Patent halk sağlığını tehdit ediyor…(İsmail Cem Özkan)

Aşı konusunda yazı yazarken çok araştırıp, ince ince bilgileri süzdükten sonra yazmaya özen gösterdim, çünkü her kelimeyi yanlış anlayıp akıl vermeye kalkan günümüzde ne yazık ki çok oluyor. Dünyaya ben merkezinden bakan ve her şeyi bildiğine inanların çok olduğu bir zaman diliminde yaşıyoruz ve bu zamanın ruhunda akıl verenler karşısındaki kim olursa olsun kendi bildiğini bilmiyormuş gibi davranır… Her şeyi bilen karşısındakini bilgisi ile tokatlamak ister, fakat fizik yasası gereği o tokadı kendisi yediğinin farkında değildir… Medyada okudukları ve gözüne çarpanları doğru kabul eder ve sorgulamaz bile, kendi yaşam deneyimi ile birleştirip bir sentez oluşturup, doğru ve gerçeğe hemen erişir… O konuda kendisi yazı yazmaz ama yazılmış bir yazının üzerine fikrini dikte edercesine çatışma dilini kullanarak ilan eder… Çünkü yazıyı yazan bilmiyordur, yanlış yazmıştır, en doğrusu kendi yazdığıdır, tartışma dahi götürmez…
Medyada popüler olan yaygınlaşan bilgiler magazin bilgileridir ve o bilgileri doğru olarak paylaşır... Magazindir, çünkü medyada çıkan makaleler günümüzde haber değil magazindir... İşlenmiş ve yeniden yaratılmıştır...
Liberalizm ile birlikte gazetecilik bitti, kurgusal medya yaratıldı.
Medya patronları iş insanı olması ile birlikte gazetecilik bitmiş yerini kurgulanmış magazin almıştır. Çünkü medya patronları haberi çıkarı için yeniden kurgulayarak editöryal olarak değiştirip okuyucuna aktarmaya başlamıştır… Kısaca haber muhabirin elinden çıktıktan sonra sayfaları kontrol etmesi için görevlendirilmiş editörlere ulaşır, editör sayfasına uygun olarak genel kabul görmüş biçimine uygun olarak haberin uzunluğuna ve içeriğinin düzenlenmesine karar verir ve gazetenin genelinden sorumlu olan yönetmenlere sayfasını bitirdikten sonra en son kontrol için sunum yapar. Genel yayın yönetmeni ise haberin kendi kontrolündeki medyada yayınlanmasına patron çıkarını gözeterek karar verir. Çünkü parayı veren “düdüğü” çalar.
Parayı verenin çıkarı, sahip olduğu medyada istediği notadan “düdük” çaldırır…
İş adamı medyaya neden sahip olur, cevabı açıkça basittir, çıkarı için. Haber çıkar için kullanıldığında ya da maaş ile satın alınan “sorumlu” gazete çalışanları ihale için karar verecilerin koridorunda dolaşırken orada habercilik beklemez, magazin işler beklenir... Kısaca gazetecilik günümüzde editörlerin işin içine girmesi ile birlikte magazin boyundadır, haberin içeriğinden daha çok nasıl yazılması ve patronun çıkarı ile ilgileniyorlar...
Medyada sağlık konuları her zaman geniş yer bulur, çünkü hiç eksilmeyen en popüler şeydir sağlık… Pandemi ile birlikte insanların eve kapandığı süreçte en rağbet gören konuların başında yerini almıştır. Pandeminin yaratmış olduğu çaresizlik ister istemez kişileri sağlık ve aşı konusunda ki haberlere yönlendirmiş ve bunu da haber yapma sıkıntısı yaşayan medya patronları için bir fırsata dönüştürmüştür. Bu sayede sayfaları iktidarı rahatsız edecek haberlerin üzerini örtecek kadar geniş bir olanak sunmuştur. Fakat her ne kadar saklanmaya çalışılırsa çalışılsın yaşam içinde çelişkiler bir şekilde sırıtmaya devam etmektedir. Medya patronlarının büyük gayretlerine rağmen rejimin aksayan yönleri bir şekilde medyada yerini almaya devam etmektedir…
Magazin boyutu ile sürekli işlenen aşı konusuna gelince; aşının patenti üretimi ve şirketlerin tekelinde olmasını ilk aşının ortaya çıkması ile gündeme gelmesi, aşıyı bulanların kökeni ile ilgili haberler ülkemiz medyasında yerini aldı. Aşıyı bulan bilim insanlarından daha önemliydi ırkları ve kökleri. En azından aşıyı biz bulamadık ama bizim ırkımızdan yurtdışına gitmiş ailelerin çocukları yani “bizden” birileri bulmuştu. Onlar yurtdışında yaşayan hemşerilerimize karşı geliştirilen önyargıları parçalayıcı bir durumu söz konusuydu, bir alman bulmamış, alman eğitimi almış ve uyum sağlamış bilim insanları bulmuştu. Ne kadar gurur duyulsa azdı, çünkü gelişen ırkçılık karşısında aşı bir duvar görevini görmüştür. Medya bunu istediği biçimde gündemde tutacak ve sürekli işleyecekti... ırkçılık yükselen değerdi ve ülkemizde ki ırkçılık zaten genetikti, yükselmesi söz konusu bile değildi…
