Cuma Eylül 20, 2024

Tahtakuruları…

kaypakkaya-partizan
Eğer sorun, “Öcalan’ın ne kadar güvenilmez ve ikiyüzlü” bir ‘lider’ olduğunu Kürtlere ve Türk kamuoyuna göstermek” olsaydı -ki Kenya’dan getirilirken uçaktaki tavrını ve sonrasını gören kamuoyu için bu bilinmedik ve beklenmedik bir durum olmazdı- neden 15 yıl beklediler?..

 

İroniktir ama bu ülkede Aydınlık denilince akla hep “karanlık” gelir. Karanlık bir çete… Ne zaman devletin derin dehlizlerinde karanlık planlar yapılmışsa; o zaman Aydınlığın sayfaları provokatif haberlerle, komplo teorileri ve kurgularıyla dolar. O derin dehlizlerde kurulan kumpasların ilk pratik adımları, Aydınlık’a servis edilen bu kurguların, teori ve fantezilerin yayınlanmasıyla atılır. Zaten bu özelliğinden olsa gerek bu tür durumlarda akla ilk gelen adres de o olur.

Onun en istikrarlı niteliği, kirli-karanlık devlet planlarının bir parçası olmaktır. Her dönem burjuva kliklerden birine olmadık misyonlar yükleyen, onun güç kazanması için her türlü dalaverenin aktif parçası olan, bu niteliği ile tahtakurusu metaforuyla özdeşleşen Aydınlık’ın tarihi, devrim/devrimci düşmanlığı üzerine kuruludur. İhbarcılıktan, kanlı-karanlık provokasyonların tetiğini çekmeye kadar kabarık bir sicili vardır. Bu ülkenin komünistleri ve devrimcileri onu yakından, hem de çok yakından tanırlar.

Giderek kafatasçı bir şovenizme demir atan Aydınlık’ın son zamanlardaki özel yoğunlaşma alanı -elbette ki bu ilgi ezeli ve ebedidir- Kürt hareketi ve özelde de Abdullah Öcalan’dır. Daha birkaç hafta önce Öcalan’la görüşmelerin elden gecirilip ‘zararsız’ hale sokulmuş, PKK gerillalarına ve Öcalan’a düzülen yalaka övgülerden arındırılmış, daha da önemlisi Bekaa’ya kadar hangi hesap ve niyetlerle gidildiğini karanlıkta bırakacak şekilde ayıklanmış montajlı tutanaklarını sayfalarına taşıyan bu çete, son günlerde de onun yakalandığı ilk günlerdeki sorgu kayıtlarından oluşturduğu özensiz bir kolajla sahneye çıktı. (Zaten Doğu Perinçek ve yakın çevresinden her alçaklık beklenir. Onlar, tarihleri boyunca siyasette her türlü düşkün ve kirli yöntemi kullanmakta hiçbir sakınca görmemeleriyle ünlüdürler. 1972 yılında kendileriyle ideolojik ayrılığa düşen İbrahim Kaypakkaya’yı öldürtmek için üzerine kiralık katil göndermeyi düşünecek kadar gözleri dönmüş karanlık yaratıklardır.)

Burjuva medyanın günlerdir büyük başlıklarla duyurduğu bu görüntülerin zamanlaması, sunuluş biçimi, oluşturulma teknikleri… önümüzdeki günlere dönük bir yönelimin ifadesi olması yönüyle ‘dikkate değer’! Çünkü biliriz ki, bu karanlık çete ne zaman ki bu tür icraatlara imza atar o zaman, arkasındaki güçler kanlı-karanlık bir sürecin düğmesine basıyorlardır.

Son rejim kriziyle burjuva devletin sayısız çeteye bölündüğüne tanık olduk. Hemen tüm erklerinin, birbiriyle kıyasıya bir iktidar savaşına girişen güçler tarafından, çeteci yöntemlerle delik deşik edildiğine… Bir tahtakurusu ruhu taşıyan Aydınlık, etrafa saldığı kokularla burjuva devlet içindeki bu çetelerin -elbette arkasındaki uluslararası güçlerin de- kurgulayarak servis ettiklerini, medyatik şovlarla kamuoyuna taşımakta.

