Pazar Nisan 28, 2024

94. yılında Lozan’da imzalanan sözde bağımsızlık ve devam eden bağımlılık!

I. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın sona ermesi ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nu kendi aralarında paylaşmak için İtilaf Devletleri; İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya’nın başını çektiği emperyalist güçlerin, Osmanlı’yı masa başında “barış” antlaşmasıyla bölüşmek için yaptıkları Sevr Antlaşması sonucu;  Antep, Urfa ve Mardin Fransa, Ege ve Trakya Yunanistan, İstanbul ise İngilizler tarafından işgal edildi. Sevr’i tanımadıklarını ilan eden Mustafa Kemal ve bazı İttihatçıların yayınladıkları Amasya Genelgesi ve ardından gerçekleştirilen Erzurum ve Sivas Kongreleriyle 1919 ile 1922 yılları arasında süren ve Mudanya Mütarekesi ile fiilen biten ve 24 Temmuz 1923 yılında İsviçre’nin Lozan şehrinde, Kemalist hükümetin emperyalistlerle yaptığı anlaşmanın 94. yılındayız.

Lozan Antlaşması, 29 Ekim 1923 yılında ilan edilen yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin emperyalist devletlerce tanındığı ve yapılan antlaşmalarla Kemalist hükümetin emperyalizme bağımlılığının resmi belgesidir. 23 Nisan 1920 tarihinde temeli atılan ve 1923 yılında kuruluşu ilan edilen yeni Türk devletinin kuruluşuna önderlik eden sınıflar “Türk ticaret burjuvazisinin, toprak ağalarının, tefecilerin, az miktardaki sanayi burjuvazisinin, bunların üst kesiminin bir devrimidir. Yani devrimin önderleri, Türk komprador büyük burjuvazisi ve toprak ağalarıdır.” (İ. Kaypakkaya, Bütün Eserler, s. 376, Umut Yayımcılık)

Kemalistler Lozan’a gitmeden önce emperyalistlerle daha “Kurtuluş Savaşı” sırasında el altından işbirliği yapmışlardır. Bu işbirliği sonucu emperyalistler Kemalistlere karşı ‘’hayırhah bir tutum takınarak, Kemalist bir iktidara razı olmuşlardır’’. Kemalist iktidar, Lozan’a girmeden önce yüzünü tamamen Batıya dönerek, emperyalistlerle işbirliği içinde, emperyalizmin bir yarı sömürgesi olmayı kabul ederek Lozan’a gitmiştir. Mao Zedung ‘’Kemalist Türkiye bile, gittikçe daha çok bir yarı-sömürge ve gerici emperyalist dünyanın bir parçası haline gelerek sonunda kendisini İngiliz-Fransız emperyalizminin kucağına atmak zorunda kalmıştır’’ derken tam da Lozan Antlaşması’yla Kaypakkaya’nın vurguladığı gibi ‘’Kemalistler, emperyalistlerle barış imzaladıktan sonra bu işbirliği daha da koyulaşarak devam etmiştir.”

Emperyalist güçlerin Kemalist bir iktidara razı olmasının ilk adımı ise İzmir İktisat Kongresi’yle atılmıştı. 17 Şubat-4 Mart 1923’te İzmir’de toplanan İktisat Kongresi, devletin niteliği, kimlerin devleti olduğu ve yeni Türk devletinin emperyalistlerle işbirliği içinde yürüyeceğini açık olarak ilan etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik yönünün belirlenmesi için 1923’te İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi, ekonominin temel yönlerini belirlemede kilit bir öneme sahipti. Bu Kongre’nin temel iki ayağından birini, emperyalist sermayeye sağlanacak ayrıcalıkların belirlenmesi, emperyalist sermeyenin ülke ekonomisinde alacağı biçim ve sağlanan kolaylıklara resmi bir statünün kazandırılması oluştururken, diğeri ise, Türk burjuvazinin ülke ekonomisi içinde alacağı konumunun saptanmasıdır. Nitekim bu yönde bir dizi karar alınmıştır.

Kongrenin en önemli kararlarından biri, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde, ulusal ekonomiye Türk burjuvazisinin egemen olacağının açıkça dile getirilmesi olmuştur. Ülkedeki diğer azınlık milliyetlere mensup burjuvalara yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde şans tanınmaması kongrenin önemli bir söylemiydi. Kongreye katılan 1135 delegenin kabul ettiği ilk 12 maddenin Türklüğe vurgu yapması bunun açık göstergesidir.

