Pazartesi Mart 3, 2025

“Yetmez Ama Evet”: OYLAR HDP’YE!

1 Kasım “yeniden seçim”ine günler kala bütün hakim sınıf partileri ağız birliği etmişçesine halkı sandığa gitmeye çağırmaktadır. İşçi sınıfı ve halk düşmanlığı dışında başka hiçbir konuda anlaşamayan hakim sınıf partilerinin, bu konuda ortaklaşabilmeleri dikkate değerdir. Bu durum, 1 Kasım seçimi öncesinde bir yandan işçi sınıfı ve halkın dikkate değer kesiminin seçim ve sandık olgusuna yaklaşımına dair işaretken, diğer yandan da hakim sınıf partilerinin yönetememe krizinin sürdüğünü göstermektedir. Hakim sınıf partileri, var olan tablo içinde, 1 Kasım seçim sonuçlarından çok büyük bir değişiklik beklemedikleri için, son çare olarak sandığa gitmeyen seçmene çağrı yapmakta ve böylelikle arkalarındaki kitle desteğini artırmak istemektedirler.

R. T. Erdoğan ve AKP’de kendini ifade eden hakim sınıf kliği, 7 Haziran’da Erdoğan’ı başkan yaptırma ve tek başına hükümet kurma politikası başarıya ulaşmadığı tarihten itibaren halka saldırılarını artırmış durumdadır. Hedeflerinde bu başarısızlığın bir numaralı sorumlusu ilan ettikleri Kürt hareketi ve onu destekleyen ilerici devrimci güçler vardır. Bu amaçla “çözüm süreci” yalanı bitirilmiş, başta Kürt halkı olmak üzere yurtsever, ilerici ve devrimci örgütlere karşı saldırı furyası başlatılmıştır. 7 Haziran’dan sonra neredeyse saldırı yapılmayan, gözaltı ve tutuklama gerçekleştirilmeyen gün yok gibidir. Bizzat devlet güçleri ya da onun kontrolündeki gerici örgütler tarafından katliamlar gerçekleştirilmektedir. İş o raddeye varmıştır ki, tam bir gözü karalıkla kendi beslemeleri olan kontrgerilla artıklarına, Ankara’da kitle katliamı yaptırma ve bunun üzerinden algı operasyonlarıyla seçim kazanmaya çalışmaya uzanmıştır. T. Kürdistanı’nda yaşanan kitle katliamları, bizzat devletin başkentine taşınmış ve bu kanlı katliamdan seçim için fayda sağlanmak istenmiştir.

Türk hakim sınıflarının ve onların devletinin tarihsel geçmişi, Ankara Katliamı gibi onlarca örnekle doludur. Bu açıdan devletin halka saldırısı şaşırtıcı değildir. Burada asıl önemli olan bu türden bir kitle katliamına Ankara gibi, kendileri açısından simgesel önemi olan bir şehirde yol verebilmiş olmalarıdır. Bu durumda esasta Erdoğan ve AKP kliğinin ne kadar sıkıştığının göstergesi olarak okunmalıdır. Ankara Katliamı, doğrudan Erdoğan ve AKP tarafından temsil edilen kliğinin tavrının da etkisiyle hakim sınıfların yönetememe krizinin ulaştığı aşama açısından da değerlendirilmelidir. Türk hakim sınıfları, örneğin Kürt sorununda ve daha özel olarak T. Kürdistanı’nda halka karşı saldırılarda rahatlıkla ortaklaşabilirlerken, Ankara gibi devletlerinin başkenti olan bir şehirde göz göre göre gerçekleştirilen bu katliam saldırısının üzerinden iktidar kavgalarını son hızıyla sürdürmektedirler.

Nitekim bir diğer hakim sınıf partisi CHP eliyle, Gülen Cemaati’nin de katkılarıyla başta Ankara Katliamı olmak üzere, Erdoğan’ın ve AKP’nin bir devlet politikası olarak, Suriye’deki Cihatçı çeteleri her anlamda desteklediğine dair belgeler ortaya serilmektedir. TC devletinin Suriye’deki katiller sürüsüne, kimyasal silahtan tutalım da, insan, para ve silah yardımlarıyla nasıl bir lojistik destek sunduğu kanıtlarıyla açıklanmaktadır. Son yaşanan Ankara Katliamı’nda da devletin ilgisi ve bilgisi doğrultusunda nasıl yol verildiği görülmektedir. Bu anlamıyla katliamın gerçek faili TC devletinin kendisidir. Katliamın bir numaralı azmettiricisinin Erdoğan’ın olması bu gerçeğin üzerini örtmemelidir. Hepsi birer işçi sınıfı ve halk düşmanı olan bu partilerin aralarındaki dalaş, başta Suriye halkı olmak üzere, Amed, Suruç ve Ankara katliamına uzanan bir çizgide, TC devletinin nasıl bir işçi sınıfı ve halk düşmanı, terörist bir devlet olduğunu göstermektedir. Bu anlamıyla mızrak çuvala sığmamakta, TC devletinin varlık koşulunun işçi sınıfı ve halk düşmanlığı olduğu bir kez daha ortaya saçılmaktadır.

