Cuma Eylül 20, 2024

“Devrim için ileri atılmak gerekir!”

Kaypakkaya-Partizan
Türkiye Komünist Partisi-Marksist Leninist’e bağlı Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu Dersim Bölge Siyasi Komiseri ile yapılan ve elimize e-mail yoluyla ulaşan röportajı haber değeri taşıdığı için olduğu gibi yayımlıyoruz.

 

 

-2012 faaliyetinizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Önünüze koyduğunuz hedeflere ulaşabildiğinizi düşünüyor musunuz?

- Geçmiş faaliyet dönemi bizim açımızdan öncelikle yaraları sarma ve daha ileriye doğru adım atma dönemiydi. Bu konuda belli düzeyde bir yoğunlaşma ve buna bağlı olarak kimi başarılar sağladığımızı söylemeliyiz. Ancak yeterli bir düzeye çıktığımızı söylemek için henüz erkendir. Her zaman için yapılması gereken, atılan adımları doğru bir tahlilden geçirmek ve edinilen deneyimi yeni pratiklerle ileriye taşımaktır.

-Bir önceki kış dönemi bizim açımızdan 2 Şubat sonrası sürecin açığa çıkardığı veya belirginleştirdiği eksiklikleri ve daha önemlisi nedenlerini çözümlemek ve gidermek açısından oldukça verimli geçmişti. Hatırlanacağı gibi esas yoğunlaşma alanımız ideolojik temeldi ve biz bundan dolayı mümkün olduğunca kapsamlı bir eleştiri-özeleştiri süreci işlettik. Genel olarak örgütsel sürecimizi ve savaş pratiğimizi değerlendirmeye tabi tuttuk. Bu süreç gerekliydi. Gerekliydi çünkü savaşa dair görevlerimizi yeterince yerine getiremiyorsak öncelikle ideolojik bir hesaplaşma gerekir; bizi kitlelerden uzaklaştıran, düşman karşısında etkin bir güç haline gelmemizin önünde engel olan ve nihayetinde doğru bir örgütsel şekillenişin gelişmesini sekteye uğratan her türden anlayışın bertaraf edilmesi gerekir.

Ancak ideolojik bir hesaplaşma dediğimizde bu salt teorik ya da söylem düzeyinde bir hesaplaşma olarak anlaşılmamalıdır. Teori ya da başka bir deyişle bilinç gereklidir ancak onu pratikte keskinleştirmek gerekir; derinleşmesinin yolu bu sayede açılabilir.

Bu anlayışla pratiğe yöneldik ve bizim için esas yoğunlaşma alanını askeri pratikler oluşturuyordu. Bunun yanında etkin bir kitle faaliyeti sürdürmek ve elbette bu görevlere uygun olarak örgütsel gücü hazırlamak ve düzenli bir savaş gücü haline getirmek... 2012 faaliyetinin bu yoğunlaşma alanlarında belli adımlar attığımızı düşünüyoruz. Atılan pratik adımlar özellikle askeri anlamda halkımızın da bilgisi dahilindedir.

Pratiğimiz oranında tartışmalarımızı derinleştirme olanağına kavuştuğumuzu söylemek gerekir. İlk olarak, dün düşmana yönelme –ya da yeterince yönelememe- bir sorun olarak gündemimizdeydi, bugün ise sorunu tartışma düzeyimiz farklılaşmıştır, nasıl daha etkin yöneleceğimizi tartışıyoruz. Bu anlamda eylemlerimizin yarattığı deneyimi açığa çıkarmaya, düşmanı tanıma düzeyimizi yükseltmeye ve gerilla savaşına dair kavramayışımızı daha nitelikli bir hale getirmeye çalışıyoruz. Bunun için sadece her eylemimizin ayrıntılı bir değerlendirmesini yapmakla yetinmiyoruz, çeşitli eylemlerde ortaya çıkan ortak olumlu ve olumsuz yanları, eylem girişimlerimizi ve eyleme yoğunlaşmadan geçen zamanlarımızı, bütün bunların sonucunda açığa çıkan nedenleri tahlil etmeye çalışıyoruz. Bir savaş örgütü yaratmak istiyoruz ve savaşa dair bilincin güçlü bir şekilde yaratılması bu noktada öncelikli koşuldur. Bu ideolojik temeliyle birlikte kuşkusuz askeri bir yetkinleşme istiyor. Çıkardığımız dersler buna dairdir. Ve bir yasanın iyi kavranması gerektiğini düşünüyoruz, bilinç pratiğin dışında gelişmeyecektir. Savaşmanın gerekliliğinden bahsetmek, bu konuda eğitim yapmak, buna dair istek duymak yetmez, isteğin yapabilme iradesine dönüşmesi, teorinin pratiğe uygulanılması, düşmana yönelinmesi gerekir. Savaşı savaşarak öğrenmekten bunu anlıyoruz. Geçmiş dönem pratiklerinin çeşitli çaptaki eylemlerimizin ve buna dair yoğunlaşmalarımızın da bize katkısı bu zemindedir.

