Ülkede durum ve devrimci hareketin önündeki asli görevler
Uluslararası alanda köhneyen ve tahrip olan sistemin yarattığı sorunlar her geçen üst boyutlara tırmanıyor. Yarattığı sorunlara müdahale edilemediği gibi çıkan fatura emekçilere ve mazlum halklara mal ediliyor.
Sömürü daha artırılıyor ve halklar üzerindeki baskı unsuru daha üst boyutlara çıkarılıyor. Bu durum en gelişmiş emperyalist ülkelerde bile kendisini gösteriyor. Öyle ki bir dönemin en istikrarlı ve sosyal hakların daha fazla olduğu bu ülkelerde artık durum eskisi gibi değildir. Kapitalizmin külfeti her geçen gün giderek daha çok emekçilere, işsizlere ve gençlere çıkarılmış, mevcut sistem tıkanmıştır. Öyle ki, uluslararası mali sermayenin girdiği resesyon ve depresyon süreci sömürü ve baskı unsurunu daha katmerli bir hatta sokmuştur.
Bu durum bağımlı ve pazar durumundaki ülkelerde de kendisini göstermektedir. Hem de daha katmerli boyutlarda… Nitekim emperyalizme bağımlılığın sonucu krizin tahribatları Türkiye’de daha sarsıntılı boyutlarda kendisini hissettirmiştir. Bunun sonucu Türkiye en zorlu sürecine girmiş durumdadır. Sorunların üstesinden gelmek bir yana, ülke daha meşakkatli bir dönemece sokulmuş durumdadır. Öyle ki yoksulluğun, işsizliğin, açlığın, her türlü baskı ve tahakkümün doruğa tırmandığı bir döneme girilmiştir. Mevcut sorunların yarattığı külfet tümden işçi sınıfı ve diğer halk katmanlarına yüklenmiştir…
Çelişkilerin Derinleşmesi…
Emperyalizme bağımlı olan Türkiye tarihsel olarak sömürünün, zulmün ve bağımlılığın katbekat tırmandırıldığı bir ülkedir. Bunun sonucu ABD’de faizlerin yükselmesi ve Türkiye’deki sıcak paranın önemli bir kısmının yurt dışına çıkması beraberinde mevcut sorunları daha katmerli boyutlara taşımıştır.
Bunun sonucu bağımlı ve dolara endeksli Türkiye’nin mali ve ekonomik durumu iyice kötüleşir ve çok daha ağır sorunların oluştuğu bir sürece yol alınır. Öyle ki çıkan sıcak para Türk lirasını dolar ve Euro karşısında devalüe eder ve enflasyonu hızla artırır. Resmi rakamlara göre 2019 Ocak ayı enflasyonu TÜFE’de (Tüketici Fiyat Endeksi) yüzde 20’nin, ÜFE’de (Üretici Fiyat Endeksi) yüzde 33’ün üstündedir. Ki bu resmi rakamlardır. Gerçek enflasyon oranı hayli yüksektir. Düşük gösterilen enflasyon bile hayli yüksektir.
Devalüasyon ve artan enflasyon firmaların kapanmasına ve işsizliğin artmasına ivme kazandırır. Resmi rakamlara göre geçen yılın son 3 ayında işsizlik oranı yüzde 11,1’e çıkar.
DİSK araştırmasına göre ise işsizlik oranı yüzde 18’e, kadar çıkmıştır. Bu oran kadınlarda ve gençlerde yüzde 20’leri geçmiştir. Ki bu rakamlar resmi makamlara başvurarak iş arayanlarla sınırlıdır. İş bulma umudunu yitirdiği için resmi kurumlara başvurmayanlar bu rakamların dışındadır. Dolayısıyla işsizlerin oranı çok daha fazladır… Öyle ki iş arayanların iş kuyrukları giderek artmaktadır. Birçok ilde işsizlerin başvuruları ve oluşturdukları kuyruklar binleri, on binleri bulmaktadır…
Hızla yükselen enflasyon ve işsizlik yoksullaşmayı da üst boyutlara tırmandırır. Öyle ki önceleri kamufle edilmek istenen işsizlik ve yoksulluk artık çok daha belirgin bir şekilde deşifre olmuş durumdadır. Sorun net bir şekilde kendisini göstermektedir. İşsizliğin, yoksulluğun, sömürünün hızla artan seviyelere yükselmesi, gerçekte sınıf çelişkilerinin nasıl derinleştiğinin göstergesidir.
