Cuma Ocak 10, 2025

Sürüklenme (Ergün Arslan'in elestiri ve felsefe yöntemi)

Marksist bilim bize, bilimsel yöntemlerin en sonunda insan ilişkileri içinde geçerli olduğu tanıtladı. Bu bilimsel yöntem –Diyalektik Materyalizm-  insanlık tarihine uygulanınca, onunda yasalarını netlikle açığa çıkardı. Bu netliği sağlayan şey ise toplumların-ilkel, köleci, feodal, burjuva olarak-  üretici güçlerinin gelişmesi düzeyidir. Marksizm’de bu üretici güçlerin ürünüdür. Sevgili Ergün’ünde(Ergün Arslan adlı yazarın Gelecek /bir perdelik piyes adlı yazısı1) belirttiği üzere Marx’ta, Lenin’de,  bu üretici güçlerin gelişmesi ile ve bu gelişme sonucunda, sınıf savaşının keskinleştiği koşulların ürünüdürler. Ancak kendilerini diğer düşünür ve devrimcilerden ayıran temel fark ‘dünyayı anlama ve değiştirme’ de kullandıkları yöntemin farkındalığıdır. Bu farkındalık ‘nesnel koşulların’ kavranmasında ve onun değiştirilmesindeki başarının da anahtarıdır. Bu anahtarın, günümüz aydınları ve devrimcileri açısından kavranması da bir sorun olarak güncelliğini korumaktadır. Marksizm üzerine düşünmenin, kendisinin Marksizm sanılması gibi bir yanılsamanın genel bir çerçeve oluşturması nedeni ile yöntemin bilgi yığınları içerisinden kurtarılması da gerekmektedir. Bilimsel yöntemde ki bu sapma nedeniyle, Hem kendi tarihini hem de sınıf savaşımının kendine özgü yapısını açıklamada ölçülebilir, hesaplanabilir, ispatlanabilir, genel kabul gören bir anlayış olmasını gerektirir. Eğer bu ispatlama gerçekleşmiyor ise bilimsel yönden sapılmış olunur. Bu yazının amacı; Türkiye devrimci pratiğinde kimi düşülen hataların kavranmasında bir damla olması isteği ile ideolojik olarak ta polemik yaratmaktır.

Diyalektik Materyalizm yönteminin kavranması dünyanın, olayların, olguların açıklanmasının en gelişmiş yöntemidir. Yaşadığımız dünyanın çelişkilerini çözecek donanıma, bilgiye, gelişmeye, itme ve çekmeye sahip, bağımlı ilişkileri tanımlama süreçlerini eksiksiz açıklayabilen bu yöntemin kavranması da yerel de ülkemizin tarihini, genelde dünyanın tarihini, ya da hangi bilimsel alanda ilgileniyor isek onun tarihini kavramamızı sağlamaktadır.  Eğer bilimsel konularda –herhangi bir alanda- mantıksal çıkarsamalar her ne kadar mantıkça uygun gibi görünürse görünsün su götürmez şekilde sayısal hesaplamalar ve onlar arasındaki ilişkilerin de açıklanması gerekir.

 Yani ne tek başına sayısal veriler olarak nede tek başına mantıksal açıklamalar –genel doğrunun parçalarını oluşturmakla birlikte- bütünü tek başına açıklayamazlar. Sadece ölçüm ve hesaplamaları yapılmış olan bir kara parçasının değerlerini, herhangi başka bir biçime sokmadan kâğıt üzerine yazmamız onu nasıl harita yapmaz ise, elimizle çizdiğimiz bir kara parçasının kâğıt üzerindeki görünümü de hesaplamadan bir harita olarak değerlendirilemez. Yani var olan şeyin ölçülmesi, onu sınırlayan(kâğıdın boyutu mesela),etkileyen(kâğıdın ısı etkisindeki genleşme ve daralması mesela),kullanılan ölçme aletlerinin hata miktarlarının(klasik bir nivonun +-2 mm hata yapması mesela)  vb. etkileyen etkilenen diyalektik bağlarının da kavranması ile nesnel sonuçlara ulaşılabilir. Bu bilimin hangi dalında olursa olsun kullanılan araç, yöntem ve kavramlarında tarihini içerir. Nivo dendiğinde, kendi tarihi hakkında da bilgi içerir. Tarihsel bir üründür. Onu benzer ölçme aletlerinden ayırt eden özelliği de tarihsel gelişme ve ilerlemesini de belirli bir ihtiyacın varlığını da, bu nedenle üretici güçlerin varlığını da ve o üretici güçlerin tarihini de açıklamak gerekliliğini doğurur. Marks ve Engels Diyalektik Yöntemi doğaya ve tarihe uyguladıklarında her somut varlığın birbirleriyle olan bağlarını ortaya koyarken, onları diğerlerinden ayırt eden şeyleri de incelemişler. Bu nedenle, benzer özellik taşıyan şeyler arasındaki farkların sebeplerini de araştırmışlardır. Kendi kullandıkları kavramlarında tarihselliğini de açıklamışlardır.

Felsefe ya da matematik vb. hangi bilimle uğraşmışlar ise onların tarihsel gelişmesini de açıklamışlardır. Diyalektik yöntemin gelişmesini de, bilinci oluşturan maddi dünyayı da, bunun felsefe dünyasındaki tarihsel evrimini de açıklayarak tam erişkin bir bilimi bizlere sunmuşlardır. Bu bilimi kavramamız ne kadar güçlü olursa somut dünyaya etkisi de o oranda güçlü olacaktır.