‘Düşmanımın düşmanı dostumdur’ kafasıyla büyük ihtimalle bir zamanlar hasım ilan ettiği kesimlerden gelen bu servisleri; menşeine, işçiliğine vs. de bakmadan büyük bir cengaverlikle açıklamakta. Bu yaklaşımıyla da, parçası olduğu kumpasla birlikte asıl düşmanının Kürt halkı ve halkların kardeşliği olduğunu ele vermekte. AKP-Cemaat düşmanlığı bunun yanında ne ki!

Zaten Aydınlık’la aynı kanı taşıyan bir zamanların kontrgerillası Ergenekongillerin son krizden konum kazanmak için ezeli düşman ilan ettikleriyle hangi pazarlık masalarını kurdukları açık değil mi? Rejimin bekasını koruma tarihsel göreviyle kendi klik çıkarlarını birleştiren bu kesim, tüm hırlamalarına rağmen asıl karın ağrısının ne AKP ne Cemaat ne de bilmem hangi “paralel” güç değil de mazlum Kürt halkı, işçi ve emekçiler olduğunu sayısız pratiği ile göstermemişler miydi? Şimdi onca yolsuzluk-rüşvet-kumpas-çeteleşme gerçeği ortalığa dökülmüşken bile oldukça alçak perdeden konuşmaları bunun açık ifadesi değil midir? Ne Tayyip ne Cemaat… onları asıl ilgilendiren tüm geri kırılmalarına rağmen halen sistemi tehdit eden Kürtler, sokağa dökülen işçi ve emekçilerdir.

Ne yapmak istiyorlar?


En başta Kürt-Türk savaşını yeniden alevlendirmek istiyorlar. Akılları sıra, Tayyip’i o cepheden de sıkıştırarak orduya ve Ergenekonculara daha fazla muhtaç hale getirip pazarlıkta ellerini güçlendirmenin peşindeler.

Doğu Perinçek, Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz gibi simgeleşmiş ve şu an için cezaevinden başka türlü çıkma olasılığı görünmeyen ‘kemik’ darbecilerin bile önünün açılacağı bir ortam ve “mecburiyet hali” yaratmak için oynanan bir koz bu. Eğer sorun, “Öcalan’ın ne kadar güvenilmez ve ikiyüzlü” bir ‘lider’ olduğunu Kürtlere ve Türk kamuoyuna göstermek” olsaydı -ki Kenya’dan getirilirken uçaktaki tavrını ve sonrasını gören kamuoyu için bu bilinmedik ve beklenmedik bir durum olmazdı- neden 15 yıl beklediler?..

Aynı soru “çözüm süreci” denilen süreç açısından da geçerli. Evet, İmralı’da yıllardan beri tecrit altında tutulan ve her türlü manipülasyona açık bir bireyle gizli servis başkanı arasında yürütülen, ne bir yasası, ne belirlenmiş şeffaf kuralları, ne nereye kadar gideceği vb belli olan bir “müzakere” süreci, Kürt halkı açısından bir dizi sağlıksız sonuç ve tehlikeye açık bir süreç demektir. Eğer derdiniz bu belirsizliklere ve tehlikelere dikkat çekip Kürt halkını ve yurtsever güçleri uyarmaksa -bunun yolu bu montajlı kasetler olmamakla birlikte- şimdiye kadar neredeydiniz? “Uyarmak” için geç kalmadınız mı?