Öyle ki ulusal gelirden bir avuç burjuvazinin, bankaların, ticaret ve inşaat sermayesinin aldığı pay toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan emekçilerin ve köylülerin aldığı paydan katbekat fazladır. Ayrıca dışarıdan giren sıcak para yoğunlaştıkça rant usulü sömürü mekanizması daha öne çıkmıştır. Daha açık bir deyimle, tüm bunların sonucu ezen ve ezilen sınıflar arasındaki sınıfsal farklılaşma makasın kulpları gibi giderek daha açılan bir dönemece girer. Mevcut bu durum bir avuç komprador burjuvazi, bankalar ve sıcak paranın arkasındaki emperyalist tekeller tarafından sömürü mekanizmasının çok daha katmerli boyutlara tırmandırılmasının sonuçlarıdır. Sömürü, baskı ve tahakküm unsurunun nasıl daha acımasız ve keskin bir hatta girildiğinin göstergesidir. Sömüren rantiye sınıflar sıcak para üzerinden halkın sırtından elde ettikleri rantın hacmini iyice büyütmüşlerdir…
Sömürü ve işsizlikle beraber 457 milyar dolara çıkan dış borcun faturası da emekçi halka çıkarılacaktır. Sadece 2019’un Ekim ayına kadar faizleriyle birlikte 226 milyar dolar ödenmesi gerekiyor. Bu da emekçi yığınlara mal edilecektir.
Türkiye böylesi bir dönemece sürüklenmiştir. Seçimlerin arifesinde uygulamaya konan tanzim satışları sömürü ve baskı unsurunu kamufle etmeyi amaçlıyor. Bu tanzim satışları AKP tarafından seçimleri kazanmak için uygulamaya konmuştur. Ancak seçimler sonrası bu satışlar kalkacaktır. Amaç seçimleri AKP’nin kazanmasıdır.
Bir partinin çıkarı ülke çıkarlarının üstünde görüldüğü için tanzim satışları devreye sokulmuştur. Tanzim satışların faturası ilk etapta üreticilere ve manavlara çıkarılıyor. Seçim sonrası bunun sonuçları tüm kitlelere mal edilecektir. İyice kontrolden çıkan Türkiye ekonomisi seçim histerisiyle devreye konan tanzim satışlarıyla seçin sonrası daha çetrefilli hal alacaktır. AKP hükümeti tanzim satışlarını salt seçimler için uyguluyor. Tayip Erdoğan ve partisi kendi kariyerleri ve çıkarları uğruna ülkenin ekonomik ve sosyal yapısını tarumar ediyor. Ülke böylesi bir döneme sokuluyor.
Tanzim satışları ve oluşturduğu kuyruklar aslında trajik görüntüler sergilemektedir. Bir taraftan uzun tanzim satış kuyrukları; diğer taraftan iş arayanların oluşturduğu iş kuyrukları… Kitlelerin kuyruklara sürüklendiği bu görüntüler mevcut durumun içler acısını gösteriyor. Ülke böylesi trajik bir duruma düşürülmüştür…
Bu ekonomik durum ve sosyal sorunlarla birlikte siyasal baskılar da had safhaya ulaştırılmıştır. 2016’daki 15-20 Temmuz darbesi sonrası ilan edilen OHAL ve KHK yürürlüğe konur. Darbenin hemen akabinde 11 bini aşkın HDP’li gözaltına alınır, 4 bini tutuklanır. Seçimlerde seçilen HDP’li belediye başkanlarının hemen hemen hepsi de tutuklanır ve cezaevine konur. Yerlerine kayyumlar atanır. Ayrıca 11 HDP’li milletvekili de tutuklanır.