Bay Ergün Arslan yukarıda adı geçen yazısında şöyle demektedir: 

-Kapitalizmin sayesinde var olan ara sınıfın güzelliği karşısında büyülenmiş gibi. … 

-Kim demiş Marks' ın, Lenin' in devrimci düşüncelerinin olgunlaşmasına  Avrupa' nın  özgür düşünceye saygı göstermesi diye. Tam tersine Marksın Leninin devrimci düşüncelerinin olgunlaşmasına   Avrupa' daki  işçi sınıfının mücadelesinin katkısı   olduğunu artık herkes bilmekte.  …

-Göçmen işçi:…

- Aşık mı oluyorum ne. Bilmez mi ki Şehirleşmiş sosyoloji: Şehirlerdeki üretici güçlerin gelişmesi, kırlardaki oluşan artık iş gücünün şehirlere yönelmesi, eskiye nazaran daha hızlı gerçekleşmeye başlamıştır derken kapitalizmin üretim ilişkisini memlekette egemen hale getirdiğini, egemen hale getirmekle de artık  bir takım ara sınıflarında  yok olduğunu, devriminde niteliğinin değiştiğini kabullenmiş olduğunu bilmez mi ki bana hale aşk nağmeleri söyler. …(Bu yazılar, sürüklenmenin itirafı niteliğindedir)

Tüm bu metinde geçen kavramlar içinde geçerli olan bu tarihsellik kavranmazsa; olan ve olacak olan şeyde, her şeyi birbirine eşitlemek ‘çözüm’ gibi görünür. Şeyleri birbirine eşitlerken nitelik ve nicelik farkları ile o şeylerden açığa çıkan unsurlara dikkat etmez isek yöntemimiz sakat olur. Marks’ında, Lenin’de,  Kapitalizminde, Avrupa’daki işçi sınıfının da, göçmen işçinin de, aşkında, şehrinde, egemenliğinde devriminde değişiminde tarihsel gelişmenin ürünü olduğunu unuturuz. Ve geçmişteki belli yaşanmışlıkların belli varoluşların belli etkilerin belli tepkilerin varoluşlarını da veya olmamışlıklarını açıklayamayız. 

Üretim biçimi bunun yegâne açıklanma biçimidir. Bugün şeylerin –metanın, ürünün, insanın, kültürün en geniş anlamda bilginin- somut durumlarını ve ilişkilerini açıklamak istiyorsak; şeylerin her yerde aynı gelişme seviyesine ulaşmamış olmasını da açıklayabilmeliyiz. Eğer dünya belli bir durgunlukta, tek yönlü hareketin ürünü olsa idi her şey donardı. Hareket de dâhil olmak üzere. Yaşadığımız dünyanın diyalektik gerçekliği bize hareketi tanıtlıyor. Her şey hareket ediyor, her şey değişiyor, her şey her an birbirleriyle birleşiyor ayrılıyor parçalanıyor tekrar başka yerde birleşiyor ve parçalanıyor. Bu sonsuz diyalektik hareketin açıklanması ihtiyacı üretim biçiminden doğmuştur. Doğal olarak bu kavramlarda üretim biçimlerinin gelişmesini içerir. Ancak bu gelişim her yerde sabit durağan bir seyir içermediği için nitelediği de anlamı da değişir. Kapitalizm dediğimizde en net olarak gelişmiş olduğu, belirgin olduğu, niteliklerinin, tüm çelişkilerinin açığa çıktığı koşullarda incelenmesini koşullar. Bu onun en net tarifidir.

