Serdareme, Caneme, Hevaleme…
Her devrimci değerlidir. Ancak bazıları istisnadır. Yaşam ve duruşlarıyla, söz ve eylemleriyle derin izler, unutulmaz anılar geride bırakır. Geçtikleri her yerde devrimin, özgürlüğün dinmeyen esintilerini bırakır. Devrimcilerin değerlerini belirleyen her daim hatırlanan pratik ve eylemleri ve yazdığı unutulmaz eserleridir. Serdar Can yoldaş her ikisini de doğru yapmaya çalıştı. Hem devrimin kalemini hem de devrimin silahını iyi kullandı. Hem de en geç yaşlarında. Amed’in bıçkın sokak ve caddelerinde düşmana yönelik cezalandırma, kolektifi ve halk adına kamulaştırma eylemlerine imza atmaktan geri durmadı. Giydiği şalvar, belindeki on dörtlü ve uzun boylu devrimci yürüyüşü en çok ona yakıştı.
Önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın görüşleriyle ilk tanıştığında İGD’liydi. Devrimin sert esen rüzgarı gibi yayılan önder yoldaşın devrimci görüşleri onu fena sarsttı. Savunduğu sosyal şoven pasifisit parlamentarist görüşler bir deprem gibi sarsıldı. Önce sersemledi. Kimdi bu köylü kılıklı, genç Kaypakkaya? Silahlı devrimdeki ısrarı, hemen her konudaki berrak-bilimsel temel teorik görüşleri Serdar yoldaşı fena etkiledi. Kaypakkaya yoldaşın görüşlerini anlamaktan, ne yapılması gerektiğini düşünmekten geri durmadı. Şapkalı, köylü kılıklı bu önderin görüşleri, onun öğrenci kökenli bir küçük burjuva kibrine ya da şehir görünümlü gençlik kaprislerine kapılmasına zaman tanımadı. Büyük bir alçakgönüllülükle sarıldı önder yoldaşın devrimci görüşlerine. Amed’in küçelerinde büyümüş, Ankara’yı sonradan görmüş bir Amedli çocuğun küçük burjuva fikirden ve solculuğundan kopması zor olmadı. Beline on dörtlü silahı taktığında artık geriye dönüp bakma, eskiden savunduğu görüşlere tenezzül etme ihtiyacı duymadı. O artık Amed’in yiğit bir Partizanıydı.
12 Eylül’ün sert esen faşist rüzgarında Amed’de, Siverek’te, Karcadağ’da oluşturulan ilk gerilla birimleri içinde yer almakta bir an olsun tereddüt etmedi. İki yoldaşıyla Hazro kırsalında düşmanla giriştikleri çatışmaya kadar dağları mücadele ve direniş alanı olarak seçti. Takım elbiseli Serdar Can artık üzerinde şalvar, elinde güllü G1, dağların ilk Partizanlarından biri olmuştu. Kürdistan dağlarında artık Ermeni bir Partizan’ın devrimci şarkı ve şiirleri esecekti.
Kürdistan dağlarında oluşturulan ilk gerilla birimi içinde yer aldı. Hazro-Lice kırsalında ilk gerilla olmanın onurunu taşıyanlardandı. Partizan’ın Dersim’den sonra oluşturulan ilk gerilla direniş notunu son mermisine kadar çatışıp savaşarak Hazro dağlarında bıraktı. Mermisi bitince ne elini ne de silahını düşmana verdi. Mermisi biten silahını kırarak İstanbul-Altıyol’da şehit düşen M.Zeki yoldaşın geleneğini yaşattı. Yanında Amed’in-Hazro kazasında iki yoldaşı şehit düşünce yaşamı boyunca ne onları ve ne de önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşı unuttu. Hem ideallerine hem de şehitlerin anılarına bağlı kalarak dürüst ve onurlu yaşadı.
Bütün Partizanlar gibi hem işkenceli soruşturmalardan hem de Amed’in 5 Nolu Zindanın ağır işkencelerinden geçti. Şiiriyle, kalemiyle, sesiyle direnişin onurlu saflarında yerini aldı. Tüm devrimci tutsaklar gibi birkaç zindan ziyaretinden sonra geride direnişçi şiirleri, nenesinin Ermeni soykırım trajedisini masal tadında anlatılarından oluşan bir kitap bıraktı.
Her yerde hakikati aradı. Nenesinin anlattığı şifreli soykırım masallarını çözmeye çalıştı. Nenesinin ve sonra da direnişçi annesinin zulüm yollarında bıraktıkları her bir kanlı mendil parçasını arayarak gerçek kimliğini buldu. Kılıç artığı bir Ermeni olduğunu öğrenince faşizme ve soykırımcılara olan kini daha da büyüdü. İlk kez usta kalemiyle müslümanlaşmış Ermeni halkının derin ve bitmez acılarını kaleme aldı. Türkiye ve Kürdistan’da sayısı tahmin edilemeyecek kanlı, acılı toprağa dokundu. Kimsenin kolay kolay cesaret edemediği bir hakikate dokunduğunda aslında zorlu bir o kadar da aydınlık bir yol açtığının fakında değildi. Onun açtığı yolda Lübnan kamplarında birlikte gerilla yoldaşlığı yaptığı Nubar Ozanyan yürümeye devam etti.
