Paralel Değil, Yolsuzluklar Yumağı;Erdal Yıldırım

17 Aralık tarihinde başlatılan yolsuzluk ve rüşvet operasyonundan sonra “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” örneğine uygun olarak Başbakan RTE ve AKP sözcüleri, yöneticileri operasyonu yıllardır kader birliği ettikleri, aynı kaptan yemek yedikleri, onlarca yıldır dava arkadaşlığı yaptıkları hizmet cemaati ve mensuplarını devlet içinde devlet, ya da güncel ifadeyle “paralel devlet”, “vatan haini”, “ajan”, “casus”, “dış mihraklar” olarak suçlamaya başladı..
Oysa objektif olarak bakıldığında ve taşlar yerli yerine oturtulduğunda görülecektir ki, esas olarak ortada herhangi bir paralellik ve ayrılık asla söz konusu değildir. Aksine birlikte yıllar yılı örülmüş ortaklıklar, yolsuzluklar, rüşvet, yürütme ve götürme yumağı apaçık orta yerde görülmektedir. Yani bunlar paralel filan değil, bir yolsuzluklar yumağının bileşenleridirler. Belki Fethullah Efendi yurtdışında olabilir, ama kökleri, birliktelikleri asla dışarıda değil, aksine içeridedir.
17 Aralık operasyonu olarak kayıtlara geçen ve Nur cemaati ile AKP Hükümeti arasında, ya da başka bir deyişle Pensilvanya’dan yönetilen - yönlendirilen Nur Cemaati ile Ankara’daki Nakşibendi Cemaati arasında yaşanılanlar, iki cemaat arasındaki bir kavga, bir ayrışma şeklinde değerlendirilebilir. Ancak bu durumu salt iki cemaat arasında yaşanan bir çatışma - kavga olarak tanımlamak eksik olacaktır. Sorunu daha iyi anlayabilmek için birkaç yıl geriye gidelim.. Ve bu yumağı oluşturan kişi ve grupların akıl hocalarından Necmettin Erbakan’ı anımsayalım.
Erbakan 12 mart 1971 darbesinden hemen sonra ailesiyle kaçarak İsviçre’ye gitti. 12 Mart darbecileri özellikle sol, sosyalist, devrimciler, komünistlere karşı uyguladığı faşizan uygulamalarına devam ediyor, ancak 68’in getirdiği sol rüzgârlar dinmek nedir bilmiyordu. Ne darağaçlarından Deniz’lerin idam edilmesi, ne Mahir’lerin Kızıldere’de katledilmesi, ne de Diyarbakır zindanlarında İbrahim’in işkencelerle ölümsüzleşenler kervanına katılması faşist baskı ve uygulamalara ödün vermiyordu. Darbeciler gelişen sol, devrimci muhalefeti baskı yoluyla değil de, dini bir örgütlenme ile durdurabileceğinin hesabını yapıyor ve Necmettin Erbakan’ı yurda özel mektupla davet ediyorlardı. Ve Erbakan darbeci generallerin özel ricası ve icazeti ile yurda dönüyor, Milli Selamet Partisini ve Milli Gençlik Vakfını kuruyordu.
O Milli Gençlik Vakfının yetiştirdikleridir ki, faşist Kenan Evren ve arkadaşlarının, tüm sol, sosyal demokrat, sosyalist, komünist, Alevi, Kürt, Ermeni ve diğer etnik ve inançsal farklı kimliklere karşı gerçekleştirdiği 12 Eylül darbesini ve darbecileri alkışlıyorlar.
O Milli Gençlik Vakfının yetiştirdikleridir ki, Kenan Evren sayesinde açılan yüzlerce, binlerce Kuran Kursunda örgütlenerek daha sonraki yıllarda çeşitli partileri birlikte kuruyorlar. Önce 1989 da Erbakan iktidara geliyor, daha sonra da başka cemaatlerle de birleşerek kurulan 12 Eylül darbesinin ve darbecilerinin ürünü olan AKP.
2002 de iktidara gelen AKP ve hizmet vakfı yıllar yılı birlikte, büyük bir uyum içinde ülkenin tüm yer altı, yerüstü zenginliklerini, mevcut kâr getiren tesislerini birlikte kurdukları büyük kumpaslara, şirketlere, yeşil Arap sermayeli şeriatçı holding ve tröstlere ve de emperyalistlere peşkeş çekiyorlar. Liderlerin birisi Ankara’da, diğeri de Pensilvanya’da..
