"Tarihte kalmış bir savaştan notlar ve dersler"*
1973'de Amerikan askerleri Vietnam'dan çekilirken, New York Times gazetesinin hükümete yakın yazarlarından Sulzberger şunları yazıyordu:" Birleşik Devletler savaşın kaybeden tarafı olarak görünüyor. Tarih kitapları bunu böyle yazmak zorunda… Biz savaşı Mekong Vadisi'nde (Vietnam'da) değil, Mississippi Vadisi'nde (Amerika'da) kaybettik. Birbiri ardından gelen Amerikan yönetimleri, ülke içindeki halktan asla kitlesel destek görmedi."
Amerika ile Vietnam arasındaki savaş örgütlü modern savaş teknolojisi ile örgütlü insan gücü arasında gerçekleşen bir savaştır. Bu kanlı savaşı modern silahlar değil insanlar kazanmıştır.
Amerika'da savaş karşıtı gençler 1964'lerde askere gitmemeye başladılar. "Gitmeyeceğiz,"sözü bir slogan olarak dalga dalga yayıldı ülkenin dört bir tarafına.
2 Kasım 1965'de Washington'da Pentagon'un önünde Norman Morison adındaki otuz iki yaşında üç çocuk babası bir barış yanlısı, savaşı protesto etmek için üzerine gaz döküp kendini ateşe verdi ve yaşamını yitirdi. Aynı yıl yine Detroit'te Alice Herz adında seksen iki yaşındaki bir kadın savaşa karşı kendini yaktı.
1965 yılı ortalarında Amerikalı zenci öğrenciler Vietnam'da bir sınıf arkadaşlarının öldürülmesi üzerine şu el ilânını dağıttılar: " Zenci çocuklar zorunlu askerlik işlemlerini onurlandırmayacaklardır. Anneler çocuklarını askere gitmeye özendirmeyeceklerdir. Kimsenin bizden yaşamlarımızı tehlikeye atarak, beyaz Amerikalıların daha da zenginleşmeleri için Vietnam'daki diğer bir renkli ırkı yok etmememizi istemeye hakkı yoktur."
Ulusun büyük sporcularından biri olan zenci boksör Muhammed Ali Clay, "Beyaz adamın savaşı,"diyerek askere gitmeyi reddetti.
Beyaz Saray'da yapılacak özel bir törene davet edilen şair Robert Lowel törene katılmayı reddetti. Artur Miller Beyaz Saray'a çektiği telgrafta, "Silahların patladığı yerde sanat ölür,"diyerek savaşı kınadı.
1967 sonbaharında İkinci Dünya Savaşı gazisi Peder Philip Berrigon kendisine katılan artist Tom Lewis ve arkadaşları David Eberhardt ve James Mengel'le birlikte askerlik şubesine giderek celp kayıtlarını kana buladılar ve oturup tutuklanmayı beklediler. Mahkemeye çıkarıldılar ve iki ile altı yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırıldılar. Onlar gibi daha binlerce insan askerliğe ve savaşa karşı çıktıkları için ağır hapis cezalarıyla cezalandırıldılar. Bütün baskılara rağmen protesto bayrağı yere inmedi.
1968 başlarında savaşın acımasızlığı birçok Amerikalının vicdanını sızlatmaya başlatmıştı. O tarihte 500 binden fazla Amerikalı askerin bulunduğu Güney Vietnam'da 40 bin Amerikalı asker ölmüş, 250 bin asker yaralanmıştı.
1965'de Boston çayırında savaşı protesto edenler sadece yüz kişiyken, bu sayı 15 Ekim 1969'da 2 milyon kişiyi geçti.
Savaşı cinnetini Kennedy'den devralan Amerikan Başkanı Johnson'un halk arasındaki saygınlığı en düşük seviyedeydi. Halkın önüne çıkıp da kendisine ve savaşa karşı bir gösterinin yapılmadığı gün yoktu. Ülkede bir baştan bir başa, "Johnson, Johnson, bugün kaç çocuğun canına kıydın?" sloganı eşliğinde gösteriler yapılıyordu. Amerikan halkının bu savaş karşıtı tepkisi karşısında Johnson 1968 baharında başkanlık için aday olmayacağını ilân etmek zorunda kaldı. Savaş karşıtı Amerikan kamuoyu savaşta inat eden başkanını böylece cezalandırmış oluyordu.
