Pazartesi Mayıs 20, 2024

30. Ölümsüzlük Yılında MANUEL DEMİR/ՄԱՆՈՒԵԼ ՏԷՄԻՐ Yaşıyor! Partizanlar yaşıyor! (1)

Manuel Demir’i 30. ölümsüzlük yılında saygıyla anıyoruz. Bu vesileyle Ermeni Fedailer adıyla başlattıkları ve hayatlarını Ermeni halkının davasına adadıkları, bugün ise Partizan hareketine dönüşerek devam eden mücadelede sayısız Ermeni devrimciler Hrantlar, Hayrabetler, Armenaklar, Yalımyanlar, Ozanyanlar ve Manueller’i de anıyor ve aradan yüz yıl geçmiş olsa da bu mücadelenin devam edeceğini belirtiyoruz.

1915 yılında Ermeni ulusunun yok edilmesiyle bir halka ait var olan tüm değerler yok edilmiş hiçbir iz bırakılmamıştır. Tarihi doku, dil, tarih, kültür zenginlikleri el değiştirmiş; geride kalan Ermeni halkının varlığı yok sayılmıştır. İnkar edilmiş, tarih sahnesinden silinmiştir. Yaşadığı topraklar üzerinde kiliseler, okullar yıkılmış, toplumun varlık koşulları ortadan kaldırılmıştır.

Soykırımdan kurtulmuş varlıklarını Anadolu’da Kürt halkı ile iç içe yaşayıp devam ettiren Ermeni halkının çocukları eğitim görebilmek, kendi ana dilini öğrenip okuyabilmek için sadece İstanbul’da bulunan Ermeni okullarına gitmek zorunda bırakıldılar. Anadolu’yu karış karış dolaşarak çocukları İstanbul’da toplayıp Ermeni kültürü ile yetiştirmek için uğraşan, hayatlarını Ermeni halkının refahı ve geleceği olan çocuklar için adayan Der Giragos’tan saygıdeğer Patrik Şinork Kalustyanların emek ve çabalarını unutmuyoruz. Unutmayacağız.

Anadolu’da yaşam savaşı veren Ermeni kimsesiz ve yoksul aile çocuklarını İstanbul’a getirerek okutan eğiten ve bakımlarını üstlenen Patrik’in hizmetleri Kastamonu’ndan Amasya’ya, Sivas’tan Şırnak’a, Wan’dan Diyarbakır’a, Malatya’ya kadar uzanmaktadır.1915 sonrası Ermeni halkının tek eğitim mekanlarını İstanbul Ermeni liseleri oluştururken Armenakların, Manuellerin, Hrantların, Hayrabetlerin, Ozanyanların hayatları burada kesişmiştir.

Ermeni Lisesi Partizanların Kalesi…

Soykırımdan kurtulan ailelerin yeni nesil gençlerini hayat İstanbul’da buluşturdu. İçimizde henüz Türkçe bilmeyenler dahi vardı. Sonradan her biri mükemmel derecede Ermenice ile Türkçe’ye vakıf oldular. Bu durumda olan bazı arkadaşlarımız “Ermeni değilsiniz” diye okullara bakanlık tarafından alınmadılar. Şanslarını kaybettiler.

Manuel Demir’in ailesi Kayserili Ermeni ailelerinden olup İstanbul’a göç etmişlerdi. İlköğretiminden sonra o da lise öğrenimine Ermeni Lisesi’nde devam etti. Manuel arkadaşları arasında hemen kendini gösteriyordu. Zeki ve çalışkan yönleri ile tanınırken sınıfta hiç kalmadan okulu bitirdi. Arkadaşları arasında toparlayıcı yanı ile tanınırken, espri yapmayı çok severdi.

Derslerinin dışında boş vakitlerini her zaman devrimci yayınları okuması ile geçirirdi. Ahpariklerin verdiği devrimci romanlar ile klasikleri okuyup çoktan tartışır duruma gelmişti. Ayrım yapmadan, sol yayınları okuyarak dönemin sol içi tartışmalarında doğru ile yanlış arasında doğruyu savunabilme algısı genç yaşında oluşmuştu. Tercihini Kaypakkayacılardan yana koyarak sevdasını belirlemiş oldu.

