Vurulacağı söylenen bir Partizan okuru yazdı: “Hizipsavarların trajikomik öyküsü”
Kolektifimiz içerisinde uzun bir süredir devam eden iç tartışmalar son dönemlerde kamuoyuna yönelik açıklamalar ile iyice açığa çıkmış, bu açıklamalar ile iç tartışma olmanın dışına çıkarak, bazı yoldaşlarımız tarafından kendileri gibi düşünmeyen alanlara dönük karalama-manipülasyon kampanyasına dönüşmüştür. Öyle ki, kolektif içerisindeki kadrolar-sempatizanlar tarafından ideolojik-politik bir hatta yürütülmesi gereken tartışmalar, kitleye ya yalan-yanlış bilgilerle ya da demagojik söylemlerle “duyurulmuştur”. Yine bu yoldaşlarımız, arkasına taraftar kitlesi toplamak adına da bu geleneğin tarihinde sıkça rastladığımız “Kaypakkaya/MLM”yi maske niyetine kullanmış, radikal-sol söylemler eşliğinde birçok alanımız bu yoldaşlarımızın saldırısına maruz kalmıştır/kalıyor. Bu yazımda geniş bir tartışmaya girmek yerine, uzun bir süredir devam eden bu saldırılara değinmek istiyorum.
Öncelikle, dost-düşman ayrımını göremeyen, adeta freni patlamış kamyon gibi her yere saldırma cesaretini gösteren bu yoldaşları hakikaten alkışlamak gerek. Alkışlayalım, çünkü haklarını vermek gerek; böylesine bir körlüğe tekrar rastlamak hakikaten çok güç olsa gerek. Bürolarımızın onlarca kişi ile basılıp işgal edilmesi ve “halka açılması(!)” (tabii ki halka açıldı, zaten bürolarımız da faşistlerin elinde idi!) öyle kolay rastlanılabilecek bir durum değil. Yoldaşlarımızın şiddete maruz kalması ise olayın ayrı trajik kısmıdır. Gerçi bu işgalci yoldaşlara göre şiddet-middet diye bir şey olmamış. Mesela bu yoldaşlarımızın aktardığına göre tekmelenen yoldaşımızın üzerindeki ayak izleri şöyle oluşmuş; bu yoldaş yere düşünce (muhtemelen kendisini yere atmıştır!), yerdeki ayak izi yoldaşımızın üzerine yapışıvermiş. Kadın yoldaşımız ise kendini yerlere atmış- zaten biraz da deli bu yoldaş).
Biz de ne kadar art niyetli yaklaşmışız öyle. Hakikaten yoldaşlarımızı tekrar alkışlamamız gerek, bu Oscar’lık senaryo karşısında.
Her filmin senaryosunda çelişkili sahneler vardır, olabilir. Bu yoldaşlarımızın senaryosunda da doğal olarak çelişkiler var. Mesela işgalin hemen ardından görüşmek için giden yoldaşlarımıza uygulanan şiddet için “kendi içimizde özeleştirisini verdik” (özeleştirinin verilmesi gereken yere değil de, kendi içlerinde verilmesi de ayrı bir trajikomedi) denilmiştir. Ama işgalin olduğu günün akşamı “Partizan” imzası kullanılarak yapılan açıklamada “şiddet yoktur, devrimci bir müdahalede bulunulmuştur” denilebilmiştir. Gazetede bulunan ve şiddete maruz kalan yoldaşlarımıza dair daha neler neler var; Biri zaten emaneten oradaymış (emaneten ne demekse!), biri kendi rızasıyla çıkmadığı için olmuş bütün bunlar vb.
İşgal sonrası bu yoldaşların kurumları dolaşıp “artık inisiyatif biziz”, “bizi muhatap alacaksınız” demeleri ise ayrı bir trajedi. Tebrikler, bir bina-daireyi ve teknik malzemeleri “ele geçirerek” hizbi engellediniz!!! Bir kuru binayı gasp etmekle hizbe engel oldunuz demek! Ama biz yine gerçekleri yine gazetemizle halka ulaştırmaya devam ediyoruz, yine savunduğumuz düşünceler uğruna bedel ödüyoruz, yine can veriyoruz. Politika yapmaya devam ediyoruz, doğal olarak!
Peki sizler! Sizler alnınızda bu leke ile yaşayacaksınız!
Bu yoldaşlarımızın cesareti öyle büyük ki, büromuzun işgalini kınayan DHF’yi de telefonla arayıp tehdit edebilecek kadar “devrimciler(!)” Toplam 9 örgütün bir araya gelip sürecin bir ihtiyacı doğrultusunda oluşturduğu HBDH’ye yönelik karalama kampanyasına girmiyorum bile. Bence bu kadarını hiçbirimiz kaldıramayız.