İkincisi kitle faaliyetinin daha derinden sorgulanmasıdır. Bu konuda üst düzeyde MLM bir bilinç yaratmak sadece gerilla alanının değil partimizin bir hedefidir. Bu durum her seferinde kuşkusuz daha çaplı bir sorgulamayı gerektiriyor. Çünkü sadece bir savaştan değil halk savaşından, bunun ülkemiz özgülünde sürdürülmesinden bahsediyoruz. Bu anlamıyla kitle faaliyetimizin genel bir A/P faaliyetinden ve savaş çağrısından öte gitmesi, gerillanın alışılageldik bir biçimde sadece halkın sorunlarını çözen bir güç olmaktan çıkıp kitleleri örgütleyen ve savaştıran bir irade haline gelmesi gerekir. Mao yoldaşın ortaya koyduğu ve partimizin savunup uygulamaya çalıştığı halk ordusu anlayışı buna dairdir. Çabalarımız bunu uygulamaya yöneliktir ve kat etmemiz gereken uzun bir mesafe olduğunu biliyoruz. Ancak asıl olan mesafenin uzunluğu değil ne kadar hızlı yol aldığımızdır. 

Soruna böyle baktığımızda savaş anlayışımızın kendisi askeri düzlemi de içine alacak biçimde çok daha genişlemektedir. Ki savaşımıza rengini veren esas olgular da ancak bunun sonucunda açığa çıkarılabilir. Esas olgular derken onun sınıfsal zemininden ve kaynağını buradan alan halk iktidarı hedefinden bahsediyoruz. Halk savaşı,  KP önderliğinde halkın savaşıdır ve sınıf mücadelesinin en yüksek biçimidir. Soruna öncelikle sınıf savaşımı temelinde bakıyoruz ve devrim için kitlelerin rolünü bu merkezde kavrayışa çıkarmayı hedefliyoruz. Kitle çalışmamızın var olan düzeyinin ve kapsama alanının yetersizliklerini de ancak bu düzlemde tespit edebileceğimizi düşünüyoruz. Elbette hedeflerimiz de buna dairdir.

Halkı, egemen sömürü sistemiyle yaşadığı çelişkiler etrafında, çeşitli mücadele biçimlerinde ve buna uygun örgütlenmelerle sınıf savaşımına seferber etmek, esas mücadele biçimini yani silahlı mücadeleyi bu merkezde yükseltmek, dolayısıyla onun bugünkü örgütlenme biçimi olan gerilla örgütlenmesini yine bu merkezde geliştirmek. Partimizin önderliğinde gelişecek bu süreç nihayetinde onun önderliği altında savaşan halk ordusunun da kitle faaliyetine dair görevlerini belirlemektedir. Bu anlayışın somuta uygulanması, geçen zaman içinde oluşan birikim ve deneyimin buna göre nasıl şekillendirileceği bizim açımızdan ayrıntılı incelenmesi ve yoğunlaşılması gereken bir konudur.

Diğer yandan bilincinde olduğumuz ya da pratiğimiz oranında giderek daha fazla bilince çıkardığımız görevlerin yerine getirilmesinde zamandan ve mekandan kopuk olmadığımız da açıktır; sınıf mücadelesi bizim dışımızda ve bizi de içine alarak sürmektedir. Süreçte partimizin yüz yüze olduğu görevler kapsamlıdır ve gerilla gücümüz de kendisini bu kapsama uygun olarak donatmak, örgütlemek ve görevlerine yoğunlaşmakla yükümlüdür. Politik, örgütsel ve askeri ayaklarıyla bahsini ettiğimiz yoğunlaşmanın çaplı olması gerektiği malumdur.