Hrant Dink’in de aralarında olduğu soykırım mağdurlarının, milli baskıyı iliklerinde hisseden yoksul Kürtlerin, en alttakilerin buluşma noktasının Kaypakkaya olması tesadüf değildir. Bunun en derininde yatan gerçeklik doğru teşhis ile hakikatin ifadesidir. TKP’den başlayarak günümüze kadar inkar edilen Kürt realitesinin kabulü ile Ermeni soykırımını ifade etmiş olmasıdır, onları Kaypakkaya’da buluşturan.

Anti-faşist, anti-emperyalist mücadele saflarında örgütlenen devrimci gençler artık çevresindeki çemberi aşarak profesyonel kadrolar olup devrimci faaliyet içerisinde sınıf kardeşleri ile birlikte hareket etmeye başladılar.12 Eylül faşizminin kara bulut gibi çöktüğü yıllarda herkes gibi bedel ödediler. İşkenceler ile karşılaştılar. Uzun yıllar cezaevlerinde yattılar. Garbis Altınoğlu’na yapılan işkenceleri sonradan polis itiraf etti. Altınoğlu 12 Eylül’de işkencelere karşı direnmenin sembolü haline geldi. Diyarbakır Cezaevi’nde vahşeti yaşayan Garabet Demirciler, Serdar Canlar… yaşadıklarına halen inanamıyorlardı. Sanki ikinci defa dünyaya gelmişlerdi. Onlar hakkında Dünya Af Örgütü “öldü” diyerek araştırma yapmıştı.

Garbis Altınoğlu ile başlayan, Armenak Bakırcıyan ile sürdürülen ve bugün efsane haline gelen, Ermeni Fedailer’in 6. şehidi Nubar Ozanyan’ın ölümü arkadaşları, dostları Ermeni halkını derinden yaralamış ve üzmüştür. Bugün dahi yurtdışında iltica talebinde bulunan gazeteci, ilerici, devrimciler yurtdışına gönderilen “infaz timleri” tarafından ölümle karşı karşıya kalmaktadır. Tıpkı 12 Eylül AFC döneminde darbecilerin çeteleri olan Ağcaları, Çatlıları Avrupa’ya salarak Ermeni devrimci Nubar Yalımyan’ı katletmeleri gibi.

1915’den sonra Ermeni halkının yetiştirdiği en güçlü kalemlerden olan Hrant Dink yine çeteler tarafından arkadan kalleşçe vuruldu. Hayrabet Hançer yine devrimci-demokrat yayıncılığın genel yayın yönetmeni olduğu olağanüstü koşullarda işkence ile susturulamayınca devlet çeteleri görevlendirilerek Kayseri’de herkesin gözü önünde gündüz vakti infaz edildi.

İşkence devlet politikasıdır…

Sömürü, talan düzeninin devam etmesi için zor yönteminden bir an olsun vazgeçmeyip işkence ile ayakta durmaya çalışan düzenin sicili bu anlamda oldukça kirlidir. Dünyada ilk sıralarda yer almaktadır. Bu gerçekliği karartmak, gizlemek bir yana artık paralı akıl hocaları televizyonlarda aleni işkenceyi hem de yöntemleri ile beraber savunur duruma geldiler. En son yol kontrolü sırasında tutuklanıp Emniyet Müdürlüğü binasından aşağı atılarak öldürülen Murat Araç’ın durumu ortadadır. Oğlunu teşhis eden anası “darp, morluk, işkence” izlerinden sonra “oğlumun katili devlet”tir demişti.