Kongreye hâkim olan kesim, Kurtuluş Savaşı’na önderlik eden asker sivil ve tüccarlar olmuştur. Kongre’ye, tüccar, toprak ağaları, sanayici ve askerlerin yanı sıra işçi temsilcilerinin katıldığı yazılsa da bunun göstermelik olduğu açıktır. Örneğin kongreye işçi temsilcisi olarak yazar Aka Gündüz, kongre başkanlığına seçilen General Kazım Karabekir ise sanayici temsilcisi olarak katılmıştır. Kurtuluş Savaşı döneminde Türk burjuvazisi azınlıkların ellerindeki tüm zenginliklere el koydu. Savaştan önce Türklerin ticaret ve sanayide % 10 gibi bir etkileri varken, bu oran savaş sonrasında ise “savaş milyonerlerinin büyük bir yüzdesini Türklerin meydana getirdiğini, önceleri boş oturan birçok kimsenin hükümet himayesi altında ticarete atılıp zengin oldukları” saklanmamıştır.

Lozan’la birlikte; “Türkiye’nin sömürge, yarı-sömürge, yarı-feodal yapısı; yarı-sömürge ve yarı-feodal yapı ile yer değiştirmiştir.” Kaypakkaya, Lozan Antlaşması sonrası Türk devletinin yeni devlet biçimini şöyle açıklamaktadır: “Sosyal alanda, eski ulusal azınlıklara mensup komprador büyük burjuvazisinin ve eski bürokrasinin, ulemanın hakim mevkiini milli karakterdeki orta burjuvazi içinden palazlanan ve emperyalizmle işbirliğine girişen yeni Türk burjuvazisi, eski Türk komprador büyük burjuvazisinin bir kesimi ve yeni bürokrasi almıştır.” Kaypakkaya, Kemalist iktidarın siyasal niteliğini ise şöyle açıklamıştır; “Kemalist diktatörlük, sözde demokratik, gerçekte askeri faşist bir diktatörlüktür.”

Lozan’da Kürtleri temsil ettiğini söyleyen Kemalistler, ilk fırsatta Kürtleri katletmeye başladı.

“Kurtuluş Savaşı” yıllarında Kürtleri yanına alarak, savaş sonunda Kürtlere haklarını tanıyacağını söyleyen Kemalistler, bu sözlerini hiçbir zaman tutmadılar. Erzurum ve Sivas Kongrelerinde Kürtlerle ittifak kuran ve “Kurtuluş Savaşı” yıllarında Kürtlerin Fransızlara karşı Antep, Urfa gibi şehirlerin kurtarılmasında oynadıkları rolü Lozan’da “unutan” Kemalistler erken bir Kürt ayaklanmasını önlemek için, görüşmelere katılan heyet adına konuşan İsmet Paşa “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Türklerin olduğu kadar Kürtlerin de hükümetidir. Çünkü Kürtlerin gerçek ve meşru temsilcileri Millet Meclisi´ne girmiştir. Türklerin temsilcileriyle aynı ölçüde ülkenin hükümetine ve yönetimine katılmaktadırlar. Kürt halkı ve meşru temsilcileri, Musul Vilayeti’nde oturan kardeşlerinin anayurttan ayrılmasına razı değillerdir” diyebilmiştir.

Lozan’ın en önemli anlaşmalarından biri de Kürdistan topraklarının dört devlet arasında bölüşülmesidir. Buna göre; Türkiye, Irak, İran ve Suriye arasında pay edilen Kürdistan, Lozan Antlaşması’ndan bu yana ilhak edilmiştir. Kaypakkaya yoldaş, Lozan Anlaşmasıyla birlikte Kemalist diktatörlüğün Kürtler ve azınlıklara karşı tutumunu şöyle açıklamaktadır, “Kemalist diktatörlük, azınlık milliyetlerin, özellikle Kürt milliyetinin bütün haklarını gaspetti. Onları zorla Türkleştirmeye girişti. Dillerini yasakladı. (...) Lozan’da Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı alçakça çiğnendi. Kemalistlerle emperyalistler, Kürt ulusunun kendi istek ve eğilimini hiçe sayarak, pazarlıkla, Kürdistan bölgesini çeşitli devletler arasında böldüler. Azınlık milliyetlere ve özellikle Kürtlere, son derece aşağılayıcı muamele yapılıyordu, onlara her türlü hakaret mubah görülüyordu.” (İbrahim Kaypakkaya, Bütün Eserleri, s. 371, Umut Yayımcılık)

Böylece “1639 yılında Osmanlı ile İran arasında imzalanan Kasrı Şirin Anlaşması ile ikiye bölünen Kürtler, 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan ile de dört parçaya bölünmüş oldu.”

