TC’nin çıkmaz Sokağı!
Tezkere, Kobanê “Çözüm Süreci”, IŞİD, Ortadoğu
(IŞ)İD’in Kobanê üzerinde geliştirdiği saldırı Kürt meselesindeki ve bölge içindeki dengeleri hemen “türbülansa” sokmayı başardı. Kürt ulusal hareketi Kürt meselesini doğal ve haklı olarak bölgesel gelişmelerin sadece bir parçası ve uzantısı olarak ele alıyor. TC’nin de meseleyi hem iç hem de dış sorun olarak ele aldığı, “çözüm süreci” denen gelişmenin en önemli itim güçlerinden birisinin de bölgesel gelişmeler ve TC’nin bölge politikası olduğu bilinmektedir.
Ama Türk egemen sınıfları bu gerçeği kimse bilmiyormuş gibi davranmaya ve hikâyeler anlatmaya devam ediyor. Kobanê saldırısını süreçle bağlantılandırmanın anlamsız olduğunu, burada yaşanacak gelişmenin çözüm sürecini etkilemeyeceğini ifade ettiler. Kürt politikasını iç ve dış diye ayırıp arasındaki bağı da Kobanê özgülünde koparmaya çalıştılar. Niye? Çünkü çıkarları bunu gerektiriyordu. Kobanê üzerinde yaptıkları kirli hesapları örtmek ancak içerde Kürt sorununu çözme iradesi devam ediyor mesajını vermekle mümkün olacaktı.
TC Kürt politikasını iç ve dış bağlarını koparmadan ele alsa da, özellikle Kürt Ulusal Hareketi ile politik mücadelede bu ayrımı sinsice ve kalleşçe kullanmaktadır. İçerde “barış meleği” kesilirken dış politikada hem Kürt celladı hem de diğer Kürt cellatlarının finansörü olmaktan geri durmuyor. TC Kürt politikasında ikili oynamayı sınıfsal çıkarları için olmazsa olmaz görüyor. Bir yandan barış, müzakere, oyalama diğer yandan kendi sınırları dışındaki Kürdistan’ın parçalarında Kürt kazanımlarını en geri noktada tutma, her türlü saldırıya olanak-lojistik sağlamaktan geri durmuyor. Ama bu politika Kobanê kuşatması ile birlikte artık kolay sürdürülebilir olmaktan çıkmış durumda. TC’nin gerginlik üreten bu politikası Kürt Ulusal Hareketi'nin “Kobanê düşerse çözüm süreci biter” açıklamasıyla kriz üretmeye başlamıştır.
Kararsızlık, Çark Etme Ve TC!
Türk hâkim sınıflarının son süreçte Ortadoğu ve Kürt meselesi bağlamındaki hesapları tam bir keşmekeş içine girmiştir. Kısa sürede defalarca çark eden, hangi yön ve istikamette gideceğini bilemeyen, pazarlık yapmakla yapmamak arasında kalan halleri bu kaosu ispatlar niteliktedir. Türk hâkim sınıfları, NATO toplantısında ve öncesinde (IŞ)İD karşıtı koalisyon oluşumuna hangi rol ve etkinlikle gireceklerine dair ABD ile pazarlık yaparak kendini sunmaya çalışmışlardır. Cidde toplantısında 49 elçilik görevlisinin durumunu gerekçe yapıp Sünni devletlerin oluşturduğu koalisyon metnine imza atmayarak temkinli hareket etmeyi yeğlemişlerdir.
Ancak “nedendir bilinmez”(!) ABD Dışişleri Bakanı'nın, savunma bakanının ve çeşitli yetkililerin “zorlukları var ama aşacaklar”, “en ön safta yerlerini alacaklar”, “bizle hareket etmek zorundalar” vs. beyanlarından sonra, önce kısa sürede elçilik görevlileri teslim edilmiş, devamında Tayyip Erdoğan’ın BM zirvesi için gittiği ABD’de yaptığı görüşmeler sonrası (IŞ)İD karşıtı koalisyonda aktif şekilde yer alacaklarını ifade etmişlerdir.
(IŞ)İD için çok sevdiği “terör” kavramını kullanmaya yanaşmayan ve bölgede herhangi bir Sünni güçle savaşmanın Ortadoğu vizyonunu berhava edeceğini ifade eden yaklaşım, birden vurgulu şekilde “eli kanlı terör örgütü IŞİD” deyip, bir bütün Irak ve Suriye kapsamında bölgesel bir savaş içeriğine sahip 2 Ekim tezkeresine demir atmıştır. Üstelik bu tezkerede Ortadoğu vizyonuna ters olan Sünni güçlerle gerekirse mücadele etme de var. TC’nin bu hızlı dönüşü kuşkusuz ABD ile yaptığı kısır pazarlıkların ve ikna edilmiş olmanın sonucudur.