1969 yılında Brown Üniversitesi'nin diploma töreninde mezun olan öğrenciler Dışişleri Bakanı Henry Kissinger konuşma yaparken ona arkalarını döndüler. Kissinger arkalarını dönen öğrencilere şaşırarak bakarken yüzü ölü gibi sararmıştı. Sesi titremiş, sözcükler dilinin ucunda taşlaşıp kalmıştı.
1970 yılının sonunda Gallup'un yaptığı bir ankette, Amerikan kamuoyunun yüzde altmış beşi savaşa karşı çıkıyordu. Yoksul beyazlar ve siyahların durumu hakkında araştırma yapan Lewis Lipsits, "Yoksula yardım etmenin tek yolu Vietnam'daki savaştan çıkmaktır, savaş ekonomiyi yağmalıyor,"diyordu. Bu savaş binler, yüz binler halinde katledilen Vietnamlıların yanında, Amerikalı gençlerin de ölmesi ve halkın emeğiyle beslenen Amerikan ekonomisinin savaşta israf edilmesi demekti.
Boston Üniversitesi'nde bin kadar öğrenci gece gündüz nöbet tutarak üniversitenin küçük kilisesine sığınan on sekiz yaşındaki asker kaçağı Ray Kroll'u desteklediler. Bir Pazar sabahı devlet güçleri baskın yaparak Kroll'u zorla alıp götürdüler. Kroll şu notu gönderdi arkadaşlarına: "Öldürmeyeceğim, öldürmek inançlarıma aykırı bir eylem…" Kroll kitaplardan birinde bulduğu bir sözü not etmişti: "Yapmakta olduğumuz şeyler ebedi zaman içinde yitip gitmez. Her şey zamanı geldiğinde ortaya çıkmak üzere olgunlaşır ve saati geldiğinde meyvesini verir."
Nisan 1971'de binden fazla Amerikalı Vietnam gazisi Kongre binasını çevreleyen tel örgünün önüne giderek Vietnam'da kazandıkları madalyaları telin öbür tarafına attılar. Gazilerin zincirleme olarak süren savaş karşıtı protestoları Amerika'da deprem etkisi yaratmıştı.
1972 yılı Nisan ayında Phu Bai'de askerler, "Bu bizim savaşımız değil !"diye bağırarak nöbete çıkmayı reddettiler.
Jüriler ve yerel hâkimler protestocuları yargılamakta isteksiz davranmaya başlamışlardı. 1971'de Washington'da hâkimler protestoculara karşı açılan davaları reddediyorlardı. Protestocular hakkında beraat kararı veren jürinin on bir yılını orduda geçiren üyelerinden Samuel Barithmaite savaş karşıtı protestoculara şöyle dedi:"… Sizlere aferin, iyi yaptınız diyorum. Kendilerini yönetmeleri için insanların seçtiği bu hasta ve sorumsuz yöneticileri iyileştirmeye çalıştığınız için aferin size. Bu yöneticiler şanssız bir ülkenin üzerine ölüm ve yıkım yağdırarak insanların umutlarını boşa çıkardılar… Kardeşleriniz fildişi kulelerde oturup etraflarını seyrederken, sizler ortaya çıkıp üzerinize düşeni yaptınız."
26 Eylül 1969 tarihinde ABD Başkanı Nixon basın toplantısında savaş karşıtı hareketleri vatana ihanet diye suçlarken, ağzından köpükler saçarak ne olursa olsun hiçbir koşul altında bu protestoların kendisini etkilemeyeceğini söylüyordu. Fakat dokuz yıl sonra yayınladığı anılarında, kamuoyu önünde savaş karşıtlarını umursamaz gibi göründüğünü, oysa gerçek durumun bu olmadığını itiraf etti. "Savaş karşıtı hareket, savaşın yoğunlaştırılması konusunda kurduğum bütün plânları bozdu,"diye acı acı yakınmıştı. Kim bilir Nixon ne korkunç, ne karanlık plânlar hazırlamıştı! İnsanın, "Yaşasın savaş karşıtı Amerikalılar,"diye çığlık atması geliyor içinden.
Amerika'da bunlar olurken Vietnam'da durum neydi?
1960'da Güney Vietnam'daki gerilla savaşı Ulusal Kurtuluş Cephesi öncülüğünde yürütülüyordu.
Savaşın yükü sadece gerillaların omuzlarında değildi, sivil halk gerillaların önünde kalkan olup işgalci Amerikan birliklerinin gerillalara ulaşmasını zorlaştırıyordu.
