Pazar Mayıs 19, 2024

‘2015′e doğru Türkiye’nin tuzakları’

Yazar Sait Çetinoğlu’nun Ermeni Soykırımı üzerine Ermenistan’da gazetecilik yapan Haykanush Aloyan’la yaptığı röportajı okurlarımızla paylaşıyoruz.

Ermeni Soykırımı’nın 100. Yıl dönümüne bir yıl kala ne tür gelişmeler yaşanabilir?

Haykanush Aloyan: Devletin bu konuda dört yıllık bir projesi var. Proje, Türk Tarih Kurumu’nun internet sitesinden de görülebilir. Ne tesadüf ki, tam da böyle bir süreçte Sevan Nişanyan gibi, sözünü esirgemeyen cesur bir Ermeni aydın, bir bahane üretilerek dört yıllık hapis cezasına çarptırıldı. Bir diğer önemli olay da Türkiye’yi sıçrama tahtası olarak kullanan cihadistlerin Suriye’deki Ermeni kasabası Kessab’ın işgal edilerek Soykırımın ikinci kez yurt dışına uzatılmasıdır.

Armenian Weekly’deki bir yazıda Soykırımın 100. Yıl dönümü konusunda, Türkler, yani devlet, bizden daha iyi çalışıyor deniyordu. Ki doğrudur. Türkiye’deki “Muhalif” olan kesim de bu konuda bir şey yapmaktan ve üretmekten uzak. Soykırımın 100. Yıl dönümünün startı,  yani  başlangıç süreci Öcalan’ın  2013 Newroz konuşmasında görülebilir. Önemli ipuçları orada var. KCK Eşbaşkanı Besê Hozat’ın konuşmaları da bu çerçevede okunabilir. “Beni en iyi anlayan Besê Hozat’tır” diyen Abdullah Öcalan’ın ve diğerlerinin bu konudaki aynı yönde açıklamalarıyla devletin yanında nasıl hazırlandıklarını görüyoruz. Bu konuda devletin kontrolündeki Öcalan’ın söylediklerine itibar edilmemeli yanında durulmamalıdır.

-Neden böyle bir tablo ortaya çıkıyor?

1915 Soykırımı’nın hazırlayıcılarından İttihat Terakki, tetikçileri ise Kürtler olmuştur. Kürtler, İttihat Terakki’den yüz bulmuş ve durumdan nemalanmıştır. Sağlanan bu fayda ve çıkar hâlâ devam ediyor. Bu durum, Soykırımın 100. Yıl dönümünde  hala en önemli handikaplardan biri. Soykırımdan nemalananlar devlet tarafından  rehin alınmışlardır.

Diğer yandan, “Özgürlükten” yana olduğunu ifade edenler, “sosyalizm” iddiasında olanlar da, “Kürt Özgürlük Hareketi” denen o yapıya bağımlı oldukları için, seslerini çıkaramaz durumdadır. Dolayısıyla bu yıl, 2015’e bir kala, yapılabilecek fazla bir şey olduğunu sanmıyorum. Bu bizim, hepimizin ayıbı, toplumun büyük bir ayıbı. Kaldı ki Kessab örneği çok şeyi açıklamaktadır:

Soykırımın 100. Yılına bir kala, bir Ermeni kasabası ve bir yeryüzü cenneti Kessab’a Türkiye üslerinden yapılan saldırıyla kasabanın boşaltılması, Türkiye üzerinden yapılan yağma ve talanlara karşı sürdürülen sessizlik düşündürücüdür. Kessab’ın sakinleri Musadağ’da 40 gün direnenlerin çocukları ve torunlarıdır. Kessab’a karşı yapılan bu hareket 1915 Soykırımının  günümüze uzanması olarak okunmalıdır. 

İnsanlar atalarının doğup büyüdüğü yöreleri gönül rahatlığıyla gidip ziyaret bile edemiyor. Bu durum Soykırım sürecinin hâlâ devam ettiğinin göstergesidir.

-Türkiye devletinin geleneksel inkârcı tutumunda 100. Yıl dönümünde bir değişime yol açması beklenebilir mi?

Hayır, devleti bir yere zorlayacak olan kesin taban var olmalı. Tabanda böyle bir eğilim yok. Mesela “Kürt Özgürlük Hareketi”nin bazı temsilcileri, “Dedelerimiz böyle bir şey yaptı, bunu kınıyoruz” demekle yetiniyor. Bunun ötesine giden yok.

Burada, “soykırımdan sorumlu değilim” iması var ve evrensel  normlarına göre böyle bir yaklaşım, Nazi anlayışı olarak eşleştiriliyor ve cezaya tabi tutuluyor. Türkiye’de ise “özgürlük savaşçısı” denilebiliyor.