Bu yoldaşlarımızın iç tartışmalar açığa çıktıktan sonra uygulamaya soktukları ilk pratiklerinden biri de “siyaset yasağı” oldu. Bu siyaset yasağını genelde devrimcilere devletin uyguladığını hep görüyoruz ama durun; EZBER BOZULDU! Mesela OHAL kampanyasını yürütmek isteyen YDG’lilere “burada çalışma yapmanıza izin vermeyeceğiz” deyip çalışma esnasında sivil polisleri aratmayacak tarzda takip etmek de “devrimci bir pratik”! Ya da devlet uygulamasına taş çıkartacak bir başka pratikte; kendi içlerinde belirledikleri yoldaşlara “semte giriş yasağı” getirmektedirler. Aman ha o “yasaklı” yoldaşlar sakın o semtlere girmesinler; malum “110 cm’lik doğalgaz borusu” ile onları bekleyen yoldaşlarımız var sonuçta. Sanırız bu yoldaşlar, devletten öğrenme mantığını yanlış anlamış durumdalar.
Durun bunlar daha bir şey değil. Mesela örgütlü bir yoldaşımıza “kafana sıktırırım” demekte “hizip(!)” engellemek! Doğrusu rezilliğin, bataklığın, pespayeliğin bu kadarı da olamaz! Ama gelin görün ki maalesef oldu/oluyor. Yoldaşlar, size ajitasyon çekmek istemem ama halka yönelik onca katliamın sorumlusu olanlar, halk düşmanları elini kolunu sallayarak geziyorlar. Ama tabii, “hizipçilerin(!)” “kafasına sıkmak”, onlara siyaset yasağı uygulamak daha devrimci bir pratik değil mi? İki çizgi mücadelesi de zaten böyle bir şey; kendin gibi düşünmeyeni ez!!!
Hala devrimcilik duygusunu kaybetmeyen sevgili yoldaşlar; dahil olduğunuz bu üslup bir bütün olarak kolektifimize zarar veriyor. Yıllardır verilen emekler bu karşı-devrimci üslup ile heba ediliyor. Sorunlarımızı devrimci bir tarzda tartışma olanağımız hala mevcut. Gelin hep beraber sorunlarımızı tartışarak çözelim. Bu tarzın bizleri bir bütün olarak gerilettiğini görmek zorundasınız. Yıllarca Amed 5 Nolu Zindanı’nda direnen ve hala örgütlü mücadelesini, düşman engellerine rağmen bulunduğu alanda sürdüren M. USTA’nın da dediği gibi “Sorunları yaratanlar, şimdi de derinleştiriyorlar.” (Ha bu arada, M. USTA’nın da mücadeleyi bıraktığını söylüyormuşsunuz duyduğumuza göre! Üzülmeyin ama dostlar, M. USTA hala örgütlü, maaalesef!)
Sorunları yaratıp derinleştirenlere kanmamak, dur demek boynumuzun borcudur.
Örgüt olma, mekanizmayı kolektif olarak işletme mantığını şefçiliğe indirgeyenler, pratikten yoksun bir biçimde olup ama aynı zamanda savaş cephesinin binlerce kilometre uzağında “savaş çağrısı” yapanların gittiği/gideceği yer bellidir. Tarihimizde bunun örnekleri mevcuttur. Ülkenin dört bir yanında faşizme karşı ezilenlerin yükselttiği isyan çığlıkları bizleri bekliyor. Derinleşen krizin her geçen gün dar boğaza ittiği işçi sınıfı bizi bekliyor. Faşist sömürgeciliğe karşı serhildanları örgütleyen Kürt ulusu bizleri bekliyor. Daha sert daha zorlu bir mücadele süreci bizleri bekliyor. Bunun karşısında daha kararlı daha fedakâr bir örgüt yaratmak mümkündür.
Yeter ki herkes üzerine düşeni yapabilsin!
Yeter ki “herkes işini yapsın!”
Vurulacağı ya da dayak yiyeceği söylenen bir Partizan okuru
Son Haberler
Sayfalar
Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -2-
Son yıllarda, emperyalist savaş tehlikesinin zemininin güçlenmesine paralel, dünya genelinde ırkçı hareketlerin ve partilerin dikkat çekici boyutta güçlendiğine vurgu yapmış, bu yükselişin, sadece belirli demografik gruplarla sınırlı kalmadığını, kadınları da içine aldığını gördüğümüzü ifade etmiştik.
Peki, kadınlar neden bu tür hareketlere katılıyor? Bu sorunun yanıtı, birçok faktörün karmaşık bir birleşiminde yatıyor.
Faşizmin Yüzünü Örten Çirkin Bir Maske (Nubar Ozanyan)
İttihatçı Türk kompradorları, ekonomik-mali-siyasal krizden bir türlü kurtulamıyor. Faşizmi maskeleyen kaba uydurma parlamentoyla bile ülkeyi yönetemiyor. Zorbalık her taraftan fışkırıyor. Kötülük ve çirkinlik her yerde bütün utancıyla görülüyor. Dağda, köyde, sokakta Kürt ve emekçi kanı dökmekten çekinmeyenler dünyanın gözü ve kulağının üzerinde olduğu parlamentoda bile Kürt kadın parlamenterin kanını dökmekten çekinmiyor. Zorbalık, pervasızlık, yasa, hukuk tanımamazlık ayyuka çıkmış, had safhaya ulaşmıştır.