Gözlerden saklanan bir gerçek vardı; patentli olan işler…
Aşı konusunda yapılan buluşlar şirketlerin tekeline bırakıldığında halkın sağlığı değil, şirketin en kadar para kazanacağı önemlidir... Şirket kendi arzını yaratacak, ona göre kendi tekelinde üretim yaparak parası olmayanları dışlayacaktır, çünkü öncelik paradır, sağlık değildir...
Pandemilerde genel kural, en kısa sürede pandemiye neden olan ne ise onu çevrelemek ve yayılım alanını kısıtlamaktır... Yayılma hızını düşürüp, bir alanda sıkıştırıp, ondan sonra ona neden olan ile artık ne ise mücadele etmektir... Aşı gündeme gelmesinin birincil nedeni yayılma hızı ile ilgilidir, çünkü aşı pandemiye neden olanın bulaşma alanı daraltıp, tedavi için yapılacak ilaç gibi çalışmalar için zaman kazandırmaktır... Aşı bir şeyi yok etmez, sınırlar, bulaşma riskini en alt düzeye indirmektir. Bulaşma sonrası ise hastalığın en hafif şekilde atlatmasına yardım etmesidir, kısaca vücut direnci ve vücudu o şeye karşı uyarmak ve güçlendirmektir...
Peki, şirketlerin tekelinde olunca aşı ya da ilaç ne oluyor?
Bugün yaşadığımız sorun! Aşı taksit taksit geliyor, taksit taksit gelme yerine yerinde üretim olsa nasıl olacaktı? Dünyanın her ülkesinde bulunan aşılar kar gözetmeden halk sağlığı için üretilseydi? Zaten aşı araştırmaları için devletler yüklü olarak o alanda çalışan bilim insanlarına yatırım yapmış, bilimsel mekanlar kurmuştu, var olan şirketlere proje adı altında önemli miktarda maddi yardım yapılıyor... Peki şirketler (bilim adına araştırma yapan şirketler) aldıkları proje parasına rağmen bulduklarına patent alıp üretmesi ve kendi tekelinde üretmesi nasıl bir mantık ürünü?
Magazin boyutunda aşının ilk duyurulması sonrası “ne güzel işte insanlık için büyük bir şey” diye nara atanlar, neden bugün sesleri çıkmıyor?
O aşılar için zaten bizim vergilerimizden oluşan kasadan onlara para gitmişti, onlar yeteri kadar ekonomik olarak desteklenmişti... Devlet güvenceli şirket işleri...
Aşılar gibi insanlık için önemli olan şeylerin üretimi şirketlerin tekelinde ve patent ile sınırlandırılmaması gereklidir... Sınırlı olunca (yaşadığımız gibi) ne zamanında müdahale oluyor ne de pandemiyi sonlandırıyor...
Bugüne kadar vurulan aşılar belki de boşa vurulmuş olacak, çünkü en kısa zamanda vurulması gereken nüfusa aşı vurulamadığı için virüs aşıya uygun şekilde mutasyona uğruyor...
Virüsün yayılma hızı düşeceğine daha da artmıştır, bu artıştan birinci derecede sorulu olan aşı üreten firmaların patent politikaları ve doymayan para hırslarıdır...
Aşılar üzerinde patentler kaldırılmalı ve üreten bilen her ülkede aşılar üretilmeli ve ücretsiz olarak aşılar vurulacağı mekanlara ulaştırılıp kitlesel olarak en kısa sürede aşılar vurulmalıdır...
Elbette pandemi sadece aşı ile çözülmeyecektir, aşı sadece zaman kazandırır, esas önemli olan tedavi edecek ilacın geliştirmesidir... O konuda da önemli gelişmeler olmaktadır...
Halkın sağlığı şirketlerin çıkarından önemlidir… Şirketlerden alınan aşılar ne yazık ki sorunu ortadan kaldırmamış, sorunu daha da çetrefilli ve daha da karmaşık yapmıştır. Dünyamız bir atmosfer içindedir ve virüsler için siyasi sınır yoktur, ırkı, dili, inancı ayrım yapmaz, virüs küresel bir sorun olduğu için pandemi ilan edilmiş ve pandemi koşullarına uygun olarak çarelere şirketlerin çıkarı üzerinden alınmalı ve halkın yararı ne ise o şekilde kullanılmalıdır. Bir kıtada virüsün kontrol edilmesi pandemiyi yok etmediğini Yeni Zelanda örneğinde gördük. Orada yayılma hızı sıfırlanmış olmasına rağmen, en ufak bir gevşemede virüs yeniden ortaya çıkmış ve yayılmaya başlamıştır. Atmosferimizi toraklarda ki gibi siyasi sınırlar ile ayırmayalım, doğa için, insanlık için aşılar üzerinde ki patentleri kaldırıp, her kıtada her insana yetecek kadar üretip en kısa zamanda onlara aşı vurulması için olanaklar yaratılmalıdır…
Şirketler için insan sağlığı önemli değildir, paradır… Eğer ilaç firmaları insan sağlığını önemsemiş olsalardı sattıkları ilacın fiyatına göre ilaçların içeriği ile oynayıp, fakir ülkelerde yan etkisi fazla ve daha etkisiz ilaç üretip ülkeye göre ilaç üretmezdi…
İsmail Cem Özkan
Son Haberler
Sayfalar

