Salı Mayıs 21, 2024

94. yılında Lozan’da imzalanan sözde bağımsızlık ve devam eden bağımlılık!

I. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın sona ermesi ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nu kendi aralarında paylaşmak için İtilaf Devletleri; İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya’nın başını çektiği emperyalist güçlerin, Osmanlı’yı masa başında “barış” antlaşmasıyla bölüşmek için yaptıkları Sevr Antlaşması sonucu;  Antep, Urfa ve Mardin Fransa, Ege ve Trakya Yunanistan, İstanbul ise İngilizler tarafından işgal edildi. Sevr’i tanımadıklarını ilan eden Mustafa Kemal ve bazı İttihatçıların yayınladıkları Amasya Genelgesi ve ardından gerçekleştirilen Erzurum ve Sivas Kongreleriyle 1919 ile 1922 yılları arasında süren ve Mudanya Mütarekesi ile fiilen biten ve 24 Temmuz 1923 yılında İsviçre’nin Lozan şehrinde, Kemalist hükümetin emperyalistlerle yaptığı anlaşmanın 94. yılındayız.

Lozan Antlaşması, 29 Ekim 1923 yılında ilan edilen yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin emperyalist devletlerce tanındığı ve yapılan antlaşmalarla Kemalist hükümetin emperyalizme bağımlılığının resmi belgesidir. 23 Nisan 1920 tarihinde temeli atılan ve 1923 yılında kuruluşu ilan edilen yeni Türk devletinin kuruluşuna önderlik eden sınıflar “Türk ticaret burjuvazisinin, toprak ağalarının, tefecilerin, az miktardaki sanayi burjuvazisinin, bunların üst kesiminin bir devrimidir. Yani devrimin önderleri, Türk komprador büyük burjuvazisi ve toprak ağalarıdır.” (İ. Kaypakkaya, Bütün Eserler, s. 376, Umut Yayımcılık)

Kemalistler Lozan’a gitmeden önce emperyalistlerle daha “Kurtuluş Savaşı” sırasında el altından işbirliği yapmışlardır. Bu işbirliği sonucu emperyalistler Kemalistlere karşı ‘’hayırhah bir tutum takınarak, Kemalist bir iktidara razı olmuşlardır’’. Kemalist iktidar, Lozan’a girmeden önce yüzünü tamamen Batıya dönerek, emperyalistlerle işbirliği içinde, emperyalizmin bir yarı sömürgesi olmayı kabul ederek Lozan’a gitmiştir. Mao Zedung ‘’Kemalist Türkiye bile, gittikçe daha çok bir yarı-sömürge ve gerici emperyalist dünyanın bir parçası haline gelerek sonunda kendisini İngiliz-Fransız emperyalizminin kucağına atmak zorunda kalmıştır’’ derken tam da Lozan Antlaşması’yla Kaypakkaya’nın vurguladığı gibi ‘’Kemalistler, emperyalistlerle barış imzaladıktan sonra bu işbirliği daha da koyulaşarak devam etmiştir.”

Emperyalist güçlerin Kemalist bir iktidara razı olmasının ilk adımı ise İzmir İktisat Kongresi’yle atılmıştı. 17 Şubat-4 Mart 1923’te İzmir’de toplanan İktisat Kongresi, devletin niteliği, kimlerin devleti olduğu ve yeni Türk devletinin emperyalistlerle işbirliği içinde yürüyeceğini açık olarak ilan etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik yönünün belirlenmesi için 1923’te İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi, ekonominin temel yönlerini belirlemede kilit bir öneme sahipti. Bu Kongre’nin temel iki ayağından birini, emperyalist sermayeye sağlanacak ayrıcalıkların belirlenmesi, emperyalist sermeyenin ülke ekonomisinde alacağı biçim ve sağlanan kolaylıklara resmi bir statünün kazandırılması oluştururken, diğeri ise, Türk burjuvazinin ülke ekonomisi içinde alacağı konumunun saptanmasıdır. Nitekim bu yönde bir dizi karar alınmıştır.

Kongrenin en önemli kararlarından biri, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde, ulusal ekonomiye Türk burjuvazisinin egemen olacağının açıkça dile getirilmesi olmuştur. Ülkedeki diğer azınlık milliyetlere mensup burjuvalara yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde şans tanınmaması kongrenin önemli bir söylemiydi. Kongreye katılan 1135 delegenin kabul ettiği ilk 12 maddenin Türklüğe vurgu yapması bunun açık göstergesidir.