- Süreçte kapsamlı görevlerle yüz yüze olduğunuzu söylediniz. Bu süreci ve gerilla gücünüzün önüne çıkardığı görevleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

- İçinden geçilen sürece dair partimiz kapsamlı çözümlemelere sahiptir ve bunların bir kısmı kamuoyuyla da paylaşılmış bulunmaktadır. Dünyada sınıf mücadelesinin gelişim seyrinin ve bunun çeşitli sınıfsal konumlanış ve çatışmalarla ülkemiz özgülündeki yansımalarının iyi anlaşılması gerekir. Bir sınıf cephesinden, sınıf mücadelesinde konumlanıyoruz ve görevler ancak bu kapsamda değerlendiğinde ayağımızın bastığı zemini doğru tanıyabiliriz. Sağlıklı bir yürüyüş için bu gereklidir.

Öncelikle şunu hatırlatalım; 8. Parti Konferansımız “dipten gelen dalgayı yüzeyde büyütme” görevini ortaya koymuştu. Bu görev, emperyalist-kapitalist sistemin yaklaşan ekonomik krizinin öngörüsüne ve bunun yol açacağı muhtemel sonuçlara dairdi ve sonrasında yaşanan gelişmeler öngörülerin doğrulanması şeklindedir. Sürecin öne çıkan görünümü emperyalistler arasındaki çelişkilerin keskinleşmesi üzerinden oluşuyordu.

Ancak kriz süreci ve devamındaki gelişmeler, unutulan ve hesaba katılmayan veya doğru tabirle unutulmak ve hesap dışı bırakılmak istenen bir gücü yani halk kitlelerini ön plana çıkardı. Dünyanın dört bir yanı bu gücün sahne almasıyla küçük ve büyük çaplı sarsıntılar geçirdi.

Emperyalistler bir kısım hesaplarında tadilata gitmek zorunda kaldılar. Şairin dediği gibi “onlar ağır ellerini toprağa basıp doğruldukları zaman” yeryüzünün mizacı da değişmeye başladı. Sarsıntıyı en şiddetli Kuzey Afrika ve Ortadoğu coğrafyası hissetti ve yaşananlar sadece provadır. Büyük küçük patlamalarla mayalanan devrim iklimidir. Yolunu nasıl bulacağını, ileri ya da geri gidişleri nerede, ne zaman yaşayacağını koşullar ve elbette hareketin öznel güçlerinin yetenekleri belirleyecektir. Ancak unutmamak gerekir tarihin tekerleği devamlı ileriye doğru hareket etmiş ve edecektir.

Krizin başlangıcından bu yana, durağanlaşmasını bir yana bırakalım ekonomik alandan siyasal alana sıçradığından dahası askeri alanda çatışmalara yol açtığından bahsetmek gerekir. Üstelik ekonomik kriz yeni olgularla derinleşmektedir. Emperyalistlerin ve yerli uşaklarının silahlanma yarışları, füze kalkanı projeleri hız kazanmış, rakip güçler arasında meydan okumalar daha yüksek perdeden duyulur olmuştur. Özcesi sınıf mücadelesinin akış hızı/debisi artmıştır. Farklı sınıfların süreçte konumlanışları, karşıtlık ve ittifaklar halinde daha görünür bir hal almıştır. Birden çok çelişki bir arada ve ilişki halinde sürecin içindedir. Bugün çatışma merkezlerinden biri olan Suriye’nin sürecinin izlenmesi bile ne demek istediğimizi açıklar niteliktedir.

 

Ülkemiz gerçekliğini bu sürecin içinde okumak gerekir. Bir zamanlar “kriz bizi teğet geçecek” diyenler palavralarına hız katsalar bile kriz sürecinin siyasal ve askeri ayaklarında boy göstermek için çırpınır olmuşlardır. TC devletinin ve onun bugünkü hükümet temsilcisi AKP’nin, efendileri ABD saflarında izledikleri Suriye politikaları, ülke topraklarına yerleştirdikleri füze kalkanları bilinen, izlenen gerçeklerdir. Bu sürecin geçmişinde, izlenen ekonomi politikalarıyla birlikte özelleştirmeler, sosyal hakların gaspı, tarımda yaşanan yıkım ve iş gücünün daha ucuza ve daha pervasız sömürüsü vardır. Ancak sürecin sadece egemen sınıflar cephesinden işlediğini söylemek hatalıdır.

