Sivas katliamı o gün, orada bitmedi!
“Etiam sanato vulnere cicatrix manet.”[1]
“Ya Allah, bismillah, allahuekber!”
Dışarıdaki kalabalık giderek büyüyor. İnsanın üzerine doğru yuvarlanan şom bir çığ gibi... İçeridekiler sıkışmış kalmış, çaresiz... Madımak oteli alev alev. İçeriden çığlıklar yükseliyor, oteli kuşatan çember sakallı kalabalıkta ise bir neşeli esriklik hâli... Elebaşlarından “Tekbiiir!” komutu geldikçe bir ağızdan coşkuyla haykırıyorlar: “Allaaa-huekber!” Kurbanların tapınağa tıkabasa doldurulup dumanları aç ilahlarını teskin etsin diye topluca yakıldığı bir pagan ayini sanki... Yaptıklarının “ibadet” olduğundan ve sırf bu amelleri nedeniyle cenneti garantilediklerinden o kadar eminler ki...
İkisi otel görevlisi, otuzbeş canın kimi kömürleşmiş, kimi karbonmonoksitten zehirlenmiş bedenleri, otelin kararmış iskeleti dahi yatıştıramadı kana susamışlıklarını. O cehennemden canlarını askerlerin, polislerin kayıtsız namevcudiyetinde, yalnızca birbirlerine tutunarak kurtarabilenlere saldırdılar. Ellerine geçse, lime lime edeceklerdi – otelin penceresinden uzatılan itfaiyenin merdivenine can havliyle tutunan Aziz Nesin’i bir itfaiye eri ortalarına fırlattığında, leş kargaları oldular, üşüştüler üstüne. Nesin’in ellerinden sağ kurtulabilmesi, tanrısız bir mucizedir...
Madımak katliamı o gün, orada bitmedi... Günlerce, haftalarca, aylarca, yıllarca sürdü...
“Olaylarda ağır tahrik var,” dedi biri. “Polisi halkla karşı karşıya getirmeyin!” O, dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’di...
“Ne mutlu ki olaya kaatılan hiçbir vatandaşımızın burnu kanamadı,” diye sevindi bir başkası. O, dönemin başbakanı Tansu Çiller’di...
“Endişelenmeyin, güvenlik güçleri olay yerine intikal etmek üzere,” diye avuttu biri, sonra da atom santralını açma törenine devam etti. O, dönemin başbakan yardımcısı Erdal İnönü’ydü...
“Abartmaya gerek yok, bu kadar kişi futbol maçında da ölebilir,” diye kostaklandı bir başkası. O, dönemin anamuhalefet partisi lideri, Mesut Yılmaz’dı...
“Müdahale etmeyin,” emrini verdi bir yetkili. O, dönemin Sivas emniyet müdürü Doğukan Öner’di...
“Oteli otel sahibi kundakladı,” buyurdu bir başka yetkili. O, dönemin içişleri bakanı Mehmet Gazioğlu’ydu.
“Kurtarmayın onu!” emrini verdi bir başkası, Aziz Nesin itfaiye aracına alınırken. O, Refah Partili belediye meclis üyesi, Cafer Çakmak’tı... Ve rivayet olunur ki, “galeyana gelmiş Müslümanları” yatıştırmak için eline aldığı megafondan, “Gazanız mübarek olsun!” diye seslenmişti kan kokusu almış kurt sürüsüne...
Biri sanıkların gönüllü avukatlığını üstlendi. O dönemin Refah Partili Adalet Bakanı Şevket Kazan’dı...[2]
Sonra başkaları... önce Sivas katliamı faillerinin avukatı oldular, sonra da AKP’den milletvekili seçilip meclise girdiler, yasalar yaptılar. Onlar Celal Mümtaz Akıncı, Hayati Yazıcı (devlet bakanı oldu), Haydar Kemal Kurt, Zeyid Aslan, Hüsnü Tuna, Ali Aşlık, Halil Ürün, İbrahim Hakkı Aşkar, Bülent Tüfekçi, Mehmet Ali Bulut’tu. Ya da başkaları AKP’den belediye başkanı, il başkanı filan oldular...
Dedim ya, Sivas katliamı o gün, orada bitmedi...
Birileri, üslendikleri gazete köşelerinden, ekranlardaki programlarından, olan bitenlerden Aziz Nesin’i ve Sivas yakılmışlarını sorumlu tuttu.
“Aziz Nesin’in bir süreden beri yaptığı konuşmaların büyük çoğunluğumuzca hoş karşılanmadığı muhakkak,” dedi biri. O, Altan Öymen’di (Milliyet, 4 Temmuz 1993)...
“Önce Aziz Nesin’e artık bir ‘dur’ demek gerekiyor,” dedi bir başkası. O, Yalçın Doğan’dı (Milliyet, 4 Temmuz 1993)...