Emperyalist haydutlar, 3.Dünya savaşı hazırlıklarını yoğunlaştırmakla meşgul…
Bazı sol-sosyalist ve kendilerini komünist addeden kesimler hâlâ (evet, hâlâ) bir 3. Dünya Savaşı çıkacak mı çıkmayacak mı ve keza “süreci belirleyen esas etmen savaş mı devrim mi?” ikilemi girdabında, adeta miskince bir fikirsel jimnastik rehavetiyle, sorunu ele almaya devam ede dursunlar; fakat süreç, maalesef ki hem de çok hızlı bir şekilde, o istenmeyen malûm sona doğru ilerliyor.
Fakir (Nubar Ozanyan)
Yaşamı boyunca hep yokluk ve fakirlik içinde yaşadı. Bundandır ki arkadaşları ona “Fakir’’ dedi. Ne zaman biraz dünya nimetlerine yakın olan olanaklara sahip olsa o yine fakir yaşamından ayrılmadı. Yaşamı fakir, bilinç ve yüreği zengin olan Nubar Ozanyan en alttakilerin, yoksulların, mazlumların yoldaşı olmaktan bir an olsun geri durmadı.
Servet Vergisi ve Sermayenin Olmayan Vijdanı
Bugünlerde de toplumsal eşitsizlik sermayenin birikimine ve merkezileşmesine koşut olarak artınca, zenginlerden servet vergisi alınmasını dilendirenlerde çoğalmaya başladı.[1] Servet vergisi, toplumsal servetin belli ellerde birikmesinden bu yana ara sıra gündeme getiriliyor. Zaman zaman kısmen de uygulanmıştır. Örneğin savaş dönemlerinde vb. Yine ABD'de, 1960'larda 400 zenginden %53 oranında vergi alınmıştır.
Inger Nubar Can, Hewal Nubar, Nubar Yoldaş’a!
Halen pek çoğumuzun inanmak istemediği Nubar Ozanyan’ın ölümsüzleşmesinin 7. yılında, onu bir kez daha saygı ve sevgi ile anarken, şehadetinin yıldönümünde onu anlatmak da bizim için en zor yazılardan olacaktır.
Rusya / Ukrayna Savaşında Yeni Bir Aşama
Savaşın Rus topraklarına doğru genişlemesi Ukrayna'daki savaşın yeni bir aşamaya geçmesi anlamına geliyor.
6 Ağustos Salı gününden bu yana Ukrayna birlikleri Rusya sınırını geçerek Rusya'daki savaşta yeni bir cephe açtı. En az üç Ukrayna tugayı ve çeşitli taburlar savaşa dahil oldu ve ilerleme Rus topraklarının yaklaşık 30 kilometre içine kadar ulaştı. Bu, savaşın yeni bir aşamasının başlangıcına ve dünya savaşı tehdidinin önemli ölçüde yoğunlaşmasına işaret ediyor.
İKTİDARIN BÜYÜK YALANI: “HİÇ KİMSENİN YAŞAM TARZINA KARIŞMIYORUZ.”
Genel olarak tüm siyasal İslamcıların, ama özel olarak da İslamo-faşist Erdoğan ve iktidarının, başvurduğu en kullanışlı “idare etme” araçlarının ilk sırasında hiç kuşkusuz ki dinlerince de serbest sayılan takiyedir. Yani amaçlananı gerçekleştirebilmek için, gözünü dahi kırpmadan YALAN SÖYLEMEKTİR.
Belliki sol-sosyalist eski nostaljik söylemlerin tekrarı bugün artık kitlelerde herhangi bir karşılık bulmuyor!
Geçenlerde, “dini bütün” olarak tabir edilen kesimlerden bir ahbabımla, “ne olacak bu memleketin hali” kıvamında sohbetteyken, şöylesi bir cümle kurmuştu: “Abi benim anlamadığım, bunca açlık, yoksulluk, işsizlik ve zulüm varken, yani koşullar aslında tam da siz devrimci solcuların kolayca taban bulmanıza ve kitleleri harekete geçirmenize ve hatta devrim bile yapmanıza bunca uygunken; bu derece atıl ve etkisiz olmanız, sence normal mi?”
KADINLARIN BİRLİĞİ | Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -1-
Emperyalistler arası çelişkiler derinleştikçe, ekonomik kriz ağırlaştıkça vb. bu sistemin sarıldığı en temel dayanaklardan birinin ırkçılık-faşizm olduğunu biliyoruz. Zira bunun, sistemin alametifarikalarından biri olduğunu birçok -acı- deneyimiyle elbette biliyoruz. Şu anda yine tam da böyle zamanlardan geçtiğimizi söylüyoruz. Bu tehlikeye dair önlemler almaktan bahsediyoruz, özellikle Avrupa’da ırkçı partilerin yükselişini izlerken, Avrupa Parlamentosu’ndan çeşitli Avrupa ülkelerinin kendi seçimlerine odaklarımızı çeviriyoruz vs.