Bu net tarif iki sınıfın en belirgin şekilde açığa çıkmasını da bunların karşı karşıya gelmelerini de, hangi koşullarda hangi nitelik ve nicelikte hangi ayırt edici özelliklerde ve sınırlılıklar da karşılaştıklarını da koşullar ve bu koşulların her yerde aynı anda gerçekleşmemişliğini de kendi içinde arar. Bu sınıflar nereden geldi? Nerde doğdu? Hangi yolları geçti? Nelerden etkilendi, neleri etkiledi? Marks bu şeyleri ve ilişkilerini inceleyerek açıklamıştır. Kapitalizmin neden en belirgin olarak İngiltere de doğduğunu onun tarihini inceleyerek açıklamıştır. Kapitalizmin ön şartı olarak şehri değil kırı ve kırsal alandaki eski üretim biçimindeki-feodal ilişkileri, mülkiyetin feodal niteliğini- hangi çelişkilerin varlığından, o çelişkilerin gelişmesinden, eski üretim ilişkilerinin yadsınmasından, bu yadsımanın nasıl gerçekleştiğinin açıklanmasından başka bir amaç içermiyordu. Üretici güçlerin tüm dünyada aynı anda aynı gelişmişlik düzeyine ulaşmamasını ilkel toplumdan yola çıkarak, ilkel toplumun üretim ilişkilerini-mülkiyetin varlığını ya da yokluğunu- birbirleriyle ve doğa olan ilişkisiyle açıklamıştır. Çünkü doğa maddi dünyanın hareketlerinin gerçekleştiği yerdir. Marks’ı ve diğer Materyalistleri onlardan ayıran en önemli şey, görgücülükten bilimsel ispata giden yolun kendisidir. Çelişkinin önce hareketten doğduğunun açıklanmasına, hareketin yok edilemezliğine, hareketin niteliklerine, niteliklerin dönüşümlerine varan teorilerini çeşitli bilim dallarının varlığı ile o bilim dallarının hangi maddi koşullardan doğduğunu ise üretici güçlerin gelişmesinde buldu. Eski çağların, materyalistlerinin, düşüncelerinin, neden diyalektiği ayakları üzerine dikemediğini buradan açıkladı. Çünkü savunulan düşüncelerin hareketlerin görünmesinden çok ölçülmesi de gerekiyordu. Bilimsel araştırmalar, her hareketi, her özelleşmiş bilgiyi derinleştirdikçe daha da gelişmekteydi. Onu diğer yöntemlerden ayıran temel özellik bağlantılar kurabilmesi ve bağlantıların bağlantıda olanlar üzerindeki etkisinin su götürmez şekilde sayısal verilerle felsefi düşünme ile bütünleyerek açıklayabilmesindedir. Bugün Marks dediğimizde aklımıza gelmesi gereken şey; ilk iş bölümünün de ürünü olan ve içeren isimden de bahsetmiş olduğumuzdur. İngiltere ile Türkiye’yi kavramsal olarak ayıran şey işte bu tarihsel gelişme farklılıklarıdır. Çünkü tarihlerindeki olayların farklı olmasını sağlayan şey üretici güçlerindeki nicelik ve nitelik farklılıklarından kaynaklanmaktadır. Bugün kapitalizm dediğimizde genel bir üretim biçimini anlıyoruz. Ancak her yerde aynı koşullardan doğmamış olması nitelik farklarını da doğuracaktır. Doğal olarak aynı üretim biçimi farklı tarihsel koşullar yüzünden farklılıklarda içerecektir. Bu nedenden dolayı kapitalizmin belli bir coğrafyadaki üretici güçlerini genel nitelemesini doğrularken özel niteliğini başka biçimde ifade etmesi gerekir. Bunun için Türkiye kapitalizmi demek coğrafyayı işaret ederken niteliğini bize hale söyleyemez. Suskundur kavram. O kavramı konuşturmak ta gerekecektir artık. İşte bu konuşturma tarihsel süreçleri incelemeden yapılırsa elde edeceğimiz sonuçta şablonculuk, ezbercilik, ithalatçılık olacaktır. Komprador, tekelci, çarpık vb. gibi kapitalist nitelemelerin kapitalizmin yereldeki özel niteliğini anlayabilmemiz için bu nitelemelerin hangi üretim ilişkilerinin üzerinden yükseldiğini de anlatması gerekir. Şöyle ki;

“Bizim tüm iktisadi, siyasal ve entelektüel evrimimizin, köleliğin genel olarak kabul edilmiş bulunduğu ölçüde zorunlu da olduğu bir durumu önkoşul olarak koştuğunu hiçbir zaman unutmamalıyız. Bu anlamda, şöyle diyebiliriz: eski kölelik olmasaydı, modern sosyalizm olmazdı” .2( Dünyanın herhangi bir yerinde yaşanmışlığından değil kendi coğrafyasındaki yaşanmışlığından bahsediyor)

Biz bunu kapitalizm içinde söylenmiş olarak kabul etmeliyiz. Eğer Coğrafyamız için özel anlamda kapitalizm nitelemesinde bulunuyorsak tarihimiz içinde de kölelik çağını bulmak zorundayız. Eğer kölelik çağını belirgin hakim bir toplumsal formasyon olarak yaşamamış ise hem üretici güçlerini hem de üretim ilişkilerini geliştirememiştir, geriden yürüyordur demek zorundayız. Eski kapalı feodal üretimi, mülkiyet ilişkilerini ve iş bölümünü oluşturmamış bir toplumun üzerinden yükseliyorsak kapitalizmimizde o oranda geliş(me)miş olacaktır. Bunun tanımlaması da özel terimler içerecektir. Çünkü oda üretici güçleri anlatmak zorundadır.

. Evet, kavramımız-kapitalizm- hangi özelliklerimizi anlatacaktır. Tekelci dersek tarihsel formasyonların tamamının da benzer ülkelerdeki gibi geliştiğini söylemek zorundayız. Her çağ için hem bir Kant, hem bir Hegel, hem bir Aristo, hem bir ölçme aleti, hem bir üretici sınıflar, hem bu sınıfların savaşını, oluşturduğu kültürü, bilimi ve sanayiyi de tarihten çıkarıp önümüze koymakla mükellef oluruz. Eğer çarpık ile niteleyeceksek bu çarpıklığın belirsizliğini de açıklamakla mükellefiz. Eğer komprador diyecekseniz onun içinde yapmak zorundayız.

Ben bir Maoist olarak bir tarafım. Kapitalizmin nitelemeleri içinde ülkemiz üretim ilişkilerinden doğan kapitalist sınıfın somut niteliğini en belirgin olarak sınırlarını, geçmişini ve geleceğini de anlatması gerektiğinden dolayı komprador kelimesi, geçerliliğini korumaktadır diye düşünmekteyim. Neden?

-Tarihini anlatıyor olması(Çin tarihinde olduğu gibi en eski üretim biçimleri yüzyıllar boyunca yan yana yürüdü, biri başat olmak üzere. Bu tarihsel süreç Anadolu tarihine de benzemektedir. Mülkiyeti sağlam bir zemine oturtamamış bir ülkeden, mülkiyeti yıkacak güçlerin doğmasını beklemek? Ne ahmakça!)