Gelinen noktada ise ülkenin neredeyse tamamını özelleştirip satan, yandaşları arasında paylaştıran ve adeta cemaatler koalisyonu yapılanması olan AKP iktidarı, cemaatin birisiyle kavga eder noktasına gelmiş görünüyor. Zira pastanın daralması, satılacak-özelleştirilecek çok şeyin kalmaması, her yapının devlet kademelerinde ve makamlarında kendi adamlarını yerleştirme isteği, nerdeyse tamamı vergilerden, zamlardan ve tam deyimiyle milyonlarca ezilenin soyulmasıyla elde edilen paradan daha fazla palazlanmak arzusu, bir geçici çatışma sürecini kaçınılmaz kılıyor.
Başbakan Erdoğan sadece küçük bir kısmı ortaya çıkmış olan yolsuzluk, rüşvet ve kirliliğin, hak hukuk tanımazlığın üzerini kapatmak, kendisi ve yandaşlarını temize çıkarmak için her türlü yöntemi deniyor. Yetmezmiş gibi pişkince bir şekilde, herzaman yaptığı gibi yine mağduriyet edebiyatı yapıyor ve yıllarca kader birliği ettiği, ülkeyi birlikte yönetip, iktidar nimetlerinden de birlikte faydalandığı cemaati tek suçlu ilan ediyor.
Daha düne kadar “destanlar yaratıyor” dediği polisleri sürgünlere gönderiyor. O dönemde öldürülen canlarımızın katillerini koruyan, kollayan, adaletin önüne çıkartmayan, aksine demokratik hak ve taleplerde bulunan insanlara dava açan savcılar, mahkemelerde katilleri koruyan hâkimler birbir görev değişiklikleri yaşıyor. Yani müthiş bir it dalaşı yaşanıyor görüntüsü var...
Gezi Direnişi sırasında “vur emri” sonucu 7 gencimizin katledilmesine ilişkin olarak çeşitli kamu yöneticilerin her zamanki gibi takiyye yaparak ‘polise kimin emir verdiğini’ bilmediklerini söylemeleri üzerine, R.T.Erdoğan Erzurum’da: “polise vur emrini ben verdim” şeklinde konuşuyordu.
Ve şimdi de o Milli Gençlik Vakfının yetiştirdikleri, yıllarca aynı tastan beslenen kadrolardır ki, bugün ortaya çıkan memur alımlarında insanlarla ilgili (Hizmet cemaatiyle anlaşmazlıkları da büyüdükçe) “kırmızı” ( Kürtler, Aleviler, Geziciler, CHP’liler, Cemaatçiler) “mavi” (AKP’nin çekirdek kadrosuna alınabilecek MGV’dan gelenler) ve “yeşil” (çalışmalarında sakınca olmayan, zararsız kişiler) listeler hazırlıyorlar.
Bilmeliyiz ki, bu yaşananlar sadece rant ve iktidar paylaşımıyla ilgilidir. Bir kayıkçı kavgasını andıran bu anlaşmazlıklardan medet ummak, bunların bir kısmını mağdur gibi görmek başlı başına büyük bir yanılgıdır. Şimdilerde sürgün edilen, görev yerleri değiştirilen bu polisler, savcılar geçmişte, çok yakın zamanda, Gezi Direnişinde mevcut iktidarın en sadık memurları, dostları ve tetik çekenleriydi. Kimi gençlerimizin katilleri ve kimisi de o katilleri koruyanlardı.
Birbirleriyle kavga eder görüntüsü verenler belli süreler sonunda yine bir araya geleceklerdir. Bu durum geçicidir. Bunlar et ile tırnak kadar birbirlerine yapışıktır. Yedikleri, içtikleri asla ayrı gitmez ve aynı tasa yaparlar. Baksanıza Fethullah’ın sözcüsü, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Mustafa Yeşil, Fethullah Gülen'in “eğer size 'it' derlerse siz onu kötüye yormayacak, -kardeşlerimizden Allah razı olsun, Cenab-ı Allah'ın yarattığı bir varlık olarak bizi kaale almışlar. Bizi varlık statüsünde değerlendirmişler- deyin. Unutmayın ki bu gerginlikler gelip geçicidir” dediğini açıkladı bile.. Evet, bizler bu oyuna gelmeyeceğiz, gelmemeliyiz!
Ethem’i, Mehmet’i, Medeni’yi, Abdullah’ı, Ali İsmail’i, Ahmet’i, Hasan Ferit’i öldüren, onlarcasını kör eden, sakat bırakan, taciz eden, işkencelere uğratan polisleri; sorumlu olan görevlileri soruşturmayan, dava açmayan, açılmış davalarda katilleri koruyan, kollayan savcılarla hâkimleri ve de en baştan da “polisimiz destan yazdı” ya da “polise vur emrini ben verdim” diyen, gençlerimizin asıl katili Recep Tayyip Erdoğan’ı da asla unutmayacağız!
Erdal YILDIRIM
20 Şubat 2014