TC devletinin bütün klikleriyle işçi sınıfı ve halka saldırı kararı alması, Gezi İsyanı’yla başlayan, Kobanê Serhildanı’yla süren ve son olarak da, HDP’nin 7 Haziran seçimlerinden başarıyla çıkmasının sonucudur. Bu gelişmeler, hakim sınıf partilerinin yönetememe krizini derinleştirmiştir. Esas olarak Erdoğan ve AKP’de temsil olunan kliğin kararıyla gidilen 1 Kasım seçiminin de bu yönetememe krizini değiştirmeyeceği görülmektedir. Bu nedenle bir yandan dış basında, “darbe” yorumları yapılmakta, diğer yandan ise hakim sınıf partileri 1 Kasım sonrası için çeşitli senaryolar üzerinde çalışmaktadırlar. Nitekim bir diğer hakim sınıf partisi olan MHP’nin şefi Devlet Bahçeli’nin “mecliste beşinci parti olabilir” vurgusu ve koalisyon açıklamaları bununla ilgilidir. Hakim sınıf partileri “devletin bekası” üzerinden plan yapmakta ve Erdoğan’ı dizginlemeye çalışmaktadırlar.

Bu çabalarda bir yandan 1 Kasım seçiminin yönetememe krizini esaslı olarak çözemeyeceği öngörüsü varken, diğer yandan özellikle dış politikada Ortadoğu ve Suriye’de alınan yenilginin, doğrudan iç politikaya yansıyacağı, çelişkileri ve yönetememe krizini daha da derinleştireceği gerçeği vardır. Üstelik Suriye lideri Beşar Esad’ın Moskova ziyaretinin hemen ardından Katar Dışişleri Bakanı Halid El Atiyye’nin “Suudi ve Türk kardeşlerimizle (…) gerekirse Suriye’ye askeri müdahalede bulunuruz” açıklamasını yapması, bölge gericiliğinin ateşe körükle gitmekten vazgeçmediğini göstermektedir. Türk hakim sınıflarının yönetememe krizlerini şimdiye kadar yaptıkları gibi örtülü değil de Suriye’ye doğrudan müdahalede bulunmakla aşmaya çalışmaları da ihtimal dahilindedir. Bu durum hakim sınıflar arasındaki çelişkiyi daha da artıracaktır. Yine Kürt Hareketi’nin ulaştığı düzey ve direnme çizgisi, Türk hakim sınıflarını zorlayan bir özelliğe sahiptir. Tüm bu gerçekler, hakim sınıf partilerinin bir yandan kendi aralarında dalaşırken, diğer yandan da kendilerince çözüm önerilerini ortaya koyma ve özelliklede 1 Kasım seçiminde kitle desteği sağlamaya itmektedir. Hepsinin de ortaklaştığı nokta, işçi sınıfı ve halk düşmanlığı ve özellikle de HDP’nin geriletilmesidir.

Halk Savaşçıları Ölümsüzdür!

Bu tablo içinde özellikle Erdoğan ve AKP kliğinin HDP’yi geriletmek için yoğun mesai harcadığına tanık oluyoruz. Ankara Katliamı bu açıdan daha önceki saldırıların bir devamı olduğu kadar, 1 Kasım seçimlerinden sonrası içinde bir uyarıdır. Erdoğan ve AKP’nin hayallerinin gerçekleşmesinin önündeki en büyük engel olarak ortaya çıkan HDP’nin seçim başarısı, hakim sınıfların yönetememe krizini derinleştirmiştir. Bu nedenle bütün amaçları, HDP’nin 7 Haziran seçiminde elde ettiği başarının geriletilmesidir. 

Halk saflarında bir parti olarak HDP, her ne kadar düzen içi bir perspektife sahip olsa da, savunduğu politikaların önemli bir kısmı, demokratik, ilerici bir karaktere sahiptir. Ancak bu durum bile hakim sınıf partilerini rahatsız etmektedir. Türk hakim sınıflarının ve onların devleti TC’nin faşist karakteri, buna bile tahammül edebilecek durumda değildir. Fıtratlarında işçi sınıfı ve halk düşmanlığı olanlar, en demokratik talepleri bile faşist terörle yanıtlamaktadır. Bu nedenle HDP’ye ve onu destekleyenlere saldırılmakta, katliam saldırıları devreye sokulmakta, gözaltı ve tutuklamalar tüm hızıyla sürmektedir.