İzlenen saldırı politikaları karşıtını da giderek güçlendirmiş, halkımızın çeşitli kesimlerinin haklı taleplerinin daha yüksek perdeden duyulmasını sağlamıştır. Bu sürecin ulusal sorun merkezinde ve demokratik mücadele özgülünde gelişme gösterdiği bir olgudur. Ulusal Hareketin mücadelesi çerçevesinde sürecin aynı zamanda askeri alanda çatışmayı barındırdığı, devlet güçlerine güçlü darbeler indirildiği ve yine bu mücadelenin geniş kesimler için, kapsama alanı ve demokratik taleplerdeki çakışma noktalarıyla çekim merkezi olduğu da bilinmektedir. Belirtilmesi gereken ve aslında sürecin bütün bileşenleri açısından bir handikap olan olgu, güçlerin dağınık olmasıdır. Sürece örgütlü şekilde dahil olan Ulusal Hareketin var olan hareketin merkezinde olması bu anlamda anlaşılır olmalıdır. Bu elbette kendi politik çizgisinde ve kendi çapı ve sınırları oranındadır. Ancak yine de bu merkezde oluşan dinamiğin egemen sınıflar açısından sarsıcı bir etki yarattığını söylemek gerekir.

Bahsettiklerimiz sürecin genel bir özeti durumundadır ve görevler buradan süzülmektedir. Ancak meseleleri sadece genel olarak incelemek yetmez, bunları faaliyet alanlarımıza yansımaları ile birlikte değerlendirmek zorundayız. Ülkemizde halk kitlelerinin en örgütsüz kesimlerinden biri olan ve özellikle son on yıllık süre içerisinde ciddi saldırı politikaları ile yüz yüze olan köylülüğün örgütlenmesi, Dersim’in T. Kürdistanı’nda olması itibari ile ulusal sorunun yansımalarının ele alınması, savaş bölgesi olması itibari ile düşmanın konumlanışı ve halka yönelik ajan-işbirlikçilik-koruculuk politikaları, halkın sosyal temelde yaşadığı sorunlar, bu anlamda görev başlıkları olarak önümüze çıkmaktadır.

Bu konu başlıkları birbirleri ile kesişme halindedir ve aslında sürecin yüklediği ana görev halkın örgütlü bir güç haline gelmesi ve sınıf mücadelesine etkin bir şekilde dahil olmasıdır.

Bunu elbette silahlı mücadelenin içinde, parti ve ordu inşası ile birlikte değerlendiriyoruz. Nihayetinde sorun sınıf mücadelesine herhangi bir şekilde değil, proletarya saflarında dahil olmaktır ve tarihin bu konuda komünistlere yüklediği misyon biliniyor olmalıdır.

- Ulusal sorun konusunda yaşanan gelişmeleri nasıl ele alıyorsunuz? Yaşananlar sürdürdüğünüz mücadeleyi etkileyecek mi?

- Sorunuzun ikinci kısmından başlayacak olursak, bu konuda gerek egemen sınıflar ve gerekse Ulusal Hareket açısından izlenen politikalar elbette mücadelemizi etkileyecektir. Bahsettiğimiz gibi ülkemizde sınıf mücadelesi keskinleşerek ilerlemektedir ve ana gündemlerinden birini ulusal sorun oluşturmaktadır. Ancak bahsini ettiğimiz etki, mücadelemizin yani halk savaşının ana görevlerine, nedenlerine dair değildir, böyle anlamıyoruz.

Partimiz TKP/ML, ülkemizde devrim sürecini Demokratik Halk Devrimi olarak belirlemiştir. Bu belirleme ülkemizde temel ve belli başlı çelişkilerin tespitine dayanmaktadır ve halk savaşı tam da bu çelişkilere müdahalenin ana hattını oluşturmaktadır. Ulusal sorun ülkemiz koşullarında ele alınması gereken başlıca çelişki alanlarından biridir. Dahası Ulusal Hareketin mücadelesi sonucu keskinleşerek sınıf mücadelesinde gündemin ilk sıralarına oturmuştur.Partimiz ülkemizde baş çelişkiyi feodalizm ile geniş halk yığınları arasındaki çelişki olarak tespit etmektedir. Mücadele alanlarında, biçimlerinde ve bunlara uygun örgütlenmelerde esas-tali ayrımları buna göredir. Bahsettiklerimiz meselenin esas kısmıdır ancak yine de sadece bir yanına dairdir. Bununla yetinmek bizi idealizm batağına saplar ve kuşkusuz sınıf mücadelesinin güncel görevlerinin uzağına düşürür. Doğal olarak bunları söylemekle yetinemeyiz. Böylesi ancak deve kuşlarına yakışabilir.