Ayrıca darbenin hemen ardından ilan edilen KHK’ler üzerinden binlerce akademisyen, öğretim görevlisi de görevlerinden menedilir. Birçok gazeteci, yazar, öğretim görevlisi vb. kişi tutuklanır ve cezaevine konur. 115 bin kamu görevlisi de işlerinden ve görevlerinden ihraç edilirler. Dernekler, televizyonlar, gazeteler kapatılır. Tek taraflı haber sistemi iyice öne çıkarılır, toplum yanlış bilgilerle kanalize edilir. Operasyonlar durmadan devam ettirilir, yapılan baskın ve saldırılarla toplum pasifize edilmeye çalışılır. Dini ve milliyetçi kisveyle faşist saldırılar had safhaya çıkarılır. Bu baskılar günümüzde devam ettirilir…
Bu durum sonucu sömürünün, zulmün, katliamın, Kürtler üzerindeki baskının daha had safhaya yükseltildiği bir sürece yol alındığı şimdiden görülüyor. Bunun daha iyi görülmesi ve tavır alınması gerekir.
Bu durum devrimin objektif koşullarının daha keskinleşmesi demektir. Objektif durum sınıf çelişkilerinin ve ezen ve ezilenler arasındaki çelişkilerin daha keskin bir hatta yöneleceğini gösteriyor. Bu gerçeklik göz ardı edilemez. Öyle ki, bu mevcut durum aynı zamanda bir sonraki sistemin ön koşullarını bağrında oluşturuyor. Mevcut objektif (nesnel) durum düzenin, sistemin, politik yapının iyice köhnediği ve çatırdadığı gerçek ülke yapımızın rahminde sosyalizmin koşullarını yaratıyor. Bu gerçeklik de görülmelidir. Gelişen objektif koşullara karşın örgütlenmeye tekabül eden subjektif (öznel) koşulların da daha geliştirilmesini zorunlu kılıyor… Ve bu doğrultuda ve bu perspektifle hareket edilmelidir…
Örgütlenme Sorunu…
Ülkenin içinde bulunduğu bu nesnel (objektif) gerçeklik salt tahlil ve belirlemelerle yetinilmemeli. Beraberinde oluşan sorunlara ve çelişkilere müdahale etme görevi üstlenilmelidir. Hedef olarak eskiyen, çatırdayan ve gericilikte had safhaya varan eski sistemin yerine, tarihsel olarak yeniyi ve geleceği temsil eden yapıyı geçirme rolü konmalıdır.
Çürüyen ve daha saldırganlaşan sistem ve devletin sömürüsüne ve saldırılarına karşı kitlelerin düzenden memnun olmayan ileri ve orta kesimlerinde ciddi bir hoşnutsuzluk vardır. Kitlelerin emekçi kesimleri oluşturmaları sonucu krizin külfeti onlara yüklendikçe, onlarda daha fazla rahatsızlık ve hoşnutsuzluk yaratıyor.
Sömürünün doruğa çıkarılması işçi sınıfı ve diğer emekçi sınıfların tepkisini de daha artırıyor. Öyle ki yoksulluk iyice artmış, işsizlik en üst seviyelere çıkmış, çalışanların maaşları ve alım gücü iyice düşmüştür. Ayrıca son dönemlerde dolara endeksli Türk parasının iyice düşmesi, fabrikaların ve işyerlerinin birçoğunun kapanması, enflasyonun belirgin bir şekilde artması mevcut sorunları doruğa çıkarmıştır. Daha açık bir deyimle sınıf çelişkileri daha katmerli boyutlara tırmanmış ve daha müzmin safhaya varmıştır.
Sınıf çelişkilerinin dışında Kürtlerin gördüğü ulusal baskı ve tahakküm de üst boyutlara tırmanmıştır. Kürtler devletin saldırılarıyla yaşadıkları topraklardan zoraki göçe maruz bırakılıyor.
