Şehitlerimizin Kararlılığını Kuşanmalıyız

“Korku mu? Korku ve korkusuzluğun bir çelişki oluşturduğuna inanıyorum. Mesele ideolojimize sarılmak ve içimizdeki cesareti dizginlerinden boşandırmaktadır. Bizi cesur yapan, bize cesaret veren ideolojimizdir. Görüşümce hiç kimse cesur doğmaz, halkı ve komünistleri cesur yapan toplumdur, sınıf mücadelesidir. Sınıf mücadelesi, proletarya, parti ve ideolojimizdir. En büyük korku ne olabilir ki? Ölüm mü? Bir materyalist olarak yaşamın bir gün sona ereceğini biliyorum. Bence en önemli olan şey iyimser olmaktır. Hayatımı hasrettiğim işin başkaları tarafından nihai amacımız komünizme varana dek devam ettirebileceğine inanmaktır. Çünkü bende olabilecek korku bu görevin devam ettirilmeyeceği korkusu olabilir; ama kişi kitlelere güveniyorsa bu korku ortadan kalkar. Görüşümce en büyük korku kitlelere güvenmemektir. İnsanın kendisinin vaz geçilmez olduğuna, dünyanın merkezi olduğuna inanmasıdır. Bence korkunun en kötüsü budur.” (Başkan Gonzalo Konuşuyor, s. 85)
Devrim ve komünizm şehitlerini andığımız bu ocak ayında Gonzalo yoldaşın yukarda alıntıladığımız değerlendirmelerinden öğrenmeliyiz. Bu konudaki kavrayış düzeyimizi ne kadar yükseltirsek, şehitlerimizi de daha derinlikli bir kavrayışla anlarız-anarız. Görevlerimize daha büyük bir sorumlulukla sarılırız.
Tarihi deneyimlerimizle ve pratik tecrübelerimizle şu gerçekleri gördük: Hem egemen sınıfların devlet terörüyle yaymaya çalıştığı korkunun hem de kişisel kaygı ve korkularımızın panzehiri, ideolojik cephedeki sağlamlığımızdır. Kitlelere duyacağımız güvendir. Aslında bunlar, iç içe olan olgulardır. Sınıf bilincinde derinleşen her devrimci militan, kitlelerin tarihi yaratıcılığına inanır. Ona bu inancı kazandıran ideolojisidir, tarih bilincidir.
Bu nedenle devletin yaydığı korku mikrobunun kitleler nezdinde olumsuzluk yarattığı, devrim ve sosyalizm mücadelesinde yaşanan geçici yenilgilerin belli çözülmelere yol açtığı her dönemde ideolojik cepheyi daha da güçlendirmek öncelikli bir görevdir. Bu görev, sınıf mücadelesinin dışında düşünülemez. Bilakis bu görev örgütle, örgütlülükle, militan kitle mücadelesinin aktif öznesi olmakla yerine getirilir.
Bilimsel bir tarzda tarihin boşluk tanımadığını ifade ederiz. Bu pratik olarak ne anlama gelir? Bu devrim ve sosyalizm mücadelesinde gerilemelerin, çözülmelerin yaşandığı süreçlerde kitleler nezdinde devrimci ve komünistlere karşı bir güvensizliğin gelişeceği gerçekliğine işaret eder. Bu aynı zamanda kitlelerin siyasal eğilimlerinin farklılaşmasına da yol açar.
Hele hele dini gericiliğin, hakim ulus ırkçılığının, dar milliyetçiliğin kitleler içinde etkin olduğu coğrafyalarda düşünsel anlamdaki bu tahribat daha bir derinlik kazanır. Bundan dolayı hiç kimse devrimcilik adına kitleleri suçlayamaz. Kitlelerin tarihi yaratıcılığından kuşku duyamaz. Bunun olduğu yerde, devrim-sosyalizm ve komünizm mücadelesine karşı inançsızlık vardır. Onun için de ideolojik cephede yaratılan tüm kirlenmeye karşı ilkeli ve sürekli bir mücadele zorunludur.
Bu konuda şehitlerimizin pratiklerinden öğrenmeliyiz. Elbette ki burada sözünü ettiğimiz olumlu ve olumsuz pratiklerdir. Şu açık ki, devrim ve sosyalizm mücadelesine yaşamlarını adayan kahraman şehitlerimizin kuru övgüye ihtiyaçları yoktur. Davaya bağlı yoldaşlığa ihtiyaçları vardır. Yoldaşça bağlılık, onların hayallerini gerçeğe dönüştürme mücadelesini tereddütsüzce sürdürmektir. Bu anlamıyla başarı ve başarısızlıklarımızdan öğrenmek bir görevdir.
Tüm korkular bilinçle, mücadeleyle aşılır. Ve elbette ki, halklar da sınıf mücadelesi içinde bu korku duvarlarını aşacak. Faşist iktidarın tüm baskısına rağmen ezilenlerin yeniden itirazlarını yükselttikleri bir süreçten geçiyoruz. Diğer bir anlatımla emperyalistler ve uşakları için korku işaretleri görülmeye başlandı. Çünkü ezilen-sömürülen emekçiler cephesinde öfke mayalanıyor. Kendiliğinden hareketler gelişiyor.
Tüm bunların yaşandığı bir ortamda devrim ve sosyalizm mücadelesinde ısrar, devrimci bir odağın yaratılmasında ısrar güncel bir görevdir. Böylesi süreçlerde her bir öznenin bulunduğu alanda daha büyük bir özveriyle çalışması gerekir.
Unutmamalıyız ki, şehitlerimizin omuzlarında yükselen mücadeleyi daha ileriye taşımak sıradan bir devrimcilikle olmaz. Onlardan boşalan mevzileri yeniden doldurmak ve yeni mevziler yaratmak için özverili, yaratıcı bir devrimci duruşa ihtiyaç vardır. Faşist iktidarın karanlık ve puslu sürecini ancak devrimin bu güçlü enerjisi ve ışığıyla aşabiliriz.
Son Haberler
Sayfalar