1963 Haziran'ında bir rahip Vietnam'ın Saygon kentindeki bir meydanda kendisini yakarak Amerikan işbirlikçisi Diem rejimini protesto etti. Daha başka birçok rahip muhalefetlerini göstermek için kendilerini ateşe vererek intihar ettiler.
Ulusal Kurtuluş Cephesi'nin işbirlikçi yönetimin denetimindeki şehirlere kolayca sızabilme başarısının nedeni halkın devlete muhbirlik yapmamasıydı. Halk muhbirliği köpekçe bir yaltaklanma olarak kabul ediyordu.
On yedi yaşındaki bir çocuk köyüne devrimci ordunun gelişini şöyle anlatıyordu: "Zengin olanlar korkuyorlardı. Gerillalara yemeleri için danalar sundular. Fakat onlar reddettiler. Aldıkları zaman da uygun para ödeyerek aldılar. Halka hiçbir şeyden korkmamalarını gösterdiler. Daha sonra köy ve kanton (eyalet) başkanı seçimlerini örgütlediler, onları halk seçiyordu."
Savaş bittiğinde Vietnam, Laos ve Kamboçya üzerine 7 milyon ton bomba atılmıştı. Bu rakam İkinci Dünya Savaşı'nda Avrupa ve Asya'ya atılan bombaların iki katından fazlaydı.
Vietnamlılar 1973'de 1,5 milyon insanını savaşta kaybederek (Amerikan halkının da enternasyonal desteğiyle) kendi ülkelerini işgalden kurtardılar. Savaş karşıtı Amerikan kamuoyu ülkesinin esenliği ve refahı için kendi devletinin savaşı kaybetmesinde etkin bir rol oynamıştı.
Amerikan birlikleri harabeye çevirdikleri Vietnam'ı yenilmiş ve onurları kırılmış olarak terk ettiklerinde, dünya özgürlük türküleriyle bayram yerine dönmüştü. Bu korkunç savaşın tüm insanlığa unutulmaz bir ders olduğu düşünülüyor ve bir daha savaş çıkmayacağı umuluyordu. Ne var ki para devleri yine de dünyayı rahat bırakmayacak, yeryüzünü vahşi tetikçileri aracılığıyla yangın yerine çevirmeye devam edeceklerdi. alinakmahmut@hotmail.com *Derleme
Mahmut Alınak
Eski kürt milletvekillerindendir.Çeşitli kitapları bulunmaktadır.Aralık 2011 yılına kadar sitemizde sürekli yazılar yazan Mahmut Alınak,Aralık 2011'de KCK tutuklamalarına maruz kalarak tutsak edilmiştir.Temmuz 2012'de tahliye edilmiş olup,zaman zaman yazıları ile okur kitlesine ulaşmaktadır.
alinakmahmut@hotmail.com
Son Haberler
Sayfalar
Somut Duruma Dair Bazı Gerçekler
Gerek uluslararası planda ve gerekse yaşadığımız coğrafyada devrimci ve komünist hareket emperyalizm ve dünya gericiliğine karşı mücadelede geniş emekçi yığınların desteğine sahip değildir. Yine kendiliğinden gelişen kitle hareketlerini örgütlemede ve uluslararası dayanışmayı geliştirip büyütmede de yetersizdir.
NATO, SAVAŞ KIŞKIRTICISI BİR ODAKTIR; DERHAL DAĞITILMALIDIR!
Başını ABD’nin çektiği, emperyalist bir saldırganlık paktı olarak kurulan ve icraatlarıyla bunun gereğince davranan NATO’nun 75. Kuruluş yıl dönümü vesilesiyle gerçekleştirilen zirvede, ABD Başkanı Biden, NATO’nun: “Saldırganlığa ve saldırganlık korkusuna karşı bir kalkan yaratma umuduyla kurulduğunu” söylüyorsa da ama tarihsel gerçekler bunun külliyen kaba bir yalandan ve de arsızca bir manipüle edişten ibaret olduğunu kolayca gözler önüne serer.
Bozkurt’un anlamı (Nubar Ozanyan)
Yoksullar ve ötekiler için her yer ölüm kokan mayın tarlasına döndü. Türk olmayanların, -ötekilerin- Türkiye’de soluk alması ve yaşaması zulme dönüştü. Öteki olarak yaşamak, çalışmak, kendi ana dilinde Kürtçe, Arapça konuşmak, şarkı söylemek, yasak ve suç olan bir ülkede demokrasiden, özgürlükten, insan haklarından bahsedilebilir mi?