Ve Kürtler üzerindeki katliamlar ve siyasi soykırım da had safhaya varmış durumdadır… Kürtler ulusal hareket önderliğinde hareket ediyorlar. Ancak ulusal hareketin örgütlenmesi yeterli değildir. Salt Kürt sorunuyla sınırlı örgütlenmedir. Sınıf perspektifinden yoksundur. Dolayısıyla sınıf çelişkisine müdahale etmiyor. Kürt sorununu, sınıf çelişkisiyle birleştirmiyor. Dolayısıyla tüm ulus ve milliyetlere mensup emekçi kesimlerin sınıfsal perspektifiyle birlikte örgütlenmesi ve mücadelesi rolünü oynamıyor.
Ayrıca Aleviler üzerinde de mevcut baskı varlığını devam ettirmektedir… Alevi sorununun da özgün örgütlenmesi olmalıdır, ama, sınıf mücadelesinden kopuk olmamalıdır. Tersine sınıf mücadelesine tabi kılınmalıdır… Bu durum kadın sorunun ve benzeri tüm sorun ve çelişkiler için de geçerlidir…
Kısacası bu faşist baskı ve diktatörlüğe karşı tüm ezilen ve baskı ve tahakküm altında tutulan yığınların mevcut sisteme ve devlet erkine karşı hoşnutsuzluğu söz konusudur. Nitekim toplumun en geri ve en atıl kesimleri dışındaki kitlelerin hoşnutsuzluğu ve tepkileri onların ruh haletinde kendisini göstermektedir.
Artan sömürü, yoksullaşma, işsizlik, faşist baskı ve yaptırımlar yığınların ileri ve hassas kesimlerinde tepki oluşturuyor. Gezi ayaklanması bunun göstergesidir. Bunu devlet de görüyor. Bunun için AKP/MHP/Ordu klikleriyle tüm devlet erki tüm ezilen yığınlara, Kürtlere tüm şiddetiyle saldırıyor, onları pasifize etmeye, etkisiz kılmaya ve radikal örgütlenmelerden kopuk tutmaya çalışıyor. Ancak böylece kitlelerin tepkilerini frenlemeye ve hoşnutsuzluklarını etkili bir şekilde bastırmaya ve sosyal pratiğe yansıtmalarını engelleyebileceğini sanıyor. Onun için durmadan baskınlar, katliamlar, saldırılar, tutuklamalar, mahkemeler, yasaklar ile faşizmi en azgın boyutlara tırmandırıyor.
Yaşanılan bu ülke gerçekliği kitlelerin ruh haletinde kendisini yansıtmaktadır. Onların moral bozukluğunda, dile getirdikleri şikayetlerde, duydukları tepkide, düzene umutsuzlukta, karamsarlıkta kendisini göstermektedir. Ancak bu tepki ve hoşnutsuzluklarını pratiğe yansıtamıyorlar. Çünkü bu tepki ve hoşnutsuzluğu örgütleyen yapılar zayıftır. Dolayısıyla ezilen yığınlar örgütlü bir hattan kopuktur. Onlarda tepkisel ruh halini oluşturan sömürüyü ve baskı mekanizmasını doruğa çıkaran ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasal yapısıdır. Sorun bu çelişkileri yaratan yapıyı hedef alan örgütlenme eksikliğidir. Kitlelerin tepki ve hoşnutsuzluğunu nesnel gerçeklik üzerinde örgütleme sorunudur.
Bu nesnel yapıya uygun olarak sağlam temeller üzerinde öznel koşulların oluşturulması, geliştirilmesi sorunudur. Ve buna bağlı olarak geliştirilen öncü müfreze üzerinden kitlelerin ruh halinin belirlenmesi, tahlil edilmesi ve bu doğrultuda örgütlenmesi sorunudur. Sorun tepkilerini dışa yansıtamama, örgütlü olarak harekete geçirilememe sorunudur.
Bunun için de kitlelerle bağ kuran ve onları iktidar perspektifiyle örgütleyen güçlü öncü müfrezeye ihtiyaç vardır. Ancak önderliğin böyle bir misyonu yerine getirmesiyle örgütsüz kitleler örgütlenebilir, sevk ve idare edilebilir, devrim ve iktidar perspektifiyle harekete geçirilebilir. Proleter hareket bu duruma geldiğinde kitleler üzerinde irade birliği oluşturabilir.