Erdal Yıldırım
2012 yılı sonlarından itibaren sitemize yazılarıyla yeni bir soluk katan yazarımız genellikle Aleviler ve sorunları üzerine makaleler yazmaktadır.
erdalyildirim@kaypakkaya-partizan.net(hazırlanıyor)
Son Haberler
Sayfalar

Somut Duruma Dair Bazı Gerçekler
Gerek uluslararası planda ve gerekse yaşadığımız coğrafyada devrimci ve komünist hareket emperyalizm ve dünya gericiliğine karşı mücadelede geniş emekçi yığınların desteğine sahip değildir. Yine kendiliğinden gelişen kitle hareketlerini örgütlemede ve uluslararası dayanışmayı geliştirip büyütmede de yetersizdir.

NATO, SAVAŞ KIŞKIRTICISI BİR ODAKTIR; DERHAL DAĞITILMALIDIR!
Başını ABD’nin çektiği, emperyalist bir saldırganlık paktı olarak kurulan ve icraatlarıyla bunun gereğince davranan NATO’nun 75. Kuruluş yıl dönümü vesilesiyle gerçekleştirilen zirvede, ABD Başkanı Biden, NATO’nun: “Saldırganlığa ve saldırganlık korkusuna karşı bir kalkan yaratma umuduyla kurulduğunu” söylüyorsa da ama tarihsel gerçekler bunun külliyen kaba bir yalandan ve de arsızca bir manipüle edişten ibaret olduğunu kolayca gözler önüne serer.

Bozkurt’un anlamı (Nubar Ozanyan)
Yoksullar ve ötekiler için her yer ölüm kokan mayın tarlasına döndü. Türk olmayanların, -ötekilerin- Türkiye’de soluk alması ve yaşaması zulme dönüştü. Öteki olarak yaşamak, çalışmak, kendi ana dilinde Kürtçe, Arapça konuşmak, şarkı söylemek, yasak ve suç olan bir ülkede demokrasiden, özgürlükten, insan haklarından bahsedilebilir mi?

Seçimler ve siyasi parti konusunda proletaryalarla sohbet
İstanbul'u kazanan türkiye'yi kazanır.
Nedir bu tayyip'in sözleriyle vücut bulan yaklaşım.
Bir hayel mi yoksa bir gerçeklik mi?
Veyahut da burjuvaların içerisinde bir insanın söyledikleri hala dört nala giden atlarıyla şehirlerin surlarını yıkabileceğini düşünen bizim insanların söylediklerinden daha gerçekçi sözler mi?
Gerçekten noelibarel politikaların en yoğun olarak hissedildiği şehirleri kazanmak türkiye'yi kazanmak mı demek?
Peki bunu böyle kabul etmek kolay mı?