Seçimler ve siyasi parti konusunda proletaryalarla sohbet
İstanbul'u kazanan türkiye'yi kazanır.
Nedir bu tayyip'in sözleriyle vücut bulan yaklaşım.
Bir hayel mi yoksa bir gerçeklik mi?
Veyahut da burjuvaların içerisinde bir insanın söyledikleri hala dört nala giden atlarıyla şehirlerin surlarını yıkabileceğini düşünen bizim insanların söylediklerinden daha gerçekçi sözler mi?
Gerçekten noelibarel politikaların en yoğun olarak hissedildiği şehirleri kazanmak türkiye'yi kazanmak mı demek?
Peki bunu böyle kabul etmek kolay mı?
DEVRİMCİ SİYASAL MÜCADELEYİ ANIN SOMUT GÜNCEL TOPLUMSAL SORUNLARI ÜZERİNDEN ÖRGÜTLEMEK.
Temel hedefleri, mevcut kurulu düzeni devrimci bir kitlesel kalkışmayla tasfiye edip, yerine sosyalist bir sistem kurmak olan devrimci sol-sosyalist ve komünist güç ve yapıların, devrimi gerçekleştirebilmeleri esasen, devrim öncesi süreci, devrimi örgütleyebilme hedefiyle ele almalarına ve bundaki performans ve başarılarına bağlıdır.
ADİL OLAMASINI BECEREMEYECEKSEK; BU SİSTEMİ YIKMAYA NE GEREK VAR Kİ?
Bugün, Devletin “üst aklı” denilen birimlerince organize edilip, şeriat özlemcisi dinci yobaz karanlık güçlerce gerçekleştirilen Sivas-Madımak vahşetinin 31. Yıl dönümü. Tam iki gün sonra da yine devletin aynı karanlık derin güçlerinin bir şekilde yönlendirdiği besbelli olan bir başka vahşetin, Erzincan-Başbağlar katliamının 31. Yıl dönümü.
BUGÜN ARTIK ÇOK DAHA AÇIK BİR HÂL ALAN ŞERİAT TEHDİDİNE KARŞI LAİKLİĞİ SAVUNMAK, SÜRECİN ÖNE ÇIKAN ACİL VE ÖNEMLİ GÖREVLERİNDENDİR.
Kendisini “Anayasal Hukuk Devleti” olarak tanımlayan bir devlet düşünün ki Anayasasında hâlâ; “Türkiye Cumhuriyeti, (…), demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” İlkesi yürürlükteyken; bu ülkede şeriat propagandası yapmak serbest olsun ve ama dayanağını mevcut Anayasa ve yasalardan alan, şeriata karşı çıkmak ve de laikliği savunmak suç olsun!
Oy Zemano (Nubar Ozanyan)
Her yönüyle çürümüş sistemin katilleri, Kürdistan topraklarını yakmaya devam ediyor. Amed ve Merdin’de hem insanları hem de buğday ve mısırları yaktı. Evlat kokan Kürdistan toprakları şimdi duman kokuyor. Ateş ve dumanla yazılı TC’nin yüz yıllık tarihi “yakma ve yıkma”nın tarihidir. Bilmeyenler bilsin, duymayanlar duysun. Dün Ermeni kadın ve çocukları kiliselerde, Alevileri inanç ve ibadet mekanlarında, Kürtleri mağaralarda, köylerde yakanlar bugün yine Kürdü kadim topraklarında yakıyor.
CHP’NİN “Türkiye yüzyılı maarif modeli ”Ve kürtlerin iradesinin gaspı karşısında laisizm ve hukuk sınavı.
İslamo-faşist Erdoğan diktatörlüğünün, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile yapmaya çalıştığının, tam olarak,eğitim ve öğretim sistemininSunni İslamcı dini esasları üzerine oturtulması olduğu, daha önceki iki yazıda ve keza Kürtlerin iradesine karşı bir sömürge siyaseti olan kayyum uygulaması da bir başka yazıda özetlenmişti.
Kadro Olmak Aynı Zamanda Kendimize Karşı da Kadro Olmak Demektir
Bir kadronun ihtiyaç duyduğu nitelikler bugün sürekli ideolojik saldırı altındadır. Burjuvazi sadece protestoları, teoriyi, örgütleri değil aynı zamanda doğrudan tek tek kadroları da hedef almakta ve onları ideolojik etki yoluyla etkisizleştirmeye ya da kendi tarafına çekmeye çalışmaktadır.