“Türk kamuoyu” açısından bu kasetlerden öğrenilecek bir şey, alınacak bir ders yok zaten. Savaşın yeniden başlamasını isteyen bir çakallık peşinde koşulmuyorsa eğer, böyle bir şey olsa olsa, “eğer Kürt kardeşlerimizle kalıcı ve hakkaniyetli bir barış ve kardeşlik ilişkisi kuracaksak bu birey yerine Kürt halkının meşru temsilcilerini kurumsal olarak muhatap almak daha doğru olur” mesajını vermek için yapılır. Aydınlık denilen karanlık çetenin ise böyle bir niyet ve amaç peşinde olmadığı ortada!..

Amaç açık: Onlar, Abdullah Öcalan’ı hem Kürt halkı hem de Kürt halkının dostları nezdinde rencide etmek, toplumsal konumunu sarsmak istiyorlar. Bu ülkede solun bazı kesimleri de dahil bunun alıcısının çok olduğunu, bunlardan bazılarının Kürt hareketinin yapısal zaaf ve yanlışlarını da bahane ederek “rezalete bakın” diyeceklerini, yüksek sesle dile getirmeyenlerin bile en azından “biz dememiş miydik” diyerek kendi gizli şovenizmlerini meşrulaştıracaklarını bilirler. Tam da seçim arifesinde özensizce de hazırlanmış olsa böyle bir kolajla çıkmış olmaları, Alevilerin, Gezi ile birlikte Kürt hareketi ile aralarındaki mesafeleri nispeten kısaltan toplumsal kesimlerin, TDH’nın bazı bölüklerinin varolan mesafelerini en azından korumalarına neden olacağını hesaplamışlardır.

Kürt halkının onlarca yıla yayılan görkemli bir mücadele ile varettiklerine bu beceriksiz kolajı ya da Abdullah Öcalan’ın o yakından tanıdığımız Ortadoğu siyasetçilerine has pragmatizmine göre şekillenen duruşunu bahane ederek sırtını dönenler, Kürt halkına yüksek perdeden atıp tutanlar zaten onun dostu da olamaz!
Fakat sorun şu ki, Gezi ile birlikte şoven önyargılarda azımsanmayacak bir çözülme yaşandı, halklar arasında sallantılı da olsa bir köprü kuruldu. Bu kasetleri yayınlayanlar, her şeyden önce bu köprüyü dinamitlemek isteyenlerdir. Yapılan montajla Öcalan’a birilerinin taşeronu olduğunu kabul ettirircesine kurgu yapanlar en başta buna düşmandırlar.

Öte yandan, o çok radikal görünen ama ne hikmetse burjuva devletin hiçbir soruşturmasına bile tabi tutulmayan Kürt milliyetçilerinin önünü açmayı hedeflemişlerdir. Bu güçlerin, Kürt halkı ulusal hareketle birlikte kendini varederken ortalıkta görünmediğini, onca bedel ödenirken sıcak koltuklarında ahkam kesmek dışında bir pratiğe sahip olmadığını çok iyi biliriz. Bu uğurda her türlü kumpasın parçası olacaklarını da önceki deneyimlerimizden biliriz.

Zaten sorunun ikinci boyutunu, yaklaşan seçimlerde BDP’nin ve HDP’nin zayıf düşürülmesi amacı oluşturuyor. Bu çete ve arkasındakiler, baktılar ki özellikle BDP Kürt illerinde güçlü bir çıkış içinde, daha önce elinde olmayan belediyeleri bile alma olasılığı belirdi; bir taraftan Hizbullah katillerinden Barzani’nin uzantılarına kadar sicili bozuk ne kadar gerici güç ve odak varsa onları apar topar BDP’nin karşısına çıkarırlarken diğer yandan da bu tür “kaset savaşı” ile Kürt yurtsever hareketinin manevi etkisini sarsıp zayıf düşürmenin peşindeler.