Kürtlerin 1925 yılında Kemalist iktidarın inkar ve baskıcı uygulamalarına karşı başlattıkları başkaldırının bugün en ileri ve tüm Ortadoğu coğrafyasını etkileyen, etkilemekle kalmayıp, bir özne haline gelen Kürt özgürlük mücadelesini anlamak istiyorsak, bunun Lozan’da alınan kararları anlamaktan geçtiği bir gerçektir. Türk devleti AKP eliyle Kürtleri ezmek ve yok etmek için geliştirdiği topyekun savaşla artık başarı kazanması mümkün değildir. Kürt mücadelesi tarihinin en ileri direnişini veriyor. Savaşta ustalaşan, Ortadoğu’da bir taraf olduğu kabul edilen, dikkatle izlenen, ittifak ve görüşmelerle ileri bir diplomasi yürüten Kürtler, Suriye iç savaşında Rojava’da gerçekleştirdikleri devrimle tüm Kürdistan parçalarını etkilemeye devam ediyorlar.

Türk devleti tüm bu gelişmeler karşısında sıkışmıştır. Çırpınması boşunadır. İşgal ve yeni savaş konsepti boştur. Kürtler tüm parçalarda direnmekte, Türk devletinin hamlelerine karşı savaşmaktadırlar. Erdoğan’ın Ekim 2016 tarihinde sarayında muhtarlara yaptığı konuşmada “birileri de Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştı” demesi boşuna değildir. Türk devleti, Lozan görüşmelerinde İngilizler tarafından Kürt kenti olan Musul’un önce kendi denetimine alınması, sonra da Irak devletine bırakılmasını kabul etmediğini ve buranın kendi “toprakları” olduğunu bağırıp dursa da, 25 Eylül’de yapılması planlanan Bağımsızlık Referandumunda Kürtler, KDP’nin yeni bir geri adımıyla karşılaşmazlarsa Irak’a bırakılan bu topraklarını da geri alarak, Lozan’ı fiili olarak sonlandırmış olacaklarıdır. 

39584

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

“Süreç kendini yenilenmeyenleri affetmez!”

Dünyada ve Türkiye'de emperyalist-kapitalist sistemin neden olduğu ekonomik politik krizler sıcak savaş şekline bürünmüş; yoksulluk, ölüm, göç, katliamlar dünyanın olağanı haline gelmiş durumdadır. Durum buyken Hindistan, Filipinler gibi birkaç coğrafyadaki Maoist partiler dışında komünizm hayaletinin dolaştığını söyleyebilecek durumda değiliz. Çoğu yerde komünist partiler artık sadece isim olarak mevcuttur. Elbette ki halklar yaşadıkları zulme sessiz kalmıyorlar. Dünyanın dört bir yanında ezilenler ayakta!

“Manipülasyona ve ayrıştırma siyasetine son verin, işgal ettiğiniz kurumumuzu terk edin!”

“Sorunları, onları yaratırken kullandığımız düşünce biçimleriyle çözemeyiz. Sorunlar onları yaratanların mantığı ile çözümlenemez!”

Ülkemiz ezenler ve ezilenler cephesindeki gelişmeler ile birlikte keskin bir dönemeçten geçmektedir. Tüm devrimci ve dost güçler tarafından bilinmektedir ki, hakim sınıflar ciddi bir saldırı dalgasının içinde ve daha da büyüklerinin arifesindedir. Amaçları; yurtsever, devrimci ve demokrat güçleri yok etmektir.

Devrimci Demokratik Kamuoyuna!

Partizan, YDG ve Özgür Gelecek'in yapmış olduğu açıklamanın üzerine devrimci basın bürosuna ve emektarlarına saldırı gerçekleştiği haberini öğrenmiş bulunuyoruz. Biz aşağıda imzası bulunan kurumlar olarak yapılan bu saldırıyı şiddetle kınıyor ve büronun derhal gerçek sahiplerine iade edilmesini bekliyoruz!