DEVRİMCİ SİYASAL MÜCADELEYİ ANIN SOMUT GÜNCEL TOPLUMSAL SORUNLARI ÜZERİNDEN ÖRGÜTLEMEK.
Temel hedefleri, mevcut kurulu düzeni devrimci bir kitlesel kalkışmayla tasfiye edip, yerine sosyalist bir sistem kurmak olan devrimci sol-sosyalist ve komünist güç ve yapıların, devrimi gerçekleştirebilmeleri esasen, devrim öncesi süreci, devrimi örgütleyebilme hedefiyle ele almalarına ve bundaki performans ve başarılarına bağlıdır.

ADİL OLAMASINI BECEREMEYECEKSEK; BU SİSTEMİ YIKMAYA NE GEREK VAR Kİ?
Bugün, Devletin “üst aklı” denilen birimlerince organize edilip, şeriat özlemcisi dinci yobaz karanlık güçlerce gerçekleştirilen Sivas-Madımak vahşetinin 31. Yıl dönümü. Tam iki gün sonra da yine devletin aynı karanlık derin güçlerinin bir şekilde yönlendirdiği besbelli olan bir başka vahşetin, Erzincan-Başbağlar katliamının 31. Yıl dönümü.

BUGÜN ARTIK ÇOK DAHA AÇIK BİR HÂL ALAN ŞERİAT TEHDİDİNE KARŞI LAİKLİĞİ SAVUNMAK, SÜRECİN ÖNE ÇIKAN ACİL VE ÖNEMLİ GÖREVLERİNDENDİR.
Kendisini “Anayasal Hukuk Devleti” olarak tanımlayan bir devlet düşünün ki Anayasasında hâlâ; “Türkiye Cumhuriyeti, (…), demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” İlkesi yürürlükteyken; bu ülkede şeriat propagandası yapmak serbest olsun ve ama dayanağını mevcut Anayasa ve yasalardan alan, şeriata karşı çıkmak ve de laikliği savunmak suç olsun!

Oy Zemano (Nubar Ozanyan)
Her yönüyle çürümüş sistemin katilleri, Kürdistan topraklarını yakmaya devam ediyor. Amed ve Merdin’de hem insanları hem de buğday ve mısırları yaktı. Evlat kokan Kürdistan toprakları şimdi duman kokuyor. Ateş ve dumanla yazılı TC’nin yüz yıllık tarihi “yakma ve yıkma”nın tarihidir. Bilmeyenler bilsin, duymayanlar duysun. Dün Ermeni kadın ve çocukları kiliselerde, Alevileri inanç ve ibadet mekanlarında, Kürtleri mağaralarda, köylerde yakanlar bugün yine Kürdü kadim topraklarında yakıyor.

CHP’NİN “Türkiye yüzyılı maarif modeli ”Ve kürtlerin iradesinin gaspı karşısında laisizm ve hukuk sınavı.
İslamo-faşist Erdoğan diktatörlüğünün, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile yapmaya çalıştığının, tam olarak,eğitim ve öğretim sistemininSunni İslamcı dini esasları üzerine oturtulması olduğu, daha önceki iki yazıda ve keza Kürtlerin iradesine karşı bir sömürge siyaseti olan kayyum uygulaması da bir başka yazıda özetlenmişti.

Kadro Olmak Aynı Zamanda Kendimize Karşı da Kadro Olmak Demektir
Bir kadronun ihtiyaç duyduğu nitelikler bugün sürekli ideolojik saldırı altındadır. Burjuvazi sadece protestoları, teoriyi, örgütleri değil aynı zamanda doğrudan tek tek kadroları da hedef almakta ve onları ideolojik etki yoluyla etkisizleştirmeye ya da kendi tarafına çekmeye çalışmaktadır.