Cumartesi Eylül 21, 2024

Yağma ve Talan Cumhuriyeti (Analiz)

Geçtiğimiz haftalarda Kayseri’deki pogrom girişimiyle başlayan ırkçı ve mülteci düşmanı saldırılar Antalya, Antep, Urfa, Hatay, Bursa, İstanbul gibi şehirlerde de kendisini göstererek göçmenlere ait işyerlerinin ve malların yağmalanmasına, yakılmasına ve çok sayıda göçmenin yaralanmasına, hatta Antalya’da göçmen bir gencin öldürülmesine neden olmuştur.

Bir çeşit günah keçisine dönüştürülen göçmenlere karşı yükselen bu dalga görünen o ki daha çok olaya ve şiddete gebe bir yerdedir.

T.C’nin “Şam’da namaz kılacağız” diye giriştiği işgal planı, sonrasında da Rojava’nın imhasına yönelik politikası T.C.’yi bir bataklığa saplamış görünüyor. Bu durum Türk şovenizminde bir bulantı hali yaratmaktadır. Zira tüm bu savaş ve çatışma durumu ekonomiyi baskı altında tutmuş ve içerideki ekonomik krizle birlikte Kuzey Suriye ve Rojava’da savaş makinesi hareket edemez hale gelmiştir.

Son dönemde T.C, işgal altında tuttuğu bölgede bazı ödünler vermek ya da yarattığı statükoda değişiklikler yapmak istemektedir. Bununla birlikte T.C’nin bölgedeki varlığı paralı askerlerin ve çetelerin kurduğu nüfuzdan öteye gidememiştir. Bölgede açıkça bir işgal hukuku ve politikası sürdürülmektedir. Bölgenin tarımsal, endüstriyel ve nüfus gibi tüm ekonomik değerlerinin yağması ise doygunluğa erişmiş görünüyor.

Bölgede T.C.’nin ödenekleri ve silahlandırmasıyla palazlanmış grupların dışında hiçbir idari yönetim ve planlama gerçekleştirilmemiş, daha doğrusu gerçekleştirilememiştir.

Bu kırılgan ve sürdürülemeyecek vaziyet ortada olduğu gibi R.T.Erdoğan, Şam yönetimi ile masaya oturma noktasına gelmiştir. Ancak bu temaslar bölgedeki gruplarda huzursuzluk yaratmaktadır. Kayseri’de yaşanan olayların ardından Suriye’deki gruplar ile TSK arasında çeşitli gerilim ve çatışmalar yaşanmıştır.

Tam da bu noktada, T.C.’nin yarattığı işgal politikasının kendisine dönen olumsuz sonuçları sebebiyle şovenist refleksler harekete geçmektedir. Türk bayrağının indirilmesi, Türk askerinin mağdur edilmesi gibi yüz yıllık gerekçeler toplumda Suriyelilere yönelik bir nefreti tırmandırmaktadır. Ancak buradaki çıkmaz, T.C’nin uyguladığı işgal hukuku ve bölgede temsiliyet atfettiği gruplarca ortaya çıkmaktadır.

Burada başından sonuna sorumlu olan şey, T.C.’nin işgalci hezeyanlarından başka bir şey değildir. Suriye’de ve Rojava’da iç savaşın başından beri ne kadar çatışma ortamı ve ihtimali varsa sürdürmeye çalışan T.C, milyonlarca insanın yerinden edilmesinin sorumlularının başında gelmektedir. Aynı şekilde milyonlarca insanı sınırları içerisinde rehin tutarak, kapitalist pazarda ucuz iş gücü haline getirmiş ve toplumda yoksulluk katmanlarını derinleştirmiştir.

Öte yandan rehin tuttuğu ölçüde emperyalist merkezden devasa bütçeler elde etmiş ve bunların çok az kısmını göçmenlerin refahı ve organizasyonu için kullanmıştır.

Özel Savaş

Bununla birlikte T.C’nin Özgür Suriye Ordusu (Şimdi Suriye Milli Ordusu) ekseninde yaratmaya çalıştığı cihatçı-çeteci kimliğin içerideki göçmen kitlelere atfediliyor oluşu, her ne kadar Türk faşizminin formasyonuna benzese de, resmi ideolojinin tanımladığı Türk şovenist tanımlamasına tamamen uymamaktadır.

Yani Türk şovenizmi, kendisine içkin ırkçı tutumlar ve anlatılar sebebiyle “mücahit, doğulu, Arap” vb. kalıpları ve kimliği AKP-MHP kliği dışında henüz içselleştirememiştir.

