksende buluşturuldu, gece ve gündüz kavramı yitti! Yıldızlar gölgeye hapseldi.

‘Modern çağ’ olarak ifade edilen bu sistem de, insana değil, insanın kendi yarattığı ve geliştirdiği araçlara, teknolojiye ve gelişen teknolojinin ürettiği nesnelere değer verildi. Bu insanın insana, insancıl olana, doğaya ve doğada ki canlılara karşı değerin hiçleşmesi, teknolojik nesnelerin/araçların ise fetişleştirilmesini sağladı. İnsan kendi ürettiklerini tanrılaştırdı, onlara tapındı. Onları elde etmek için hiç bir insansal öze sahip olmayan kuralsızlıklarla hareket etti. Ve insan herşeye, kendine bile yabancılaştırıldı. Duygularını/duyularını yitirdi! Duygusuz ve doyumsuz bir düzene hapsedildi!

Bu düzenin temel dinamiği, daha fazla ‘zenginlik’ için daha fazla üretim sağlamaktır. Bu amaç için yeni araçlar ve teknolojiler icat edildi yada elde olanlar geliştirildi. Bu sürekli bir döngü halinde işledi. Yine ve yine insana değil, araca yatırım yapıldı. İnsan araçlaştırıldı ve araçlar insanın önüne geçirildi. Üretimin arttırılma istemine paralel olarak teknik ve teknolojik araçların artışı sağlandı. Bu gelişme ile zihinsel güçlerin öne çıkışı, kol emeğinin makineler üzerinde ki etkisininde azalmasına (ama tümden ortadan kalkmamasına) neden oldu. Kol emeğinin azalması maliyeti azaltırken kâr’ı arttırdı. Kâr arttı, ancak sistem oburlaştı ve doyumsuzlaştı. Daha fazla kâr için körleştirilen, duyguları ve duyuları yok edilen ‘insana’ ödenen payın düşürülmesi başladı.

Artan makineleşme, gelişen teknoloji, kol emeğine karşı azalan ihtiyaçtan kaynaklı yaşanan işsizlik boy gösterdi. Bu durum karşısında kol emeğini satmak zorunda olanlar, kendileri arasında kıyasıya bir rekabete tutuştular. Ve emekleri karşısında daha az ödenen ücretlere çalışmak zorunda bırakıldılar! Bu toplumsal sistem de, zenginliklerin daha fazlasına sahip olmak için birbirini ezen ve yok edenlerin yanısıra, karınlarını doyurmak ve hayatta kalmak için de birbirini ezen ve adeta yiyenler haline geldi insanlar.

İnsanın bu hale gelmesi uzun zamanı kapsadı. Duyuları, duyguları, insansal özellikleri görülmeyen eller, hissedilmeyen güçlü silahlarla vuruldu, parçalandı. Başka türlü bu kadar kendi türüne ve yaşadığı doğaya ve diğer canlılara karşı acımasız ve hissiz olamazdı!

Her 5 saniyede bir çocuğun açlıktan öldüğü, ancak çok yemektende hazımsızlık sorunu yaşadığı için doktorlara baş vuranların olduğu bir dünyadayız! Dünyanın en fakir 48 ülkesinin gayrı safi milli hasılası, dünyanın en zengin 3 kişisinin servetinden az olduğu bir sır değil! Yıllık istatistik raporlara göre “gelişmiş” ülkelerin çöplerine her yıl 220 milyon tondan fazla gıda paketi atılıyor bu yiyecek maddeleri dünyada açlıktan ölen insanların 15 katını besleyecek durumda! Yeryüzünden açlığı kazımak için gerekli para yılda 30 milyar. Bu, dünya da sekiz günde yapılan  askeri harcamalarda kullanılmakta olan miktardır! Binlerce insan önlenebilir basitlikte ki şeylerden dolayı açlıktan ölürken, milyonlarca insan ölümün nefesini soluyarak yaşıyor!

Şüphesiz ki, yaşadığımız dünya burada ifade edilenlerden çok daha kötü bir noktada! Ama, çok az sayıda da olsa hala insanlık adına kavga edenler var ve umutsuz değiller!

Eğer bir defa yanıltmış ve kandırılmışsak, bu, bunu yapanların suçudur! Ama sürekli ‘yanıltılıyor’ ve ‘kandırılıyorsak’, bu bizim suçumuzdur! İçinde yaşadığımız dünyamızın ve insanlığın genel hali, bizlerin sürekli ‘yanıltılıyor’ ve ‘kandırılıyor’ olduğumuzu göstermektedir!..

Bu yazı, var olan bu karamsar tabloya karşı ellerini havaya kaldırıp teslim olanlara, kazanma ve her şeyi tersine çevirme umudunu yitirmiş, yılmış kimselere değil, fırtınalar içinde yürüyenlere, tarihin saatinin şaşmasına karşın akıma karşı ilerleyenlere, uzun soluklu olanlara, ve yalnızca insanlığın bir gün kazanacağına inan ve bu uğurda kavga eden ve umut ekenler için yazıldı…


66660

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Somut Duruma Dair Bazı Gerçekler

Gerek uluslararası planda ve gerekse yaşadığımız coğrafyada devrimci ve komünist hareket emperyalizm ve dünya gericiliğine karşı mücadelede geniş emekçi yığınların desteğine sahip değildir. Yine kendiliğinden gelişen kitle hareketlerini örgütlemede ve uluslararası dayanışmayı geliştirip büyütmede de yetersizdir.

Diktatör 'Reis' çıkış arıyor ..

Malum olduğu üzere T.C.

NATO, SAVAŞ KIŞKIRTICISI BİR ODAKTIR; DERHAL DAĞITILMALIDIR!

