Çarşamba Nisan 23, 2025

Öncelikler yaşamda duruşu belirler! İsmail Cem Özkan

  

İnsanın yaşam kavgasında bazı şeyleri öncelikli görür ve o önceliklere göre duruşunu belirler. Kişisel tarihimiz içinde bir çok karmaşık olay içinde kendimize göre bazı şeyleri öncelikli olarak alır ve bazı şeyleri görmezden geliriz. Somut olaylar içinde somut duruma göre adım atarken bazı gelişmeleri görmezden gelip, hatta müttefik görüp işbirliği içinde önümüze gelen sorun ile mücadele ederiz. Her sorun özeldir ve o özel duruma göre tavır alır ve ona göre adım atar ve duruş belirleriz.

Yaşamın şablonu yoktur, hangi olaya nasıl davranacağımızı önceden bilemeyiz, duygusal tepkiler ile mantıklı görünen gerçekler üzerinden kendi gerçekliğimizi ortaya koyar ve adımlar (tepkiler) atarız. Herhangi bir olay göründüğü gibi olmadığı, geçmişi ve geleceği olduğunu ve olay bitmeden gerçek anlamda adlandıramayacağımızı biliriz ama elimizde değildir, olaylar yaşanırken kendimizce sonuçlar çıkarır ve sonuçların bizim lehimize olması yönünde tepkiler veririz. Adımları atarken önümüze gelebilecek sorunları minimize etmeyi ve o sorunu ortadan kaldırmayı hesaplarız. Kısaca kriz yönetimini iyi başarabilmemiz için iyi bir birikimimizin olması gereklidir. Hayata ve olaylara bakış açımız ne kadar geniş ise o kadar rahat sorunların üstesinden gelirken, açılmayan bir kapı önüne gelip sürekli omuz atarak o kapıyı açmaya çalışmak aslında krizi yönetemediğimizi ve hayatımızı karanlıklar içinde bıraktığımızı kanıtlar. Açılmayan kapı önünde radikal düşünceler içinde olursak aslında kendi kendimizi yok ettiğimizin farkına bile varmayız. Hayat içinde önümüzde binlerce kapı vardır, bazıları açılır, bazıları açılmaz. Açılan kapıdan geçilir ama açılmayan kapı önünde kalırsak hayat ve zaman bizim için durmuş demektir ama hayat farklı bir şekilde akmaya devam eder, geçer yanımızdan. Kriz yönetimi o yüzden çok önemlidir, hangi kriz karşısında olursak olalım önemli olan o krizi aşmaktır ama sol bugüne kadar önüne gelen krizler karşısında o kadar şanslı ve tutarlı olamamıştır, çünkü kriz koşullarını yaratan sol değildir, var olan girdap içine dahil olmuş ve o girdaptan çıkış yollarını el yordamı ile yapmaktadır. Her ne kadar krizler kapitalist sistemin kriz olmuş olsa da kapitalist sistemin yaratmış olduğu zemin içinde kavga edenler ister istemez bu krizlerden etkilenmekte ve ona göre tavır geliştirmektedir. Kapitalist sistem içinde kriz koşullarından müttefik ilişkisi içinde kurtulabilinir, çünkü bizim göremediğimiz alanları görebilen doğru ittifaklar hem zamandan hem de kriz yönetiminde başarılı olmamızı sağlar. Kriz koşullarında duygusal tepkileri en aza indirip, çıkarlarımızı ve beklentilerimizi gerçek anlamda ortaya koyduğumuzda tepkilerimizi sınırlayarak müttefik ilişkisi içinde başkaları ile birlikte sorunların üstünden gelebiliriz. Hiçbir siyasi organizasyon ya da birey tek başına sorunların üstesinden gelemez, komünal mücadele ederken ortak aklın nimetlerinden faydalanır… Organizasyon yaşayan bir hücredir ve bizim varlığımız ve yokluğumuz ile ortadan kalkmaz ama etkilenebilir, yön değiştirebilir.

