Cumartesi Kasım 30, 2024

Türkiye ve kuzey Kürdistanlı solculara yönelik bayrak eleştirisi

Kendisi de sol-sosyalist cenahtan olan yazar ve aynı zamanda televizyon programcısı sayın Merdan Yanardağ, on binlerce solcunun, Fransa’da faşistleri yenilgiye uğratarak seçimlerin galibi olan Yeni Halk Cephesi’nin zaferini kutlamak için, ellerinde Fransa bayrağı ile toplaştığı Cumhuriyet Meydanı’nda, coşkuyla Enternasyonal marşını seslendirmelerinden övgü ve gıptayla bahsederken: “Bakın diğer ülke devrimcilerinin kendi ulusunun bayrağıyla bir sorunu yok. Ellerinde Fransa Bayrağı ile hep birlikte Enternasyonal okuyorlar. Harika bir durum… Fakat oldum olası bizim devrimcilerimizin kendi uluslarının bayrağıyla sorunları var. Bunu anlayamıyor ve doğru da bulmuyorum. Bu bayrak bir ulusun bayrağı. Devrimciler, mensubu oldukları ulusun ulusal değerlerine karşı olmamalı.” mealinde bir değerlendirmede bulundu.

Sayın Yanardağ’ın eleştirisinin iyi niyetli olduğundan kuşku duyulmasa da fakat isabetli olmadığını söylemek, kesinlikle doğru olacaktır. Çünkü hem bazı kavram ve sembolleri, süreç içerisinde yüklendikleri somut anlam ve rollerden ayrıştırarak, soyut bir şekilde ele almak doğru olmayacaktır ve hem de her ülke solcu, komünist ve devrimcilerini, her konuda bire bir aynı “doğru”lara sahip olmadıklarından; bu tür konularda yapılacak mukayeseler kantarında tartmak, kaçınılmaz olarak sorunlu olacaktır.

Bilinir ki ulus ile ulus-devlet aynı şeyler değildir. Özetle Ulus; genelde aynı etnik kökene dayanan, “çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, ülkü, duygu, gelenek ve görenek birliği olan insanların oluşturduğu topluluk” olarak tanımlanırken; her ne kadar da kâğıt üzerinde “bağımsız ve denge unsuru” olarak tanımlanırsa da ama nesnel yaşamda asla böyle olmayan ulus-devlet ise, aynı topraklar (ülke) üzerinde yaşayan o ulusal topluluğu, sermaye sahibi burjuva sınıfı adına yöneten idari bir aygıttır. Böyle olunca da hem ta başından beri devleti temsil eden ve hem de sonraki süreçlerde devlet ile özdeşleşmiş olan kültürel değer yargıları başta olmak üzere birçok sembol ve simge artık o aşama itibariyle yönetilen pozisyonda olan geniş emekçi kesimlerinin ortak değerleri olma vasfına sahip olamazlar. Halkın gözünde, onların tamamı olmasa dahi, büyük bir çoğunluğu baskıcı, sömürücü, adil olmayan diktatör bir devleti temsil ettiğinden, doğal olarak bunlar artık o “ortak ulusal değerler” kapsamında değerlendirilemezler.

Kaldı ki “Türkiye” denilen bu “ülke” sadece bir ulusun üzerinde yaşadığı tek bir ülke olmayıp, gönüllü birliktelik ve entegrasyonla değil, zorla ilhak edilmiş K. Kürdistan’ı da içeren iki ülke ve iki ulustan (ve de daha pek çok azınlık milliyet ve inançlardan) oluştuğundan; doğallığıyla, zorba egemen ulusu temsil eden o devletinin değer ve sembolleri, kaçınılmaz olarak, diğerinin “ortak değerleri” olarak kabul görmez.

Haklı olarak kabul görmez, çünkü sıradan bir Kürdün gözünde, tüm sembol ve değerleriyle o devlet, Kürdün anadilini bile yasak eden, soyunu onlarca kez kıyımlardan geçiren, evlerini köylerini defalarca başına yıkan, akla gelebilecek her türlü kötülüğü kendisine reva gören, her türlü ulusal hakkından mahrum bırakan, bir ulus olarak iradesini kabul etmeyen vb. daha pek çok zorbalığı temsil eder. Bayrak da “İstiklal Marşı” da meclisteki, askerdeki, okuldaki yemin de hepsi bu ırkçı-tekçi-inkârcı faşist devleti temsil eder. Aynı şekilde diğer ulusal azınlıklar ve inanç toplulukları için de böyledir.

Bütün bunlar, çok daha fazlasıyla bir komünist, sosyalist ve hatta tutarlı bir demokrat için de böyledir. Dolayısıyla da burada eleştirilmesi gereken Türkiye ve K. Kürdistanlı devrimci, sol-sosyalist ve komünistlerin bu son derece doğru ve isabetli tavır alışları değil; kendisine demokratım, sol-sosyalistim ve komünistim deyip de böyle davranmayanlar/davranamayanlar olmalıydı sayın Yanardağ. Maalesef ki sosyal şoven bir yorumda bulundunuz ve bu size hiç mi hiç yakışmadı.

 

2405

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER

 

Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

 

Nepal Halkı'nın Kerenski'ye değil Lenin'e ihtiyacı var ve Nepal Devrimi'nin Sorunları

 

Giriş:

Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları

 

BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.

materyalist bilgi teorisi ve komünist partileri

 

“İnsan pratiği, materyalist bilgi teorisinin doğruluğunu tanıtlar.” Marks

 

İnsanın üretimdeki, üretim içindeki ilişkileri ve faaliyetleri, diğer tüm faaliyetlerinin üstünde ve onların üzerinde belirleyici bir rol oynama temel özelliğine sahiptir. Bu bağlamda, insanın bilgisi  üretimdeki faaliyetlerinden bağımsız değil, bizzat ona bağlı olarak gelişir ve şekillenir.

HER GÜN DÖRT İŞÇİ, BEŞ KADIN

“Son kötü günleri yaşıyoruz belki

İlk güzel günleri de yaşarız belki

Kekre bir şey var bu havada

Geçmişle gelecek arasında

Acıyla sevinç arasında

Öfkeyle bağış arasında//

Biz kırıldık daha da kırılırız/

Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.”[1]

 

ÇİN: KARMAŞIK BİR SORU(N)…[1]

“ben hiç başlamamış bir dündeyim.

yağmur yağacak...

hiç başlamamış bir yarın çok var.

hiç bitmeyen bir dün de çok var...”[1]

 

Arif Dirlik’in, “Sadece bir ulus değildir; bir uygarlıktır,” notunu düştüğü Çin’in geneli veya özelde ise “bugünü” hakkında yazmak kolay değil.

Binlerce tarihsel bağıntı ve güncel referanslarıyla Çin, çoklu bir örnektir.

SINIF KONUŞMAZSA MEYDAN ÇAPULCULARA KALIR

Sayfalar