Bu anlamıyla 1 Kasım seçiminde HDP’nin adaylarının desteklenmesi devrimci demokrat olmanın bir gereği olarak ortaya çıkmaktadır. Faşizmin başta Kürt ulusunun özgürce siyaset yapma hakkı olmak üzere, en temel, en demokratik taleplerine yönelik saldırganlığına bu cepheden de yanıt olunmalıdır. Ancak bunu yaparken, Türk hakim sınıfları ve onların devletinden gerçek anlamda kurtuluşun yolunun seçimlerden geçmediği akıldan çıkarılmamalıdır. Kitlelere bu anlamda yalan söylenmemeli, Türkiye koşullarında devrim, demokrasi, özgürlük ve barış mücadelesinin nihai olarak ancak ve ancak savaşılarak kazanılabileceği propaganda edilmelidir. Reformist taleplerin, devrime kanalize edilmesi, bunun için çalışılması yeni bir politika değildir. Bu noktada asıl dikkat edilmesi gereken, reformist taleplerin dillendirilirken, devrimin unutulmasıdır!

Ülkemiz topraklarında sınıf mücadelesi tüm hızıyla sürmektedir. Ankara Katliamı bunun son ve en acı göstergesi olmuştur. Katliam, Türkiye Devrimci Hareketi’nin önüne bu anlamıyla çok önemli sorumluluklar koymuştur. Geniş halk kitlelerinin, işçi sınıfının, gençlerin ve kadınların, devrim ve sosyalizm, demokrasi, özgürlük ve barış taleplerinin yakıcılığını ve katliamın hesabının sorulması görevini yüklemiştir.

Bu açıdan Dersim’de şehit düşen üç Halk Savaşçısı, "Ünal” parti isimli Cengiz İçli, “Yurdal” parti isimli Hakan Çakır ve “Sefkan” parti isimli Özgüç Yalçın; Türk, Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve mezheplerden, işçi sınıfına, gençlere, kadınlara, kısacası geniş halk kitlelerine yürünmesi gereken yolu, izlenmesi gereken çizgiyi bir kez daha, kanları ve canları pahasına göstermişlerdir. Yürüdükleri yoldan yürümeye, bıraktıkları bayrağı dalgalandırmaya ve sloganlarını tekrarlamaya devam edeceğiz.

44546

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -2-

Son yıllarda, emperyalist savaş tehlikesinin zemininin güçlenmesine paralel, dünya genelinde ırkçı hareketlerin ve partilerin dikkat çekici boyutta güçlendiğine vurgu yapmış, bu yükselişin, sadece belirli demografik gruplarla sınırlı kalmadığını, kadınları da içine aldığını gördüğümüzü ifade etmiştik.

Peki, kadınlar neden bu tür hareketlere katılıyor? Bu sorunun yanıtı, birçok faktörün karmaşık bir birleşiminde yatıyor.

Faşizmin Yüzünü Örten Çirkin Bir Maske (Nubar Ozanyan)

İttihatçı Türk kompradorları, ekonomik-mali-siyasal krizden bir türlü kurtulamıyor. Faşizmi maskeleyen kaba uydurma parlamentoyla bile ülkeyi yönetemiyor. Zorbalık her taraftan fışkırıyor. Kötülük ve çirkinlik her yerde bütün utancıyla görülüyor. Dağda, köyde, sokakta Kürt ve emekçi kanı dökmekten çekinmeyenler dünyanın gözü ve kulağının üzerinde olduğu parlamentoda bile Kürt kadın parlamenterin kanını dökmekten çekinmiyor. Zorbalık, pervasızlık, yasa, hukuk tanımamazlık ayyuka çıkmış, had safhaya ulaşmıştır.

Emperyalist haydutlar, 3.Dünya savaşı hazırlıklarını yoğunlaştırmakla meşgul…

Bazı sol-sosyalist ve kendilerini komünist addeden kesimler hâlâ (evet, hâlâ) bir 3. Dünya Savaşı çıkacak mı çıkmayacak mı ve keza “süreci belirleyen esas etmen savaş mı devrim mi?” ikilemi girdabında, adeta miskince bir fikirsel jimnastik rehavetiyle, sorunu ele almaya devam ede dursunlar; fakat süreç, maalesef ki hem de çok hızlı bir şekilde, o istenmeyen malûm sona doğru ilerliyor. 