1 Mart’tan 2 Ekim’e; At Pazarlığından Kendini Pazarlamaya!
Bu kısır pazarlıkları TC 1 Mart 2003 Irak tezkeresinde “at pazarlığı” olarak literatüre geçirmeyi başarmıştı. Bugün nasıl bir isimlendirme yapılır bunu bilmiyoruz. Ama T. Erdoğan’ın meclis açılım oturumunda durup dururken “kendimizi kullandırmayız” açıklaması at pazarlığını aşan bir durumun işaretlerini veriyor. Ama bu pazarlıklarda elinin çok güçlü olmadığı ve çok bir şey koparamadığını söylemek yanlış olmaz. Çünkü T. Erdoğan hala ipe un sermeye çalışıyor. “Yaptığımız görüşmelerde ben hep şunu söyledim: 1 – Uçuşa güvenli bölge adımını atmalıyız. 2- güvenli bölge şart… 3 – Eğit donat adımını atmalıyız. O olmaz bu olur… Hayır, üçünün de olması lazım. Biz olaya sadece terör örgütü açısından değil Suriye rejimi açısından da bakıyoruz.” (28 Eylül, İstanbul'da düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu Toplantısındaki konuşmadan)
Bu yaklaşım 2 Ekim Tezkeresi'ne de yansıdı. Kuşkusuz daha önemlisi 1 Mart tezkeresinin geçmemesini sağlayan yabancı askerlerin ülke topraklarını kullanması maddesi de bu tezkerede yerini alarak meclisten geçirildi. TC (IŞ)İD karşıtı koalisyonu gerekçe yaparak Kürtlere ve Esat’a yönelecek bir zemin hazırlamaya çalışıyor. Ancak politik dengelerin ve gelişmelerin TC’nin bu hevesine olanak sunmayacağı görülmektedir.
TC, ABD’de süreçte oyun dışı kalma riskini görerek “ikna olmak” zorunda kaldı. Ancak büyük resim yerine, Kürt ve Esat’a bakmayı hala tercih etmesi onun zaten bölgenin yeniden dizayn edilmesinde oyun dışı kalmaya mahkum olduğunu gösteriyor. Mevcut yaklaşımının o çok heves ettiği Ortadoğu’da Sünni kesime önderlik vizyonuna yetmeyeceği, bunu gerçekleştirmede yeterli olmayacağı açıktır. Bu cenah da kendine yeni ve güçlü düşmanlar edinmesi de kaçınılmazdır.
Kürtlere Mahkûm Olup Kürt Düşmanlığı Yapmak: İşte TC!
TC bir yandan Suriye ve Irak gerekçesiyle Kürdistan'ın bu parçalarını fiilen işgal etmeyi hesaplarken diğer yandan Kürtleri buna rıza edecek koşulları da kolluyor ve hazırlamaya çalışıyor. Kürtleri buna razı getirmeyi ise Kürt meselesinde çözüm sürecini etkinleştirerek yapmaya çalışıyor. Kobanê üzerinden Kürt hareketinin “süreç sonlanır” tehditlerine karşı verdikleri tepki, TC’nin Kürtler karşısında ne kadar mahkûm ve zayıf konumda olduğunun işaretlerini de vermektedir. “Bu konu (Kobanê’deki gelişmeler) sürecin tabii unsuru değildir. Her konuyu bununla ilişkilendirmek bu işi tamamen çözümsüzlüğe mahkûm etmek anlamına gelir… Senin bir şey yapmaya gücün yetiyorsa git IŞİD’e yap, Türkiye’ye ne meydan okuyorsun? Kandil’de yan gelip yatıyor, Kobanê’dekilerle ilgili edebiyat yapıyor. Sen orada konuşacağına git o zaman orada mücadele et.” (Yalçın Akdoğan, 28 Eylül Kanal-7)
Bu açıklamalar TC’nin Başbakan Yardımcısı’nın ağzından çıkmaktadır. Kürt Hareketi’ne süreci bozmayın diye yalvarmadığı kalıyor. Bu da yetmiyor git (IŞ)İD’le savaş diyecek kadar akıl hocalığı yapmaya soyunuyor. (“Terör örgütü” gördüğü bir yapıyı teşvik etmesi de ayrı bir ironi ve komedi elbette). Türk egemen sınıflarının Kürtlerle ittifak ihtiyacı hayati önemdedir. Ancak aynı TC Kürtlerin tüm parçalardaki haklarını tepelemek, ortadan kaldırmak içinde elinden gelini ardına koymuyor. Hem nalına hem mıhına giderek Kürtlerle ilişkisini yürütmeye çalışıyor.
