Sedat Peker‘in Ablaları, Abileri (Baran Cem)
Susurluk ta, Kamyonun altında kalan mercedes arabanın bagajından çıkanları, zamanın iktidarları hasıraltı etmeyi başardılar. Ortaya saçılanlar, sadece devlet‘in çekirdeğinin izin verdiği kadarıydı ve Süleyman Demirel‘in deyimiyle, „fırat‘ın öte yakası“ndaki suçlar, karanlıkta kalmıştı. Dönemin başbakanı Tansu Çiller ve muktedirlerinden Mehmet Ağar,“Bir tuğla çekersek duvar yıkılır, Bin operasyon yaptık, vatan için ölende kurşun atanda makbuldür“ sözleri ile, devletin bizzat bu şahısları görevlendirdiği ve bunun dar bir çıkar grubunun işi olmadığı, net olarak ortaya çıkmış oluyordu. Susurluk dosyasında adı geçen şahıslar, devletin koruyucu kolları arasına alınarak, dokunulmazlıkları tesçillenmiş ve göstermelik yargılamalarla kamuoyundaki tepkiler yatıştırılmıştı. „Fırat‘ın öte yakası“ndaki, yani Kürdistan daki faili bilinen, ama üstü karartılmış cinayetler, kaybetmeler, köy yakmalar ve kirli savaşın bilumum suçlularının ve suçların açığa çıkması umutları bir sonraki „kazaya“ kalmıştı.
Bir sonraki kaza değildi, ama „tesadüf“ denildi. İstanbul Ümraniye de bir gecekonduda „tesadüfen“ bulunan silahlar ile ilgili soruşturması genişletildi ve devletin karanlık güçleri arasında bir tür hesaplaşmaya ve karşılıklı tasfiyeye vesile yapıldı. TC ordusu ve bir bütün olarak güvenlik aparatlarının işlediği suçları bu sefer Fetullah Gülen cemaati kendisinin çıkarına kullandı ve tasfiye edilenlerin yerine kendi kadrolarını yerleştidi. Binlerce klasörlük dosya ve belgelerdeki Fırat ın öte tarafındaki suçlar ve suçlulara dair delilerin üstü gene karartıldı. AKP ve Fetullahcılar, 28 Şubat, andıç, ikna odaları, baş örtüsü ve daha bir çok konu cd, kaset ve tapeler aracılığıyla kamuoyuna sızdıdılar, devletin askeri ve sivil bürokrasisi içerisinde o zaman rakip gördüklerini elimine ettiler. Ergenekon, Balyoz… Bilinen hikayeler. Gülenciler, bugün başka konuşsalar da, devlet‘in „fırat‘ın doğusu“ ile ilgili karanlık işlerini ifşa etmediler, etmek istemediler ve hatta üstünü örttüler.
15 temmuz darbe girişimi, Gülencilerin sonu, Kontr Gerillanın yeniden dizaynı ile; Türkçü, İslamcı, Ulusalcı ve Mafya nın ortağı olduğu yeni dönemin başlangıcı oldu. Sedat Peker yeni ortaklığın içersinde, sokağa hakimiyet sağlama, basını hizaya sokma, tasfiye edilecek sermaye gruplarının mal varlıklarına çökme, özelliklede uluslararası ilişkiler açısından sorun yaratacak olan Suriye, Ukrayna, Azarbaycan gibi ülkelere yönelik silah sevkiyatı, petrol ve yasadışı göç organizasyonu gibi işlerde maşa olarak kullanılan bir figürdü. Yani, kendisininde dediği gibi, „ herşeyi devlet için yapan, vatanın serden geçmişlerinin reisi“ idi. Taa ki Devlet Bahçeli affı ile Alaatin Çakıcı yeniden sahneye çıkana kadar...
Son zamanlarda, Kontr Gerilanın içindeki güçlerin arasındaki çatışmanın detayları üzerine yeterince yazıldı çizildi. Bunun detaylarına girmeyeceğiz. Biz burada, meselenin üstünün örtülmesi konusunda, TC devletinin bütün aktörlerinin tam bir konsensüs içerisinde olduğu Kürd ve Kürdistan ile ilgili yanını ele alacağız.