Nubar Ozanyan yoldaşla Serdar Can’ın devrimci yolculuğu Ermeni halkının yaptığı sayısız zorlu yolculuklar gibi geçti. Bekkaa Kampı’nda ilk kesişen yolları Hayastan’da daha sonra İstanbul’da devam etti. Onları ne tel örgülü, mayınlı hudutlar ne düşman karakolları durdurdu. İki kadim yoldaş vefa ve bağlılığın en anlamlı ve en değerli örneklerini yaşamları boyunca ve son nefeslerini verinceye dek gösterdiler.
Serdar Can yoldaş proletarya partisine yönelik iç saldırı sonrası hakikatin, devrimci değerlerin ve ideallerin yanında saf tuttu. Kadim yoldaşı olan Nubar Ozanyan’ın şahadet haberini duyunca heybetli duruşuyla “Komutan cephededir” diye haykırarak hem derin üzüntüsünü hem de nasıl durmamız gerektiğini herkese gösterdi ve öğretti. Kalbi kadim yoldaşının toprağa düşüşüne daha fazla dayanamadı. Son kez İstanbul’da karşılaştıklarında yılların hüznü ve yoldaşlığa bağlılığın en değerli anılarını birlikte yaşadılar.
Nubar Ozanyan yoldaş yönünü savaş alanına verirken Serdar Can halk ve devrim için çalışıp mücadele etme sözünü İstanbul’un yoksul semtlerine dönerek verdi. Her iki yoldaşın yaşam ve mücadele pratikleri, devrim ve halk için yaptıkları hepimize örnektir.
Serdarame, Caneme, Hevaleme geride okunacak eserler, anılacak devrimci pratikler bıraktı. Belinde düşürmediği on dörtlü, elinde eksik etmediği güllü G1 en çok ona yakıştı. Amed Zindanı’nda söylediği direniş şarkısı en çok da ona yakışıyordu. Devrim yapma duruşu, gerilla yürüyüşü en çok ona yakıştı. Biz geride kalanlara derin bir hüzün, keskin bıçak gibi devrimci öfke ve öndere bitmeyen derin bağlılık bırakan Can Serdar yoldaşa sonsuz minnet ve derin saygıyla.
(Bir yoldaşı)
Son Haberler
Sayfalar
12 Eylül yargılandı... mı?
“Eğer biz imkânsızı yapmazsak,olanaksız ile karşı karşıya kalacağız.”[1]
Geçtiğimiz günlerde, Türkiye 12 Eylül darbesi aktörlerini “yargıladı”, “mahkûm etti”, hatta mahkeme darbeci generallerin “rütbelerinin sökülmesine” hükmetti…
Böylece, onyıllar sonra da olsa, “adalet yerini bulmuş”, ülke “darbe geçmişiyle hesaplaşmış”, ve bu yolla da “demokratikleşme yolunda çok önemli bir adım atılmış” ve hatta (galiba) “ileri demokrasi”ye geçilmişti…… mi?
Pontos bir ülkedir ve sahte aydinlar bu gerçegi degistiremez /Tamer Çilingir
Eline silah verilip, Hrant Dink’i katleden kişi, kendisinin Türk olduğunu ve Türklüğe zarar veren herşeyin düşmanı olduğunu söylüyordu. Peki ‘‘Türkiye‘‘ diye adlandırılan devletin sınırları içinde neden ‘‘en Türk‘‘ o idi?
Ya da aynı gerekçeyle Trabzon’daki Santa Maria Aziz Meryem Katolik Kilisesi’nin papazı Andrea Santoro’yu 2006’da öldüren 16 yaşındaki çocuk nasıl bir ruh hali içindeydi? Neden onca Türk milliyetçisi olmasına rağmen ‘‘Türklük‘‘ adına ‘‘vatan‘‘ için Trabzonlu bu çocuk cinayet işliyordu?
Dersimin Büyük Bilgesi: Firik Dede
Seni sevenlerin can içinde canısın / Aşıklar katredir sen ummanısın / Gönül bir gemidir sen dümenisin / Yelken açmak ister bu dervişlerin” Virani Aslen Dersim Ovacık’lı ve Devreş Cemal ocağının bir bireyi, asıl adı Seyfi Firik Dede olan Firik Bava yaşamı boyunca Alevi Kızılbaş geleneğine, yol’una, ritüellere ve öğretisine göre yaşayan ve bu öğretiyi topluma da sözleriyle, şiirleriyle ileten bir bilgedir.
Özgür Gelecek, Halkın Günlüğünleşebilir mi ?/
Acaba objektif olmayı becerebilen kaç insan Türkiye solunun kadrolaşma ihtiyacını aktif toplumsal davranışlar içerisinde karşılamadığını söyleyebilir ?