Somut Duruma Dair Bazı Gerçekler
Gerek uluslararası planda ve gerekse yaşadığımız coğrafyada devrimci ve komünist hareket emperyalizm ve dünya gericiliğine karşı mücadelede geniş emekçi yığınların desteğine sahip değildir. Yine kendiliğinden gelişen kitle hareketlerini örgütlemede ve uluslararası dayanışmayı geliştirip büyütmede de yetersizdir.

NATO, SAVAŞ KIŞKIRTICISI BİR ODAKTIR; DERHAL DAĞITILMALIDIR!
Başını ABD’nin çektiği, emperyalist bir saldırganlık paktı olarak kurulan ve icraatlarıyla bunun gereğince davranan NATO’nun 75. Kuruluş yıl dönümü vesilesiyle gerçekleştirilen zirvede, ABD Başkanı Biden, NATO’nun: “Saldırganlığa ve saldırganlık korkusuna karşı bir kalkan yaratma umuduyla kurulduğunu” söylüyorsa da ama tarihsel gerçekler bunun külliyen kaba bir yalandan ve de arsızca bir manipüle edişten ibaret olduğunu kolayca gözler önüne serer.

Bozkurt’un anlamı (Nubar Ozanyan)
Yoksullar ve ötekiler için her yer ölüm kokan mayın tarlasına döndü. Türk olmayanların, -ötekilerin- Türkiye’de soluk alması ve yaşaması zulme dönüştü. Öteki olarak yaşamak, çalışmak, kendi ana dilinde Kürtçe, Arapça konuşmak, şarkı söylemek, yasak ve suç olan bir ülkede demokrasiden, özgürlükten, insan haklarından bahsedilebilir mi?