Sedat Peker in 6. Videosuna kadar onun da, abilerini, ablalarını ve devletini koruyacağı görülüyor. Kozmik oda gibi, Kozmik Ağar ve diğer kozmiklerin iç hesaplaşmasının mevki, para ve iktidar paylaşımının ötesine geçmeyeceğini şimdiden söyleyebiliriz. Yani bu seferde, Kürdistan da yaşanan kirli savaş ve suçlar ortaya dökülmeyecektir. Bunu beklemek saflık olacaktır. Sözde uzmanların katıldığı yüzlerce proğrama baktığımızda da, CHP, İYİ Parti, Babacan, Davutoğlu vs. hepisi Peker‘in açıklamalarının sadece Soylu, Ağar, Pelikan ve Albayrak larla ilgili olanlarını kendi cephelerinden, Erdoğan ve Bahçeli kliğine karşı kullanmanın yarışı içerisindeler. Bir kişi bile çıkıpta, „ yahu Sedat Peker şu Sakarya/Sapanca/Bolu civarında, şeytan/cinayetler üçgeninde olanları, işlediğiniz cinayetleri, kimlerle yaptığınızı bir anlat“ demiyor, diyemiyor. Çünkü, duvarı yıkacak olan tuğlanın orayla ilgili olduğunu biliyorlar. Duvar ise, hepisininde dört elle sarıldığı TC devletinin kendisidir. Yani „fırat‘ın ötesi“yle ilgili olarak muhalefetiyle,iktidarıyla hepisi arasında bir yeni kapı mutabakatı olduğunu söyleyebiliriz.
Var olan çürümüş bir kadavradır ve çürümüş bağırsak kendisini temizleyemez.
Peker in açıklamaları ile ilgili haftalardır yoğun bir tartışma yürüyor. Bir sürü insan, uzman sıfatıyla konu üzerine yazıp çiziyor ve söz söylüyor. Ama yukarıda da belirttiğimiz gibi, esasen bilinenin ve bilinmesi istenilenin tekrarının ilerisine gitmiyor bu tartışmalar. Daha ilerisi Kürdistan coğrafyası ve o coğrafyada yaşananlarla ilgilidir. Esasen, bugün için ortaya çok azı dökülen bu sorunların kaynağını oluşturan da orasıdır. Türkiye de, iktidarıyla, muhalefetiyle, hemen herkes ve her kesim bu konuda suç ortaklığı içindedir. Üstlerindeki kirli örtü çekilirse kendisininde altından çıkacağını bildiği için fazla ileriye gidilmesini hiç bir kesim istemiyor. Hepisi bir an önce, bir kaç kişinin, belkide Soylu ve Ağar’ın kurban edilerek bu pisliğin üzerini örtmenin derdinde.
Böylesi bir sonuç mümkündür. Bu, kısa süreliğinede olsa tartışmayı bastırabilir, ama sorunun esas kaynağı kurutulmadığı sürece pek yakında başka bir yerinde patlamayı engelleyemez. Çünkü bağırsak çürüdü ve kendini temizleme foksuyonunu yitirdi. Çürümüş bağırsak bütün vücudu da zehirledi ve bir kadavradan sözetmek gerekiyor artık.