Türkiye izole bir yer, kendini dünyadan soyutlamış bir ülke ve buradaki “sosyalizm” iddiasındaki insanlar ve “yapılar” da enternasyonalizmden  uzaklar. Kendi kendileriyle  yetiniyorlar, sorunlara yaklaşımlarında da  enternasyonel bir kaygı yok,  dolayısıyla Soykırımın 100. Yılında Soykırımın tanınması ve yüzleşmede  uluslararası adalet arayışı hareketinin içerisinde Türkiyeliler yer alamayacaktır demek mümkün.  Şimdiye kadar yer alabileceğine dair bir işaret görmedim.

-Ermeni Soykırımı’nın 100. Yıl dönümü vesilesiyle dünya çapında yaygınlaşan ve daha yoğun etkinlikler beklenebilir mi?

Adalet arayışı dünyanın her tarafında devam ediyor ve bu önümüzdeki yıl çok daha yükselecek. 1915 Soykırımı sürecinde katledilen, veya bir şekilde hayatta kalmayı başararak başka ülkelerde yaşamak zorunda bırakılan Batı Ermenilerinin bugünkü torunlarının ve bunların adalet arayışının yanında olan ve  destekleyenlerin giderek ivmesi yükselen bir eylemlilikler içinde olacaklarını düşünüyorum.

Ne kadar izole bir ülke olsa da bunun Türkiye’ye yansımaması düşünülemez.

Türkiye’den yükselecek vatandaşlık hakkının iade edilmesinin istemesi ve bu doğrultuda nüfus kayıt bilgilerine erişimin sağlanmasının talep edilmesi gibi son derece yerinde ve  haklı taleplerin destek bulması, başlangıç için önemli bir adım olabilir.

-Kürt siyasetinin önemli isimlerinden Ahmet Türk, 1915 Soykırımı konusunda özür diledi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ahmet Türk tanıdığımız ve sevdiğimiz biri. Fakat ortada hazin bir durum da var. Ahmet Türk bugün Mardin Kızıltepe’yi kontrol ediyor. Kızıltepe’nin asıl adı Tell  Ermen yani Ermeni Tepesi, dönemin nüfus kayıtlarında da bölgede ağırlıklı olarak Ermenilerin yaşadığı görülebilir, fakat bugün orada hiç Ermeni yok.

Ahmet Türk’ün şu an sahibi olduğu mülkün, yani Kasrı Kanco’nun nasıl elde edildiği açığa çıkarılmalı. Kasri Kanco’nun bulunduğu yer, 1894-96 Katliamlarında Tell  Ermen’deki tek Rum köyü Pakos, din adamlarıyla birlikte toptan Müslümanlaştırılmış bir köydür. Kasrı Kanco Konağı’nın üzerinde Türkçe veya Arapça olmayan yazılar hâlâ duruyor. Bunun bir açıklaması olmalı değil mi? Hüseyin Kanco burayı nasıl elde etti?

Ahmet Türk dedelerinin yaptıklarından ötürü özür diledi. Kendi dedesi Hüseyin Kanco adına özür dilemedi, soyut bir dede üzerinden “kabul” de  başka bir tür inkâr ya da inkarın sürdürülmesidir  de denilebilir. Sadece Hamidiye Alayları’yla yapılan işbirliği üzerinden değil, kendi biyolojik dedesi üzerinden de özür dilemeli insanlar.

El konulan mülkler konusunda  Yves Ternon’un Mardin 1915, bir Yıkımın Patolojik Anatomisi adlı çalışmasına yazdığım uzun önsöz ve son sözlerle yaptığım açıklamalarla birçok örneklere yer verdim.

Bugün el konulan Hıristiyan mülkleri arasında Mor Gabriel ve Mor Avgin Süryani Manastırlarının arazilerinin işgali güncelliğini koruyor. Bugün bu mülkler üzerinde Kürt aileler oturuyor yani işgal edenler Kürtler. Mor Gabriyel’i işgal eden aileleri bir yana bırakırsak, Mor Avgin’i işgal eden ailelerin BDP’ye olan yakınlıkları  biliniyor. Parti yöneticileriyle yapılan onca görüşmeye karşın, mülklerin asıl sahiplerine iadesi konusunda hiçbir ilerleme olmadı.

Kürtler Soykırım kurbanlarının adalet taleplerinin yanında olmalı, en azından Ermenilerden,  Süryanilerden ve diğer Hıristiyanlardan Soykırım sürecinde gasp edilerek alınanların  geri verilmesi konusunda Mor Avgin manastırının topraklarını işgal eden BDP yanlılarının işgal ettikleri topraklardan çıkaracak bir jestle Soykırım kurbanlarının adalet arayışında önemli bir başlangıca imza atabilirler.

Son olarak 24 Nisan, Ermeni Soykırımı’nın yıl dönümü olduğu kadar, 1915 Soykırımının provası olan, 1909 Kilikya Katliamı’nın da yıl dönümüne denk gelmektedir. Bu vesileyle Kilikya’da katledilen, Ermeni, Süryani, Rum ve diğer Hıristiyanları da unutmamak gerekir.

95763

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER

 

Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

 

Nepal Halkı'nın Kerenski'ye değil Lenin'e ihtiyacı var ve Nepal Devrimi'nin Sorunları

 

Giriş:

Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları

 

BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.

Sayfalar