Kongreye hâkim olan kesim, Kurtuluş Savaşı’na önderlik eden asker sivil ve tüccarlar olmuştur. Kongre’ye, tüccar, toprak ağaları, sanayici ve askerlerin yanı sıra işçi temsilcilerinin katıldığı yazılsa da bunun göstermelik olduğu açıktır. Örneğin kongreye işçi temsilcisi olarak yazar Aka Gündüz, kongre başkanlığına seçilen General Kazım Karabekir ise sanayici temsilcisi olarak katılmıştır. Kurtuluş Savaşı döneminde Türk burjuvazisi azınlıkların ellerindeki tüm zenginliklere el koydu. Savaştan önce Türklerin ticaret ve sanayide % 10 gibi bir etkileri varken, bu oran savaş sonrasında ise “savaş milyonerlerinin büyük bir yüzdesini Türklerin meydana getirdiğini, önceleri boş oturan birçok kimsenin hükümet himayesi altında ticarete atılıp zengin oldukları” saklanmamıştır.

Lozan’la birlikte; “Türkiye’nin sömürge, yarı-sömürge, yarı-feodal yapısı; yarı-sömürge ve yarı-feodal yapı ile yer değiştirmiştir.” Kaypakkaya, Lozan Antlaşması sonrası Türk devletinin yeni devlet biçimini şöyle açıklamaktadır: “Sosyal alanda, eski ulusal azınlıklara mensup komprador büyük burjuvazisinin ve eski bürokrasinin, ulemanın hakim mevkiini milli karakterdeki orta burjuvazi içinden palazlanan ve emperyalizmle işbirliğine girişen yeni Türk burjuvazisi, eski Türk komprador büyük burjuvazisinin bir kesimi ve yeni bürokrasi almıştır.” Kaypakkaya, Kemalist iktidarın siyasal niteliğini ise şöyle açıklamıştır; “Kemalist diktatörlük, sözde demokratik, gerçekte askeri faşist bir diktatörlüktür.”

Lozan’da Kürtleri temsil ettiğini söyleyen Kemalistler, ilk fırsatta Kürtleri katletmeye başladı.

“Kurtuluş Savaşı” yıllarında Kürtleri yanına alarak, savaş sonunda Kürtlere haklarını tanıyacağını söyleyen Kemalistler, bu sözlerini hiçbir zaman tutmadılar. Erzurum ve Sivas Kongrelerinde Kürtlerle ittifak kuran ve “Kurtuluş Savaşı” yıllarında Kürtlerin Fransızlara karşı Antep, Urfa gibi şehirlerin kurtarılmasında oynadıkları rolü Lozan’da “unutan” Kemalistler erken bir Kürt ayaklanmasını önlemek için, görüşmelere katılan heyet adına konuşan İsmet Paşa “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Türklerin olduğu kadar Kürtlerin de hükümetidir. Çünkü Kürtlerin gerçek ve meşru temsilcileri Millet Meclisi´ne girmiştir. Türklerin temsilcileriyle aynı ölçüde ülkenin hükümetine ve yönetimine katılmaktadırlar. Kürt halkı ve meşru temsilcileri, Musul Vilayeti’nde oturan kardeşlerinin anayurttan ayrılmasına razı değillerdir” diyebilmiştir.

Lozan’ın en önemli anlaşmalarından biri de Kürdistan topraklarının dört devlet arasında bölüşülmesidir. Buna göre; Türkiye, Irak, İran ve Suriye arasında pay edilen Kürdistan, Lozan Antlaşması’ndan bu yana ilhak edilmiştir. Kaypakkaya yoldaş, Lozan Anlaşmasıyla birlikte Kemalist diktatörlüğün Kürtler ve azınlıklara karşı tutumunu şöyle açıklamaktadır, “Kemalist diktatörlük, azınlık milliyetlerin, özellikle Kürt milliyetinin bütün haklarını gaspetti. Onları zorla Türkleştirmeye girişti. Dillerini yasakladı. (...) Lozan’da Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı alçakça çiğnendi. Kemalistlerle emperyalistler, Kürt ulusunun kendi istek ve eğilimini hiçe sayarak, pazarlıkla, Kürdistan bölgesini çeşitli devletler arasında böldüler. Azınlık milliyetlere ve özellikle Kürtlere, son derece aşağılayıcı muamele yapılıyordu, onlara her türlü hakaret mubah görülüyordu.” (İbrahim Kaypakkaya, Bütün Eserleri, s. 371, Umut Yayımcılık)

Böylece “1639 yılında Osmanlı ile İran arasında imzalanan Kasrı Şirin Anlaşması ile ikiye bölünen Kürtler, 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan ile de dört parçaya bölünmüş oldu.”