Burada resmi ideolojinin sürdürmek istediği şey başta Kürtlerin ve Kürdistan’ın iradesinin karşısına koymaya çalıştığı özel savaş yöntemleridir. Bu sayede hem Rojava’da somutlaşan Kürdistan’ın varlığının ve Rojava’nın temsil ettiği demokratik ilkelerin Türkiye Kürdistan’ındaki yansımalarının önüne set çekmek, hem de Türkiye’deki şovenizmi ve faşizmi AKP-MHP eliyle yeniden biçimlendirmek istemektedir.

Öte yandan milyonlarca göçmene atfedilen bu kimlik ve tartışma kabul edilmemelidir. Göçmen kitleler içerisinde devlet eliyle örgütlenen ve önü açılan cihatçı ideolojiler söz konusudur. Ancak hiçbir topluluğun homojen bir yapıda olamayacağı gibi Suriyelilerin de tümüyle cihatçı olması bir çeşit ırkçılığın ya da şovenist bakış açısının ürünüdür.

AKP-MHP iktidarı savaş söz konusuyken devletin bekası, Rojava’nın varlığı gibi şeyleri işaret ederken, göçmenlerden bahsederken ise ümmetçi, insan ve mazlum dostu masallar anlatmaktadır. Toplumda, daha doğrusu Türk şovenist zihniyetinde, bu çelişkili anlatı bir bulantıya neden olmaktadır. İmha ve işgal rüyaları şovenizmi harekete geçirirken, mazlum dostu maskesiyle rehin tutulan milyonlarca göçmen Türk şovenizminin kafasını karıştırmaktadır.

Oysa bu kafa karışıklığının içerisinde egemen sınıflar, göçmenleri ucuz işgücü rezervi olarak kullanıp, güvencesiz koşullarda çalıştırmaktadır.

Bu durum Türk şovenizminde ayrıca bir ırkçı reflekse ve göçmen nefretine neden olmaktadır. Aslında dünyanın bir çok yerinde tekrar eden “işimizi çalıyorlar”, “onlara biz bakıyoruz”, “bedava yaşıyorlar” gibi ırkçı ve kör söylemler, toplumumuzda da kendisini göstermektedir.

Yaşanan ekonomik krizle beraber bu yaklaşımlar krizin yükünü göçmenlere yüklemektedir. Bu yaklaşım AKP-MHP iktidarının neoliberal saldırganlığını, işçi emekçi düşmanlığını, işgalci politikalarını görünmez kılmak için önünü açtığı bir kılıftır.

Faşizm, işgal ve derdest ettiği topraklar bir yana, içeride göçmenleri hem insanca koşullardan uzak bir şekilde üretim ilişkilerine sokuyor, hem de harekete geçirdiği faşist kitlelerin önüne terk ediyor.

T.C, kelimenin tam anlamıyla işgal ettiği yerlerin ve göçmenlerin kanını son damlasına kadar emmeye çalışan bir vampirden başka bir şey değildir. Yani kısaca AKP-MHP iktidarı, resmi ideolojinin tüm hezeyanlarını sürdürerek kendi egemen sınıflarını palazlandırıyor ve Ege denizinden, Başur Kürdistan’a tüm halkları insanca bir yaşamın dışına itmek için elinden geleni yapmaya devam ediyor: “Sermaye, vampir misali, canlı emeği emerek ve ancak daha da fazla emerek hayatta kalan ölü emektir.” – Karl Marx, Kapital

Başka Bir Dünya Mümkün!

Sermaye özgürlük değil, her zaman kendi egemenliğini ister. Tüm bu savaşlar ve çatışma bölgeleri burjuvazinin halklara layık gördüğü ve dayattığı dünya tahayyülünden başka bir şey değildir.

Kapitalizm-Emperyalizm ve dolayısıyla onun bölgemizdeki uygulayıcısı Türk faşizmi, sınırları tanımayan, işgal rüyaları peşinde koşan, ülkesindeki halkların özgürlüğünü ve komşu halkların egemenliğini hiçe sayan bir olgudur. Bizler tüm bu emperyalist saldırganlığın karşısında bölgedeki halkların kurtuluşunun ve demokratik taleplerinin bayrağını yükseklere taşımalıyız.

Göçmen olan ve göçmen olmayan işçiler arasında eşit hak ve koşulların savunulması ve egemen sınıfların göçmen emeğini daha düşük bir değere indirgemesini engellenmesi konusunda netliğimizi enternasyonalist ideolojimizden almalıyız ve bu görevi kuşanmalıyız: Emperyalist savaşlara hayır! Göçmenler düşmanımız değildir!