Şehrin Işıkları
Şehrin gri havasından akşamın karanlığına yürüyorken, herkes, bir telaşla kaçan trenin arkasından koşar gibi, tempoyla, koşturuyor. Şehir o kadar hızlı akıyor ki; insanlar zamanın ve süreçlerinde aynı hızda aktığını zannediyor. Elleriyle dokundukları, gördükleri ve duydukları her şey bir sonraki gün biçim değiştiriyor, aldıkları kokular değişiyor. Gazeteler bir gün önce yazdıklarını ertesi gün hatırlatamıyorlar bile.

Kimliksizlik kimlik olmuş! Tahir Canan
Star Gazetesi İnternete yönelik baskıları savunmak için basın ahlak kurallarını hiçe sayarak basın yasasını hiç görmeyerek dilde kemik yok misali İnternet sansürüne karşı çıkanları porno savunmakla suçlamış. Kendi ilkesizliğini de ilke olarak lansa etmiş. Deyim yerinde ise ilkesizlik ilke olmuş, kimliksizlik de kimlik yerine geçmiş. Yalan dolanla hükümeti” yalama “ yalakalığı erdeme dönüşmüş! Halkı kandırmayı da meslek etmişler. Bunun adına da Gazetecilik denmiş! Gazeteciliğin kamusal görevini hükumetin, devletin ululuğu altına gömmeyi” meslek ilkesi” kabul etmişler.

Yüce bir ölüm!/Agop Ekmekciyan
24 Ocak 1988 yılında İstanbul Emniyet Müdürlüğü I.Şube polisleri tarafından boş bir arsada kurşuna dizilerek öldürüldüğü vakit Manuel Demir henüz 25 yaşındaydı. Genç yaşında ,inandığı dava uğruna düşüncelerinden taviz vermeyen,onurlu duruşu ile cellatları çılgına çeviren Manuel Demir hunharca öldürüldü. Faşizmin azgınca terör estirdiği yıllarda tüm hak ve özgürlüklerin rafa kaldırıldığı,yurtsever,devrimci,komünistlerin hapishanelere atıldığı 12 Eylül faşizminin kol gezdiği şartlarda devrimci mücadeleye ara vermeden,,çekinmeden devam etti.

Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri) için 11 not/ Temel Demirer
normal tarihsel koşuldur.”[1]
i) Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri) güzergâhı, “devrimin güncelliği” fikrine veda etmeyenler için şaşırtıcı olmadığı gibi, “beklenilmeyen” de değildi…
Bu bağlamda Kaan Arslanoğlu’nun, “Bu memleket adam olmaz”, “insanların üzerinde ölü toprağı var”, “insan doğuştan/genetik olarak itaatkârdır,”[2] türünden zırvalarını yerle yeksan eden Haziran Başkaldırısı, tarihsel bir yanıt oldu.