-Günümüzdeki sınıflarla olan ilişkilerini anlatması (emperyalizmle olan bağımlılık ilişkisini, toprak ağaları ilen ittifak ve çatışmanın ifadesini, İşçi sınıfı ve tüm sınıflardaki bilincin seviyesini anlatması-üretici güçlerin gelişme düzeyini anlatması)

-Geleceğini anlatması(kendi içerisinden bir kapitalist burjuva sınıfı yaratamayacağını ifade etmesi, yani kısır bir sınıf olmasını anlatması)

İşte bu sebeplerden ötürü komprador burjuvaziyi düşman sınıf olarak hedefe koyarken neyi inşa etmemiz gerektiğini de söylemektedir. MÜLKİYETİ. Geçmişten süre gelen ve hala etkisini sürdüren geri üretim ilişkilerinin mülkiyet anlayışının tasfiye edilmesini, kapitalist hâkim üretim biçiminin tüm sacayaklarının oluşturulması gerekmektedir. Demokratik Halk Devrimi; 

Proletarya(motor güç) ve Köylüler(kapitalist burjuvayı oluşturacak sermayeyi yaratacak olan güç),

Küçük burjuvazi, orta burjuvazinin sol kanadı(kapitalist burjuva buradan doğacak) öncülüğünde sosyalist Mülkiyet ilişkilerini değil Kapitalist mülkiyet ilişkilerini Maoist Parti önderliğinde kurmak demektir. Eğer sosyalizm sloganı geniş halk kitlelerin kendi sloganı değil de bizim ağzımızdaki sakız ise bunun sebebi işte bu tarihsel gerçekliktir. Sloganımız Kapitalist Mülkiyetin İnşasıdır. İşte İbrahim’in ülkemiz özgülündeki diyalektik Materyalist yöntemle tespit ettiği gerçeklik budur.(Eşyanın bağımlılık ilişkilerindeki davranışları ile yeni oluşacak etkilerin o şeylerdeki etkisinin kavranması gerekir. Geriye mi evrilir, ileriye mi?)

Tarihsel olarak mülkiyet ilişkilerinin rayına oturtulması, içinden doğacak ilişkilerinde ön koşulunu oluşturmasından ötürüdür. Zorunludur. O ilişkiler ne kadar sağlam ise o kadar sağlam bir zeminde oluşmuş olacaktır. Bu ülkeye genel anlamda kapitalist demek onun tüm öznelerini açıklayamaz. Açıklayamadığı gibi perspektif belirlemede de rehber olamaz. Bir toplumsal formasyonu (üretim ilişkilerini) hangi üretim biçiminde gerçekleşiyor olursa olsun sağlamlığını belirleyen şey o formasyondaki üretim ilişkilerinin gelişmişliği belirler. Ülkemiz iktisadi formasyonların herhangi bir türünü-köleci, feodal, kapitalist- tarih boyunca en keskin koşullarda ve o formasyonun zıt kutuplarının açık ve net olarak karşı karşıya gelmemiş olması tüm eski üretim biçiminin –biri başat olmak üzere-yan yana uzun sürelerde yaşamasına sebep olmuştur. Bugün kitlelerin sloganı ‘mülkiyet’tir, sosyalizm değil. Sosyalizm sadece ilerici devrimci ve komünistlerin kendi sloganı olarak yankılanmak öteye gidememektedir. Öznel düşüncenin maddi üretici sınıfların sloganı haline gelememesinin sebebi de budur.

“Şimdiye değin iktisat bilimi olarak elimizde bulunan şey, hemen tamamen kapitalist üretim biçiminin doğuşu ve gelişmesi ile sınırlıdır. Buda üretim ve değişimin feodal biçimlerinden arta kalanların eleştirisiyle başlar, bunların kapitalist biçimlerle değişmesi zorunluluğunu gösterir.”3 işte bu zorunluluk bizi-her ne kadar kapitalist üretim, hâkim üretim biçimi olursa olsun- Demokratik Halk devrimine götürür.

Eski üretim biçimlerinin alttan alttan sürdüğünü nasıl anlayabiliriz?

Birincisi; var olan şeyleri incelemeye başlayıp uzmanlaşmaya başladığımızda. O işin üretim biçiminden doğan en uç sınırına vardığımızda. Ve üretim biçiminin kavramsal sınırı ile kendi ülkemizin üretim biçiminin gelişmişlik düzeyi arasındaki farkı gördüğümüzde. Ülkemizde kavram olarak var olan iş ve becerilerin gelişmesini de üretim biçiminin çizdiği sınırlarla sınırlı olması, o iş ve becerilerin(genel olarak iş bölümünün)  yetkinliğini belirler. Şöyle ki bir ülkede iş bölümü ne kadar gelişmişse üretim ilişkileri de o kadar gelişmiş demektir.(burada iş ve becerilerdeki nicelik gözden kaçamamalı) Yâda tam tersi. Şeylerin niteliğini belirleyen şey işte budur. Marx ve Engels üretici güçleri birbirinden ayırt ederken bu farklardan yola çıktılar. Üretim de kullanılan araçların gelişmişliğine, neyin üzerinde ne üretildiğine, -kim kime kim neye sahip sorusuyla mülkiyete- bu üretim biçiminin doğurduğu sınıflara, bu üretim ilişkilerinin açığa çıkardığı diğer şeylerle olan bağına, içinde doğduğu şeyi yadsımasına, zıtlıklara ve zıtların savaşımına ulaşırken oda bir şeyde uzmanlaşmaktaydı. Matematik  Ve doğa bilimleri ile Tarihi buluşturması da Tarihsel Materyalizme ulaşmasını sağladı. 