Başını ABD’nin çektiği, emperyalist bir saldırganlık paktı olarak kurulan ve icraatlarıyla bunun gereğince davranan NATO’nun 75. Kuruluş yıl dönümü vesilesiyle gerçekleştirilen zirvede, ABD Başkanı Biden, NATO’nun: “Saldırganlığa ve saldırganlık korkusuna karşı bir kalkan yaratma umuduyla kurulduğunu” söylüyorsa da ama tarihsel gerçekler bunun külliyen kaba bir yalandan ve de arsızca bir manipüle edişten ibaret olduğunu kolayca gözler önüne serer.

Bozkurt’un anlamı (Nubar Ozanyan)

Yoksullar ve ötekiler için her yer ölüm kokan mayın tarlasına döndü. Türk olmayanların, -ötekilerin- Türkiye’de soluk alması ve yaşaması zulme dönüştü. Öteki olarak yaşamak, çalışmak, kendi ana dilinde Kürtçe, Arapça konuşmak, şarkı söylemek, yasak ve suç olan bir ülkede demokrasiden, özgürlükten, insan haklarından bahsedilebilir mi?

Seçimler ve siyasi parti konusunda proletaryalarla sohbet

İstanbul'u kazanan türkiye'yi kazanır.

Nedir bu tayyip'in sözleriyle vücut bulan yaklaşım.

Bir hayel mi yoksa bir gerçeklik mi?

Veyahut da burjuvaların içerisinde bir insanın söyledikleri hala dört nala giden atlarıyla şehirlerin surlarını yıkabileceğini düşünen bizim insanların söylediklerinden daha gerçekçi sözler mi?

Gerçekten noelibarel politikaların en yoğun olarak hissedildiği şehirleri kazanmak türkiye'yi kazanmak mı demek?

Peki bunu böyle kabul etmek kolay mı?

DEVRİMCİ SİYASAL MÜCADELEYİ ANIN SOMUT GÜNCEL TOPLUMSAL SORUNLARI ÜZERİNDEN ÖRGÜTLEMEK.

Temel hedefleri, mevcut kurulu düzeni devrimci bir kitlesel kalkışmayla tasfiye edip, yerine sosyalist bir sistem kurmak olan devrimci sol-sosyalist ve komünist güç ve yapıların, devrimi gerçekleştirebilmeleri esasen, devrim öncesi süreci, devrimi örgütleyebilme hedefiyle ele almalarına ve bundaki performans ve başarılarına bağlıdır.

ADİL OLAMASINI BECEREMEYECEKSEK; BU SİSTEMİ YIKMAYA NE GEREK VAR Kİ?

Bugün, Devletin “üst aklı” denilen birimlerince organize edilip, şeriat özlemcisi dinci yobaz karanlık güçlerce gerçekleştirilen Sivas-Madımak vahşetinin 31. Yıl dönümü. Tam iki gün sonra da yine devletin aynı karanlık derin güçlerinin bir şekilde yönlendirdiği besbelli olan bir başka vahşetin, Erzincan-Başbağlar katliamının 31. Yıl dönümü.

BUGÜN ARTIK ÇOK DAHA AÇIK BİR HÂL ALAN ŞERİAT TEHDİDİNE KARŞI LAİKLİĞİ SAVUNMAK, SÜRECİN ÖNE ÇIKAN ACİL VE ÖNEMLİ GÖREVLERİNDENDİR.

Kendisini “Anayasal Hukuk Devleti” olarak tanımlayan bir devlet düşünün ki Anayasasında hâlâ; “Türkiye Cumhuriyeti, (…), demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” İlkesi yürürlükteyken; bu ülkede şeriat propagandası yapmak serbest olsun ve ama dayanağını mevcut Anayasa ve yasalardan alan, şeriata karşı çıkmak ve de laikliği savunmak suç olsun! 

Oy Zemano (Nubar Ozanyan)

Her yönüyle çürümüş sistemin katilleri, Kürdistan topraklarını yakmaya devam ediyor. Amed ve Merdin’de hem insanları hem de buğday ve mısırları yaktı. Evlat kokan Kürdistan toprakları şimdi duman kokuyor. Ateş ve dumanla yazılı TC’nin yüz yıllık tarihi “yakma ve yıkma”nın tarihidir. Bilmeyenler bilsin, duymayanlar duysun. Dün Ermeni kadın ve çocukları kiliselerde, Alevileri inanç ve ibadet mekanlarında, Kürtleri mağaralarda, köylerde yakanlar bugün yine Kürdü kadim topraklarında yakıyor.

CHP’NİN “Türkiye yüzyılı maarif modeli ”Ve kürtlerin iradesinin gaspı karşısında laisizm ve hukuk sınavı.

İslamo-faşist Erdoğan diktatörlüğünün, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile yapmaya çalıştığının, tam olarak,eğitim ve öğretim sistemininSunni İslamcı dini esasları üzerine oturtulması olduğu, daha önceki iki yazıda ve keza Kürtlerin iradesine karşı bir sömürge siyaseti olan kayyum uygulaması da bir başka yazıda özetlenmişti.

Kadro Olmak Aynı Zamanda Kendimize Karşı da Kadro Olmak Demektir

Bir kadronun ihtiyaç duyduğu nitelikler bugün sürekli ideolojik saldırı altındadır. Burjuvazi sadece protestoları, teoriyi, örgütleri değil aynı zamanda doğrudan tek tek kadroları da hedef almakta ve onları ideolojik etki yoluyla etkisizleştirmeye ya da kendi tarafına çekmeye çalışmaktadır.

Sayfalar