Seçimler ve siyasi parti konusunda proletaryalarla sohbet
İstanbul'u kazanan türkiye'yi kazanır.
Nedir bu tayyip'in sözleriyle vücut bulan yaklaşım.
Bir hayel mi yoksa bir gerçeklik mi?
Veyahut da burjuvaların içerisinde bir insanın söyledikleri hala dört nala giden atlarıyla şehirlerin surlarını yıkabileceğini düşünen bizim insanların söylediklerinden daha gerçekçi sözler mi?
Gerçekten noelibarel politikaların en yoğun olarak hissedildiği şehirleri kazanmak türkiye'yi kazanmak mı demek?
Peki bunu böyle kabul etmek kolay mı?

DEVRİMCİ SİYASAL MÜCADELEYİ ANIN SOMUT GÜNCEL TOPLUMSAL SORUNLARI ÜZERİNDEN ÖRGÜTLEMEK.
Temel hedefleri, mevcut kurulu düzeni devrimci bir kitlesel kalkışmayla tasfiye edip, yerine sosyalist bir sistem kurmak olan devrimci sol-sosyalist ve komünist güç ve yapıların, devrimi gerçekleştirebilmeleri esasen, devrim öncesi süreci, devrimi örgütleyebilme hedefiyle ele almalarına ve bundaki performans ve başarılarına bağlıdır.

ADİL OLAMASINI BECEREMEYECEKSEK; BU SİSTEMİ YIKMAYA NE GEREK VAR Kİ?
Bugün, Devletin “üst aklı” denilen birimlerince organize edilip, şeriat özlemcisi dinci yobaz karanlık güçlerce gerçekleştirilen Sivas-Madımak vahşetinin 31. Yıl dönümü. Tam iki gün sonra da yine devletin aynı karanlık derin güçlerinin bir şekilde yönlendirdiği besbelli olan bir başka vahşetin, Erzincan-Başbağlar katliamının 31. Yıl dönümü.

BUGÜN ARTIK ÇOK DAHA AÇIK BİR HÂL ALAN ŞERİAT TEHDİDİNE KARŞI LAİKLİĞİ SAVUNMAK, SÜRECİN ÖNE ÇIKAN ACİL VE ÖNEMLİ GÖREVLERİNDENDİR.
Kendisini “Anayasal Hukuk Devleti” olarak tanımlayan bir devlet düşünün ki Anayasasında hâlâ; “Türkiye Cumhuriyeti, (…), demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” İlkesi yürürlükteyken; bu ülkede şeriat propagandası yapmak serbest olsun ve ama dayanağını mevcut Anayasa ve yasalardan alan, şeriata karşı çıkmak ve de laikliği savunmak suç olsun!

Oy Zemano (Nubar Ozanyan)
Her yönüyle çürümüş sistemin katilleri, Kürdistan topraklarını yakmaya devam ediyor. Amed ve Merdin’de hem insanları hem de buğday ve mısırları yaktı. Evlat kokan Kürdistan toprakları şimdi duman kokuyor. Ateş ve dumanla yazılı TC’nin yüz yıllık tarihi “yakma ve yıkma”nın tarihidir. Bilmeyenler bilsin, duymayanlar duysun. Dün Ermeni kadın ve çocukları kiliselerde, Alevileri inanç ve ibadet mekanlarında, Kürtleri mağaralarda, köylerde yakanlar bugün yine Kürdü kadim topraklarında yakıyor.

CHP’NİN “Türkiye yüzyılı maarif modeli ”Ve kürtlerin iradesinin gaspı karşısında laisizm ve hukuk sınavı.
İslamo-faşist Erdoğan diktatörlüğünün, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile yapmaya çalıştığının, tam olarak,eğitim ve öğretim sistemininSunni İslamcı dini esasları üzerine oturtulması olduğu, daha önceki iki yazıda ve keza Kürtlerin iradesine karşı bir sömürge siyaseti olan kayyum uygulaması da bir başka yazıda özetlenmişti.

Kadro Olmak Aynı Zamanda Kendimize Karşı da Kadro Olmak Demektir
Bir kadronun ihtiyaç duyduğu nitelikler bugün sürekli ideolojik saldırı altındadır. Burjuvazi sadece protestoları, teoriyi, örgütleri değil aynı zamanda doğrudan tek tek kadroları da hedef almakta ve onları ideolojik etki yoluyla etkisizleştirmeye ya da kendi tarafına çekmeye çalışmaktadır.