Toplumsal olaylar içinde bir çok algı ile uyarılırız. Her algıyı algılama şansımız yoktur, bir anlamda modern dünya bizi algılar ile kör ederken düşünme kabiliyetimizi ve bir arada ortak iş yapma yeteneğimizi de elimizden almaktadır. Bireyselleştikçe sol kültürden uzaklaşmakta ve tüketici konumda olan bir rakama doğru indirgenmekteyiz. Bireyin özgürlüğü vurgusu yapılırken bile aslında özgürlük kavramının içi boşaltılmakta ve özgürlük kavramını sadece tüketim ile özdeşleştirilmektedir. Bireyin özgürlüğü kavramı bugün tüketim özgürlüğü olarak algılanır oldu. Seyahat etmek, bir yerlere gitmek, son çıkan teknoloji ürünü alabilmek, istediği yerde yaşamak gibi kavramların hepsinin temelinde her ne kadar soyut özgürlük kavramının gölgesi varsa da tüketin denmektedir. Tüketim özgürlüğü birey özgürlüğü olarak algılanması liberal düşünce yapısının temelini oluşturmaktadır.

Birey toplumun parçasıdır ve onun bütün kültürel özelliklerini üzerinde taşır. Toplumun biçimlendirdiği bireyin tek başına özgürlüğünün pek anlamı yoktur, çünkü toplumsal algı ve doğrular bireyin hayata bakışının sınırını belirlemekte ve özgürlük kavramı bireyden bireye, toplumdan topluma değişen tanımlar ile karşılaşabilirsiniz. Her ne kadar evrensel tanımlar var olsa da bazı evrensel tanımların bazı toplumlarda karşılığı yoktur. Seyahat etme özgürlüğü vize ile çevrelenmiş bir ülkede söz etmek ancak ülke içi seyahat özgürlüğü olarak algılanabilir. Protesto etme hakkı ülkemizde ülke siyasi idaresine darbe yapmak olarak algılanması gibi…

Ülkemiz içinde demokratik kitle örgütlerin yapmış olduğu etkinliklere polisin tavrı her daim tartışma konusu olmuştur, çünkü polis iktidara yakın olanlar ile iktidar karşısında olanları ayırmakta ve polis halkın polisi olmak yerine siyasi iradeye emir komuta zinciri içinde bağlı ve onun çıkarlarını koruyan konumdadır. Polisin siyasi tercihi elbette olaylar karşısında almış olduğu duruşu da belirler. Bu bilinmesine rağmen demokratik kitle örgütlerinin yapmış olduğu etkinliklere polisin saldırması üzerine "dinci yapılara polis saldırmıyor, bize neden saldırıyor" gibi karşılaştırma yapanlar hangi ülkede yaşadıklarını bilmiyorlar diye düşünüyorum... Polis, ‘devletin öz evladına ve rahatsız Sünni çoğunluğa neden saldıracak’ diye soru sormuş olsalar karşılaştırma yapmaktan hemen vazgeçerler. Zamanında doğru soru sormak, doğru çözüm yollarını açacaktır. Her sorunun pratikte başka bir karşılığı vardır ve o karşılıklardan birini tercih etme hakkı bizlerindir.

Bir çok kitle örgütü içinde yaşayan hiyerarşi ve yapılanma her ne kadar kendilerini özgürlük mücadelesi yapan olarak göstermiş olsa da aksine yaşanan kısa tarihine baktığımızda söylemlerinin tam tersi pratikleri ile karşılaşabilirsiniz. Kendi içinde özgürlüğü yaşamayan, her türlü farkı sese karşı tavır alanların özgürlük talepleri bana hep ikiyüzlü gelmiştir... Özgürlük için sokakta, meydanda birlikte yürüdüğüm bir çoğu “çok” yüzlü geliyor bana, sonuçta onlarda (katı ve keskin sınırları olan kitle örgütleri) kendi iktidarları içinde her türlü baskı yapma özgürlüğü için yürüyor! Var olan baskılardan ders alıp, insanları bunaltırsanız böyle olur yerine baskı yapma özgürlüğü için meydanlarda, siyaset arenasında olanların samimiyetine hiç inanmıyorum... Müttefik ilişkisinde samimiyete inanma kavramı yoktur, çıkarlar olduğu sürece ortak yolda yürünür, çıkarlar ayrıştığında ayrışılır.

Özgürlük kavgam, sadece yaşayan siyasi iktidar değil, tüm iktidarlara karşıdır.