Fakir (Nubar Ozanyan)

Yaşamı boyunca hep yokluk ve fakirlik içinde yaşadı. Bundandır ki arkadaşları ona “Fakir’’ dedi. Ne zaman biraz dünya nimetlerine yakın olan olanaklara sahip olsa o yine fakir yaşamından ayrılmadı. Yaşamı fakir, bilinç ve yüreği zengin olan Nubar Ozanyan en alttakilerin, yoksulların, mazlumların yoldaşı olmaktan bir an olsun geri durmadı.

Servet Vergisi ve Sermayenin Olmayan Vijdanı

Bugünlerde de toplumsal eşitsizlik sermayenin birikimine ve merkezileşmesine koşut olarak artınca, zenginlerden servet vergisi alınmasını dilendirenlerde çoğalmaya başladı.[1] Servet vergisi, toplumsal servetin  belli ellerde birikmesinden bu yana ara sıra gündeme getiriliyor. Zaman zaman kısmen de uygulanmıştır. Örneğin savaş dönemlerinde vb. Yine ABD'de, 1960'larda 400 zenginden %53 oranında vergi alınmıştır.

Inger Nubar Can, Hewal Nubar, Nubar Yoldaş’a!

Halen pek çoğumuzun inanmak istemediği Nubar Ozanyan’ın ölümsüzleşmesinin 7. yılında, onu bir kez daha saygı ve sevgi ile anarken, şehadetinin yıldönümünde onu anlatmak da bizim için en zor yazılardan olacaktır.

Rusya / Ukrayna Savaşında Yeni Bir Aşama

Savaşın Rus topraklarına doğru genişlemesi Ukrayna'daki savaşın yeni bir aşamaya geçmesi anlamına geliyor.

6 Ağustos Salı gününden bu yana Ukrayna birlikleri Rusya sınırını geçerek Rusya'daki savaşta yeni bir cephe açtı. En az üç Ukrayna tugayı ve çeşitli taburlar savaşa dahil oldu ve ilerleme Rus topraklarının yaklaşık 30 kilometre içine kadar ulaştı. Bu, savaşın yeni bir aşamasının başlangıcına ve dünya savaşı tehdidinin önemli ölçüde yoğunlaşmasına işaret ediyor.

İKTİDARIN BÜYÜK YALANI: “HİÇ KİMSENİN YAŞAM TARZINA KARIŞMIYORUZ.”

Genel olarak tüm siyasal İslamcıların, ama özel olarak da İslamo-faşist Erdoğan ve iktidarının, başvurduğu en kullanışlı “idare etme” araçlarının ilk sırasında hiç kuşkusuz ki dinlerince de serbest sayılan takiyedir. Yani amaçlananı gerçekleştirebilmek için, gözünü dahi kırpmadan YALAN SÖYLEMEKTİR. 

Türkiye „Yarı-Sömürge“ Bir Ülke Mi? Emperyalizm Üzerine Notlar-4

Sömürge-Yarı-SömürgecilikÜzerine

Belliki sol-sosyalist eski nostaljik söylemlerin tekrarı bugün artık kitlelerde herhangi bir karşılık bulmuyor!

Geçenlerde, “dini bütün” olarak tabir edilen kesimlerden bir ahbabımla, “ne olacak bu memleketin hali” kıvamında sohbetteyken, şöylesi bir cümle kurmuştu: “Abi benim anlamadığım, bunca açlık, yoksulluk, işsizlik ve zulüm varken, yani koşullar aslında tam da siz devrimci solcuların kolayca taban bulmanıza ve kitleleri harekete geçirmenize ve hatta devrim bile yapmanıza bunca uygunken; bu derece atıl ve etkisiz olmanız, sence normal mi?”

KADINLARIN BİRLİĞİ | Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -1-

Emperyalistler arası çelişkiler derinleştikçe, ekonomik kriz ağırlaştıkça vb. bu sistemin sarıldığı en temel dayanaklardan birinin ırkçılık-faşizm olduğunu biliyoruz. Zira bunun, sistemin alametifarikalarından biri olduğunu birçok -acı- deneyimiyle elbette biliyoruz. Şu anda yine tam da böyle zamanlardan geçtiğimizi söylüyoruz. Bu tehlikeye dair önlemler almaktan bahsediyoruz, özellikle Avrupa’da ırkçı partilerin yükselişini izlerken, Avrupa Parlamentosu’ndan çeşitli Avrupa ülkelerinin kendi seçimlerine odaklarımızı çeviriyoruz vs.

Sayfalar