Kürtlerin 1925 yılında Kemalist iktidarın inkar ve baskıcı uygulamalarına karşı başlattıkları başkaldırının bugün en ileri ve tüm Ortadoğu coğrafyasını etkileyen, etkilemekle kalmayıp, bir özne haline gelen Kürt özgürlük mücadelesini anlamak istiyorsak, bunun Lozan’da alınan kararları anlamaktan geçtiği bir gerçektir. Türk devleti AKP eliyle Kürtleri ezmek ve yok etmek için geliştirdiği topyekun savaşla artık başarı kazanması mümkün değildir. Kürt mücadelesi tarihinin en ileri direnişini veriyor. Savaşta ustalaşan, Ortadoğu’da bir taraf olduğu kabul edilen, dikkatle izlenen, ittifak ve görüşmelerle ileri bir diplomasi yürüten Kürtler, Suriye iç savaşında Rojava’da gerçekleştirdikleri devrimle tüm Kürdistan parçalarını etkilemeye devam ediyorlar.

Türk devleti tüm bu gelişmeler karşısında sıkışmıştır. Çırpınması boşunadır. İşgal ve yeni savaş konsepti boştur. Kürtler tüm parçalarda direnmekte, Türk devletinin hamlelerine karşı savaşmaktadırlar. Erdoğan’ın Ekim 2016 tarihinde sarayında muhtarlara yaptığı konuşmada “birileri de Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştı” demesi boşuna değildir. Türk devleti, Lozan görüşmelerinde İngilizler tarafından Kürt kenti olan Musul’un önce kendi denetimine alınması, sonra da Irak devletine bırakılmasını kabul etmediğini ve buranın kendi “toprakları” olduğunu bağırıp dursa da, 25 Eylül’de yapılması planlanan Bağımsızlık Referandumunda Kürtler, KDP’nin yeni bir geri adımıyla karşılaşmazlarsa Irak’a bırakılan bu topraklarını da geri alarak, Lozan’ı fiili olarak sonlandırmış olacaklarıdır. 

39946

100’E 1 Kala Ermeni gerçeginin topografyasi:SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

2015 EŞİĞİNDE,RESMÎ DURUŞ,DEVLETİN İNKÂR VE İMHACI TUTUMU,“ERMENİ AÇILIMI” DENEN ŞEY!,ERMENİLER HÂLİ YA DA DİYORLAR Kİ,24 NİSAN 1915,ERMENİ SOYKIRIMI,MALTA BELGELERİ’NİN ANLATTIĞI,TARİHİN RESMÎ OKUMALARI,SOYKIRIMDA KÜRT FAKTÖRÜ/ VEYA ROLÜ,“EMVÂL-İ METRÛKE”: GASPEDİLEN ERMENİ ZENGİNLİĞİ,MÜSLÜMANLAŞTIRILAN -GİZLİ- ERMENİLER,ABD PATENTLİ İLLÜZYON(LAR),PARLAMENTO KARARLARI İLE “SOYKIRIMI TANI(T)MA”!

VE BUGÜN…AHBARİK HRANT İÇİN HATIRLATMA,HİÇBİRİMİZ MASUM DEĞİLKEN KEFARET (TAZMİNAT) MESELESİ,LİBERALLERİN İŞLEVİ HAKKINDA BİR PARANTEZ

Adıyaman'dan Paris'e ,Bir Özgürlük Savaşçısı,Misak Manuşyan

1 Eylül 1906'da Adıyaman'da yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi.

Paralel Değil, Yolsuzluklar Yumağı‏;Erdal Yıldırım

17 Aralık tarihinde başlatılan yolsuzluk ve rüşvet operasyonundan sonra “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” örneğine uygun olarak Başbakan RTE ve AKP sözcüleri, yöneticileri operasyonu yıllardır kader birliği ettikleri, aynı kaptan yemek yedikleri, onlarca yıldır dava arkadaşlığı yaptıkları hizmet cemaati ve mensuplarını devlet içinde devlet, ya da güncel ifadeyle “paralel devlet”, “vatan haini”, “ajan”, “casus”, “dış mihraklar” olarak suçlamaya başladı..

19.ve 20.Yüzyılda tehçir ve soykırımlar üzerine;Hasan Aksu

İnsanın varlığından günümüze egemenlik savaşları hep var olmuştur.İrili ufaklı yürütülen savaşlarda  yüzlece ,binlerce  yizbinlerce ve milyonlarca insan katledilmiştir . Her savaş sonuçta yıkım ,felaket ,yoksulluk sürgün ,soy kırımı ve de katliamları beraberinde getirerek  kanlı yüzünü tarihimize açımasızça yazdırmıştır.İnsanlık geliştikçe  ,bilgi ve bilim dağarcığı  arttıkca  sanırızki savaşlar azalır,katliamlar artık olmaz, tehçir ve soy kırımları  bir daha  yaşanmaz,sonlanır.