Tam da bu süreçte normal koşullarda TC için tarihi nitelikte denilebilecek çözüm sürecine yönelik Bakanlar Kurulu kararı Resmi Gazetede yayınlandı. Ancak süreç ve gelişmeler o denli büyük ve hızlı ki bu gelişme en ufak bir heyecan dahi yaratmadı. TC çözüm süreci ekseninde çıkarılan çerçeve yasaya dayanarak “Çözüm Kurulu” oluşturup bu bağlamda tam 11 komisyon kurarak süreci bir nevi müzakere aşamasına geçirdi. (30 Eylül Bakanlar Kurulu toplantısı sonrası açıklama)
Ki Abdullah Öcalan da “Burada dar anlamda yürütülen görüşmelerden, müzakere yanı ağır basan bir kararlılık ortaya çıkmış ve bu düzeyde mutabakata varılmıştır. Gelinen noktada yol haritasının eylem planı da ortaya çıkmış bulunmaktadır.” (1 Ekim’de HDP görüşmesinden yapılan açıklama. Bold bn.) diyerek Bakanlar Kurulu’nun attığı adımın deşifresini yapmıştır. Bunun üreteceği sonuçlara dair belirsizlikler olsa da, esasında Kürt meselesinde TC’nin geldiği nokta açısından “parlak” bir gelişim ve ilerleme olarak görmek lazım. Bu da TC’nin Ortadoğu’da ne kadar sıkıştığının Kürtlere ne kadar mahkûm hale geldiğinin göstergesi niteliğindedir.
Ancak bölgedeki gelişmeler karşısında TC açısından devrim sayılacak bu adımın bile sürece büyük bir ivme katmayacağını görmek lazım. Aynı görüşmede Öcalan Kandil’den yapılan “Kobanê düşerse süreç biter, savaş başlar” açıklamasını teyit etmiştir. Yani Kürt hareketi içerde yapılacak barışı Rojava şartına bağlamıştır.
Bu TC’nin bölge politikası açısından zorlu bir macera olan Türk-Kürt-Sünni Arap ittifakını iyiden iyiye çıkmaza sokmuştur. Bu eksende beklenen verimi çıkarması artık imkânsız hale getirmiştir. Şimdi elindeki Kürt kozunu ve barışını yitirmeme telaşına düşmüştür. O yüzden çözüm sürecini ısrarla S. Kürdistanı ve Irak Kürdistanı'ndan ayrı meseleler olarak ele alma derdindedir. Çözüm sürecinde bundan sonra atılacak adımlar daha seri hale gelebilir. Bu eksende bölgesel pazarlıklar merkezde olacaktır. TC’nin bölge planlarının merkezine artık Kürtlerin daha fazla oturduğu, bu eksende ittifakın daha ön plana çıktığı görülmektedir. Ama genetiğindeki Kürt düşmanlığı ile bu ihtiyaca göre nasıl şekilleneceği belirsizdir. Ancak ciddi gelişmelere gebe ve her şeyin ışık hızında tüketildiği ve değiştiği bir süreç yaşanacağı açıktır. Son 20 günlük süreçte yaşanan gelişmeler ve değişim ve bunların şimdiden gündem dışına düşmesi sürecin hızına dair ipuçları niteliğindedir.
Son Haberler
Sayfalar
Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -2-
Son yıllarda, emperyalist savaş tehlikesinin zemininin güçlenmesine paralel, dünya genelinde ırkçı hareketlerin ve partilerin dikkat çekici boyutta güçlendiğine vurgu yapmış, bu yükselişin, sadece belirli demografik gruplarla sınırlı kalmadığını, kadınları da içine aldığını gördüğümüzü ifade etmiştik.
Peki, kadınlar neden bu tür hareketlere katılıyor? Bu sorunun yanıtı, birçok faktörün karmaşık bir birleşiminde yatıyor.
Faşizmin Yüzünü Örten Çirkin Bir Maske (Nubar Ozanyan)
İttihatçı Türk kompradorları, ekonomik-mali-siyasal krizden bir türlü kurtulamıyor. Faşizmi maskeleyen kaba uydurma parlamentoyla bile ülkeyi yönetemiyor. Zorbalık her taraftan fışkırıyor. Kötülük ve çirkinlik her yerde bütün utancıyla görülüyor. Dağda, köyde, sokakta Kürt ve emekçi kanı dökmekten çekinmeyenler dünyanın gözü ve kulağının üzerinde olduğu parlamentoda bile Kürt kadın parlamenterin kanını dökmekten çekinmiyor. Zorbalık, pervasızlık, yasa, hukuk tanımamazlık ayyuka çıkmış, had safhaya ulaşmıştır.