Ülkemizde hangi iş ve beceriye bakarsak bakalım, hangi üretim sürecine bakarsak bakalım, durum bize tam bir ürün vermemektedir. Her şey noksandır, tamamlanmamıştır. Hem ruhumuz hem çevremiz ne varsa eksiktir sürekli. Yaptığımız işler, ürettiğimiz nesneler ve her şey. Neden? 

Az gelişmişlik mi? Az gelişmişlik az gelişmemenin sebebi olabilir mi? o bir sonuçtur. Neyin sonucudur? Bu soruyu cevaplayamıyorsak değiştirmek istediğimiz şeyi de tanımıyoruz demektir.

Mesela Tıp alanında bir alanında unvan sahibi bir kişiyi ela alalım: Bu kişi ortopedi doktoru olsun. Bu meslek sahibi kişi genel bir ortopedi doktorudur artık. Ancak gelişen üretici güçler bunu kendi işinde iş bölümüne zorlar. O artık bir kol, bir bacak, diz konusunda uzmanlaşmak zorundadır. bu üretici güçler geliştikçe daha da çatallanacaktır. İş bölümü de kendi içinde özelleşmeye devam edecektir. Ancak bu iş bölümü üretici güçlere ihtiyaç duyar. Üretici güçler bu araştırmaya, özelleşmeye ihtiyaç duymuyorsa onun iktisat için de değer üretmesini beklemek zorundayız. Ancak nitelik olarak var olması onu nicelik olarak ta ölçmeye zorlar. Ortopedi doktorumuza geri dönelim kendi alanında ne kadar yetkindir? İşte bu yetkinlik niceliğini belirleyen şey üretici güçlerin gelişmesinin de yansıması olacaktır.(Tek tek bireylerden değil genel olarak ortopedi doktorlarının nicel olarak gelişmişliğinden bahsediyorum)

Ülkemizdeki üretici güçlerin gelişmişlik düzeyi artık çocuk psikiyatrilerine, şehir plancılarına vd. lerine ihtiyaç duymasının sebebi de budur. Üretici güçler gelişiyor. Ancak eskinin yerine yerini koyarak değil, yanına koyarak gelişiyor. Bu nedenle tarımsal üretim için gerekli olan toprak mülkiyetinin gelişmemişliği, köyde doğacak olan, kapitalist sermayenin derelerinin az akmasını, aktığı bölgelerde büyük göller ve denizler yaratamamasını ve bu yüzden de iş bölümünün gelişmemesini(düşük bir hızda gelişmesini) sağlıyor. Adam gündüz elektrik kablosu döşüyor, akşam karo döşemeye gidiyor, eve gelince de komşunun evini badana yapıyor. Elinden her iş geliyor valla. Övünün o çok çalışkan adamla. Aynı çok hamarat hizmetkâr kadınlarla feodal bireyin övünmesi gibi. Elinden her iş geliyor nasıl olsa.

Bu bakış açısı  KP’mizde de övünç kaynağıydı değil mi? İş bölümünü geliştirememek, organları da geliştirememek demektir. Her ne kadar kitle olarak büyük görünürse görünsün bir balçık yığını gibi yere yapışması gün meselesidir artık. Özelleşmeyen yakıtını tüketene kadar yürütür mücadeleyi, Ama yakıt nerden gelmektedir. Üretim biçiminden. Örgütsel, düşünsel anlamda; eğer feodal üretim biçiminden ilkel komünal mülkiyete geçme denemeleri bırakılmazsa Okmeydanı bizim, Gazi bizim, Gülsuyu bizim vb. toprak ağası kafası, sınıf bilinciyle buluşmayı unutmalıdır. Onu mülkiyetinde görmesi kendi üretim biçiminden doğmaktadır. O mahallede, mahallede ona sahiptir artık. Alanda satanda memnunsa kendi küçük köyünde yaşamını cennet sayabilir. Hâkim olan üretici güçler o köye göz koyunca bir sille vurunca feodal üretim dağılır, üretim durur, çiğ köfte satmaya züğürt ağanın peşinden gider artık. 

Ama şehirdeki üretici güçler insanı bir şeyde tamamlamazsa, hep bir yanından tutar bırakır, tutar bırakır, tutar bırakır. Sürüklenip gide böylece. Sanır ki Ergün Bey, Göçmen işçi gibidir onunda bilinci. Bilinç farklarına tinsel, dinsel, kültürel gerilikte arar dururlar. Onunda maddi üretici güçlerden doğduğunu unutur.

Tarihsel bilgilerimizi yeniden gözden geçirmeliyiz. Yöntemin kavranması görgücülük olamaz. Bugün üretici güçlerin gelişmesi belli iş bölümlerini zorunlu kılmaktadır. Yukarda belirttiğim iş ve mesleklere ihtiyaç duymaktadır. Ancak bu iş bölümü gereği oluşan meslekler bile niteliklerinin zirvesine ulaşamamaktadır. Üretici güçlerin ihtiyacı oranında, akademisyen, profesör, doktor, mühendis, işçi, gündelikçi vd. Meslekler deki yetkinleşme üst sınırına hızlı bir şekilde yol alamıyorsa bundaki yavaş gelişmenin sebeplerini aramak ve bulmak zorundayız. Bunu somutladığımızda üretici güçlerin hem gelişmişliğini, hangi unsurlardan oluştuğunu, bu unsurlar arasındaki ilişkileri de anlamamız kolaylaşacaktır.