“Olayların tetiği Aziz Nesin’in provokasyonu ile çekiliyor,” diye buyurdu bir diyeri. O, Cengiz Çandar’dı (Sabah, 4 Temmuz 1993)...
“’Düşünce hürriyeti’ etiketi altında gereksiz tahrikler yapan, en gelişmiş demokrasilerde bile provokasyon olarak kabul edilebilecek davranışlarda bulunan kimseler, Sivas’ta ortaya çıkan bu sonucu dikkatle değerlendirmek zorundadır”, diye ahkam kesti bir başkası. “ ‘Şeriat ayaklandı’ deyip işin içinden çıkmak isteyenler, o gün neden yeşil bayrak değil de Türk bayrağı taşındığının ciddi bir tahlilini yapmaklıdır.” O, Ertuğrul Özkök’tü (Hürriyet, 4 Temmuz 1993)...
“Anaakım medya”da hava böyleyse, İslâmcı basına bakmak gerekli mi? Bakmayalım...
Hayır, Sivas katliamı o gün, orada bitmedi...
Sonra bir yılan hikâyesine dönüştü... Hukuk sisteminin dehlizlerinde, kıvrıla kıvrıla bir ileri bir geri, yol alırmış gibi yapan bir yılanın bildik öyküsü. Bütün “adalet arayışlarımız”ın eninde sonunda dönüştürüldüğü, adına “yüce Türk adaleti” denilen kara komedi...
Bir bozulduğunda idam, bir bozulduğunda beraatle sonuçlanan davalar... Tahliye edilen, firar eden, dosyaları kaybedilen sanıklar... Ve artık Türk mahkemelerinden adalet beklemeyecek kadar tecrübeli, ama her duruşmada adliye önünde adalet beklentisini haykıracak kadar umuda tutkun bizlerin gözlerinin içine baka baka verilen o “zamanaşımı” hükmü...
Zamanaşımı kararını, “milletimiz için hayırlı olsun” diye karşıladı biri... O, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’dı...
* * *
Şimdi biri miting meydanlarında Kur’an sallayarak siyasal muarızlarını Zerdüştîlikle, dine-imana ihanetle, müşriklikle, ateistlikle, Taksim’i “kabe” saymakla, müminlere eziyet etmekle suçluyor... Bu memlekette Sivas (ya da Çorum, veya Maraş) hiç yaşanmamış gibi... Umalım ve dileyelim ki o gün canlarımız çıra gibi yanarken o cehennemde cennetten yer garantilediklerine sevinen güruhlar, bir kez daha “durumdan vazife çıkarmasın”...
Dedim ya, Sivas katliamı o gün, orada bitmedi!
18 Mayıs 2015 09:57, Ankara.
N O T L A R
[*] Sancı Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi, No:3, Haziran-Temmuz 2015…
[1] “Yara kapansa da izi kalır.”
[2] Bilgiler Veysel Dinçer’in, “Hâlâ Katliam Diyemeyenlere İnat 33 Maddede Sivas Katliamı” başlıklı yazısından alınmıştır. http://listelist.com/sivas-katliami-nedir/
Sibel Özbudun
1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;
1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.
Son Haberler
Sayfalar
Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -2-
Son yıllarda, emperyalist savaş tehlikesinin zemininin güçlenmesine paralel, dünya genelinde ırkçı hareketlerin ve partilerin dikkat çekici boyutta güçlendiğine vurgu yapmış, bu yükselişin, sadece belirli demografik gruplarla sınırlı kalmadığını, kadınları da içine aldığını gördüğümüzü ifade etmiştik.
Peki, kadınlar neden bu tür hareketlere katılıyor? Bu sorunun yanıtı, birçok faktörün karmaşık bir birleşiminde yatıyor.
Faşizmin Yüzünü Örten Çirkin Bir Maske (Nubar Ozanyan)
İttihatçı Türk kompradorları, ekonomik-mali-siyasal krizden bir türlü kurtulamıyor. Faşizmi maskeleyen kaba uydurma parlamentoyla bile ülkeyi yönetemiyor. Zorbalık her taraftan fışkırıyor. Kötülük ve çirkinlik her yerde bütün utancıyla görülüyor. Dağda, köyde, sokakta Kürt ve emekçi kanı dökmekten çekinmeyenler dünyanın gözü ve kulağının üzerinde olduğu parlamentoda bile Kürt kadın parlamenterin kanını dökmekten çekinmiyor. Zorbalık, pervasızlık, yasa, hukuk tanımamazlık ayyuka çıkmış, had safhaya ulaşmıştır.