Emperyalist haydutlar, 3.Dünya savaşı hazırlıklarını yoğunlaştırmakla meşgul…
Bazı sol-sosyalist ve kendilerini komünist addeden kesimler hâlâ (evet, hâlâ) bir 3. Dünya Savaşı çıkacak mı çıkmayacak mı ve keza “süreci belirleyen esas etmen savaş mı devrim mi?” ikilemi girdabında, adeta miskince bir fikirsel jimnastik rehavetiyle, sorunu ele almaya devam ede dursunlar; fakat süreç, maalesef ki hem de çok hızlı bir şekilde, o istenmeyen malûm sona doğru ilerliyor.
Fakir (Nubar Ozanyan)
Yaşamı boyunca hep yokluk ve fakirlik içinde yaşadı. Bundandır ki arkadaşları ona “Fakir’’ dedi. Ne zaman biraz dünya nimetlerine yakın olan olanaklara sahip olsa o yine fakir yaşamından ayrılmadı. Yaşamı fakir, bilinç ve yüreği zengin olan Nubar Ozanyan en alttakilerin, yoksulların, mazlumların yoldaşı olmaktan bir an olsun geri durmadı.
Servet Vergisi ve Sermayenin Olmayan Vijdanı
Bugünlerde de toplumsal eşitsizlik sermayenin birikimine ve merkezileşmesine koşut olarak artınca, zenginlerden servet vergisi alınmasını dilendirenlerde çoğalmaya başladı.[1] Servet vergisi, toplumsal servetin belli ellerde birikmesinden bu yana ara sıra gündeme getiriliyor. Zaman zaman kısmen de uygulanmıştır. Örneğin savaş dönemlerinde vb. Yine ABD'de, 1960'larda 400 zenginden %53 oranında vergi alınmıştır.
Inger Nubar Can, Hewal Nubar, Nubar Yoldaş’a!
Halen pek çoğumuzun inanmak istemediği Nubar Ozanyan’ın ölümsüzleşmesinin 7. yılında, onu bir kez daha saygı ve sevgi ile anarken, şehadetinin yıldönümünde onu anlatmak da bizim için en zor yazılardan olacaktır.
Rusya / Ukrayna Savaşında Yeni Bir Aşama
Savaşın Rus topraklarına doğru genişlemesi Ukrayna'daki savaşın yeni bir aşamaya geçmesi anlamına geliyor.
6 Ağustos Salı gününden bu yana Ukrayna birlikleri Rusya sınırını geçerek Rusya'daki savaşta yeni bir cephe açtı. En az üç Ukrayna tugayı ve çeşitli taburlar savaşa dahil oldu ve ilerleme Rus topraklarının yaklaşık 30 kilometre içine kadar ulaştı. Bu, savaşın yeni bir aşamasının başlangıcına ve dünya savaşı tehdidinin önemli ölçüde yoğunlaşmasına işaret ediyor.
İKTİDARIN BÜYÜK YALANI: “HİÇ KİMSENİN YAŞAM TARZINA KARIŞMIYORUZ.”
Genel olarak tüm siyasal İslamcıların, ama özel olarak da İslamo-faşist Erdoğan ve iktidarının, başvurduğu en kullanışlı “idare etme” araçlarının ilk sırasında hiç kuşkusuz ki dinlerince de serbest sayılan takiyedir. Yani amaçlananı gerçekleştirebilmek için, gözünü dahi kırpmadan YALAN SÖYLEMEKTİR.
Belliki sol-sosyalist eski nostaljik söylemlerin tekrarı bugün artık kitlelerde herhangi bir karşılık bulmuyor!
Geçenlerde, “dini bütün” olarak tabir edilen kesimlerden bir ahbabımla, “ne olacak bu memleketin hali” kıvamında sohbetteyken, şöylesi bir cümle kurmuştu: “Abi benim anlamadığım, bunca açlık, yoksulluk, işsizlik ve zulüm varken, yani koşullar aslında tam da siz devrimci solcuların kolayca taban bulmanıza ve kitleleri harekete geçirmenize ve hatta devrim bile yapmanıza bunca uygunken; bu derece atıl ve etkisiz olmanız, sence normal mi?”
KADINLARIN BİRLİĞİ | Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -1-
Emperyalistler arası çelişkiler derinleştikçe, ekonomik kriz ağırlaştıkça vb. bu sistemin sarıldığı en temel dayanaklardan birinin ırkçılık-faşizm olduğunu biliyoruz. Zira bunun, sistemin alametifarikalarından biri olduğunu birçok -acı- deneyimiyle elbette biliyoruz. Şu anda yine tam da böyle zamanlardan geçtiğimizi söylüyoruz. Bu tehlikeye dair önlemler almaktan bahsediyoruz, özellikle Avrupa’da ırkçı partilerin yükselişini izlerken, Avrupa Parlamentosu’ndan çeşitli Avrupa ülkelerinin kendi seçimlerine odaklarımızı çeviriyoruz vs.