Üçüncü olarak da bizzat Kürt halkı hedeflenmiş, “işte önder dediğiniz adam budur” denilmek istenmiştir. Fakat gelin görün ki bu, cahil olarak kodladıkları Kürtlerde istedikleri etkiyi yaratmayacak bir saldırıdır. Öcalan’ı en kaba, en betonlaşmış sorularla yönlendirip aklınca kafasındaki kurguya uygun yanıtlar almaya çalışan fondaki ses, “JİTEM’i ben kurdum” diye övünen o zamanlar binbaşı rütbesindeki katil Hasan Atila Uğur’dur. Sayısız faili meçhulün ve işkencenin sorumlusudur. Zulasından tam 3 çuval belge çıktığı halde TUTUKLANMAYAN nadir Ergenekon sanıklarından biridir -Balyoz ya da casusluk davalarında sekreter kadınların dahi tutuklandığı düşünülecek olursa, bu iltimasın nedeni malumdur. Aydınlık işte bu çöplüklerden beslenen bir solucandır.

O cahil, sabit fikirli ve bir o kadar da kurnaz JİTEM’cinin yönelttiği sorulara, Ortadoğu siyasetçilerine has bir oportünizmle yanıt veren Öcalan’ın söylediklerini bütünlüğünden de kopararak kafalarındaki betonlaşmış senaryolara içerik yaratmaya çalışan devlet güruhu bunu henüz anlamamış demek ki! Kaldı ki Öcalan’ın söyledikleri Kürtler açısından yeni şeyler de değil. O bunları ‘90’lı yılların başında yaşadığı ideolojik kırılmayla birlikte sayısız kez söylemiş, aynı içeriği savunmalarına da taşımıştır. Kürtler ilk duyduklarında ciddi bir hayal kırıklığı yaşasalar da akıl almaz bedeller ödedikleri uluslaşma sürecini dağıtacak bir tepki ve kopuş sergilememişlerdir. Kendileriyle özdeşleştirdikleri Öcalan’ı düşmanın bile tahmin edemeyeceği düzeyde savunmayı/sahiplenmeyi tercih etmişlerdir.

Öcalan’ın tutsak alınmak istendiğinde sergilediği tutumdan itibaren sorgucuları karşısında serglediği duruş, biz komünistlerin baştan beri onaylamadığımız ve eleştirdiğimiz kabul edilemez bir tutumdur. Genel olarak devrimciliğe, özellikle de Kürt halkı gibi ağır bedeller ödemiş bir halkın önderine yakışmayan bir tutumdur. Bunun gerisinde, onun ideolojik yaklaşımlarında özellikle de ‘92 Newroz’unun ardından hızlanan kırılmaların yattığını da sayısız kez dile getirmişizdir. Ancak Öcalan’ı ve onun sadece sorgucuları karşısında sergilediği duruşla sınırlı olmayan yanlışlarının eleştirisi ayrı şeydir, Kürt ulusal hareketine ve bu haklı tarihsel mücadeleye yaklaşım ayrı…

Kürt halkı, Öcalan’ı ‘birleştirici ulusal bir değer’ ve ‘önder’ olarak görüyor. Bunun sosyolojik, siyasal ve tarihsel nedenleriyle birlikte ele alınıp tartışılması ayrı bir konudur. Ancak Öcalan’ı eleştirirken bu gerçekliğin üzerinden atlamak iyiniyetle bağdaşmaz. “Öcalan’ı eleştiri” görünümü ve bahanesi altında çoğu kez kendini saklamayı bile beceremeyen bir sosyal şovenizmin zeminine düşmemek açısından bu bir sınır çizgisidir.

Son tezgahın Kürt ulusal hareketi açısından angaje olduğu süreç konusunda uyarıcı olmasını diliyoruz. Sadece düşmanının dövüşme yöntemlerindeki namertlik bile, hiçbir yasal dayanağı, toplumsal mekanizmaları yaratılmadan tek bir birey ile devletin istihbarat güçleri arasında kapalı kapılar ardında yapılan “görüşmelerin” yarın hangi biçimlerde karşısına çıkarılacağı ve kendisine karşı nasıl kullanılacağı açısından bu tezgah son derece uyarıcıdır.

[Alınteri'nin baskıdaki Şubat 2014 tarihli 14. sayısından alınmıştır] 

1843