Biz, her beş ila on yılda bir ortaya çıkan bu durumun, TC nin kuruluşundan günümüze uzanan, başka halkları yok ederek, onların yıkıntıları ve acıları üzerinde kendini ulus devlet olarak inşa etme sürecinden kaynaklı olduğunu düşünenlerdeniz. Teşkilatı mahsusadan bugüne bir süreklilik söz konusudur. Başkasının arazisine bina inşa edebilmek için arazinin esas sahibinin rızasını almak zorundasınız. Bunu sağlayamadığınızda, onu ya süreceksiniz, ya da öldürüp yok edecek ve izlerini sileceksiniz. TC devleti kendisini Ermeni, Rum, Süryani ve Kürtler‘in arazisi üzerine inşa etti. Ermeni, Süryani ve Rumlar‘ın başına getirilenler biliniyor. Bahattin Şakirler,Topal Osmanlar, sakallı Nuretin gibi isimler hala hatıralarda. Hatta, Ekrem İmamoğlu örneğinde olduğu gibi Topal Osman ın torunu olmak hala övünç kaynağıdır bu topraklarda. Sadece övünç kaynağı olmakla sınırlı değil, Sedat Peker‘inde dikkat çektiği gibi, Teşkilatı Mahsusa dan bugüne devam eden bir süreklilik var.
Teşkilatı Mahsusa‘nın devamcıları Kürdleri yok etme hedeflerinden vazgeçmediler.
Kürtleri razı edemediler, asimile ederek türkleştiremediler, süremediler ve yok edemediler. 1938 dersim tertelesinde 1960 lara kadar Kürdistan sorununun çözüldüğü, toprağa gömülerek üstünün betonlandığını düşünen TC devletinin kurucu aklı, 60 lardan sonra yanıldığını anladı. Kürd halkı dönemin siyasi atmosferinin de etkisiyle ulusal demokratik hak ve özgürlükleri için yeniden ayağa kalkmaya başladı. Sivil faşistler ve yerel işbirlikçiler marifetiyle bastırma çabaları yeterisz kalınca Nato ya bağlı oluşturulmuş olan Kontr Gerillayı devreye soktu. Nato daha çok işin Sosyalist blok karşıtı yürütülecek karşı-devrim faaliyetleri ile igili iken, TC‘nin devlet aklı, Nato Kontr Gerillasını Kürdistan ve Kıbrıs tada kullandı. Bu konudaki ilk krizde Kıbrıs‘ta patladı. ABD ve Nato, Sovyetlere ve komünist faaliyetlere karşı kullanılmak üzere TC‘ye verdiği silahların ve kaynakların Kıbrıs ta kullanıdığını fark ettiğinde silah ambargosu ve ekonomik ambargo gibi tedbirlerle tepkisini ortaya koydu.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan da, 12 Eylül faşist darbesiyle devrimci hareketin yenilgiye uğratılması, Dünya da ise, sosyalist blok‘un dağılması ile sonuçlan gelişmeler Komünizmi yakın bir tehlike olmaktan çıkardı ve artık Nato ittifakının, yerel kontrgerilla organizasyonlarına ihtiyacı kalmadı. Dolaysıyla, bu tür örgütlenmelerin olduğu bir çok ülkedeki yapılar çözülerek sisteme entegre edildiler. TC‘de bu tam olarak başarılamadı, başarılmak istenmedi. Çünkü tamda bu dönem de, 84 çıkışıyla Kürd özgürlük hareketi giderek güçlendi ve TC için çok güncel bir tehlike oldu. TC devleti, Nato‘dan kalma kontrgerilla yapılanmasını reorganize ederek yeniden devreye soktu. İşte, birçok sorun da bu reorganizasyon sürecinde ortaya çıktı. En sorunda, Kontr Gerilla nın finasmanı sorunuydu. Doksanlı yıllara kadar Nato nun finase ettiği Kontr Gerillayı artık TC nin kendisinin finanse etmesi gerekiyordu.