Gönümüz koşulları ülkemiz öncü müfrezesine böyle tarihsel bir görev yüklüyor. Ancak mevcut yapının bu tarihsel rolünü oynayabilmesi için kendi iç yapısında oluşan birtakım sorunları halletmesi gerekir. Gelişmesinin önünde engel teşkil eden tasfiyeci, hizipçi, liberalizm gibi anti akımların üzerine gitmelidir. Kendi iç yapısında yarattığı tahribatların izlerini silmelidir. MLM kriteriyle kendini onarmalıdır. O hatta kararlı ve inatçı bir perspektifle kendi hatalarını görmeli ve mahkum etmelidir.
Edecektir de… Önünde duran asli görev şimdilik budur… Objektif (nesnel) durum iyidir. Sorun öznel duruma müdahale sorunudur… Bunun başardığında -ki başaracaktır- öznel güç olarak gelişecek ve kitlelerle kurduğu bağla giderek nesnel sürece müdahalede üstlendiği görevi yerine getirecektir!
Bundan kimsenin kuşkusu olmasın!
Son Haberler
Sayfalar
Şehrin Işıkları
Şehrin gri havasından akşamın karanlığına yürüyorken, herkes, bir telaşla kaçan trenin arkasından koşar gibi, tempoyla, koşturuyor. Şehir o kadar hızlı akıyor ki; insanlar zamanın ve süreçlerinde aynı hızda aktığını zannediyor. Elleriyle dokundukları, gördükleri ve duydukları her şey bir sonraki gün biçim değiştiriyor, aldıkları kokular değişiyor. Gazeteler bir gün önce yazdıklarını ertesi gün hatırlatamıyorlar bile.
Kimliksizlik kimlik olmuş! Tahir Canan
Star Gazetesi İnternete yönelik baskıları savunmak için basın ahlak kurallarını hiçe sayarak basın yasasını hiç görmeyerek dilde kemik yok misali İnternet sansürüne karşı çıkanları porno savunmakla suçlamış. Kendi ilkesizliğini de ilke olarak lansa etmiş. Deyim yerinde ise ilkesizlik ilke olmuş, kimliksizlik de kimlik yerine geçmiş. Yalan dolanla hükümeti” yalama “ yalakalığı erdeme dönüşmüş! Halkı kandırmayı da meslek etmişler. Bunun adına da Gazetecilik denmiş! Gazeteciliğin kamusal görevini hükumetin, devletin ululuğu altına gömmeyi” meslek ilkesi” kabul etmişler.
Yüce bir ölüm!/Agop Ekmekciyan
24 Ocak 1988 yılında İstanbul Emniyet Müdürlüğü I.Şube polisleri tarafından boş bir arsada kurşuna dizilerek öldürüldüğü vakit Manuel Demir henüz 25 yaşındaydı. Genç yaşında ,inandığı dava uğruna düşüncelerinden taviz vermeyen,onurlu duruşu ile cellatları çılgına çeviren Manuel Demir hunharca öldürüldü. Faşizmin azgınca terör estirdiği yıllarda tüm hak ve özgürlüklerin rafa kaldırıldığı,yurtsever,devrimci,komünistlerin hapishanelere atıldığı 12 Eylül faşizminin kol gezdiği şartlarda devrimci mücadeleye ara vermeden,,çekinmeden devam etti.
Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri) için 11 not/ Temel Demirer
normal tarihsel koşuldur.”[1]
i) Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri) güzergâhı, “devrimin güncelliği” fikrine veda etmeyenler için şaşırtıcı olmadığı gibi, “beklenilmeyen” de değildi…
Bu bağlamda Kaan Arslanoğlu’nun, “Bu memleket adam olmaz”, “insanların üzerinde ölü toprağı var”, “insan doğuştan/genetik olarak itaatkârdır,”[2] türünden zırvalarını yerle yeksan eden Haziran Başkaldırısı, tarihsel bir yanıt oldu.