İkinci Enternasyonal’in Yedinci Kongresi’nde Vladimir Lenin ve Rosa Luxemburg tarafından desteklenen karar bize ışık tutmaktadır:

“Kapitalist devletler arasındaki savaşlar, kural olarak, dünya pazarındaki rekabetin sonucudur, çünkü her devlet sadece mevcut pazarlarını güvence altına almak değil, aynı zamanda yenilerini de fethetmek istemektedir. Bunda yabancı halkların ve ülkelerin boyunduruk altına alınması önemli bir rol oynamaktadır. Bu savaşlar ayrıca, burjuva sınıf egemenliğinin ve işçi sınıfının ekonomik ve siyasi boyunduruk altına alınmasının başlıca araçlarından biri olan militarizmin durmak bilmeyen silahlanma yarışından da kaynaklanmaktadır.

Savaşlar, proleter kitleleri kendi sınıfsal görevlerinden olduğu kadar uluslararası dayanışma görevlerinden de uzaklaştırmak amacıyla egemen sınıfların çıkarları doğrultusunda halklar arasında sistematik olarak beslenen ulusal önyargılar tarafından desteklenmektedir.”

1761

Özgür Gelecek

Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Özgür Gelecek

Sazansın be kardeşim! (İsmail Cem Özkan)

Her canlının hafızası vardır ama elde ettiği tecrübeyi bir başka kuşağa aktaracak hafıza sadece insanda var olduğu söyleniyor, çünkü henüz evrenimizde ki evrim devam ediyor bir bakmışsınız bizim gibi tecrübesini kendisinden sonra ki kuşağa aktaran bir canlı bulunur. Var olan bilgi ile sadece insan vardır elde ettiği tecrübelerini aktaran. İnsan zaman içinde kendi hayatı içinde biriktirdiği bilgileri kendisinden sonra ki kuşağa aktararak bir itici güç konumundadır. İnsanlık sürekli ilerleyecektir her ne kadar görünümde öyle gibi gözükmese de!

Yerel seçimlerde ‘’ Ecolo ‘’ ile ‘’ sol ‘’ dalgası esiyor...

14 Ekim 2018 tarihinde ,altı yılda bir yapılmakta olan Belediye seçimlerinde kazananlar ‘’Ecolo’’ ile ‘’sol’’ parti oldu.Ertesi gün çıkan gazetelerde ve televizyon yorumlarında ‘’Ecolo ile PTB dalgası ‘’ diye verildi.Altı yıldır yerel yönetimlerin birikmiş sorunlar karşısında bir varlık gösterememeleri kendi sonlarını hazırladı.Değişen acil çözüm bekleyen,dünyadaki gelişmelerden bağımsız olmayan sorunlar karşısında politika üretemeyen iktidarları,kitleler seçimlerde al aşağı etti.Cezalandırdı.Aynı zamanda 2019 mayıs ayında yapılacak milletvekili seçimleri için Charles Michel iktidarına bir

Yağmur yağıyor dışarıda

Yağmur yağıyor dışarıda

Şehir griye düştü

Aklımda deli düşler ve sonunda gerçekliğimiz

O kadar acı olsa da umut dağlara çekilmiş kar altındadır

Şehir bir hengâme içinde seksenli filmlerde ki gibi

Duraklar pazara insan taşıyor

Pazar insan satıyor ve alıyor

Dostlar birbirine küskün

Düşman sarayında keyif çatıyor

Üzerime bir çağ yapılırken

Logar kapağının altında üç gündür ölü bedenim

Tam üç gündür yatmakta

Öğretmenim ben

Cebimde on lira ile astım bedenimi o ağaca

Öğrendiniz mi bari

Çin Devrimi ve Maoizm -2-

Sosyalist Dönüşümde Kitlelerin Enerjisine Dayanma         

Mao devrimden hemen sonra gittiği SSCB’nin, “gerçek bir devrim değil” diyerek işbirliği yapmaya yanaşmadığını ancak Kore Savaşı’nın bütün yükünü omuzladıklarında işbirliğini kabul ettiklerini açıklamıştır. (Sabah Tufanı-2, Sayfa 174)

Dogmatizmin Eksensiz Çukurunda Yön Aramak-2

MA’nin “ahlaklı” Düşman Ajanı NT’sinin Rolü Neydi?

Düşman, özellikle komünist ve devrimci örgütlenmelerin içine ajan sızdırmak için özel bir çaba harcar. Düşmanın bu davranış biçimi devrimci ve komünist örgütlenmeler için yadırganacak bir durum değildir. Düşman, “içeriye sızdırma” işini çok yönlü olarak yapar. Birincisi içerden kazanmak yoluna özel bir önem verir. İkincisi korkutarak, tehdit ederek ya da satın alarak yapar. Üçüncüsü ise kendi adamlarını örgütten birisiymiş gibi örgüte sızması yoluna gider. Teknik dinlemeler bunların dışındadır.