Ülkemizde devlet çökmüş olmasına rağmen, boşluğu dolduracak yeni bir yapılanma (sistem) olamadığından boşluğu ölmüş olan devletin artıkları doldurdu... Özgürlük söylemleri ne yazık ki örgütlü bir şekilde ve sürekli olmadığı için devletin yıkılmasından olan boşluğu dolduramamış, özgürlük alanları yaratamamıştır. Sol, kendisini örgütleyecek yeni bir sistem yaratacak hedefe doğru kilitlenmemiş, tüketim çılgınlığı içinde kendi içinde düşünce ve insan tüketmekten öte bir adım atamamıştır. Sol, her türlü görüşün konuşulduğu, her türlü projenin hayata geçirildiği ama örgütlü gücü olamadığından hepsini yarım bırakan konuma itilmiştir. Örgütsüz sol yapıların yan yana gelip örgütlü güç olma deneyimleri başarısız olmuş olsa da bu deneyimden vazgeçilmedi, yalancı umutların oluşmasına neden olmaktan ve zaman kaybından başka işlevi olmayan girişimler sürekli hayata geçirilmiştir. Devletin yıkıntıları içinde var olan devlet mekanizması ve iktidar bu muhalefet yoksunluğundan dolayı iktidar gücünü kullanmaya ve krizden çıkmak için yollar aramaya devam etmektedir. 

Örgütlü olmayan bireylerin örgütlü gibi gözüküp, örgütsel ilişkiler içindeymiş gibi davranmasının sonucunda oluşan ortamda somut duruma somut tespit yapmak ile kalmışlar ve 11. tez’de felsefecilere söylendiği gibi değiştirmek için adım atılamamaktadır.  Rahatsızlıklar öne çıkarılıp, ortak olarak neler yapılabileceği ve kimler ile birlikte yürünebileceği tespit edilemeyen adımlar her daim boşluk içinde savrulmaya mahkumdur. Siyaset, müttefikler ilişkisidir, sürekli karşına birini alıp sürekli onu düşman olarak görmek değildir... Müttefik olarak göreceğiniz gruplar sizin amaçlarınıza hizmet edenler olacaktır. Elbette siyasetten karşı olduklarınız ile bir gün çıkarlar gereği yan yana gelme olasılığınız vardır...

Sistem ile uzlaşanları tarih pek yazmaz ama isyan eden ve isyanı için canını, düşüncesini değiştirmeyenleri tarihin sayfasında bulmazsanız bile destanlarda bulmaya devam edersiniz...

İsyan edenler düşünen insanlardır...

Biat edenler ve biat kültürünü savunanlar ile müttefik ilişkisi kuranlar, bir gün o mutlak biat içinde kendilerini biat eden bir obje olarak görme ihtimali yüksektir. Özgürlüğün sadece sözde kaldığı mücadele yönetmeleri, özgürlük getirmediğini yaşadığımız demokrasi, özgürlük, bağımsızlık kavgası içinde yaşayarak gördük.

     
50926

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -2-

Son yıllarda, emperyalist savaş tehlikesinin zemininin güçlenmesine paralel, dünya genelinde ırkçı hareketlerin ve partilerin dikkat çekici boyutta güçlendiğine vurgu yapmış, bu yükselişin, sadece belirli demografik gruplarla sınırlı kalmadığını, kadınları da içine aldığını gördüğümüzü ifade etmiştik.

Peki, kadınlar neden bu tür hareketlere katılıyor? Bu sorunun yanıtı, birçok faktörün karmaşık bir birleşiminde yatıyor.

Faşizmin Yüzünü Örten Çirkin Bir Maske (Nubar Ozanyan)

İttihatçı Türk kompradorları, ekonomik-mali-siyasal krizden bir türlü kurtulamıyor. Faşizmi maskeleyen kaba uydurma parlamentoyla bile ülkeyi yönetemiyor. Zorbalık her taraftan fışkırıyor. Kötülük ve çirkinlik her yerde bütün utancıyla görülüyor. Dağda, köyde, sokakta Kürt ve emekçi kanı dökmekten çekinmeyenler dünyanın gözü ve kulağının üzerinde olduğu parlamentoda bile Kürt kadın parlamenterin kanını dökmekten çekinmiyor. Zorbalık, pervasızlık, yasa, hukuk tanımamazlık ayyuka çıkmış, had safhaya ulaşmıştır.

Emperyalist haydutlar, 3.Dünya savaşı hazırlıklarını yoğunlaştırmakla meşgul…

Bazı sol-sosyalist ve kendilerini komünist addeden kesimler hâlâ (evet, hâlâ) bir 3. Dünya Savaşı çıkacak mı çıkmayacak mı ve keza “süreci belirleyen esas etmen savaş mı devrim mi?” ikilemi girdabında, adeta miskince bir fikirsel jimnastik rehavetiyle, sorunu ele almaya devam ede dursunlar; fakat süreç, maalesef ki hem de çok hızlı bir şekilde, o istenmeyen malûm sona doğru ilerliyor. 