Manuel Demir’in eniştesi, yoldaşı ve aynı zamanda Proletarya Partisi kadrolarından olan Raci Yılmaz 80 yıllarının Kaypakkaya geleneğinin sevilen, fedakar ve çalışkan kadrolarından idi. İTÜ’de gençlik faaliyetlerinde sivrilmiş, partinin kadrosu haline gelmişti. Raci ile Manuel artık yoldaştılar. Samsun-Bafra’da kitle faaliyetlerinde gözle görülür bir yükselme görülünce aranmaya başladı Raci. Sıkıyönetim komutanlığınca tutuklama kararı çıkarıldı hakkında. Halk tarafından sevilen Raci Yılmaz ilk defa Kaypakkayacıların tanınması, örgütlenmesi, bölgede yürüyüşlerin yapılmasında rol oynadı. Samsun’da dikkatleri üzerinde topladı.

Ama cellatlar onu da aramızdan erken kopardılar. “Hiçbir zaman sağ ele geçmez”, “İşkencede çözülmez” istihbaratını alan cellatlar İstanbul’da evinin önüne pusu kurarak sorgusuz sualsiz kurşun yağmuruna tutmuş ve onu 6 Aralık 1980 yılında infaz etmişlerdi. Cenazesi Bafra’da toprağa verildi. Raci Yılmaz’ın şehit düşmesinin ardından köyünde baskılar olanca hızıyla devam etti. Köy TİKKO’cuların köyü ilan edildi. Hedef tahtasına konuldu. Devrimci faaliyetlerde bulunmak için gittiği Samsun’da tutuklanıp gözaltına alınan Manuel Demir ilk defa burada işkencelerle karşılaştı. İlk sınavında başarılı oldu. Samsun polisi işkencede istediklerini alamayınca onu 1. Şube İstanbul Siyasi polislerine teslim etti.

Gayrettepe 1. Şube İşkence Karargahı

Eğilmez baş, çelik yürek Manuel Demir, İstanbul 1. Şube Emniyet Müdürlüğü polisleri tarafından İstanbul’da 24 Ocak 1988 yılında infaz edildiği zaman henüz 25 yaşındaydı. Aynı zamanda TKP/ML Genel Sekreteri Süleyman Cihan’ın gözaltına alınarak katledilmesi sırasında gözaltına alınan ve burada gördüğü işkenceler sonrasında “öldü” denilerek morga kaldırılan ancak yaşıyor olduğu açığa çıkınca tedavi altına alınan Hasan Bayrak’ın ömür boyu felçli olarak yaşamasından sorumlu olan da I. Şube Komünistler Masası’dır. 12 Eylül’de binlerce Partizan’ı işkenceden geçiren, sakat bırakan, ömür boyu tedavisi olmayan psikolojik sorunlar yaşatanlar bu masada görev yapan cellatlar, bu cellatların başında bulunan “Kemikkıran”, “Cüneyt”, “Kekemeç” takma isimli işkencecilerdir.

İşte Manuel Demir böyle ağır sıkıyönetim koşullarında bu işkenceci zebanilerin eline düştü. Komünist Parti’nin bir neferi, hem de Ermeni milliyetine mensup bir devrimciye işkence yapmak iştahlarını kabartıyordu. İntikam duygusuyla hareket ediyorlardı. Gözaltı süresinin 3 ay (90 gün) olduğu sıkıyönetim koşullarında Manuel Demir işkencecileri kendi inlerinde yenilgiye uğrattı. “Ser Verip Sır Vermeme” geleneğini işkencelerde sürdürdü. Mehmet Zeki Şerit, Raci Yılmaz, Süleyman Cihan ve birçok Partizan’ın canları pahasına ödediği “direnme ruhunu” yaşattı.

Ermeni milliyetine mensup bir Partizan’a sadist, ırkçı, faşist duygularını tatmin etmek için işkencenin bütün çeşitlerini denediler. Aşağıladılar. Çarmıha gererek kendilerini tatmin ettiler. Her falaka, elektrik ve filistin askısında oğlunun acılarını, Yeter Mayrig, yüreğinin en derin kendisine uygulanıyormuşcasına iliklerinde, hücrelerinde hissetti. Saçlarını ağarttı.