Peki, meselenin diğer kısmında ne var?

Ulusal sorun merkezli gelişen mücadele aynı zamanda geniş kesimleri demokrasi mücadelesi temelinde kendine doğru çekmiştir. Ki demokratik mücadelede söz konusu olan sadece ulusal sorun değildir. Ulusal Hareketin izlediği kitle siyasetinin yakaladığı başarı ve ulaştığı örgütlenme düzeyi, ülkemizde var olan savaşın kimi dönemlerde yarattığı etki, ancak özellikle 2012 yılında HPG’nin alan tutma taktiğinin kazandığı başarı, bütün bunlar devleti gelişen süreç içinde giderek daha fazla köşeye sıkıştırmıştır.

Ancak sorun aynı zamanda dünyada yaşanan ekonomik-siyasal kriz süreci ve TC devletinin bulunduğu bölge itibari ile efendileri tarafından yüklü bir gündeme sahip olmasıdır. Bu sıkışma, nihayetinde TC devletini çeşitli adımlar atmaya ve daha çok da böyle görünmeye itmiştir. Çok değil birkaç yıl önce ülke gündemini meşgul eden “açılım paketleri”, patlak veren ama sonuç vermeyen “Oslo müzakereleri” ve şimdi yeni bir “çözüm süreci”… TC devletinin yaşadığı sıkışmayı aşma çabasında taktik zenginlikle hareket ettiğini söyleyebiliriz ancak bu son sözüm ona “çözüm süreci”nin, ABD başkanı Obama’nın bölge ziyaretiyle çakışması, İsrail-Türkiye dostluğunun tazelenmesi, dahası İsrail devletinin “yeni” Filistin politikalarının aynı sıralarda gündemleşmesi, bütün bunlar şaşırtıcı olmasa gerekir.

Bu durum emperyalistlerin bölge politikalarıyla ilgilidir ve elini çabuk, kendine bağlı güçleri düzenli tutmak isteyen esas olarak ABD emperyalizmidir, sürecin tahammül göstermeye açık olmadığı da malumdur. AKP hükümetinin bakan ve milletvekilleri ile seferberlik başlattığı süreç, “Akil İnsanlar” isimli halkla ilişkiler çalışması ile ilerlemektedir. Gelişen askeri başarıların önü, “barış havariliği” ile kesilmiştir. Buraya kadar anlaşılabilir, ancak Ulusal Hareket cephesinden gelen “demokratik siyasetin önünün açıldığı” yönlü açıklamalar ve silahlı gücün ülke dışına çekilmesi iyimser olmaktan ötedir. Üstelik devletin bu süreci başta karakol yapımları olmak üzere değerlendirmeye çalıştığını da  söylemek gerekir.

Biz bu süreci TC devletinin bahsini ettiğimiz çerçevede giderek daha fazla sıkışması ve süreci yönetmede zorlanması olarak okuyoruz. Ancak TC’nin yakaladığı avantajlı pozisyon sınıf mücadelesinin yaratacağı denklemlerle bozulacaktır. TC demokratik açıdan ne kadar esneyebilir? Nereye kadar esneyebileceği TC’nin siyasal karakteri ile ilgili olduğu kadar karşıtı tarafından ne kadar zorlanacağıyla da ilgilidir. İlki konusunda partimiz, söz konusu siyasal karakterin faşist diktatörlük olduğu tezine sahiptir ve bunun ideolojik düzlemde adı Kemalizm’dir. Bu devletin esneme kabiliyetinin zayıf olması anlamına gelir ki, ülkemizde demokrasi sorununun devrim sorunu olması bununla ilgilidir. 

Diğer yandan ikincisi, yani sistemin ne kadar zorlanacağı, sürecin yarattığı fırsatların ne ölçüde değerlendirileceği, işte bu halk saflarında yer alan güçlerin süreci okuma yeteneklerine, örgütlenme düzeylerine ve kitlelerle buluşmada yakaladıkları başarıya bağlıdır. Partimiz önderliğinde gerilla gücümüzün üzerine düşen görevleri de bu zeminde okumak gerekir.