Emperyalist haydutlar, 3.Dünya savaşı hazırlıklarını yoğunlaştırmakla meşgul…
Bazı sol-sosyalist ve kendilerini komünist addeden kesimler hâlâ (evet, hâlâ) bir 3. Dünya Savaşı çıkacak mı çıkmayacak mı ve keza “süreci belirleyen esas etmen savaş mı devrim mi?” ikilemi girdabında, adeta miskince bir fikirsel jimnastik rehavetiyle, sorunu ele almaya devam ede dursunlar; fakat süreç, maalesef ki hem de çok hızlı bir şekilde, o istenmeyen malûm sona doğru ilerliyor.
Fakir (Nubar Ozanyan)
Yaşamı boyunca hep yokluk ve fakirlik içinde yaşadı. Bundandır ki arkadaşları ona “Fakir’’ dedi. Ne zaman biraz dünya nimetlerine yakın olan olanaklara sahip olsa o yine fakir yaşamından ayrılmadı. Yaşamı fakir, bilinç ve yüreği zengin olan Nubar Ozanyan en alttakilerin, yoksulların, mazlumların yoldaşı olmaktan bir an olsun geri durmadı.
Servet Vergisi ve Sermayenin Olmayan Vijdanı
Bugünlerde de toplumsal eşitsizlik sermayenin birikimine ve merkezileşmesine koşut olarak artınca, zenginlerden servet vergisi alınmasını dilendirenlerde çoğalmaya başladı.[1] Servet vergisi, toplumsal servetin belli ellerde birikmesinden bu yana ara sıra gündeme getiriliyor. Zaman zaman kısmen de uygulanmıştır. Örneğin savaş dönemlerinde vb. Yine ABD'de, 1960'larda 400 zenginden %53 oranında vergi alınmıştır.
Inger Nubar Can, Hewal Nubar, Nubar Yoldaş’a!
Halen pek çoğumuzun inanmak istemediği Nubar Ozanyan’ın ölümsüzleşmesinin 7. yılında, onu bir kez daha saygı ve sevgi ile anarken, şehadetinin yıldönümünde onu anlatmak da bizim için en zor yazılardan olacaktır.
Rusya / Ukrayna Savaşında Yeni Bir Aşama
Savaşın Rus topraklarına doğru genişlemesi Ukrayna'daki savaşın yeni bir aşamaya geçmesi anlamına geliyor.
6 Ağustos Salı gününden bu yana Ukrayna birlikleri Rusya sınırını geçerek Rusya'daki savaşta yeni bir cephe açtı. En az üç Ukrayna tugayı ve çeşitli taburlar savaşa dahil oldu ve ilerleme Rus topraklarının yaklaşık 30 kilometre içine kadar ulaştı. Bu, savaşın yeni bir aşamasının başlangıcına ve dünya savaşı tehdidinin önemli ölçüde yoğunlaşmasına işaret ediyor.
İKTİDARIN BÜYÜK YALANI: “HİÇ KİMSENİN YAŞAM TARZINA KARIŞMIYORUZ.”
Genel olarak tüm siyasal İslamcıların, ama özel olarak da İslamo-faşist Erdoğan ve iktidarının, başvurduğu en kullanışlı “idare etme” araçlarının ilk sırasında hiç kuşkusuz ki dinlerince de serbest sayılan takiyedir. Yani amaçlananı gerçekleştirebilmek için, gözünü dahi kırpmadan YALAN SÖYLEMEKTİR.
Belliki sol-sosyalist eski nostaljik söylemlerin tekrarı bugün artık kitlelerde herhangi bir karşılık bulmuyor!
Geçenlerde, “dini bütün” olarak tabir edilen kesimlerden bir ahbabımla, “ne olacak bu memleketin hali” kıvamında sohbetteyken, şöylesi bir cümle kurmuştu: “Abi benim anlamadığım, bunca açlık, yoksulluk, işsizlik ve zulüm varken, yani koşullar aslında tam da siz devrimci solcuların kolayca taban bulmanıza ve kitleleri harekete geçirmenize ve hatta devrim bile yapmanıza bunca uygunken; bu derece atıl ve etkisiz olmanız, sence normal mi?”
KADINLARIN BİRLİĞİ | Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -1-
Emperyalistler arası çelişkiler derinleştikçe, ekonomik kriz ağırlaştıkça vb. bu sistemin sarıldığı en temel dayanaklardan birinin ırkçılık-faşizm olduğunu biliyoruz. Zira bunun, sistemin alametifarikalarından biri olduğunu birçok -acı- deneyimiyle elbette biliyoruz. Şu anda yine tam da böyle zamanlardan geçtiğimizi söylüyoruz. Bu tehlikeye dair önlemler almaktan bahsediyoruz, özellikle Avrupa’da ırkçı partilerin yükselişini izlerken, Avrupa Parlamentosu’ndan çeşitli Avrupa ülkelerinin kendi seçimlerine odaklarımızı çeviriyoruz vs.