Sakarya, Sapanca, Bolu cinayetler üçgeni ve Sedat Peker
Kontrgerilla, Kürdistan‘da gelişen Kürd özgürlük mücadelesini bastırmak için konumlandırıldı. Finasmanı içinde kendisine Afganistan eroininin İran üzerinden Türkiye‘ye getirilmesi ve oradanda batıya sevk edilmesi yolu açıldı. Jandarma, Polis, Mit bütün kurumların içinde bulunduğu, sivil faşist ve bazı kontra Kürdlerin de kullanıldığı bu ilişki ağının zayıf ayağı, bu işlerde kullanılacak olan bazı Kürd aşiretleri idi. Yüz yıldır sınırda kaçakçılıkla geçinen bazı Kürd aşiretlerinin deneyimleri ve ilişkileri vardı ve bunlar ilk başlarda uyuşturucu taşımacılığında kullanıldılar. Koruculukla karışık bu kullanılma, Kürd özgürlük hareketinin güçlenerek ikili iktidar düzeyine ulaştığı zamanlarda yarattığı basınç ve aşiretlerden bazılarında etkili olan yurtseverlik eğiliminin ağır basması, bazı aşiretlerinde ikili oynaması neticesinde devlet için bumeranga dönüştü. İşte tam o noktada TC devleti, kendisine sorun çıkaran Kürd kesimlerini tasfiye kararı aldı.
Çiller döneminde yayınlanan listelerle Kürd kesimlerden birçok insan başta Sakarya, Sapanca ve Bolu üçgeninde olmak üzere kaçırılarak, katledilerek elimine edildi. Bütün bu işin organizasyonun başında devlet tarafında o dönemin başbakanı Tansu Çiller ve eşi Özer Çiller, Cavit Çağlar, Doğan Güreş, Mehmet Ağar, Veli Küçük, Kürd tarafında ise Bucaklar ve bazı korucu aşiretleri yer aldılar. Tetikçiliği ise JİTEM ve MİT‘in denetiminde Yeşil, Cem Ersever, itirafçılar ve tabiki MHP bağlantılı, Çatlı, Çakıcı ve Sedat Peker gibi faşistler kullanıldı. Sedat Peker, 5. videosunda Özer Çiller ile aralarında geçen kısa bir anekdot aktarır. Bu, her nedense üstü örtülen konulardan birisidir. Aslında Sedat Peker‘in hikayesi, tamda o anekdot‘un geçtiği o yerde ve o zamanda başlıyor.
Yani Sedat Peker‘in ilk Ablası Tansu Çiller, ilk abisi de Özer Çiller dir. Soylu‘nun dediği gibi Meral Akşener ve Kılıçdaroğlu degiller. Şimdiki abisini de, „Recep Tayip Erdoğan abinin altını oyuyorlar“ diyerek Sedat Peker kendisi açıklamış oldu zaten.
Kadro aynı kadro. Susurluk kadrosu Çillerler, Ağar, Soylu, Veli Küçük, Cavit Çağlar işin içerisindeler. MİT, Ordu, Jandarma ÖH, PÖH ha keza… Buna, SADAT, Erdoğan, Albayrak ailesi, Demirören ve Binali Yıldırım ile AKP eklemlendi. Değişmeyen aktör MHP, Peker, Çakıcı ve MHP üzerinden Azebaycan...
Gayri nizami harp, gayri ahlaki faliyetleri ve oluşumları zorunlu kılar
Tüm bu ortamı besleyen esas zemin, Kürdstan da yürütülen sömürgeci kirli savaştır.
Kürdistan Eroin taşımacılığında güzergah. İster istemez Kürt mafyalarıyla çalışılacaktı. Çiller döneminde engel olarak görülüp tasfiye edilenlerin yerine muhafazakar Kürd kesimlerden, aşiretlerden ve tarikatlardan takviyeler yapıldı. Zindaşti ler, Yüksekova grubu,Norşin Şeyhleri bunlardan bir kaçı...
Soylu‘nun da itiraf ettiği gibi gayri nizami harp yürütülüyordu. Gayri nizami harb‘in finansmanına sadece Afganistan eroini yetmezdi. Libya, Ukrayna, Azerbaycan, Sudan ve dah birçok ülkeye silah sevkiyatı, Petrol, doğal gaz kaçakçılığı, İran ambargosunun delinmesi, kara para aklama ve Kokain ticareti devreye sokuldu. Böylesine devasa bir organizasyonu ancak ve ancak devlet yapabilir. Son zamanlarda, devletin bazı konsolosluk görevlilerinin sınırlarda uyuşturucularla yakalanması bunun kanıtlarıdır. Burada uluslararası bazı güçlerinde işin içerisinde olma ihtimali çok yüksek.