Öncelikle bu süreçte savaşa, silahlı mücadele ve halk savaşına dair bilincin diri tutulması, kitle karşısında bunun açığa çıkardığı görevlerin bilincinde hareket edilmesi ve TC devletinin yarattığı veya yaratmak istediği bilinç bulanıklığının önüne geçilmesi gerekir.

TC devletinin güçlü bir şekilde siyasal teşhirinin yapılması, silahlı mücadele, demokrasi ve ulusal sorun konusunda Partimizin görüşlerinin kitleye taşınması bu anlamıyla önemlidir. Diğer yandan daha önce de belirttiğimiz gündemler üzerinden örgütlenme çalışmasını mümkün olduğunca yaygın bir şekilde sürdürmek hedefimizdir.

Bizi ilgilendiren bir diğer konu askeri alanda yaşanacak gelişmelerdir. Bu konuda hassas olunması gerektiğini düşünüyoruz. Sorun düşmanın politikalarının dost güçler ve halk üzerinde yarattığı etkidir. Doğru zeminde bir tartışma yürütme ve kitleyi bilinçlendirme görevi birinci sıradadır. Ancak yürüteceğimiz faaliyetin düşman tarafından hoşgörü ile karşılanmayacağını da biliyoruz. Ve savaş ele aldığımız meselelerin çözüm biçimidir. Diğer yandan ise Ulusal Hareketin askeri gücünün çekilmesinin askeri anlamda yaratacağı bir gerçeklik var ve gücümüzü buna göre hazırlamak da bizim açımızdan önemlidir. Evet karşımızda güçlü bir düşman var ancak hatırlatmak gerekir gerilla savaşı güçlü bir düşmana karşı zayıf bir gücün savaşıdır. Ve en önemlisi parti ve kitleler var oldukça her şey mümkündür. Ayağımızı bastığımız ideolojik zemin buna dairdir. Bahsini ettiğimiz görevleri yerine getirmede acele edeceğiz çünkü süreç hızlı akmaktadır.

- Bu yıl İbrahim Kaypakkaya’nın şehit düşmesinin 40. yıldönümü. Bu vesileyle ne söylemek istersiniz?

- Söz konusu olan İbrahim yoldaş olduğunda elbette söylenecek birçok şey var. Hem biz ardılları ama hem de düşmanları açısından bu böyledir. Ölümünden kırk yıl sonra dahi canlı olan fikirleri ve kurduğu ve önderliğini yaptığı partiden, TKP/ML’den dolayı bu böyledir.

İbrahim Kaypakkaya gibi seçkin bir komünisti anmak elbette bizim açımızdan sıradan değildir. Önemli olanın onu güncel gerçekliği içinde anmak ve anlamak olduğunu söylemeliyiz. Onun ülke gerçekliğine dair çözümlemeleri ve ülke devriminin yoluna tuttuğu ışık bugün hala yolumuzu aydınlatır niteliktedir. Geniş kesimler tarafından gündemleştirilip, tartışma konusu yapılan Kemalizm, ulusal sorun konusundaki tezleri bugün de geçerliliğini korumaktadır. Özellikle bu konularda yaşanan kafa karışıklığını düşündüğümüzde, onun ulaştığı doruğun birçokları tarafından hala test edilemediğini görebiliriz. Bu konularda ortaya konulan görüşler sadece Marksizm’e dair teorik bir hâkimiyetin değil, bunun ötesinde egemen sınıflar karşısında tavizsiz bir sınıfsal konumlanışın ürünüdür. Bunu tamamlayacak şekilde ideolojik-politik ve örgütsel düzlemde revizyonizmle yaptığı hesaplaşma ve sürecin ortaya çıkardığı deneyim sentez halinde onun görüşlerinde ortaya konmuştur ve aynı şekilde yakıcı ve güncel bir ders niteliğindedir. Ülke devriminin niteliğinin belirlenmesi ve halk savaşı hattının ortaya konması onun eseridir. Dikkat etmemiz gereken onun öne sürdüğü tezlerin masa başında değil, sınıf mücadelesinin canlı pratiği içinde oluşmuş olmasıdır. Halk gençliğinin, işçi ve köylülerin direnişlerinde, silahlı mücadelenin, partimizin kuruluş sürecinin pratiğinde ve doruk noktasını düşman karşısında ortaya koyduğu tavizsiz direnişte bulan mücadele yaşamının her anında teori ve pratiğinin birliği ve diyalektik gelişim çizgisi izlenebilir. Bu bizim açımızdan önemlidir ve öğrenmeye yoğunlaştığımız da onun yakaladığı düzeydir.