Akademisyen sorumlulugu /Sibel Özbudun
“En büyük bilgelik kendine egemen olabilmektir.”[2]
1. Entelektüel üretimin akademiye ve belli şablonlara sığdırılmaya çalışıldığı günümüzde, sizce akademi dışında entelektüel bir üretim zeminin oluşturulma imkânları nelerdir? Bu bağlamda Özgür Üniversite deneyimini nasıl değerlendirirsiniz?
Benzeşen Toplumları Talilde Unutulanlar / Ergün Aslan
Teori proletarya köylünün yaşamsal mücadelesinin devrimcide akademik olarak dile gelişidir.
Konuya girmeden önce,
Kapitalizmin.., işverenin.. karşısında proletarya köylü olmanın nasıl bir şey demek olduğunu unuttuysan ...
Bu tuzsuz baharatsız sosyo - ekonomik yapı neymiş ya.
Her şeye deva.
Ülkenin sosyo-ekonomik yapısını, inşasını mı talil edecen; Katma işin içine sömürgeciliği..., sosyo - ekonomik yapının sınıflar yüzerinde yol açtığı karekterliği.... tamam.
Umreye Giden Düşkünler/ Erdal Yıldırım
Gündemde AKP iktidarı Kültür Bakanlığınca organize edilen 100 Alevi kökenli ‘dede’nin önce Necef’e, Kerbelâ’ya ve sonra da umreye götürülmesi olayı var. Ve (ben de dahil) bir çok yazar çizer, kanaat önderi, kurum yöneticisi günlerdir bu konuda, konuşuyor, yazıp çiziyor ve ülkenin başkaca bunca önemli yaşamsal sorunuları varken, bu konu gündemde önemli bir yer tutuyor.
On yıl mı beş yıl mı bu ne demektir?
AKP’nin başı Başbakan mahpusların uzun yargılama süresini kısaltacağını açıkladı! Herhalde bravo dememizi bekliyorlar. Ne diyelim ülkemizin kara mizahı böyle oluşmakta. Ülkeyi öyle ki yazboz tahtasına çevirdiler ki. Bu zevatlar ne yaptıklarını biliyorlar mı? Yoksa, bizlerle dalga mı geçiyorlar? Sanki on yıldır bu iktidarda olan, bu yasal düzenlemeleri yapan kendileri değilmiş de başka biri imiş gibi ortalığa çıkıp ne iyi düzenleme yapacaklarını ballandıra ballandıra anlatıp duruyorlar.
Abdullah Öcalan,Hatip Dicle ve “Kapitalist Modernite”’
Time dergisinin her yıl açıkladığı “Dünyanın En Etkili 100 Kişisi” listesinin 2013 versiyonunda Ortadoğu’dan sadece iki liderin adı vardı: Abdullah Öcalan ve Fethullah Gülen.Liderliğini esaret koşullarında sürdürmesiyse Abdullah Öcalan’ın çok özel durumuna işaret ediyor.Tam anlamıyla bıçak sırtında yapılan bir politika üretiminden bahsediyoruz.Bu politika üretimine ilişkin tartışmalar Öcalan’ın bir komployla 15 Şubat 1999’da TC’ye tesliminden ve takip eden sorgu aşamasındakı performansından itibaren hiç durmadı.Öcalan’ın özeleştiri vererek önünü kesmediği bu tartışmalar başta PKK dü
Mültecilik ve düşünce üretimi
Türkiye Devrimci Hareketi (TDH) içinde eskiden beri “mülteciliğe” bir kızgınlık ve yabancılaşma vardır. Özellikle “mülteci” devrimcilere iyi gözle bakılmaz. Bunun TDH’ne, “kötü” olarak yansıması TKP’nin mülteciliğinden kaynaklanıyor. TKP önderleri,,, ülkedeki baskı koşularından dolayı uzun bir süre yurtdışında (o zamanki adıyla Sovyet bloku ülkelerinde) yaşamak zorunda kalmaları, 1970’lerden sonraki devrimci kuşak içinde, “lanetlenen” bir durum oldu.