Kürd halkının özgürlük taleplerine kalıcı ve tatmin edici bir çözüm bulunamadığı sürece TC devletinin yapısının demokratikleşmesi ve şefaflaşması sağlanamaz. Gayri nizami harp yürüten bir devlet ister istemez bu tür karanlık odaklara ihtiyaç duyar ve bu aparat içerisinde yer alanlar elbetteki bunun karşılığını isteyeceklerdir. Milliyarlarca doların döndüğü bir alandan söz ediliyor. Pasta büyük ve kavgada o derece şiddetli patladı. İşin Kürdistan boyutuyla ilgili fazla umutlu olmak için bir neden yok ama gende bu kavgadan faydalanmanın çabasında olmak gibi bir zorunlulukta var. İşin sonucu, devletin çözülüp çökmesine yol açacağından; muhalefetiyle, iktidarıyla, bürokrasisi ve güvenlik aparatlarıyla bütün kurumlar bu sonu engellemek için seferber olacaklardır.
Buna rağmen bıkmadan, yılmadan devamlı olarak, hiç bir şey, özelliklede Kürdistan daki suçlar karanlıkta kalmasın talebi yüksek sesle dile getirilmelidir. Herkes bilmelidirki, Kürd halkına karşı yok etme savaşı devam ettiği sürece, vatan, millet denilerek devlet‘in koruması altına alınacak bu kişi ve çeteler dokunulmazlıklarını sürdürecekler.
22 Mayıs 2021
Baran Cem
Son Haberler
Sayfalar
Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -2-
Son yıllarda, emperyalist savaş tehlikesinin zemininin güçlenmesine paralel, dünya genelinde ırkçı hareketlerin ve partilerin dikkat çekici boyutta güçlendiğine vurgu yapmış, bu yükselişin, sadece belirli demografik gruplarla sınırlı kalmadığını, kadınları da içine aldığını gördüğümüzü ifade etmiştik.
Peki, kadınlar neden bu tür hareketlere katılıyor? Bu sorunun yanıtı, birçok faktörün karmaşık bir birleşiminde yatıyor.
Faşizmin Yüzünü Örten Çirkin Bir Maske (Nubar Ozanyan)
İttihatçı Türk kompradorları, ekonomik-mali-siyasal krizden bir türlü kurtulamıyor. Faşizmi maskeleyen kaba uydurma parlamentoyla bile ülkeyi yönetemiyor. Zorbalık her taraftan fışkırıyor. Kötülük ve çirkinlik her yerde bütün utancıyla görülüyor. Dağda, köyde, sokakta Kürt ve emekçi kanı dökmekten çekinmeyenler dünyanın gözü ve kulağının üzerinde olduğu parlamentoda bile Kürt kadın parlamenterin kanını dökmekten çekinmiyor. Zorbalık, pervasızlık, yasa, hukuk tanımamazlık ayyuka çıkmış, had safhaya ulaşmıştır.
Emperyalist haydutlar, 3.Dünya savaşı hazırlıklarını yoğunlaştırmakla meşgul…
Bazı sol-sosyalist ve kendilerini komünist addeden kesimler hâlâ (evet, hâlâ) bir 3. Dünya Savaşı çıkacak mı çıkmayacak mı ve keza “süreci belirleyen esas etmen savaş mı devrim mi?” ikilemi girdabında, adeta miskince bir fikirsel jimnastik rehavetiyle, sorunu ele almaya devam ede dursunlar; fakat süreç, maalesef ki hem de çok hızlı bir şekilde, o istenmeyen malûm sona doğru ilerliyor.
Fakir (Nubar Ozanyan)
Yaşamı boyunca hep yokluk ve fakirlik içinde yaşadı. Bundandır ki arkadaşları ona “Fakir’’ dedi. Ne zaman biraz dünya nimetlerine yakın olan olanaklara sahip olsa o yine fakir yaşamından ayrılmadı. Yaşamı fakir, bilinç ve yüreği zengin olan Nubar Ozanyan en alttakilerin, yoksulların, mazlumların yoldaşı olmaktan bir an olsun geri durmadı.
