Salı Nisan 1, 2025

Şehitlerimizin Kararlılığını Kuşanmalıyız

“Korku mu? Korku ve korkusuzluğun bir çelişki oluşturduğuna inanıyorum. Mesele ideolojimize sarılmak ve içimizdeki cesareti dizginlerinden boşandırmaktadır. Bizi cesur yapan, bize cesaret veren ideolojimizdir. Görüşümce hiç kimse cesur doğmaz, halkı ve komünistleri cesur yapan toplumdur, sınıf mücadelesidir. Sınıf mücadelesi, proletarya, parti ve ideolojimizdir. En büyük korku ne olabilir ki? Ölüm mü? Bir materyalist olarak yaşamın bir gün sona ereceğini biliyorum. Bence en önemli olan şey iyimser olmaktır. Hayatımı hasrettiğim işin başkaları tarafından nihai amacımız komünizme varana dek devam ettirebileceğine inanmaktır. Çünkü bende olabilecek korku bu görevin devam ettirilmeyeceği korkusu olabilir; ama kişi kitlelere güveniyorsa bu korku ortadan kalkar. Görüşümce en büyük korku kitlelere güvenmemektir. İnsanın kendisinin vaz geçilmez olduğuna, dünyanın merkezi olduğuna inanmasıdır. Bence korkunun en kötüsü budur.” (Başkan Gonzalo Konuşuyor, s. 85)

Devrim ve komünizm şehitlerini andığımız bu ocak ayında Gonzalo yoldaşın yukarda alıntıladığımız değerlendirmelerinden öğrenmeliyiz. Bu konudaki kavrayış düzeyimizi ne kadar yükseltirsek, şehitlerimizi de daha derinlikli bir kavrayışla anlarız-anarız. Görevlerimize daha büyük bir sorumlulukla sarılırız.

Tarihi deneyimlerimizle ve pratik tecrübelerimizle şu gerçekleri gördük: Hem egemen sınıfların devlet terörüyle yaymaya çalıştığı korkunun hem de kişisel kaygı ve korkularımızın panzehiri, ideolojik cephedeki sağlamlığımızdır. Kitlelere duyacağımız güvendir. Aslında bunlar, iç içe olan olgulardır. Sınıf bilincinde derinleşen her devrimci militan, kitlelerin tarihi yaratıcılığına inanır. Ona bu inancı kazandıran ideolojisidir, tarih bilincidir.

Bu nedenle devletin yaydığı korku mikrobunun kitleler nezdinde olumsuzluk yarattığı, devrim ve sosyalizm mücadelesinde yaşanan geçici yenilgilerin belli çözülmelere yol açtığı her dönemde ideolojik cepheyi daha da güçlendirmek öncelikli bir görevdir. Bu görev, sınıf mücadelesinin dışında düşünülemez. Bilakis bu görev örgütle, örgütlülükle, militan kitle mücadelesinin aktif öznesi olmakla yerine getirilir.

Bilimsel bir tarzda tarihin boşluk tanımadığını ifade ederiz. Bu pratik olarak ne anlama gelir? Bu devrim ve sosyalizm mücadelesinde gerilemelerin, çözülmelerin yaşandığı süreçlerde kitleler nezdinde devrimci ve komünistlere karşı bir güvensizliğin gelişeceği gerçekliğine işaret eder. Bu aynı zamanda kitlelerin siyasal eğilimlerinin farklılaşmasına da yol açar.

Hele hele dini gericiliğin, hakim ulus ırkçılığının, dar milliyetçiliğin kitleler içinde etkin olduğu coğrafyalarda düşünsel anlamdaki bu tahribat daha bir derinlik kazanır. Bundan dolayı hiç kimse devrimcilik adına kitleleri suçlayamaz. Kitlelerin tarihi yaratıcılığından kuşku duyamaz. Bunun olduğu yerde, devrim-sosyalizm ve komünizm mücadelesine karşı inançsızlık vardır. Onun için de ideolojik cephede yaratılan tüm kirlenmeye karşı ilkeli ve sürekli bir mücadele zorunludur.