Gayrettepe sınavını başarıyla geçtikten sonra sırasıyla Selimiye, Hasdal, Sultanahmet, Sağmalcılar askeri cezaevlerinde kaldı. Düşmana inat yarasını hiçbir zaman göstermedi. Soğuk, nemli hücrelerde hayata tutundu. Partizan tutsaklarının bulunduğu koğuşa gelince tutmayan kolları masaj yapılarak sağlığına kavuştu. Hiçbir zaman elinden düşürmediği sazını, marş ve türküleri sazının tellerine vurarak düşmana inat çalmaya devam etti.

Generaller çetesinin yürürlüğe koyduğu askeri yaptırımlar bütün cezaevlerinde yürürlüğe konulunca, siyasi tutuklulara “tutuklular artık askerdir, marşlar söylenecek” dayatmasında bulunuldu, Tek Tip Elbise getirildi, “Komutanım” tekmili vermesi istendi. Tüm hapishanelere gönderilen bu genelgeyle amaç devrimci iradeyi teslim almak, kişiliksizleştirmek, insan onurunu ayaklar altına almaktı. Devrimciler teslim olmayarak bu yaptırımlara karşılık verdiler. Devrimciler tarihi bu döneme altın harflerle bedeller ödenerek yazıldı.

Bugün de yapılmak istenen budur ve devrimci azim/kararlılık dün olduğu gibi bugün de teslim olmayacak, bu uygulamalardan zaferle çıkacaktır.

İnsanlık onuru işkenceyi yenecek…

1981 yılında girdiği cezaevinden 1985 yılında tahliye olduktan sonra bir saniye dahi boş durmadı Manuel Demir. Ünal Küçükbayrak ile dağılan, yok olan Parti yapısını yeniden ayaklar üstüne getirmek için yoğun emek ve çaba sarf etti. 1. Şube siyasi polisinin sıkı takip ve tutuklamalarına aldırış etmeden mücadeleye devam etti. Cezaevlerinden tahliye olan tutukluları rahat bırakmayan polisin izini atlatarak Dersim’e gidip gerillalarla buluştu. Rahat nefes alabilmek, bir dönem gözlerden ırak kalmak için yurt dışına gitme talebini “yurt dışı altından kafestir” diyerek kabul etmedi.

Zulmün, faşizmin kol gezdiği, generallerin zafer sarhoşluğuna kapıldıkları; “solu ezdik, bitirdik” naralarının atıldığı bir zamanda faşizmin tepesine inen Kandıra Piyade Alayı Baskını ile Metris Cezaevi firarları karşısında egemenlere adeta “şok” yaşattılar.

Kandıra Piyade Alayı Baskını olarak tarihe geçen olay Baba Erdoğan ile Manuel Demir önderliğinde gerçekleşen bir eylemdir. “Güçlü”, “yenilmez” denilen ordunun kağıttan şato olduğunu ispatladılar. 12 Eylül’den sonra faşizme indirilen darbede, mayın deposuna girilerek etkisizleştirilen askerlerin silahlarına el konuldu. Yine 26 Mart 1988 yılında Metris Cezaevi’nden 60 metre tünel kazarak özgürlüklerine kavuşan 29 Partizan’ın firar eylemi,12 Eylül’den sonra gerek yurt içinde, gerek yurtdışında ve uluslararası alanda halklar arasında sempati ve sevinç ile karşılandı.

Faşizme, emperyalizme ve katliamlara karşı Mustafa Suphilerden Seyit Rızalara, Denizlerden Mazlum Doğanlara, Kaypakkayalara şehit düşenleri andığımız Ocak ayının son haftasında yeni bir dünya yaratma mücadelesinde “Partizanlar yaşıyor, devrim şehitleri yaşıyor…” diyoruz bir kez daha.

II. Bölüm: Darağacında Bir Fedai Levon Ekmekçiyan

Bir Partizan

2555

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER

 

Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

 

Nepal Halkı'nın Kerenski'ye değil Lenin'e ihtiyacı var ve Nepal Devrimi'nin Sorunları

 

Giriş:

Sayfalar