Servet Vergisi ve Sermayenin Olmayan Vijdanı
Bugünlerde de toplumsal eşitsizlik sermayenin birikimine ve merkezileşmesine koşut olarak artınca, zenginlerden servet vergisi alınmasını dilendirenlerde çoğalmaya başladı.[1] Servet vergisi, toplumsal servetin belli ellerde birikmesinden bu yana ara sıra gündeme getiriliyor. Zaman zaman kısmen de uygulanmıştır. Örneğin savaş dönemlerinde vb. Yine ABD'de, 1960'larda 400 zenginden %53 oranında vergi alınmıştır.
Inger Nubar Can, Hewal Nubar, Nubar Yoldaş’a!
Halen pek çoğumuzun inanmak istemediği Nubar Ozanyan’ın ölümsüzleşmesinin 7. yılında, onu bir kez daha saygı ve sevgi ile anarken, şehadetinin yıldönümünde onu anlatmak da bizim için en zor yazılardan olacaktır.
Rusya / Ukrayna Savaşında Yeni Bir Aşama
Savaşın Rus topraklarına doğru genişlemesi Ukrayna'daki savaşın yeni bir aşamaya geçmesi anlamına geliyor.
6 Ağustos Salı gününden bu yana Ukrayna birlikleri Rusya sınırını geçerek Rusya'daki savaşta yeni bir cephe açtı. En az üç Ukrayna tugayı ve çeşitli taburlar savaşa dahil oldu ve ilerleme Rus topraklarının yaklaşık 30 kilometre içine kadar ulaştı. Bu, savaşın yeni bir aşamasının başlangıcına ve dünya savaşı tehdidinin önemli ölçüde yoğunlaşmasına işaret ediyor.
İKTİDARIN BÜYÜK YALANI: “HİÇ KİMSENİN YAŞAM TARZINA KARIŞMIYORUZ.”
Genel olarak tüm siyasal İslamcıların, ama özel olarak da İslamo-faşist Erdoğan ve iktidarının, başvurduğu en kullanışlı “idare etme” araçlarının ilk sırasında hiç kuşkusuz ki dinlerince de serbest sayılan takiyedir. Yani amaçlananı gerçekleştirebilmek için, gözünü dahi kırpmadan YALAN SÖYLEMEKTİR.
Belliki sol-sosyalist eski nostaljik söylemlerin tekrarı bugün artık kitlelerde herhangi bir karşılık bulmuyor!
Geçenlerde, “dini bütün” olarak tabir edilen kesimlerden bir ahbabımla, “ne olacak bu memleketin hali” kıvamında sohbetteyken, şöylesi bir cümle kurmuştu: “Abi benim anlamadığım, bunca açlık, yoksulluk, işsizlik ve zulüm varken, yani koşullar aslında tam da siz devrimci solcuların kolayca taban bulmanıza ve kitleleri harekete geçirmenize ve hatta devrim bile yapmanıza bunca uygunken; bu derece atıl ve etkisiz olmanız, sence normal mi?”
KADINLARIN BİRLİĞİ | Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -1-
Emperyalistler arası çelişkiler derinleştikçe, ekonomik kriz ağırlaştıkça vb. bu sistemin sarıldığı en temel dayanaklardan birinin ırkçılık-faşizm olduğunu biliyoruz. Zira bunun, sistemin alametifarikalarından biri olduğunu birçok -acı- deneyimiyle elbette biliyoruz. Şu anda yine tam da böyle zamanlardan geçtiğimizi söylüyoruz. Bu tehlikeye dair önlemler almaktan bahsediyoruz, özellikle Avrupa’da ırkçı partilerin yükselişini izlerken, Avrupa Parlamentosu’ndan çeşitli Avrupa ülkelerinin kendi seçimlerine odaklarımızı çeviriyoruz vs.