'Geleneksel' gibi görünen düşünceleri gelenekle eşitlemekteki hatamız, tüm çizgi türlerini de birbirlerine eşitlemek demektir. Bu yöntemle haritayı nasıl çizeceğiz. Hepsi çizgilerden oluşan farklı unsurları haritamıza nasıl gösterebiliriz? Bu bakış açısıyla kapitalist mülkiyet ilişkileri ile daha geriden gelen mülkiyet ilişkilerinde açıklayamayız. Hepsini tek şeyde eşitleriz. Bu Marksizm olabilir mi?

Bu ülkede toprak sorunu yoktur demek, kırsal alandaki ezilen üretici güçleri, komprador burjuvaların ve büyük toprak sahiplerinin politikalarının kucağına atmak demektir. Bu ülkede toprak sorunu yok demek şehirdeki birçok kişinin cebinde bulunan tapularını yok saymak demektir. Bu ülkede tarımsal üretimi sağlayan emekçi sınıfların toprak mülkiyeti sorunu yoktur demektir. Siz İstanbul’un kenarlarına serpiştirilmiş köylerdeki üretici güçlerin 2/b ile mülk sahibi olma çabalarını da yok sayıyorsunuz demekte olursunuz. Komprador burjuvazinin 2/b çalışmaları neticesinde köylülüğün cebinden alacağı yaklaşık olarak 2o milyar-40 miyar TL arasındaki parayı da görmemiş olursunuz. Bu ülkede toprak mülkiyeti sorunu yoktur demek, sizin vaatlerinizi aval aval dinlerken, hisseli tapusundaki hisseleri nasıl tek mülkiyete geçireceğini düşünen adamı da yalnız bırakmış oluyorsunuz demektir. Aynı zamanda Kadastro ve asliye hukuk mahkemesinde yığılmış olan on binlerce dosyayı da görmemiş olursunuz. Aynı zamanda kırsal alandaki sömürünün derinleşmesi ile onun GSMH daki payının düşüklüğü arasındaki bağı da köylülüğün yoğun sömürülmesi olarak değil de, ikinci yönü olan kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesiyle açıklarsınız. Diyalektik olarak şeyleri kavrayamazsak onun sınırlarını da kavrayamayız. Ve işte konu başlığını armağan eden sürüklenmeye de böylece ulaşmış oluruz.

Sürüklenme:

Türkiye tarihinde Materyalist yöntemin kavranmamış olması, onu öz olarak kendinin üretmemesinden doğan sıkıntılar olarak, günümüz felsefe yöntemlerine de etki etmiştir. Bu etkilenme tinsel, dinsel ürünlerin üzerinden yükselen toplumsal bakış açımıza da etki etmektedir. Alevilikte ki komünal mülkiyet kalıntılarının varlığı, modern komünist felsefenin çıkış noktası zannetmeye sürüklemektedir. Son dönemlerdeki Alevilik içinden komünizm zortlatma çabaları bu anlama gelmektedir. Alevi toplumunun üretim ilişkilerindeki geri üretim biçimlerinin etkileri, onların merkezi bir devlet, merkezi bir idari yönetim sahibi olmalarını da etkilemiştir. Onlarda gelişen üretici güçlerin peşinden sürüklenmişlerdir. Çünkü bir lokma bir hırka yaşamak yeterli olurken, üretici güçlerin onları etkilemeleri onların sürüklenmesine sebebiyet olmuştur. Resmi devlet aygıtındaki yerlerinin az sayıda yada hiç olmamalarını doğurmuştur. Bu kapalı üretim biçiminin ürünüdür. Onların komünizm düşüncelerine yatkınlıkları bu eski üretim biçimlerine olan özlemlerinin yansımasıdır. Bu ilerici yönüdür. Ancak onlardaki iş bölümünün gerçekleşmemiş olması da iş bölümünün doğuracağı ilişkilerinde kavranmasını zorlaştırmaktadır. Buda gerici yönüdür. İş bölümü sadece sınıfları doğurmaz, o sınıflar arasındaki sınıfsal savaşımı da güçlendirir. Sınıfları en yalın ve belirgin halde karşı karşıya diker. İşte bu gerilik Alevilerde açık olarak görünürken genel olarak Anadolu halklarının sınıf bilinçlerindeki geriliğinde açıklamasıdır. Ülkemiz açısından toplumsal üretici güçlerinin geriliğinin iç sebeplerinden biri budur. Alevilikteki bu felsefe nereden doğuyor? Üretici güçlerin durumundan. Üretici güçlerin mülkiyet ilişkilerindeki eski biçimlerinin varlığı da burada önem kazanıyor. Ve doğal olarak geriden gelen üretim biçimleri Kapitalist mülkiyet ilişkilerinin kurumsallaşarak yerleşmesine engel oluyor. Bu kırsal alanda doğarken şehirdeki üretici güçlerin gelişmesini de etkiliyor. Çünkü şehirdeki birçok insanında geldiği yerdeki toprak mülkiyet hakkı bulunuyor. Ya kırsal alandaki mülk hakkını kiraya veriyor ya da üzerine yazlık konaklayacağı evi yapıyor. Yaşanmamışlıklarının birikimlerini ev vd. Mülkiyetlere aktarıyorlar. Ancak kapitalist ile ezilen üretici güçleri çıplak olarak karşı karşıya getirmiyor. Mülkiyetini yitirmişler olarak değil belirli mülkiyetlerin sahipleri olarak karşılaştırıyor. Bu ister Ergün beyin söylediği gibi göçmen işçide somutlaşmış olursa olsun geri üretim biçiminin sürüklenerek devamını sağlıyor. Çünkü ne kırsal üretimdeki toprak mülkiyetini biriktirerek tarımsal üretimi güçlendiriyor ne de orda büyük bir sermayenin doğmasına sebep oluyor. İç çelişkilerinden doğamaması onu dış baskının içinde yeniden ve yeniden azalarak üretiyor. B İleri üretici güçlerin nicel gelişmesinden doğan bu yanılgı sosyalizm mücadelesi yürüten güçleri de peşine takacak etkiyi yaratıyor. Felsefede ve pratikte komprador burjuva ve toprak ağalarının eteğinde sürüklenmeye sebep oluyor.