Takipçilerimizin dikkatine; Facebook ve twitter şifrelerimize el konulmustur

 

Devrimci kamoyuna;Büromuzu işgal edenlere sesleniyoruz

Ocak 2017 tarihinde saflarımızdan ayrıldığını ilan eden sağ tasfiyeci hizip, bügün itibari ile Özgür Gelecek ve Partizan dergisinin Aksaray’daki merkez bürosunu basarak iki yoldaşımızı dövmüş ve büromuz işgal edilmiştir. Bu unsurlar yoldaşlarımızı döverek bir yere varacaklarını sanıyorlarsa fena halde yanılıyorlar. Bu saldırı ve taciz ilk defa yapılmıyor. Bundan bir süre önce de aynı unsurlar defalarca büromuza gelerek aynı yöntemle yoldaşlarımızı tehdit edip gitmişlerdi. Biz devrimci sorumluluğumuz gereği bu durumu kamuoyuna yansıtmamıştık.

Garabed Demircioğlu: Diyarbekir 5 nolu zindanında bir Ermeni güvercin

Öncelikle çocukluğunuzun geçtiği atmosferi anlatmanızı istiyorum. nerede doğdunuz, kaç kardeşsiniz, anneniz babanız kimdir, aile içi ilişkileriniz nasıldı, 1915'te yaşananlardan aile olarak "nasibinizi" nasıl aldınız, ekonomik durumunuz imkanlarınız nasıldı, hangi okullarda okudunuz. Karakterinizi belirleyen çocukluk ve gençlik anılarınızdan aklınızda neler kaldı?

“Sözünde durmayan insan beş para etmez!”

“Bütün ülke halkı komünist partisinin on beş yıldır ‘Verilen sözün tutulması ve eylemde kararlı olunması gerekir’ sözüne uyduğunu gayet iyi bilir. Halk kuşkusuz Komünist Partisinin sözlerine ve eylemlerine Çin’deki başka herhangi bir Parti ya da grubunkinden daha fazla güven duymaktadır.” (Başkan Mao Seçme Eserler, cilt 1, s. 329)

“Uygun adımda birlikte yürümek…”

Devrimci örgüt sadece belirlenmiş, ortaya konmuş bir programla inşa edilemez. Bunun kadar önemli bir diğer konu da örgütün bir bütün olarak tek bir insan gibi, aynı amaç uğruna, uygun adımda ve disiplin içinde yürümesidir. Bu yaratılmadığında örgüt yapısı aksar. Ağırlığını tek bir ayak üzerine vererek yürümeye çalışır. Bu durum hem uygun adım yürüyüşü bozar hem hızı düşürür hem de örgütteki eşitlik ilkesine ciddi zarar verir.

Evet ya da Hayır! Her sonuçta direniyoruz/direneceğiz!

Referandum, tarihinin 16 Nisan olarak netleşmesiyle gündemimizi daha da meşgul eden bir mesele olmaya başladı. Daha önce referandumu açığa çıkaran devlet erkinin ihtiyaçlarını, referanduma hangi siyasi atmosfer içerisinde gittiğimizi ve bu süreçte alacağımız tavrı, bu tavrın güncel süreç açısından anlamını tartışmıştık.

Savaşmayan kirlenir

Savaşmayan kirlenir. Bugün yaşanan olumsuzlukların ve başarısızlıkların, küçülme ve gerilemelerin, kitlelerden kopmanın önemli bir yerinde yeterince savaşamamak, bir örgüt olarak bir bütün savaşamamak vardır. Özneleri ve zamanları değişen ancak sayısız pratik sonuçlarıyla değişmeyen sürekli bir şekilde kendini tekrar eden dar pratiklerin temelinde burjuva ideolojisiyle uzlaşmak, onun çeşitli düzeylerdeki etkisinden kurtulamamak vardır. 

TKP/ML - GYDK ;Anayasa değişikliği referandumuyla tasarlanan tam kapsamlı kuşatma ve ezme tuzağını "HAYIR"oyunla boz,faşist ablukayı dağıt!

Anayasa değişikliği referandumuyla tasarlanan tam kapsamlı kuşatma ve ezme tuzağını "HAYIR"oyunla boz,faşist ablukayı dağıt!

Önümüzdeki Nisan ayında anayasa değişikliği için referandum yapılacaktır. Toplumun tüm kesimleri anayasa referandumunda, pratik politikanın konusu olan bu sorunda tavırlarını ortaya koyacaklardır.

Bu bakımdan bu güncel ve son derece önemli olan sorunda ne düşündüğümüzü, biz de ana çizgileriyle ortaya koymak istiyoruz. Bilinir ki bu konuda birkaç seçenek var. Biri boykot, diğeri hayır ve üçüncüsü ise evettir.

Sayfalar