İbrahim yoldaşı anarken kesinlikle es geçilmemesi gereken, onun en önemli eseri, partisi, partimiz TKP/ML’ dir. Bizim için biri diğeridir ve ikisi birbirinden ayrı düşünülemez. Bu onu anmanın ve anlamanın güncel değerine dair bir konudur. TKP/ML’ nin ortaya çıkışı, komünist hareketin 50 yıllık suskunluktan sonra yeniden dirilmesi anlamında ülkemiz devrimi açısından tarihsel bir öneme sahiptir ve “çığır açan bir gelişmedir”. İbrahim yoldaşın MLM’ yi kavrayış düzeyinin en net ifadesidir TKP/ML; zira teorinin bir eylem kılavuzu olarak kavranmasının pratik-örgütsel ifadesidir. O, partimizi bir savaş örgütü olarak, bir devrim partisi olarak kurdu ve buna göre donattı. Doğal olarak bizler onun kurduğu partinin saflarında, partimize layık bir mücadele yürütmekle yükümlüyüz. Temel ilkeler ve mücadele perspektifinde, savaş ve devrim anlayışında, düşman ve kitle karşısındaki sınıfsal duruşta, anlaşılması, özümsenmesi ve uygulanması gereken buna dairdir. Partinin gözbebeğimiz gibi korunması; sadece düşmanın imha etmeye ve engellemeye yönelik fiziksel saldırılarından değil, aynı zamanda burjuvazinin her türlü ideolojik saldırısından korunması ve bunlara kaşı güçlü bir mücadele hattının tutturulması es geçilemez bir görevdir. Biliyoruz ki bu görev yerine getirildiğinde partimiz güçlenecek, daha da çelikleşecektir. Çeliğin aldığı suya layık olması bu şekilde mümkündür.

İbrahim yoldaşı anarken değinmek istediğimiz bir diğer konu, partimiz önderliği altında savaşan gerilla gücümüz açısından ayrıca önemli bir konu olan, onun savaşı kavrama ve düşmana yönelmede yakaladığı düzey ve ortaya koyduğu tavizsiz duruşudur. Partimizin kuruluş sürecinden, İbrahim yoldaşın tutsak düşmesine kadar geçen kısa sürenin her yoldaş tarafından iyi bir şekilde incelenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu dönem onun var ettiği parti gerçekliğinin en somut ifadesidir. En zor şartlarda ortaya konulan devrimci yaratıcılık, düşmana yönelme ve hesap sorma cüreti, “savaşı savaşarak öğrenme” temel anlayışının uygulanmasında gösterilen pratik netlik bizim açımızdan örnek alınması gereken bir yerde durmaktadır.

Tekrar etmek gerekirse; bu onun sadece teorik derinliği ile değil, bilincini pratiği içinde sınamasında ve geliştirmesinde yakaladığı ustalığın ve cüretin ifadesidir.

Üzerimize düşen görev; öncelikle yarattığı mücadeleyi daha ileri mevzilere taşımak ve elbette onun görüşlerini halka daha güçlü bir şekilde taşımaktır.

-  Son olarak değinmek istediğiniz bir konu var mı?

- Değinilmesi gereken ve önemli olduğunu düşündüğümüz bir konu partimize gönül vermiş, umut bağlamış olan halkımızın, çeşitli alanlarda faaliyet yürüten yoldaşlarımızın savaşımız hakkında daha güçlü ve objektif bilgilenmesidir. Bu elbette esas olarak başka araçlarla yerine getirilen bir görevdir ancak yaptığımız çeşitli açıklamaların halkımıza, parti ve devrimci kamuoyuna ulaştırılmasının yanı sıra, gazetenizin bu açıdan değerli katkılar sunduğunu düşünüyoruz. Yok sayılmak, saklanmak istenen gerçekleri halka ulaştırmak, faşizmin hüküm sürdüğü bir ülkede bunun sonuçlarını göze almak azımsanmayacak önemdedir. Bu açıdan size teşekkür etmek isteriz.