Ülkemiz özgülündeki üretim ilişkilerinin girift yapısının varlığı mekanik materyalizminde toprağını tavlandırıyor. Tanımlamak parça üzerinden yürürken kendi parçası üzerinde yükselteceği zemini de zorlanmadan bulabiliyor.  Bu zeminde yükselen sosyalist düşün İbrahim Kaypakkaya'nın varlığıyla yırtılırken onun pratik mirasçılarında da etkileri görülüyor.

Kapitalist üretim biçiminin komprador gelişmesini işaret eden yönü Türkiye üretici güçlerinin eğiliminin büyük parçasını yansıtırken diğer yönünü önemsiz görerek metafiziğin etkisinde kalıyor. Yine geldik sürüklenmeye.

Yüzyıllarca devam etmiş olan bir iktisadi sürüklenmeyi de kapitalist ülke belirlemesinden yola çıkarak çözmeye çalışıyor. Vah halimize. Bugün sosyalist mücadele yürüten tüm unsurların belirli bir alandaki başarıları, kazanımları bir bütün olması gereken mücadele biçimlerinin farklı alanlarına tekabül etmekte olduğu kavranmalıdır.(farklı yetkinleşmiş organların varlığının parçalı hali) Tüm ilerici devrimci

komünist mücadele unsurlarının yığılarak büyüyen tarihsel hatalarına karşı, ezilenlere özeleştiri vermeleri kaçınılmazdır. Bu içeri de geçmişe tarihsel eleştiri olarak yöneltilmekle doğacaktır.

Not-1: Sayın Ergün Arslan’ın; ilgili yazısını okuduktan sonra, eleştirilerinin benim yazdıklarıma karşı olduğunu, cümleleri deşerek anlamak zorunda kaldım. Muhatap alınan yazılarım birden fazla konu başlığına farklı tarihlerde hazırlanmıştır. Ergün Aslan’ın muhatabın kim olduğu, hangi yazı ve konuları içerdiği ile ilgili bilgi vermesi polemik açısından da geliştirici olacağı kanaatindeyim.

Not-2: Yazıda Marks, Engels ve diğer üstatlardan alıntı yapma imkânım vardı. Ancak bol alıntı yerinde konuyu şekillendiren kitapları yazmak isterim:

Engels, Doğanın Diyalektiği

Engels, Anti-Duhring(Ergün Arslan’ın felsefi hocasına karşı yazılmış yazı)

Marx,Engels, Kapitalizm Öncesi Ekonomi Biçimleri

 

Ekler:

1-Yine bu sitede 12mart 2014 te yayınlanmıştır. Okumak için: http://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/gelecek-bir-perdelik-piyes-ergun-aslan

 

2-3-Karl Marx ,F.Engels Kapitalizm Öncesi Ekonomi Biçimleri,4.Baskı-2009 sol yayınları

 

Sevgili yoldaşlar; düşüncelerimi paylaşama zemini verdiğiniz için teşekkür ederim.

Bu yazıdaki not kısmı yazının dışındaki bir parça değildir. Bütündür.

98123

Şehrin Işıkları

Şehrin gri havasından akşamın karanlığına yürüyorken, herkes, bir telaşla kaçan trenin arkasından koşar gibi, tempoyla, koşturuyor. Şehir o kadar hızlı akıyor ki; insanlar zamanın ve süreçlerinde aynı hızda aktığını zannediyor. Elleriyle dokundukları, gördükleri ve duydukları her şey bir sonraki gün biçim değiştiriyor, aldıkları kokular değişiyor. Gazeteler bir gün önce yazdıklarını ertesi gün hatırlatamıyorlar bile.

Kimliksizlik kimlik olmuş! Tahir Canan

Star Gazetesi İnternete yönelik baskıları savunmak için basın ahlak kurallarını hiçe sayarak basın yasasını hiç görmeyerek dilde kemik yok misali İnternet sansürüne karşı çıkanları porno savunmakla suçlamış. Kendi ilkesizliğini de ilke olarak lansa etmiş. Deyim yerinde ise ilkesizlik ilke olmuş, kimliksizlik de kimlik yerine geçmiş. Yalan dolanla hükümeti” yalama “ yalakalığı erdeme dönüşmüş! Halkı kandırmayı da meslek etmişler. Bunun adına da Gazetecilik denmiş! Gazeteciliğin kamusal görevini hükumetin, devletin ululuğu altına gömmeyi” meslek ilkesi”  kabul etmişler.