Alman İşçi Sınıfı Irkçılığa Geçit Vermeyecektir

Bir kere daha yazmalıyım. 25 Eylül 2017 Almanya Genel Seçimleri sonuçları üzerine yazdığım yazıda, “Almanya’da artık her şey farklı olacaktır” demiştim. Bu değerlendirme; Federal Alman Parlementosu’na 94 millet vekili sokan ırkçı-faşist AfD’nin (Almanya İçin Alternatif) seçim “zaferi” üzerine yapılmıştı. Ve son gelişmeler, işçi sınıfı ve emekçilerin sokaklarda olması, buna karşı Alman tekelci burjuva hükümetinin gerici yasaları sürekli gündeme getirmesi bu görüşümü doğrulamıştır.

Yeniyi inşa etmenin dinamiği! Tarihi yazan kitlelerdir!

“Nesnel dünyanın yanı sıra öznel dünyayı değiştirmek”; yani “dünyayı değiştirirken kendini de değiştirmek”… Proletarya ve kitleler kadar, tek tek bireyler açısından da devrimci mücadeleyi kavramada temel yaklaşım bu olmak zorundadır.

“.. Birincisi bağımsızdır ve temel doğası kendi için olmaktır; öteki bağımlıdır ve özü başkası için yaşamak veya var olmaktır. İlki efendidir; ikincisi ise kul”… Hegel’in bir egemenlik ilişkisi içinde “efendi” ve “kul”un konumuna ilişkin bu saptamaları sınıflı toplumlarda sömüren ve sömürülenler arasındaki ilişkide de geçerli değil midir

Aşkımın Büyük Yanılgısı

Ve geldik şu aşkımın diline.

Aşkımın dilinin hiç kaygısı yok devrimlilerdeki işçilerin ücretlerine vede devrimlerin değişik renkteki ülkelerle gerçekleştirdiği siyasi ekonomik ilişkilere bakarken.

Hemen suçluyor veriyor devrimlerde geriye dönüşler gerçekleşmiştir diye.

Ne yani devrimin ilk hallerinde ölen devrimciler gibi mi ölmeliyim?

Sadece fransız devriminin sonuçlarıyla karşı karşıya kalmamış devrimciler parti gereksinimiyle ilgilenmemişlerdir de ondan.

Sovyet devriminin sorunlarıyla karşı karşıya kalan devrimcilerden bana kalan mirasta...

Dogmatizmin Eksensiz Çukurunda Yön Aramak-1

Bazıları tarihin önünde yürür, bazıları ise onu yazar. Bazıları ise ilerleyen tarihin ne tarafında yer alacaklarında kararsızdırlar.

Giriş:

Devrimci mücadelenin ve bu mücadele içinde yer alan örgütlerin tarihini yazmak, sınıf mücadelesini ilerletmek ve gelecek kuşaklara deneyimler aktarmak açısından, hiç kuşkusuz büyük bir önem taşımaktadır.

Tarih yazımında, burjuva sınıfı adına tarih yazıcılarıyla işçi sınıfı adına tarih yazıcıları arasında niteliksel bir sınıf varkı vardır ve bu eşyanın tabiyatına da uygundur.

Kandil-Yerevan Yürüşümüz(4)- Kandil-Yerevan ve Şimdiki Duruşum(5)Dursun Ali Küçük

Kandil-Yerevan Yürüşümüz(4)-Dursun Ali Küçük

*Şendinli- Xaxurke boğazından yolculuğa ve uzun yürüşüşe başlıyoruz.

Nasıl yaşayacağına karar verenler nasıl savaşacağına karar vermişlerdir!

Sınıf savaşımında devrimci yaşamın rolü ve yeri tartışılmaz düzeyde önemlidir. Ancak bu gerçeklik her zaman yeterince anlaşılmaz. Üzerinde yeterince düşünülmeyen, ciddiyetle durulmayan konuların başında devrimci yaşam gelir. En az dikkat ve ilginin olduğu, en az duyarlılığın gösterildiği, en az sorgulanan yerdir yaşam. Oysa en fazla hata ve zaafların, yanılgı ve yenilgilerin yaşandığı, kendisini gizleyip sakladığı yerdir yaşam. Deşifre edilip sorgulandığında bunun böyle olduğu görülüp anlaşılacaktır.

Sayfalar