Akademisyen sorumlulugu /Sibel Özbudun
“En büyük bilgelik kendine egemen olabilmektir.”[2]
1. Entelektüel üretimin akademiye ve belli şablonlara sığdırılmaya çalışıldığı günümüzde, sizce akademi dışında entelektüel bir üretim zeminin oluşturulma imkânları nelerdir? Bu bağlamda Özgür Üniversite deneyimini nasıl değerlendirirsiniz?

Benzeşen Toplumları Talilde Unutulanlar / Ergün Aslan
Teori proletarya köylünün yaşamsal mücadelesinin devrimcide akademik olarak dile gelişidir.
Konuya girmeden önce,
Kapitalizmin.., işverenin.. karşısında proletarya köylü olmanın nasıl bir şey demek olduğunu unuttuysan ...
Bu tuzsuz baharatsız sosyo - ekonomik yapı neymiş ya.
Her şeye deva.
Ülkenin sosyo-ekonomik yapısını, inşasını mı talil edecen; Katma işin içine sömürgeciliği..., sosyo - ekonomik yapının sınıflar yüzerinde yol açtığı karekterliği.... tamam.

Umreye Giden Düşkünler/ Erdal Yıldırım
Gündemde AKP iktidarı Kültür Bakanlığınca organize edilen 100 Alevi kökenli ‘dede’nin önce Necef’e, Kerbelâ’ya ve sonra da umreye götürülmesi olayı var. Ve (ben de dahil) bir çok yazar çizer, kanaat önderi, kurum yöneticisi günlerdir bu konuda, konuşuyor, yazıp çiziyor ve ülkenin başkaca bunca önemli yaşamsal sorunuları varken, bu konu gündemde önemli bir yer tutuyor.

On yıl mı beş yıl mı bu ne demektir?
AKP’nin başı Başbakan mahpusların uzun yargılama süresini kısaltacağını açıkladı! Herhalde bravo dememizi bekliyorlar. Ne diyelim ülkemizin kara mizahı böyle oluşmakta. Ülkeyi öyle ki yazboz tahtasına çevirdiler ki. Bu zevatlar ne yaptıklarını biliyorlar mı? Yoksa, bizlerle dalga mı geçiyorlar? Sanki on yıldır bu iktidarda olan, bu yasal düzenlemeleri yapan kendileri değilmiş de başka biri imiş gibi ortalığa çıkıp ne iyi düzenleme yapacaklarını ballandıra ballandıra anlatıp duruyorlar.

Abdullah Öcalan,Hatip Dicle ve “Kapitalist Modernite”’
Time dergisinin her yıl açıkladığı “Dünyanın En Etkili 100 Kişisi” listesinin 2013 versiyonunda Ortadoğu’dan sadece iki liderin adı vardı: Abdullah Öcalan ve Fethullah Gülen.Liderliğini esaret koşullarında sürdürmesiyse Abdullah Öcalan’ın çok özel durumuna işaret ediyor.Tam anlamıyla bıçak sırtında yapılan bir politika üretiminden bahsediyoruz.Bu politika üretimine ilişkin tartışmalar Öcalan’ın bir komployla 15 Şubat 1999’da TC’ye tesliminden ve takip eden sorgu aşamasındakı performansından itibaren hiç durmadı.Öcalan’ın özeleştiri vererek önünü kesmediği bu tartışmalar başta PKK dü

Mültecilik ve düşünce üretimi
Türkiye Devrimci Hareketi (TDH) içinde eskiden beri “mülteciliğe” bir kızgınlık ve yabancılaşma vardır. Özellikle “mülteci” devrimcilere iyi gözle bakılmaz. Bunun TDH’ne, “kötü” olarak yansıması TKP’nin mülteciliğinden kaynaklanıyor. TKP önderleri,,, ülkedeki baskı koşularından dolayı uzun bir süre yurtdışında (o zamanki adıyla Sovyet bloku ülkelerinde) yaşamak zorunda kalmaları, 1970’lerden sonraki devrimci kuşak içinde, “lanetlenen” bir durum oldu.