Yüce bir ölüm!/Agop Ekmekciyan

 24 Ocak 1988 yılında İstanbul Emniyet Müdürlüğü I.Şube polisleri tarafından boş bir arsada kurşuna dizilerek öldürüldüğü vakit Manuel Demir henüz 25 yaşındaydı.  Genç yaşında ,inandığı dava uğruna düşüncelerinden taviz vermeyen,onurlu duruşu ile cellatları çılgına çeviren Manuel Demir hunharca öldürüldü.  Faşizmin azgınca terör estirdiği yıllarda tüm hak ve özgürlüklerin rafa kaldırıldığı,yurtsever,devrimci,komünistlerin  hapishanelere atıldığı 12 Eylül faşizminin kol gezdiği şartlarda devrimci mücadeleye ara vermeden,,çekinmeden devam etti.

Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri) için 11 not/ Temel Demirer

normal tarihsel koşuldur.”[1]

i) Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri) güzergâhı, “devrimin güncelliği” fikrine veda etmeyenler için şaşırtıcı olmadığı gibi, “beklenilmeyen” de değildi…

Bu bağlamda Kaan Arslanoğlu’nun, “Bu memleket adam olmaz”, “insanların üzerinde ölü toprağı var”, “insan doğuştan/genetik olarak itaatkârdır,”[2] türünden zırvalarını yerle yeksan eden Haziran Başkaldırısı, tarihsel bir yanıt oldu.

Akademisyen sorumlulugu /Sibel Özbudun

“En büyük bilgelik kendine egemen olabilmektir.”[2]

1. Entelektüel üretimin akademiye ve belli şablonlara sığdırılmaya çalışıldığı günümüzde, sizce akademi dışında entelektüel bir üretim zeminin oluşturulma imkânları nelerdir? Bu bağlamda Özgür Üniversite deneyimini nasıl değerlendirirsiniz?

Benzeşen Toplumları Talilde Unutulanlar / Ergün Aslan

Teori  proletarya köylünün yaşamsal mücadelesinin devrimcide akademik olarak  dile gelişidir.

Konuya girmeden önce, 

Kapitalizmin.., işverenin..  karşısında proletarya köylü olmanın nasıl bir şey demek olduğunu unuttuysan ...

Bu tuzsuz baharatsız sosyo - ekonomik yapı neymiş ya.

Her şeye deva.

Ülkenin sosyo-ekonomik yapısını, inşasını mı talil edecen; Katma  işin içine sömürgeciliği...,  sosyo - ekonomik yapının sınıflar  yüzerinde yol açtığı karekterliği.... tamam.

Umreye Giden Düşkünler/ Erdal Yıldırım

Gündemde AKP iktidarı Kültür Bakanlığınca organize edilen 100 Alevi kökenli ‘dede’nin önce Necef’e, Kerbelâ’ya ve sonra da umreye götürülmesi olayı var. Ve (ben de dahil) bir çok yazar çizer, kanaat önderi, kurum yöneticisi günlerdir bu konuda, konuşuyor, yazıp çiziyor ve ülkenin başkaca bunca önemli yaşamsal sorunuları varken, bu konu gündemde önemli bir yer tutuyor.

On yıl mı beş yıl mı bu ne demektir?

AKP’nin başı Başbakan mahpusların uzun yargılama süresini kısaltacağını açıkladı! Herhalde bravo dememizi bekliyorlar. Ne diyelim ülkemizin kara mizahı böyle oluşmakta.  Ülkeyi  öyle ki yazboz tahtasına çevirdiler ki. Bu zevatlar ne yaptıklarını biliyorlar mı? Yoksa, bizlerle dalga mı geçiyorlar? Sanki on yıldır bu iktidarda olan, bu yasal düzenlemeleri yapan kendileri değilmiş de başka biri imiş gibi ortalığa çıkıp ne iyi düzenleme yapacaklarını ballandıra ballandıra anlatıp duruyorlar.

Lenin ile Stalin arasinda ulusal sorun konusunda"çeliski var"miydi

 

Abdullah Öcalan,Hatip Dicle ve “Kapitalist Modernite”’

Time dergisinin her yıl açıkladığı “Dünyanın En Etkili 100 Kişisi” listesinin 2013 versiyonunda Ortadoğu’dan sadece iki liderin adı vardı: Abdullah Öcalan ve Fethullah Gülen.Liderliğini esaret koşullarında sürdürmesiyse Abdullah Öcalan’ın çok özel durumuna işaret ediyor.Tam anlamıyla bıçak sırtında yapılan bir politika üretiminden bahsediyoruz.Bu politika üretimine ilişkin tartışmalar Öcalan’ın bir komployla 15 Şubat 1999’da TC’ye tesliminden ve takip eden sorgu aşamasındakı performansından itibaren hiç durmadı.Öcalan’ın özeleştiri vererek önünü kesmediği bu tartışmalar başta PKK dü

Mültecilik ve düşünce üretimi

Türkiye Devrimci Hareketi (TDH) içinde eskiden beri “mülteciliğe” bir kızgınlık ve yabancılaşma vardır. Özellikle “mülteci” devrimcilere iyi gözle bakılmaz. Bunun TDH’ne, “kötü” olarak yansıması TKP’nin mülteciliğinden kaynaklanıyor. TKP önderleri,,, ülkedeki baskı koşularından dolayı uzun bir süre yurtdışında (o zamanki adıyla Sovyet bloku ülkelerinde) yaşamak zorunda kalmaları, 1970’lerden sonraki devrimci kuşak içinde, “lanetlenen” bir durum oldu.

Sayfalar