Fakir (Nubar Ozanyan)

Yaşamı boyunca hep yokluk ve fakirlik içinde yaşadı. Bundandır ki arkadaşları ona “Fakir’’ dedi. Ne zaman biraz dünya nimetlerine yakın olan olanaklara sahip olsa o yine fakir yaşamından ayrılmadı. Yaşamı fakir, bilinç ve yüreği zengin olan Nubar Ozanyan en alttakilerin, yoksulların, mazlumların yoldaşı olmaktan bir an olsun geri durmadı.

Servet Vergisi ve Sermayenin Olmayan Vijdanı

Bugünlerde de toplumsal eşitsizlik sermayenin birikimine ve merkezileşmesine koşut olarak artınca, zenginlerden servet vergisi alınmasını dilendirenlerde çoğalmaya başladı.[1] Servet vergisi, toplumsal servetin  belli ellerde birikmesinden bu yana ara sıra gündeme getiriliyor. Zaman zaman kısmen de uygulanmıştır. Örneğin savaş dönemlerinde vb. Yine ABD'de, 1960'larda 400 zenginden %53 oranında vergi alınmıştır.

Inger Nubar Can, Hewal Nubar, Nubar Yoldaş’a!

Halen pek çoğumuzun inanmak istemediği Nubar Ozanyan’ın ölümsüzleşmesinin 7. yılında, onu bir kez daha saygı ve sevgi ile anarken, şehadetinin yıldönümünde onu anlatmak da bizim için en zor yazılardan olacaktır.

Rusya / Ukrayna Savaşında Yeni Bir Aşama

Savaşın Rus topraklarına doğru genişlemesi Ukrayna'daki savaşın yeni bir aşamaya geçmesi anlamına geliyor.

6 Ağustos Salı gününden bu yana Ukrayna birlikleri Rusya sınırını geçerek Rusya'daki savaşta yeni bir cephe açtı. En az üç Ukrayna tugayı ve çeşitli taburlar savaşa dahil oldu ve ilerleme Rus topraklarının yaklaşık 30 kilometre içine kadar ulaştı. Bu, savaşın yeni bir aşamasının başlangıcına ve dünya savaşı tehdidinin önemli ölçüde yoğunlaşmasına işaret ediyor.

İKTİDARIN BÜYÜK YALANI: “HİÇ KİMSENİN YAŞAM TARZINA KARIŞMIYORUZ.”

Genel olarak tüm siyasal İslamcıların, ama özel olarak da İslamo-faşist Erdoğan ve iktidarının, başvurduğu en kullanışlı “idare etme” araçlarının ilk sırasında hiç kuşkusuz ki dinlerince de serbest sayılan takiyedir. Yani amaçlananı gerçekleştirebilmek için, gözünü dahi kırpmadan YALAN SÖYLEMEKTİR. 

Türkiye „Yarı-Sömürge“ Bir Ülke Mi? Emperyalizm Üzerine Notlar-4

Sömürge-Yarı-SömürgecilikÜzerine

Belliki sol-sosyalist eski nostaljik söylemlerin tekrarı bugün artık kitlelerde herhangi bir karşılık bulmuyor!

Geçenlerde, “dini bütün” olarak tabir edilen kesimlerden bir ahbabımla, “ne olacak bu memleketin hali” kıvamında sohbetteyken, şöylesi bir cümle kurmuştu: “Abi benim anlamadığım, bunca açlık, yoksulluk, işsizlik ve zulüm varken, yani koşullar aslında tam da siz devrimci solcuların kolayca taban bulmanıza ve kitleleri harekete geçirmenize ve hatta devrim bile yapmanıza bunca uygunken; bu derece atıl ve etkisiz olmanız, sence normal mi?”

KADINLARIN BİRLİĞİ | Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -1-

Emperyalistler arası çelişkiler derinleştikçe, ekonomik kriz ağırlaştıkça vb. bu sistemin sarıldığı en temel dayanaklardan birinin ırkçılık-faşizm olduğunu biliyoruz. Zira bunun, sistemin alametifarikalarından biri olduğunu birçok -acı- deneyimiyle elbette biliyoruz. Şu anda yine tam da böyle zamanlardan geçtiğimizi söylüyoruz. Bu tehlikeye dair önlemler almaktan bahsediyoruz, özellikle Avrupa’da ırkçı partilerin yükselişini izlerken, Avrupa Parlamentosu’ndan çeşitli Avrupa ülkelerinin kendi seçimlerine odaklarımızı çeviriyoruz vs.

Sayfalar