Evet kaç insan ?
Kim bilir ?
Neyse yazımın konusu da bu değil.
Hemi yazımın konusu bir zamanlar kitleleşme tabanı olanlarca şimdi dışlananlar olsaydı ben eylerdim ?
Düşününsenize bir kez ne makalenin giriş, geliş, sonuç arasındaki ilişkisi kalırdı.
Ne de :
CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ VE DELİ SAÇMASI
Cumhurbaşkanlığı seçimleri taktik bir muhteva içermiyor. Bilakis stratejik muhteva içermektedir. Taktik her zaman stratejiye uygun, ona bağlı ele alınmak zorundadır. Eğer ki başvurulan taktik eylem -örgütlenme ve politika stratejimize hizmet etmiyorsa uygulanan taktik politika yanlıştır. Bundan vazgeçilmelidir. Taktikle strateji iyi kavranıp doğru ayrıştırılmıyor. Birinin uzun vadeli bir programı içerdiği, diğerinin ise kısa vadeli politik atılım veya geri çekilmeleri içerdiği doğru kavranamamaktadır.
Cumhurbaşkanlığı seçimi ile düzeni meşrulaştırma seçimi boykot et !
Türk devletinin en üst temsilcisini belirlemek için, 10 ağustos 2014 tarihinde yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimi, bir taraftan egemen kliklerin temsilcisi oldukları sermaye gruplarının çıkarlarına kullanmak iken, diğer yandan da düzenin devamlılığını sağlamaya yönelik bir oyundur. Bundandır ki, mevcut düzen partileri devletin bekasını “güçlendirmek” için yalan ve yanlış bilgilerle halkı maniple ederek bu sürece dahil etmek için bizleri bu oyunun bir tarafı yapmayı hedeflemektedirler.
Pastırmacıyan ailesinin kaderi / Ragıp ZARAKOLU
Erivan. Anadolu’da Ermeni devrimci gerilla hareketi, Zeytun, Sason, Van, Şebinkarahisar gibi yörelerin kırsalında, 1890’ların ilk yarısında başladı. Amaç, esas olarak öz savunma, Ermeni köylerinin çeşitli aşiretler tarafından yağmalanmasının önüne geçilmesi, 1877 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında yerinden yurdundan edilen Ermeni köylülerinin geri dönmesinin sağlanması idi.
Halifeden bozma başkan adayı yeni Mustafa Kemal mi ?
Cumhurbaşkanlığı için AKP’nin adayı uzun ve bıktırıcı bir tartışmanın sonunda “nihayet” açıklandı. 1 Temmuz’da şaşaalı bir toplantıyla T. Erdoğan aday olarak ilan edildi. Yani Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı için kendisini tercih etti diyebiliriz.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine dair... Doğru politika boykot politikasıdır.
Son dönemde özellikle ulusal baskıya karşı verilen mücadelenin yarattığı devrimci-demokratik mevzileri sahiplenme, bu mevzileri güçlendirme anlayışıyla hareket ettiğimiz malum. Bu yönelime uygun olarak “yeni” türden örgütlenmelerin içinde de yer alarak egemenler karşısında etkin bir muhalefet oluşturmanın gerekliliğini de savunduk. Bundan vazgeçmiş değiliz. Bilakis, bu alandaki eksikliklerimizin giderilmesi gerektiğine daha çok dikkat çekiyoruz. Bu dönem içindeki seçimlerde bu yönelimimizin gereğini yerine getirmeye özel dikkat gösterdik. Eksikliklerimizin yoğunluğu bu gerçeği değiştirmez.
Ağarlar ve Veli Küçükler dışarıda, Sarp Kuray zindanda
Devlet cezaevine kapattığı evlatlarıyla sulh yaptı ve hepsini salıverdi. Mehmet Ağarlar ve Veli Küçükler şimdi dışarıda ama Sarp Kuray yıllardır zindanda. Eli kanlı katiller ortalıkta cirit atıyor, Sarp Kuray ise F tipi zindanın çarmıhında çürütülüyor. Sadece Sarp Kuray değil, her siyasi görüşten binlerce siyasi tutsak yıllardır, on yıllardır mezar evlerinin karanlığında tutuluyorlar.
Tamer Çilingir : Pontos'un son Partizanı:Eleni Çavuş
Son partizan, bir kadındı… Silahlar bırakılmış, mübadeleye uygun olarak sürgün başlamış, bütün Karadeniz’de kendini Rum olarak ifade edenler çoktan gitmişlerdi… Sadece bir partizan, sadece bir kadın terketmedi, 3 bin yıllık topraklarını…
Sadece o kalmıştı koca Karadeniz’de “Ben Rumum, ne aslımı inkar edeceğim ne de gideceğim vatanımdan” diyen… 1924 yılının Aralık ayında son çatışma haberi geldi Nebyan’dan (Bafra)… Yüzlerce askerin kuşattığı bir mağarada günlerce direnen “Eleni Çavuş adlı Pontoslu Rum Partizan ölü olarak ele” geçirilmişti.