Ankara Kapanından kurtulmak‏/Mahmut Alınak

Ey Kürtler, Aleviler, Araplar, Çerkesler, Ermeniler, Rumlar, Süryaniler ve ulusal hakları ellerinden alınan diğer halklar…

            Ey ezilen Türk halkı,

            Yoksullar, işsizler, emekçiler,

            Kadınlar, gençler

            Ve zindanlarda çürütülen mahpuslar,

Şehrin Işıkları

Şehrin gri havasından akşamın karanlığına yürüyorken, herkes, bir telaşla kaçan trenin arkasından koşar gibi, tempoyla, koşturuyor. Şehir o kadar hızlı akıyor ki; insanlar zamanın ve süreçlerinde aynı hızda aktığını zannediyor. Elleriyle dokundukları, gördükleri ve duydukları her şey bir sonraki gün biçim değiştiriyor, aldıkları kokular değişiyor. Gazeteler bir gün önce yazdıklarını ertesi gün hatırlatamıyorlar bile.

Kimliksizlik kimlik olmuş! Tahir Canan

Star Gazetesi İnternete yönelik baskıları savunmak için basın ahlak kurallarını hiçe sayarak basın yasasını hiç görmeyerek dilde kemik yok misali İnternet sansürüne karşı çıkanları porno savunmakla suçlamış. Kendi ilkesizliğini de ilke olarak lansa etmiş. Deyim yerinde ise ilkesizlik ilke olmuş, kimliksizlik de kimlik yerine geçmiş. Yalan dolanla hükümeti” yalama “ yalakalığı erdeme dönüşmüş! Halkı kandırmayı da meslek etmişler. Bunun adına da Gazetecilik denmiş! Gazeteciliğin kamusal görevini hükumetin, devletin ululuğu altına gömmeyi” meslek ilkesi”  kabul etmişler.

Yüce bir ölüm!/Agop Ekmekciyan

 24 Ocak 1988 yılında İstanbul Emniyet Müdürlüğü I.Şube polisleri tarafından boş bir arsada kurşuna dizilerek öldürüldüğü vakit Manuel Demir henüz 25 yaşındaydı.  Genç yaşında ,inandığı dava uğruna düşüncelerinden taviz vermeyen,onurlu duruşu ile cellatları çılgına çeviren Manuel Demir hunharca öldürüldü.  Faşizmin azgınca terör estirdiği yıllarda tüm hak ve özgürlüklerin rafa kaldırıldığı,yurtsever,devrimci,komünistlerin  hapishanelere atıldığı 12 Eylül faşizminin kol gezdiği şartlarda devrimci mücadeleye ara vermeden,,çekinmeden devam etti.

Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri) için 11 not/ Temel Demirer

normal tarihsel koşuldur.”[1]

i) Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri) güzergâhı, “devrimin güncelliği” fikrine veda etmeyenler için şaşırtıcı olmadığı gibi, “beklenilmeyen” de değildi…

Bu bağlamda Kaan Arslanoğlu’nun, “Bu memleket adam olmaz”, “insanların üzerinde ölü toprağı var”, “insan doğuştan/genetik olarak itaatkârdır,”[2] türünden zırvalarını yerle yeksan eden Haziran Başkaldırısı, tarihsel bir yanıt oldu.

Akademisyen sorumlulugu /Sibel Özbudun

“En büyük bilgelik kendine egemen olabilmektir.”[2]

1. Entelektüel üretimin akademiye ve belli şablonlara sığdırılmaya çalışıldığı günümüzde, sizce akademi dışında entelektüel bir üretim zeminin oluşturulma imkânları nelerdir? Bu bağlamda Özgür Üniversite deneyimini nasıl değerlendirirsiniz?

Benzeşen Toplumları Talilde Unutulanlar / Ergün Aslan

Teori  proletarya köylünün yaşamsal mücadelesinin devrimcide akademik olarak  dile gelişidir.

Konuya girmeden önce, 

Kapitalizmin.., işverenin..  karşısında proletarya köylü olmanın nasıl bir şey demek olduğunu unuttuysan ...

Bu tuzsuz baharatsız sosyo - ekonomik yapı neymiş ya.

Her şeye deva.

Ülkenin sosyo-ekonomik yapısını, inşasını mı talil edecen; Katma  işin içine sömürgeciliği...,  sosyo - ekonomik yapının sınıflar  yüzerinde yol açtığı karekterliği.... tamam.

Sayfalar