Değinmek istediğimiz objektif bilgilenme meselesine gelince, bu kesinlikle çarpıtmaların söz konusu olduğu şeklinde anlaşılmamalı. Böylesi şeyleri elbette düşmanımız yapmaktadır, sınıfsal karakteri buna müsaittir. Nihayetinde burjuva-feodal sınıflardan, onların temsilcilerinden bahsediyoruz. Düşmanımızın bu anlamdaki saldırılarına karşı da mücadele etmek gerekliliktir. Ancak üzerinde durmak istediğimiz savaşımızın, onun mevcut düzeyinin, hedeflerinin, gelişim dinamiklerinin,  ihtiyaçlarının bilinmesidir. Güçlü ve objektif bilgilenme derken bundan bahsediyoruz. Bu önemlidir çünkü her türlü abartılı yaklaşımın ya da şüphenin önünün alınması, sunulacak katkının doğru bir zeminde olması bu sayede mümkün olabilir. Eksik veya yanlış yaklaşımlara, kimi zaman gündeme gelen art niyetli yorumlara çeşitli açıklamalarımızda, elbette en önemlisi ortaya koyduğumuz pratiğimizde cevap olduğumuzu düşünüyoruz. Geliştirmek istediğimiz de savaşın pratik sahada daha etkin yürümesidir. Söylemden ibaret bir ele alışın kendini kandırmaktan ibaret olduğu, ajitasyon değeri bile taşımadığı malumdur. Diğer yandan kendini abartan bir ele alıştan uzak durmak bizim açımızdan olmazsa olmazdır, savaşın zayıftan güçlüye doğru gelişeceğini biliyoruz ve bu kendiliğinden değil pratiğin içinde olacaktır.


Savaşı nasıl ele aldığımız, bu konuda partimizin temel bakış açısının iyi anlaşılması önemlidir. Daha önce de değindiğimiz ve Mao yoldaşın bize öğrettiği gibi “asıl olan sınıf mücadelesidir”.  Bizi güçlü kılacak olan da sınıf savaşımında etkin bir katılımdır ki, bu en başta örgütlü olmakla mümkündür.  Komünist parti önderliğinde savaşan bir gerilla gücü olarak örgütleniyoruz. Bugün için bir gerilla gücüyüz ve gelişim seyri içinde bir halk ordusu yaratmayı hedefliyoruz. Ancak sınıf savaşımı sadece askeri ayağından ibaret değildir, ülkemizde silahlı mücadelenin esas rolü ve bugünkü yürütülüş biçimi asla ihmale gelmez fakat meseleyi silahlı mücadeleden ibaret görmek de bir o kadar yanlıştır. Çeşitli tecrübelerimiz bize bunu öğretmiştir.

Tekrar ediyoruz, bir sınıfın, işçi sınıfın saflarında, sınıf mücadelesi yürütüyoruz ve düşmanımızın saldırılarının sınıf mücadelesinin her alanında göğüslenmesi ve karşı saldırıların örgütlenmesi gerekir. Savaş en başta bu geniş çerçeve içinde anlaşılmalıdır. Gerilla savaşını ve savaş alanını bu anlamda mızrak ucu olarak değerlendiriyoruz. Doğal olarak ona sunulacak katkı da bu zemin üzerinden hareket edilerek anlaşılabilir. Savaş alanında, örgütlenmeden başlayarak, her türlü olanağın açığa çıkarılması bu anlamıyla gerekli ve önemlidir. Gerilla savaşının büyütülmesi ancak onun gereklerine yoğunlaşan bir çaba ile mümkündür ve biz bu anlamda birçok olanağın açığa çıkarılabileceğini düşünüyoruz. Sınıf mücadelesinde öncelikli savaş cephemizin, askeri ayağı da dahil her düzeyde güçlü kılınması gerekir, yapmaya çalıştığımız budur.

 

Devrim için ileri atılmak gerekir, sınıf mücadelesi sadece zorluklarla değil, karşımıza çıkardığı fırsatlarla akmaktadır. Bunları doğru değerlendirmek, öngörmek gerekir. Fakat en önemlisi gerekli olduğunda ileri atılmak için hazır olmaktır. Halk ordusu üzerine düşen görevleri bu anlamıyla yerine getirecektir.

2112