Bu konuda şehitlerimizin pratiklerinden öğrenmeliyiz. Elbette ki burada sözünü ettiğimiz olumlu ve olumsuz pratiklerdir. Şu açık ki, devrim ve sosyalizm mücadelesine yaşamlarını adayan kahraman şehitlerimizin kuru övgüye ihtiyaçları yoktur. Davaya bağlı yoldaşlığa ihtiyaçları vardır. Yoldaşça bağlılık, onların hayallerini gerçeğe dönüştürme mücadelesini tereddütsüzce sürdürmektir. Bu anlamıyla başarı ve başarısızlıklarımızdan öğrenmek bir görevdir.

Tüm korkular bilinçle, mücadeleyle aşılır. Ve elbette ki, halklar da sınıf mücadelesi içinde bu korku duvarlarını aşacak. Faşist iktidarın tüm baskısına rağmen ezilenlerin yeniden itirazlarını yükselttikleri bir süreçten geçiyoruz. Diğer bir anlatımla emperyalistler ve uşakları için korku işaretleri görülmeye başlandı. Çünkü ezilen-sömürülen emekçiler cephesinde öfke mayalanıyor. Kendiliğinden hareketler gelişiyor.

Tüm bunların yaşandığı bir ortamda devrim ve sosyalizm mücadelesinde ısrar, devrimci bir odağın yaratılmasında ısrar güncel bir görevdir. Böylesi süreçlerde her bir öznenin bulunduğu alanda daha büyük bir özveriyle çalışması gerekir.

Unutmamalıyız ki, şehitlerimizin omuzlarında yükselen mücadeleyi daha ileriye taşımak sıradan bir devrimcilikle olmaz. Onlardan boşalan mevzileri yeniden doldurmak ve yeni mevziler yaratmak için özverili, yaratıcı bir devrimci duruşa ihtiyaç vardır. Faşist iktidarın karanlık ve puslu sürecini ancak devrimin bu güçlü enerjisi ve ışığıyla aşabiliriz.

5124

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER

 

Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

 

Nepal Halkı'nın Kerenski'ye değil Lenin'e ihtiyacı var ve Nepal Devrimi'nin Sorunları

 

Giriş:

Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları

 

BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.

materyalist bilgi teorisi ve komünist partileri

 

“İnsan pratiği, materyalist bilgi teorisinin doğruluğunu tanıtlar.” Marks

 

İnsanın üretimdeki, üretim içindeki ilişkileri ve faaliyetleri, diğer tüm faaliyetlerinin üstünde ve onların üzerinde belirleyici bir rol oynama temel özelliğine sahiptir. Bu bağlamda, insanın bilgisi  üretimdeki faaliyetlerinden bağımsız değil, bizzat ona bağlı olarak gelişir ve şekillenir.

HER GÜN DÖRT İŞÇİ, BEŞ KADIN

“Son kötü günleri yaşıyoruz belki

İlk güzel günleri de yaşarız belki

Kekre bir şey var bu havada

Geçmişle gelecek arasında

Acıyla sevinç arasında

Öfkeyle bağış arasında//

Biz kırıldık daha da kırılırız/

Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.”[1]

 

ÇİN: KARMAŞIK BİR SORU(N)…[1]

“ben hiç başlamamış bir dündeyim.

yağmur yağacak...

hiç başlamamış bir yarın çok var.

hiç bitmeyen bir dün de çok var...”[1]

 

Arif Dirlik’in, “Sadece bir ulus değildir; bir uygarlıktır,” notunu düştüğü Çin’in geneli veya özelde ise “bugünü” hakkında yazmak kolay değil.

Binlerce tarihsel bağıntı ve güncel referanslarıyla Çin, çoklu bir örnektir.

SINIF KONUŞMAZSA MEYDAN ÇAPULCULARA KALIR

Sayfalar